CAHİLİYE DÖNEMİNDE, İSLAM'DA VE EHL-İ KİTAPTA EVLİLİĞE BAKIŞ (original) (raw)

CAHİLİYE DÖNEMİ VE İSLAM'IN İLK YILLARINDA OKUMA-YAZMA FAALİYETLERİ

Bu makalede önce İslam öncesi Cahiliye döneminde okur-yazarlık ve okuma yazma faaliyetlerine temas edilmektedir. Bu dönem aslında zannedildiği gibi okumayazmanın çok az sayıda kişiyle sınırlandığı bir dönem değildir. Ancak yazıya duyulan ihtiyacın azlığı da kabul edilmelidir. Ayrıca yazı, sadece ezbere yardımcı olması için hatırlatıcı mahiyetteki notlar konumundadır. Hz. Peygamber okuma-yazmayı yaygınlaştırmıştır. Öyle ki, çok kısa sürede okur-yazar oranında büyük bir patlama olmuştur. İlkel yazı malzemesi, bu okumayazma iştiyakına sınır getirememiştir. Resulullah okuma-yazmayı teşvik ettiği gibi, birçok alanda da yazı faaliyeti oluşmuştur. Bu durum çok sayıda katip ve katiplik kurumunu ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu faaliyetlerin en önemlisi Kur'ân'ın yazıya geçirilmesidir. Ayrıca hadisler, antlaşma metinleri, her türlü mektup, emânnâme, ıktânâme, alışveriş evrakları, talimatnâmeler, vasiyetnâme vb. metinler ve vesikaların yazımı da bu faaliyetler arasındadır.

CÂHİLİYE DÖNEMİ EVLİLİKLERİ VE MUALLAKA ŞİİRLERİNDE ANLATILAN HAYATIN KUR'ÂN AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ

ÖZET Câhiliye dönemi hakkında bilgi veren kaynakların başında Kur'ân, hadis ve muallaka şiirleri gelmektedir. Kur'ân Arapların yaşamları, inançları ve yaptıkları evlilikler hakkında önemli bilgiler sunmaktadır. Bu bilgilere bakıldığında Câhiliye dönemi insanlarının başta üvey anneleri olmak üzere evlilikte mahremiyet bakımından hiçbir sınır gözetmedikleri görülmektedir. Hadislerde ise Câhiliye döneminde bir erkeğin, soylu bir çocuğa sahip olmak için eşinin başka bir erkekle birlikte olmasına izin verdiği anlatılmaktadır. İlgili hadislerde bu durumun, Câhiliye dönemi insanları için ahlakî bir sorun olarak görülmediği anlaşılmaktadır. Muallaka şiirleri ise insana hayattan maksimum düzeyde haz almayı öğütleyen ifadelerle doludur. Bu şiirlerde anlatılanlar yaşanmış olaylardan ibarettir. Bu açıdan muallaka şiirleri, Câhiliye dönemi yaşamı hakkında bilgi veren en önemli kaynak niteliğindedir. Bu şiirlerde içki ve kadın, eğlencenin iki temel unsuru olarak öne çıkmaktadır. Yine bu şiirlerden eğlencenin bir parçası olan cariyelerin meyhanelerde çalıştırıldığını ve fuhşa zorlandığı görülmektedir. Kur'ân, kâfirlerin hayata eğlence gözüyle baktıklarını belirterek onların azami haz almaya dayalı hedonist hayat felsefelerini eleştirmektedir. Câhiliye dönemindeki şiirlerde anlatılan kadın, aşk, şarap ve meyhane temalarına ve mahremiyet bakımından hiçbir sınır tanımadan yapılan evliliklere bakıldığında Kur'an'da hayata dair yapılan eleştirilerin sosyolojik ve tarihsel bir arka planının olduğu anlaşılmaktadır. Muallaka şiirlerine göre Arapların sosyal hayatı genel olarak, kadın, şarap ve meyhane kültürü üzerine kurulmuştur. Bu durum zamanla Câhiliye toplumunun yozlaşmasına ve ardından kadın, şarap ve eğlenceden ibaret bir hayat anlayışına sahip olmasına neden olmuştur.

