2000'LERİN Türk Si̇yasal Hayati’Ni Recep İvedi̇k 4 Ve Recep İvedi̇k 5 Fi̇lmleri̇nden Okumak (original) (raw)
Related papers
Gümüşhane üniversitesi iletişim fakültesi e-dergisi, 2022
Bu çalışma kapitalizmin "dışlama biçimleri" üzerinden toplumsal hiyerarşiyi kurduğunu ve asimetrik güç ilişkileriyle kendini sürdürdüğünü Türkiye'nin 1970'li yıllarında toplumsal sınıfların gündelik yaşamını konu edinerek ortaya koymayı amaçlamaktadır. Dil dolayımı ile maddileşen bir söylem pratiği üzerinden siyasal ve ekonomik koşulların ne derece gündelik hayatı belirlediği sorunsalı araştırma sürecinin esas noktasıdır. Zeki Ökten tarafından yönetilen ve Umur Bugay tarafından yazılan 1976 yapımı Kapıcılar Kralı filmi konu ve amaç ekseninde araştırmanın inceleme nesnesidir. Zamansal ve mekânsal tutarlılık arz etmesi ve Türkiye'nin 1970'li yıllarına ilişkin bağlam bilgisini içermesi açısından araştırmanın sorunsalına dair cevaplar aranmaktadır. Çalışmada ilk olarak günümüz perspektifinden Türkiye'nin 1970'li yıllarının incelenebildiği bir metin olarak gündelik hayat ve sinema arasındaki bağ kurulmaktadır. Ardından kapitalizmin tüketim ve meta unsurlarının sınıf üzerinden Türkiye özelinde tarihsel durumu açıklanmaktadır. Son olarak bireyin arzu boşluğunun giderilmesinin veya giderilememesinin üretim ve tüketim sürecindeki yerini belirdiği; dışlama biçimlerinin dil dolayımıyla maddileşerek sınıfsal konumları sabitlediği ortaya koyulmaktadır. Araştırmanın temel bulguları arasında döneme ilişkin olarak kamusal ve özel alana göre imgeleri barındıran tüketim unsurları yer almaktadır. Bu bulgular arasında ideolojik konumu işaret eden gazeteler, toplumsal statüyü gösteren kıyafetler, ekonomik gelir durumuna göre ulaşılabilir olan ev içi gıda ürünleri, içkiler, sigaralar yer almaktadır. Araştırma süreci nihayetinde çalışmada, tespit edilen bulguların toplumsal sınıflara göre dağılım gösterdiği ve her bir tüketim nesnesinin Türkiye'nin 1970'li yıllarındaki siyasi ve ekonomik konjonktüründen etkilendiği sonucuna ulaşılmaktadır. Bireylerin toplumsal sınıfına göre aralarındaki kaçınılmaz (apartman) ilişkileri hiyerarşik ve asimetrik güç ilişkileriyle donatıldığı sınanmaktadır.
2017
Bu calisma; fizik egitimindeki arastirma egilimlerini belirlemek icin, 1995-2015 yillari arasinda Turkiye’de fizik egitimi alaninda yapilan calismalarin icerik analizi yontemi ile incelenmesini amaclamaktadir. Bu amacla, Turkiye'de yayimlanan 28 farkli egitim dergisinde internet uzerinden tam metinlerine ulasilabilen 372 fizik egitimi makalesi incelenmistir. Tam metinlerine ulasilan makaleler, fizik egitimi arastirmalari icin revize edilen yayin siniflama formu kullanilarak degerlendirilmistir. Her bir yayin bu form yardimiyla icerik analizine tabi tutulmus ve yayinlara ait veriler bir veri tabanina kaydedilmistir. Verilerin analizinde SPSS 23.0 programi kullanilmistir. Elde edilen veriler yuzde ve frekans analizleri neticesinde uygun tablo ve grafiklerle gosterilmistir. Elde edilen veriler incelendiginde fizik egitiminde; 1995-2015 yillari arasinda yayinlanan makalelerin en fazla ‘genel fizik’ makale alaninda ele alindigini, makale konusu olarak ‘ogretime’ oncelik verildigi be...
