Meti̇nlerarasilik Ve Şi̇i̇rde Gelenek Açisindan Fuzûli̇ İle Şükûfe Ni̇hal Üzeri̇ne Bi̇r İnceleme (original) (raw)

Turkish Studies FUZÛLÎ'NİN LEYLÂ VE MECNÛN MESNEVİSİ'NDE METİN- MİNYATÜR İLİŞKİSİ

Turkish Studies, 2018

ÖZET Dilimizde el yazması kitaplarda yer alan küçük boyutlu renkli resim anlamına gelen minyatürler, Türk ve dünya kültür tarihinde önemli bir geçmişe sahiptir. Nakkaşın ya da musavvirin gördüğünü, duyduğunu, tahayyül ettiğini ve hissettiğini estetik bir biçimde kağıt üzerine renklerle aktardığı zihinsel, duygusal ve sanatsal bir biçimlendirme eylemi olan kitap resimleri (minyatürler) İslam sanatında 12 ve 13. yüzyıldan itibaren kabul görmeye başlamış ve özellikle Fatih devrinden itibaren bir gelenek hâline dönüşerek yüzyıllar boyunca görsel kültürün en yaygın ve en bilinen ürünleri olmuştur. İslam sanatının mimarî yapıtlar dışında hemen hemen bütün dallarının yer aldığı tek kaynak el yazması kitaplardır. Edebî metin, hüsn-i hatt, minyatür, tezhip ve cilt kapaklarıyla ilgili çalışmaların her biri, tek başına İslam sanatının birer bölümünü oluşturur, ancak bunlar ayrı ayrı ele alınıp incelendiğinde yazmanın gerçek değeri tam olarak anlaşılamaz. Özellikle metnin ve minyatürün farklı sahalarda ele alınması, her iki konuda yapılan çalışmaları eksik bırakmaktadır, çünkü metin ve minyatür içinde yer aldıkları yazmanın birbirlerini tamamlayan unsurlarıdır. Asla birbirinden bağımsız ve ayrı değildirler. Bu yazının amacı, el yazması metinlerdeki öykü, olay ya da bilgiyi, resim diline aktaran minyatürlerin, metni görsel açıdan nasıl zenginleştirdiğini gözler önüne sermektir. Aynı zamanda çalışmada şu soruların da cevabı aranacaktır: Şairin kelimelerle anlattığı olay ya da durum, musavvirin elinde nasıl resmedilmiştir? Musavvirin tasvir ettiği olay ya da durum şairin metninde kelimelerle nasıl dile getirilmiştir? Bu çalışmada metin olarak Muhammet Nur Doğan tarafından hazırlanan

Fukahâ Metodu Usûl Yazımının Ortaya Çıkışında Hilâfiyâtın ve Fıkıh Münazaralarının Rolü