CAHİLİYE DEVRİNDE ARAPLARDA KEHÂNET VE KÂHİNLİK

CAHİLİYE DEVRİNDE ARAPLARDA KEHÂNET VE KÂHİNLİK, 2018

Öz Kadim toplumların sosyal hayatında önemli bir yer tutan kehânet, Cahiliye dönemi Arap toplumunun yaşam şeklini belirlemede önemli rol oynamıştır. Cahiliye devrinde Araplar, kâhinin kehânette bulunma sebebini yaratılışının ve mizacının temizliğinden kaynaklandığına inanmışlar ve bu sayede kâhinin gelecekle ilgili tahminlerde bulunabileceğini düşünmüşlerdir. Cahiliye dönemi boyunca İnsanlar günlük sıkıntılarına ve geleceğe dair problemlerine çözüm bulmak için kâhinlere danışmışlar ve onların günlük sıkıntılara ve gelecekle ilgili sorunları bilip çözüm üreteceklerine inanmışlardır. Cahiliye döneminde kâhinlere büyük saygı duyulmakta ve sorunların çözümünde hakem tayin edilmekteydiler. Birbirinden davacı olan iki kişi kâhini hakem kabul edip başvurdukları zaman kâhin fal okları çekmek suretiyle davacı iki kişinin sorunlarını halletmeye çalışırdı. Kâhinler, bu görevi yerine getirdikleri zaman Hulvân adı verilen bahşiş alırlardı. Bununla birlikte Araplar kehânete çok önem verdikleri için, kâhinlerin her şeye güçlerinin yettiğine inanmaktaydılar. Kâhinleri aralarında danışman, rüya yorumcusu olarak görüp sorunlu bir işleri varsa onlara danışır, anlaşmazlıklarının çözümü için kararlarına başvururlardı. Hastalarını tedavi eder, rüyalarını yorumlar geçmiş ve geleceğe dair gayb bilgisini kâhinlerden öğrenmek isterlerdi. Bu bağlamda Cahiliye devrinde Araplarda Kâhin, Kehânet ve türleri ele alınmış ayrıca Cahiliye döneminde Araplarda Kehânet anlayışı ile ilgili bilgiler verilmiştir. İslâm"dan önceki Araplar"ın kehânet inaçları üzerinde durulmuştur. Ayrıca Cahiliye Devri"nde Araplarda kehânetin önemine değinilmiştir. Bununla birlikte Cahiliye devrinde Araplarda kehânetin esasları ve kâhinliğin tarihi hakkında genel bilgiler verilmeye çalışılmıştır.

CAHİLİYE DEVRİ ARAPLARINDA DİN ANLAYIŞI

CAHİLİYE DEVRİ ARAPLARINDA DİN ANLAYIŞI, 2019

Öz Cahiliye Döneminde Araplar bir yaratıcının olduğunun farkındaydılar. Bu bağlamda Allah’ı inkâr etmiyorlardı, Cahiliye Arapları diğer tanrı ve put adlarından ayrı olarak en yüce mâbud ve yaratıcıyı ifade etmek için Allah kelimesini kullanıyorlardı. Bu kullanım bize Cahiliye Dönemi Araplarında Allah inancının var olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte Cahiliye Döneminde kendilerine Hanif denilen sayıca az olan insanlar bulunmaktaydı. Hanifler; Hz. İbrahim’in dinine bağlı olup, Allah’a inanan, puta tapmayı reddeden kişilerdi; ayrıca bu kişilerin ortak bir ibadetleri de yoktu. Bu bağlamda Cahiliye Döneminde Araplar arasında en yaygın inanç puta tapmaktı. Putların dünyada kendilerine yardımcı olduklarına inanıyorlardı. Taptıkları putları genellikle taş, ağaç ve bazı madenlerden imal ediyorlardı. Bazen de yiyeceklerine put şekli verip tapıyorlardı. Cahiliye Döneminde putların bulunduğu mabetlerin sayısı oldukça fazlaydı. En önemli mabetlerden biriside Kâbe’ydi. Kâbe’nin içinde ve çevresinde tapınmak için yüzlerce put bulunmaktaydı. Bununla birlikte, Cahiliye Dönemi Arapları; ahirete inanmıyor ve bir kısmı da cinleri ilah kabul edip tapıyorlardı. Ayrıca Cahiliye Döneminde meleklerin, Allah’ın kızı olduğuna inanan bir kısım insanlar mevcuttu. Arap Yarımadası’nda Yahudiler ve az da olsa Hıristiyanlar yaşamaktaydı. Yahudiler genellikle Medine’de hayatlarını sürdürmekteydiler. Hıristiyanlık ise Arap Yarımadası’nın kuzeyinde, Gassânîler ve Hîreliler arasında yaygın bir inanış olarak varlığını sürdürmekteydi. Bu bağlamda bu çalışmada Cahiliye Dönemi Araplarında din anlayışı ele alınmış ve ayrıca ‘din’in’ İbranice ve Kur’ân-ı Kerîm’de geçen tanımları ile ilgili bilgilere yer verilmiştir. İslâm’dan önceki Arapların din kelimesinin kullanımı ve dinî anlayışları üzerinde durulmuştur. Ayrıca Cahiliye Dönemi Araplarında Allah kelimesinin kullanımına değinilmiştir. Bu bağlamda Cahiliye Döneminde Araplardaki çok tanrıcılığın ve putperestliğin esasları ile tapınılan belli başlı putlar hakkında genel bir bilgi verilmeye çalışılmıştır. Anahtar kelimeler: Cahiliye Dönemi, Araplarda din anlayışı, putperestlik, Hubel putu.