2000 Sonrası Türk Edebiyatında Konusunu Siyerden Alan Romanlar
2015
Bu çalışmada, 2000 sonrasında yayımlanan siyer konulu romanlardan hareketle, romanın siyer türü ile ilişkisi bağlamında, Hazreti Peygamber (S.A.V.)'in hayatının romanlarda nasıl ele alındığı, hangi temalar etrafında ne tür profiller oluşturulduğu irdelenmiştir. Kendisini, Türk edebiyatı içinde konumlamış, ‘roman’ sanı ile sunan ve Hz. Peygamber (S.A.V.)’in hayatını konu edinen, 2000-2015 arasında yayımlanmış romanlarla sınırlayan bu çalışmada; 12 roman incelenerek, siyer konularının roman türünde yazılışından kaynaklanan problematiklerden hareketle, Hazreti Peygamber’in tasavvur ediliş biçimleri tasnif edilmiş, fişlenmiş ve bu tasavvurlarda günümüz bakış açılarının tesiri, eleştirel bakış açısıyla okunmaya çalışılmıştır. Araştırmanın sonunda, romanlarda yer alan peygamber tasavvurlarının, geleneğin kaynaklık ettiği anlayışların dışına çıkamadığı fakat, romanın zorunlu gördüğü kurgusal düzen içinde gerek Hazreti Peygamber (S.A.V.)’e gerekse onun arkadaşlarına dair yeni, modernist...
Popüler Kültürde Şiddet Olgusu üzerinden Recep İvedik 5 Filminin Analizi
Karabuk University Journal of Institute of Social Sciences
Türkiye'de son dönemde izlenme oranları gittikçe artan yerli dizi ve filmler, makalemizde üzerinde duracağımız kadına yönelik şiddet, baskı ve ayrımcılığın en görünür olduğu yerlerdir. Çalışmada amacımız, eleştirel bir bakış açısıyla analiz edeceğimiz Recep İvedik karakterinin argo ve şiddetle sarmalanmış yaşam biçimini, arkadaşlık ilişkilerini, ayrımcı söylemin bu yeni nesil kahraman aracılığı ile nasıl toplumsallaştırılmaya çalışıldığını açıklamak olacaktır. Makelemizde Recep İvedik 5 filminin ana karakterinin yaşam biçimi, fiziki şiddet eğilimleri, kadına yönelik kullandığı dilsel şiddet öğeleri ve bu şiddet eğiliminin sinema seyircisi olan kitleye verebileceği zararlar örneklerle irdelenecektir. Recep İvedik ve ardılı sayılabilecek "Cumali Ceber", "Şefkat Yerimdar" tarzındaki filmler toplumdaki iktidar ilişkilerini popüler kültürle bağlantısını anlamak açısından önem taşımaktadır. Biz de çalışmamız kapsamında; popülerlik, medyada yer alma, gişe ve hasılat bakımından Türk Sinema tarihinin en fazla izlenen filmi Recep İvedik 5 filmini içerik analizi yöntemini kullanarak analiz edeceğiz. Popüler kültür ürünlerinde, özellikle dizi ve sinema sektöründe şiddet öğeleri, doğal, meşru ve dahası film kahramanları aracılığı ile sempatik hale getirilerek sunulmaktadır. Medya aracılığı ile şiddetin meşrulaştırması ve sempatik hale getirilmesi, bir arada yaşama kültürüne ciddi zararlar vermektedir. Özellikle izleyici kitlesinin çocuk ve gençlerin oluşturduğu Recep İvedik film serisinin, hemen hepsinde yer alan, argo, ayrımcı, ötekileştirici söylem ve kaba üslubun yaratacağı tehlikenin boyutları çok önemlidir. Makalemizin temel varsayımı budur. Popüler kültür ürünlerinin, şiddeti mizah öğeleriyle bezenmiş bir biçimde sunumunu yapması tehlikenin boyutlarını arttırmaktadır. Çünkü mizah öğeleri iletiyi daha da popülerleşmekte ulaştığı kitleye şiddet içeren iletinin doğal olduğu izlenimini aşılamaktadır. Recep İvedik film serisinin ulaştığı izleyici sayısı ve kitle profili düşünüldüğünde, karakterin her davranışının özellikle çocuk ve gençler üzerinde ciddi tahribat yapabileceği ortadadır.