KADER, 2023

Fıkıh usûlü literatüründe fukahâ ve mütekellimîn metodu olarak nitelenen iki yazım yöntemi olduğuna dair yaygın bir kabul vardır. Bu iki yöntemin ayırıcı nitelikleri hakkında bazı açıklamalar dile getirilmekle birlikte, bu ayrımın hangi ölçülere göre yapıldığı, ayrışmanın temelinde hangi saiklerin olduğu ve bu yöntemlerin özellikle hangi dönemlerde yaygınlık kazandığı gibi hususlarda derinlikli bir izah mevcut değildir. Bu çalışma, söz konusu hususları biraz daha aydınlatmayı hedeflemekte ve özellikle fukahâ metodunun ortaya çıkışı üzerinde hilâf tartışmalarının ve münazaraların etkisi üzerinde durmaktadır. İslamî ilimlerin ilk dönemlerindeki hararetli ilmî tartışmalarının önemli bir bölümünü dini bilginin kaynak ve yöntemlerine dair meseleler oluşturuyordu. Kelâm meseleleri ile ilgilenen alimler tarafından, kelâm meseleleriyle iç içe işlenen bu yöntem tartışmaları, sonrasında müstakil bir disiplin haline gelecek olan usûl meseleleriydi. Aynı dönemde Hanefîler de kendilerinin geliştirip sistemleştirdiği fıkıh çalışmalarını kayıt altına alarak, fıkıh ilminin ilk müktesebâtını tedvin ediyorlardı. Hanefîler kelâmcılar tarafından sürdürülen bu yöntem tartışmalarına, fıkıh mesâilinin temellendirilmesi bağlamında dahil oldular. İlk dönem ilimlerinin gelişmesinde etkili olan bu tartışma geleneği, cedel tekniğinin öğrenilmesi ile yeni bir boyut kazandı. Önce kelâmcılar ve sonra fakihler bu yöntemi tartışmalarında ve eserlerinde kullanmaya başladılar. Hicrî dördüncü ve beşinci asırda fıkıh ilminin revaç bulması ile birlikte fıkıh münazaraları entelektüel alanda çok daha yaygın ve önemli hale geldi. Aynı doğrultuda ihtilaflı fıkıh meselelerinin delillendirilerek tartışıldığı hilâf literatürü de gelişme gösterdi. Söz konusu gelişmeler, hilâf mesâilinin delillendirilmesinde ve fıkıh münazaralarında işe yarayacak usûl eserlerinin ortaya çıkmasında etkili oldu. İşte fukahâ metodunun ilk ve en tipik eseri sayılan Debûsî’nin Takvîm’i, fürû fıkıh konusu sayılabilecek pek çok başlığa yer veren, tartışmaları bolca fıkıh örneği üzerinden işleyen, kıyas ve illet başlıklarında cedel bahislerini genişçe ele alan ve kelâm tartışmalarına mesafeli duran tarzıyla, dönemin münazara geleneğinin ihtiyaçlarına hitap ediyordu. Debûsî’nin geliştirdiği bu usûl anlayışı kısa sürede dikkat çekti ve hicrî beşinci asır tamamlanmadan bu metodu benimseyen pek çok fıkıh usûlü eseri yazıldı. Özellikle Pezdevî’nin usûl eseri, sonraki Hanefî usûl literatüründe esas alınan model bir metin haline geldi. Gazâlî ve Râzî sonrasında İslamî ilimlerin felsefe ve mantık hakimiyeti altına girdiği dönemde ise fukahâ metodu popülerliğini yitirdi. İlmü’l-bahs ve’l-münazara ile cedel ilimleri mantık disiplini altında incelenmeye başlandı. Ancak bu dönemden sonra da bazı Hanefîler fukahâ metodu ile usûl eseri yazmaya ve felsefî kelâmın etkisi altındaki Hanefîler dahi yazdıkları karma nitelikli eserlerde Pezdevî’nin Usûl’ünü esas almaya devam ettiler.

Metnin Tekâmülü Açısından Fuzûlî'nin Bir Gazeline Bakış

ÖZ Klâsik Türk edebiyatı şairlerinin söyledikleri manzumeler genellikle dîvân adı verilen nüshalarda bir araya getirilmiştir. Farklı zaman ve mekânlarda Arap alfabesiyle çoğaltılan/basılan bu dîvânlar, harf inkılâbından sonra ise Latin alfabesine aktarılmaya başlanmış ve ilmî usûller çerçevesinde incelenmiştir. Ancak kimi şairlerin dîvânlarında yer almayan bazı şiirlerine çeşitli el yazması eserlerde ve mecmûalarda rastlanabilmektedir. Bu tür şiirlerin de bilimsel inceleme metotlarıyla dîvânlara eklendiği veya müstakil şiir kitabı olarak yayımlandığı görülmektedir. Bu çalışmada, Fuzûlî'ye ait dîvân nüshalarında bulunmayan ama bir yazma eserin der-kenâr bölümünde Fuzûlî ismiyle kayıtlı bir gazelin araştırmacılar tarafından yeni dîvân baskılarına alınması değerlendirilecek; ardından şiirin tarafımızdan tespit edilen yeni bir nüshası tanıtılıp metnin tekâmülü açısından mevcut örneğiyle mukayese edilecektir. ABSTRACT Poems written by classical Turkish literature poets have been usually banded together in copies called divan. These divans which have been printed in Arabian alphabet in different times and places have been translated to Latin alphabet after alphabet reform and analyzed as part of scientific methods. But it is possible to see some poems of the poets those are not located in divans in various manuscripts and majmuas. And it is seen that these poems have been added divans by the scientific analyzing methods or published as a separated poem book. In this article it will be evaluated a gazelle of Fuzuli that is not located in divans but registered as the name of Fuzuli in apostil of a manuscript included in divan printing by researchers and then a new copy of the poem determined by us will be introduced and compared with existing copy as part of maturation of text.