KUTADGU BİLİG VE İSLAM DÜŞÜNCESİNDE ELEŞTİRİNİN EVRENSELLİĞİ

İslam Düşüncesinde Eleştiri Kültürü ve Tahammul Ahlâki, 2019

Bilginin güç verebilmesi için evrensel niteliğe sahip olması gerektiği gibi gerçek bilgi olması için de tecrübe edilerek sağlam sonuçlar elde edilebilir olması gereklidir. Bu da bilinçli, tarafsız ve yapıcı bir eleşti-riye bağlıdır. 11. yüzyıl âlimlerinden Yusuf Has Hacib’in kaleme aldığı Kutadgu Bilig (güç veren bilgi) isimli eserinin bu niteliklere sahip olduğu kanaatindeyiz. Yusuf Has Hacib, eleştirilerinde ilahî vahyi ilke edinmiş, hükümdarı eleştirirken halkı da uyarmış ve kendisinin de eleştiri amaçlı gözlemlenmesini istemiştir. Bu durumu söz konusu eserde geçen, “Bu işi yapan kişi, yapar kendi işini. Kusur mu erdem mi olduğunu da gören bilgili kişi anlar. Ben iş yapanım, sen işi göz-leyensin. İşinin doğruluğunu gözleyenden öğrenir yapan” (1939-1940.) beyitlerden anlamak mümkündür. Bu beyitlerin kaynağı ise “Onlara şöyle de: Çalışın! Allah, resul ve müminler çalışmalarınızı görüp değerlendireceklerdir.” (Tevbe, 9 / 105), mealindeki ayet olabilir.

HİKMET-İ İLAHİYYE ve KELAM

Öz Bu makalede Hikmet-i İlahi okulunun takipçileri veya el-Hikmet el-İlahi [özellikle genel prensipler el-umurel-ʽâmme ile ilgili kısmı] ve Kelam arasındaki ilişki incelendi. Hikmet-i İlahi ve Kelam arasındaki mücadele ve karşılıklı etkileşim tarihinde dört önemli dönem tespit edildi. İlki başlangıcından 3./9. yüzyıla kadarki dönemdir. Bu dönemde Kelam ve Felsefe arasında yakın işbirliği mevcuttu. İkinci dönem 3./9. yüzyıldan 5./11. yüzyıla kadarki dönemdir. Bu dönem yoğun bir muhalefet dönemiydi. Cüveyni ve Gazali'den Fahreddin Razi'ye kadar olan üçüncü dönemde ise filozof ve kelamcı birbirinden zor ayırt edilir oldu. 7./13. yüzyıldan bu yana Hikmet-i İlahi ekolü gelişimini tamamladı ve 3. dönemde oluşan eğilimlere dayalı yeni bir ilişki tarzı ortaya çıktı. Hikmet-i İlahi'nin takipçileri Kelam'ın yöntemini mantığa aykırı bulmakla birlikte ele aldığı problemlerin büyük bir öneme sahip olduğunu düşündüler. Onlar Kur'an ve Sünnete Kelamın takipçileri gibi saygı duymalarına ve doktrinlerinin kaynağını Kur'an ve Sünnet'ten almalarına rağmen, Kelamın metotlarının dinin daha önemli sorularını çözmede ve metafiziksel düzlemde yeterli ya da meşru olduğunu reddettiler. Kelamın kendine özgü işlevinin yerine geçmek adına ona yapılan muhalefetteki değişim en azından Hikmeti İlahi'nin geliştiği İran'ın kültürel atmosferinde bulunan Molla Sadra ve Sühreverdî arasındaki aracı figürlerde görülebilir. Abstract In this paper have been examined the relation between the followers of the school of al-Hikmat al-ilâhiyyah, or Hikmat-i ilâhî (especially that part concerned with "the general principles" (al-umûr al-'âmmah) and Kalâm. In the history of the struggle and reciprocal influence between Falsafah and Kalâm was distinguished four importent periods. First period is from the beginning to third/ninth century. In this period, there was close association between Falsafah and Kalâm. Second period is from the third/ninth to the fifth/eleventh century. This was a period of intense opposition between Falsafah and Kalâm. Third period, that is from the Juweynî and Ghazzâlî to Fakhr al-Dîn al-Râzî, when men appeared whom it is difficult to classify exactly either in the category of faylasûf or * Harry A. Wolfson onuruna Erken Dönem İslami Düşünce Konferansı'nda sunulan bir metindir, Nisan, 1971, Harvard Üniversitesi.