PRAKSIS40 - 2000'ler Türkiyesi'nde Devlet, Şiddet ve Zor
Türkiye kapitalizmi, zor ve şiddetin farklı biçimlerinin toplumsal ilişkiler içindeki düzenleyici rolünün yeniden tanımladığı kritik bir siyasi dönemeçten geçiyor. Bu, her şeyin çok hızlı değiştiği, pek çok tarihsel olasılığın bir görünüp bir yok olduğu, travmatik olaylarla dolu bir süreç. Bu sayıyı hazırlama-ya karar verdiğimizde, aklımızda, Gezi İsyanı'nda karşımıza çıkan paramiliterleşmiş polis şiddetinin hangi dinamik ve süreçlerle örgütlendiği meselesini tarihsel maddeci bir çözümlemeye tabi tutmak vardı. Temel politik kaygımız değişmese de, aradan geçen süre içinde " Gezi polisi " nin üzerinden çok su aktı. Zira Türkiye'de polis şiddetinin içinde konumlandığı zor yapılanması ve siyaset pratikleri, Di-yarbakır, Suruç ve Ankara katliamlarıyla ve devletin 7 Haziran'dan sonra bölgede Cizre, Dargeçit, Lice, Nusaybin, Silopi ve Sur'da başlattığı şehir savaşlarıyla köklü bir biçimde değişti. Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), dergimizi yayına hazırladığımız dönemde 16 Ağustos-12 Aralık tarihleri arasında 52 defa sokağa çıkma yasağının ilan edildiğini raporlamıştı. Sürekli sokağa çıkma yasakları, keskin nişancılarla ilçelerin kuşatılması, kuşatılan ilçelerin yasak sonrası boşaltılması, haklarında çeşitli iddialar bulunan ve yargıya şikayet edilen devlet görevlilerinin sürekli cezasız – ve bir çok olayda kovuşturmasız – kal-ması gibi gelişmeler, yeni bir döneme girdiğimizin görünür alametleridir. Bu gelişmeler, Türkiye'de devlet-zor-şiddet ilişkilerinin değişen içeriğini " 1990'lar " referansının ötesinde, daha geniş bir tarihsel perspektifle ele almaya dair politik ve kuramsal bir zorunluluk doğuruyor. Bu sayının bu yönde bir katkı oluşturmasını umuyoruz. Öte yandan, devlet-zor-şiddet hattında özellikle tarihsel maddeci bir çalışma yapmaya girişenlerin karşılarına çıkan ilk temel sorun bu sayının hazırlanmasında bizi de zorladı. Kapitalizm-devlet ilişkisi üzerine büyük bir birikime sahip olan Marksist yazında devleti şiddet ve zor ilişkilerinin tarihsel geli-şimi temelinde çözümlemeye odaklanan çalışmaların sayısı son derece az. Türkiye'de ise, sayının ko-nusu olan toplumsal-siyasal meselelere ilişkin yapılan tartışmalar uzunca bir süre kendinden menkul bir iktidar odağı olarak anlaşılan ordu kurumu üzerine üretilen çözümlemeler temelinde şekillendi. Bu çözümlemelerin temelini, Türkiye'de devlet-toplum ilişkisine dair sorunlu bir tarihsel ve kuramsal okuma geliştiren güçlü devlet geleneği tezi oluşturdu. Liberaller tarafından yeniden üretilen bu anlayışın Türkiye'de anaakım sosyal bilim çevrelerinde hâkim paradigmayı oluşturması, zorun ör-gütlenmesi bağlamında sınıf meselesinin göz ardı edilmesiyle sonuçlandı. Öyle ki, burjuva devletin sınıfsal karakterinin dolayımsız uğrakları olan askeri darbeler, kendi çıkarlarını kollama gayreti içinde olan askeri zümrenin tasarrufuna indirgenebildi. AKP döneminde merkezi bir iktidar aygıtı haline gelen polis kurumu üzerine de benzer bir okumanın yeniden üretilmekte olduğundan bahsedilebi-lir. Zira AKP döneminde polisin merkezi bir siyasal aktör olarak yeniden örgütlenerek siyasal alanın tam kalbine yerleşmesi, sınıfsal bağlamından kopartılarak ya Erdoğan'ın tek adam rejimi bağlamında ortaya çıkan iradi müdahalelere ya da kadim ceberut devlete referansla okundu/okunmakta. Bu hâkim söylemlere karşı kapitalist devletin zor aygıtlarını tarihsel maddeci bir perspektifle bü-tünlüklü olarak ele almaya ihtiyaç duymaktayız. Örneğin, Türkiye toplumsal formasyonunda ordu ve polis başta olmak üzere farklı zor aygıtlarının hangi süreçlerle dönüşümlere uğradığı ya da bu dönüşümlerde sınıflar mücadelesinin hangi dolayımlarla içerildiği gibi bir dizi soru, kapsamlı tarihsel ve kuramsal analizler temelinde çözümlenmeyi beklemektedir. Ancak Türkiye'de yaşadığımız süreci gerek küresel bağlamı içinde, gerek tarihsel özgüllüklerine referansla anlamamıza yardımcı olacak bütünlüklü bir Marksist çözümleme çerçevesine ve kavram setine sahip olduğumuzu söylemek zordur. Bu sayıda bir araya getirilen çalışmaların, bu zorluğu aşma yönünde önemli bir başlangıç oluşturduğuna inanıyoruz.