Osman Bayder. El-Hidâye: Bir Fıkıh Metninin Hanefî Geleneğe Etkisi. İstanbul: Hacıveyiszade İlim ve Kültür Vakfı Yayınları, 2020, 195 sayfa.

Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2021

Klasik eserlerle olan irtibatımız arttıkça klasiklerin nasıl klasikleştiği konusuna olan ilgi ve merakımız da derinleşiyor. Özellikle Hanefî fıkıh literatürünün klasik hüviyetini kazanmış bazı örnekleri, sâir kitaplardan daha fazla ilgi görmüş, birçok çalışmaya konu olmuştur. Mâverâünnehir bölgesi fakihlerinden Ali b. Ebî Bekir el-Merğînânî'nin (ö. 593/1197) el-Hidâye şerhu Bidâyeti'l-mübtedî isimli eseri de üzerine şerh, haşiye, ta'lîk türlerinde yüzün üzerinde çalışma yapılmış bir klasiktir. Osman Bayder, el-Hidâye: Bir Fıkıh Metninin Hanefî Geleneğe Etkisi adlı kitabında Merğînânî'nin meşhur eserinin kendinden sonraki Hanefî geleneğe etkisini incelemektedir. Kitap üç bölümden oluşmaktadır. Kitaptaki yol haritasını ve izlenen yöntemi bölümler özelinde açıklayan detaylı bir giriş bölümü barındırmayan eserin "Öz Söz"ünde yazar, kitaptaki hedefini ve kitabın inceleme alanını şöyle belirtmiştir: "Bu çalışma Hidâye'nin Hanefî literatürü açısından önemini ve sonraki döneme etkisini incelemektedir" (s. 8). Birinci Bölüm' de standart bir âlim biyografisinin aktarımı yerine Merğînânî'nin yer aldığı gelenekten, içinde bulunduğu ilmî çevreden bahsedilmiş ve mezhep içindeki konumu ile içtihat derecesi tartışılmıştır. Bu bölümde müellifin hayatına dair kitabın iddiasını desteklemeyecek bilgilerin bulunmaması kitap için artı olsa da Merğînânî'ye ait eserlerin tamamının burada verilmemesi eksiklik olarak değerlendirilebilir. Ayrıca bazı eserlerin zikredildiği yerde Merğînânî'nin Muhtârâtü'n-nevâzil isimli eseri sehven Muhtârâtu'z-Ziyâdât olarak verilmiştir (s. 19). Zira kaynaklarda Merğînânî'ye böyle bir eser nispet edilmemektedir. Yazar bu bölümde, Merğînânî'nin Hanefî füru fıkhı açısından konumunu tartıştıktan sonra onun mezhebin usulündeki önemini de önemli usul ve kelam kitaplarının aktarım silsilelerini inceleyerek göstermeye çalışmıştır.

