ATTİLA İLHAN'DA KÜLTÜR KARMAŞASI (original) (raw)
Attila İlhan, kültür üzerine kafa yorarken, kendince “ulusal” ve “yerli” değerleri çokça savunur görünür… Kültürde “kendisi olmak”tan her fırsatta söz açar da, bu “ulusal kültür” temellerinin ne olduğuna, ne olacağına ilişkin somut bir açılım göstermekte epeyce zorlanır. Kendi arayışının belli kalıpları taşamamış sınırlarında döner durur. Türkiye, onun tanımladığı gibi, yeterince sanayileşmemiş ise, proletarya onun saptadığı gibi yeterince gelişmemiş ise, demokrasinin “temel halk gücü” kimlerden oluşacaktır? Attila İlhan’da göze çarpan en büyük boşluk, halk kavramı ve halk kültürü ile ilgili olan kısmıdır. Burayı bir türlü dolduramaz… Bu “halk” tanımı eksikliği, romanlarında da bir halk katmanları, çalışan yığınlar eksikliği, boşluğu olarak çıkar sanki karşımıza. Onun çalışan kesimi, aydınların ve seçkin zümrenin yanında hizmet edenlerdir; onları da çoğunlukla cinsel eğilimleri, tercihleri, romanın seçkin kahramanları ile olan ilişkileri bağlamında ele alır Attilâ İlhan… Romanlarındaki Mürüvvet Bacı, Gülendam kalfa gibi esmer tenli, Türkçeleri o eski siyah beyaz filmlerin kendi eğlenceli aksanına sıkıştırılmış üç beş kadın ile queer ilişkilere nesne oluşturmaya gönüllü kılınmış Rus Nadya gibi karakterlerin, Kara Başefendi gibi çıkarcı ve bağnaz köylülerin, bilinmez kaç çocuğun anası, başı omuzlarının arasına sanki boyunsuz yerleştirilmiş, kaytarıcı, hiçbir şeyi doğru dürüst yapmayan, üç aydı bir zam isteyen köyden gelmiş Hayruş gibi kadınların, Halim’in babası gibi varlığı toprak ağalığına dayandırılmış kahramanların toplamından bir “halk kavramı” çıkarabilmek çok da mümkün olmayacaktır. Kendi sosyal etkinliği içinde var olan zümreler, kümeler, onun bakış açısında “kendileri olarak” var olamazlar bir türlü...