Türk Si̇nema Fi̇lmleri̇ Üzeri̇nden Konutu Okumak: 1980LERDEN Üç Örnek
Türk İslam Medeniyeti Akademik Araştırmalar Dergisi, 2019
Bireylerin özel yaĢam alanı olarak konutlar, iç mekân tasarımı açısından kullanıcı profilinin ve kiĢisel tercihlerin birincil belirleyici olduğu tipolojidir. Konutta kullanıcıların sosyal statüsü ve gündelik yaĢamlarındaki farklılıkların yansıtıcısı ise iç mekân donatılarında belirginleĢmektedir. Mekân bu yönüyle kullanıcı ve eylem hakkında bilgiyi barındıran somut bir araç niteliğindedir. Somut araç olarak mekân, toplumun sosyal, kültürel, ekonomik değiĢimlerini birebir yansıtan sinema ile çok yönlü iletiĢim durumundadır. Filmin konusu, içeriği mekânla bütünleĢmekte, mekânın kurgusu konuyu destekler Ģekilde oluĢturulmaktadır. Bu bir araya geliĢlerde mekân, gündelik yaĢam ve sosyal statü anlamında birçok bilgiyi barındırmaktadır. Bu çalıĢmanın amacı öznel bir bakıĢ ile yaĢamı, yaĢantıyı, bir konu çerçevesinde aktaran sinema filmleri üzerinden mekânı analiz etmek, kullanıcının sosyal statüleri ile mekânı, donatıları ve donatıların kullanımını belirlemektir. Toplumu birçok yönüyle yansıtan senaryoların kahramanı olan Kemal Sunal"ın 1980li yıllarda çekilmiĢ olan üç filmi çalıĢmada ele alınmıĢtır. Filmlerdeki apartman konutları (gerçek mekânlar); mekânın tefriĢi, donatıların iĢlevi/eylemler, mekân nitelikleri yönünden incelenmiĢtir.