Tefsir Tarihi Açısından Mükerrer Nüzûl Görüşünün Tenkidi

2014

Esbâb-i nuzul, sadece rivayetler yoluyla bilinmektedir ve kaynaklarda cok sayida esbâb-i nuzul rivayeti bulunmaktadir. Bazi ayet veya surelerin nerede nazil olduguna iliskin rivayetler arasinda ihtilaflar gorulmektedir. Rivayetlerden biri, bir ayet veya surenin Mekke’de, digeri Medine’de indigine isaret edebilmektedir. Bazi alimlere gore, sayet o rivayetler uzlastirilamiyor veya aralarinda tercihte bulunulamiyorsa, ilgili ayet veya sure mukerrer nazil olmus demektir. Bu makalede, mukerrer nuzul adi verilen bu gorusun tarihi surecte nasil sekillendigi ve ilmi gercekligi irdelenmekte, mukerrer nuzul ornekleri degerlendirilmektedir

Fuzûlî’Ni̇n Leylâ Vü Mecnûn Di̇bâcesi̇’Nde Yi̇nelemeleri̇n Anlamla İli̇şki̇si̇

Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2020

Bu yazıda Fuzûlî (ö.1556) tarafından yeniden üretilen Leylâ ve Mecnûn (1535) mesnevisinin baĢlangıcında yer alan "Dibâce" (Önsöz) kısmının dilsel ve anlamsal düzeyde mesnevideki fonksiyonu incelenmiĢtir. Gelenekte Fuzûlî"nin, model aldığı diğer Leylâ ve Mecnûn yazarlarından farklı olarak eserini düzyazı ile baĢlatması bir yeniliktir. Fuzûlî, bu kısmı (Mensur Dibâce), üç rubai ve yaklaĢık iki sayfa nesir olarak kurar. Dibâce"nin nazım kısmında (rubailer) görülen üçlü bölünme devamında gelen düzyazı kısmında yüzeyde değildir. Ancak gramer ve anlama yansıtılmıĢtır. Düzyazı kısmı için şart cümlesi yapısı seçilmiĢtir. Seçilen bu yapı, üç kez yinelenir. Ancak bunlar, uzun tamlamalar ve iç içe geçen seci cümlecikleri ile gizlenmiĢtir. Bu dil sınanmasını tecrübe eden okur, Fuzûlî"nin üçlü katmanını ve bu katmanlara yerleĢtirdiği anlamı, fark ederse metinde daha sonra geleceklere de hazırlıklı hâle getirilmiĢ olur. Bu araĢtırmada mesnevinin baĢlangıcındaki Dibâce incelenmiĢ ve diğer bölümleri ile bağı kurularak yazarın, okurunu yinelemelerle metne hazırlama yöntemleri gösterilmiĢtir.

Nüzûl-İ Îsâ Meselesi̇ni̇n Tefsi̇r Geleneği̇ne Yansimalari

Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi dergisi, 2006

Hz. Îsâ, peygamberler arasında belki de en fazla hakkında tartışmaların yapıldığı bir peygamberdir. Yapılan bu tartışmalardan biri de O"nun kıyamete yakın bir zamanda yeniden yeryüzüne inmesi hususudur. Gerek diğer din mensupları gerekse Müslümanlar arasında bu konu farklı şekillerde tartışılmıştır. Bu makalede Hz. Îsâ"nın yeryüzüne yeniden ineceğiyle ilgili âyetler ve bu âyetlere ilk dönemden itibaren müfessirlerin yaklaşımları ele alınacak ve aralarında değerlendirmeler yapılacaktır.

SEVGİLİYE VE DOST(LAR)A MEKTUPLAR: MÜNŞEÂT-I NAHÎFÎ

Nahîfî mahlaslı şairlerin en meşhuru olan ve edebiyat tarihimizde "Mesnevi Mütercimi" unvanıyla bilinen Mehmed Süleyman Nahîfî (?-1738), bir asra yaklaşan uzun bir ömür sürmüş; bu süre içerisinde çeşitli devlet görevlerinde (yeniçerilik, sefir kâtipliği, şıkk-ı sânî defterdarlığı vb.) bulunmanın yanı sıra, hem nazım hem de nesir alanında birçok eser kaleme almıştır. Hayatı, sanatı ve eserleriyle alâkalı birçok makale yazılan, tez hazırlanan Nahîfî'nin mensur telifatından Münşeât, bugüne kadar pek bilinmeyen ve üzerinde fazla bir çalışma yapılmayan mektuplardan meydana gelmektedir.