Türk Si̇yasal Hayatinda Bi̇r İkna Araci: Seçi̇m Müzi̇kleri̇ (1965-1995)
ANASAY, 2021
Bu çalışmada siyasal propaganda kampanyalarında seçim şarkılarının seçmen üzerindeki etkisi irdelenmiştir. Siyasal iletişimde toplumların hafızasında görsel, işitsel, afiş, slogan, miting ve konuşmaların propaganda söylemi kitle üzerinde en fazla etki eden ana argümandır. Dolayısıyla burada yapılan herhangi bir iletişim çalışmasında ne söylemek istiyorum ve kime söylemek istiyorum gibi iki temel soruya verilmesi gereken cevap söz konusudur. Bu bağlamda seçim propagandasında bestelenen şarkılarda ana hedef kitlenin seçmen olduğunu söylemek mümkündür. Siyasal iletişim kampanyalarında seçmenin tercihini yönlendirmede başvurulan başat unsurun müzik olmasının temel sebebi ise parti ile seçmen arasında duygusal bir bağ kurmaktır. Öte taraftan unutulmaması gereken nokta seçimleri strateji kazandırır ve en önemlisi ise doğru strateji ile halkın tercihini belirlemektir. Burada siyasal iletişimde etkili olan propaganda kavramı, ikna stratejilerinin çeşitleri ve modelleri ele alınmıştır. Türk siyasal ta
The Representation of Traumatized Self in Turkish Cinema of 2000’s: Tayfun Pirselimoğlu’s "Triology of Death and Concience" Example, 2018
1st International CICMS Conference, 4-5 Mayıs 2018, s. 593-601. Öz Herhangi bir toplumdaki bireyin benlik algısı, doğrudan doğruya içinde yaşadığı sosyal ve kültürel düzenin egemen değer dizgeleriyle kurduğu ilişkiye göre biçimlenmektedir. Söz konusu dizgelerin oluşturduğu egemen akışa dâhil olamama durumu, bireysel benlik inşasında travmatik konumlara yol açabilmektedir. İçe kapanma, edilgenleşme, anlamlı bir yaşam düşüncesinden uzaklaşma, umutsuzluk gibi olumsuz duygulanımlarla dışa vurulan bu konumlar, travmatik benlik inşasına işaret etmektedir. Türkiye’de 1980 sonrasında yaşanan toplumsal ve kültürel dönüşümün sonuçları, 1990’ların ortalarında ortaya çıkan Yeni Türk Sineması’nda bu tür benlik temsillerinin sıkça yer almasının temel nedeni olarak görülebilir. Kapitalizm, tüketim kültürü, bireysel rekabet gibi değerlerin meydana getirdiği egemen akışın dışında kalan bireylerin benlik algısı, bu filmlerde travmatik boyutlarıyla ele alınmaktadır. Bu çalışma, Yeni Türk Sineması’na dâhil olan yönetmenlerden Tayfun Pirselimoğlu’nun “ölüm ve vicdan üçlemesi” olarak adlandırılan Rıza, Pus ve Saç filmlerindeki benlik temsillerinin travmatik boyutlarını analiz etmeye odaklanacaktır. Bu filmlerde maddi ve entelektüel yoksunluk nedeniyle metropolün egemen akışına dâhil olamayan karakterlerde görülen içsel sıkıntının, travmatik benlik inşasına yol açtığı ortaya konacaktır. Lukacs’ın Marksist perspektifteki görüşlerinden yararlanılacak olan analizde, Kierkegaard’ın “umutsuz birey” sınıflandırması üzerinden “varoluşçu” değerlendirmeler yapılacaktır. Böylece, kendisi de Türkiye’deki toplumsal dönüşümü deneyimlemiş olan Pirselimoğlu’nun, filmlerinde bunun sonuçlarını hangi yönde yansıttığı felsefi temelde irdelenecektir. Abstract The perception of an individual on his/her self in any given society is shaped by the relationships constructed by the dominant values of social and cultural atmosphere of the society the individual lives in. The individual’s exclusion from the dominant flow may lead to a series of traumatic emotional and mental states in the construction of one’s self. These states, which can be expressed as introversion, inactivation, distancing oneself from the thought of a meaningful life, and hopelessness signal the construction of a traumatized self. The reasons behind the frequent representation of this kind of self in New Turkish Cinema, which has emerged in the 1990s, can be traced back to the social and cultural transformation of the Turkish society in the 1980s. The perception of individuals on their self who have remained outside the dominant flow which is channelled by capitalism, consumerism, and competition are depicted and told in these films with an emphasis on their personal traumas. This study focuses on the films of Tayfun Pirselimoğlu, who belongs to New Turkish Cinema. Rıza, Haze and Hair, which are called as “the trilogy of death and conscience” will be analysed in terms of their representation of the traumatized individual. The anxiety of the individual who cannot be part of the dominant circles of the big metropoles due to their intellectual and material deprivation is one of the main sources of their traumatized self as seen in these films. Departing from the Lukacs’ views grounded in Marxism, and Kierkegaard’s concept of “the individual in despair”, the analysis will be based on “existentialist” theories and evaluations. In this way, the study will try to address the reflection of the consequences of the social and cultural transformation in Turkey on the films of Pirselimoğlu, who has also experienced the recent changes in his society.