KAVRAM ALANI-KELİME AİLESİ İLİŞKİLERİ VE TÜRK YAZI DİLİNİN ESKİLİĞİ ÜZERİNE

Dilbilimi ve anlambilimi çalışmalarında şimdiye kadar değinilmemiş olan bir konu, bir dilin en eski ürünlerinde kavram alanı-kelime ailesi ilişkileri ve kelime ailesinin genişliğidir. Daha önce yayımlanmış olan bir yazımızda (Türkçe araştırmalarında yeni yollar: TDAY Belleten 1969, s. 47 ve ötesi) kısaca değinilen bu sorunun, araştırmamız sonucunda, bir dilin yazı dili haline gelişinin tarihi, en eski belgelerinden önceki hayatı ve yaşı üzerinde-öteki birtakım anlambilimi ölçüleriyle birlikte-ipuçları verebilecek nitelikte olduğu kanısına varmış bulunuyoruz. Bu bakımdan çok önemli gördüğümüz bu konuyu burada, yeni verilerin de yardımıyle, dilimizin kelime hazinesinde incelemek istiyoruz. Konuya girmeden önce, kavram alanı ve kelime ailesi terimleri üzerinde kısaca durarak bunları aydınlatmaya çalışalım: l. Aşağı yukarı XVII. yüzyıldan beri, kelimelerin-eski dilcilerin düşündükleri gibi-kavramların içine yerleştiği kalıplar olmayıp birbiriyle sıkı ilişkili değerlerden oluşmuş, dil denen sistem içinde, dilbirliği mensuplarında genel olarak ortak sayılabilecek birtakım tasavvurların, kavramların sese çevrilmiş temsilcileri, her dilin kaynaşmış bir düşünce-ses birleşimi oldukları kabul edilmektedir. Ferdinand de Saussure'ün kuramı, XX. yüzyılın başların-da dil denen sistem içindeki öğelerin, bu arada özellikle kelime adı verilen şeyin (belirti) çeşitli niteliklerini çözmeye çalışmış ve birçoklarınca benim-senmiş, yerleşmiş yargılara varmıştı. Günümüzün yapısal dilbilimi çalışmaları onun koyduğu temeller üzerinde yükselmiştir, diyebiliriz. Saussure, kelime-lerin başka öğelerle ilişkilerini, bu arada çağrışım ilişkilerini de belli etmeye çalışmıştır (Cours de linguistique generale, Ch. Bally-A. Seclıehaye yayımı, Paris, 1931, s. 173-175). Özellikle Alman dilcisi J. Trier'in dil alanı (Sprachfeld) adıyla uyguladığı,

İSLAM MEDENİYETİNDE ETNİK VE KÜLTÜREL ÇEŞİTLİLİK SİYASETİ

The 7th INCSOS International Congress of Social Sciences (2-3-4 June 2022), 2022

Throughout the history of humanity, the attitudes of States and Societies towards the reality of Diversity have been diversifying. In this sense, various systems and attitudes have been encountered throughout history, ranging from ignoring the other and, accordingly, eliminating the existence of the other, to a limited acceptance, or to various models of tolerance. The attitudes of empires in the face of the reality of difference also change. When we look at it in general, we witness that the Empires show a stronger reflex in keeping very different ethnic and cultural groups together. In this paper, it will be emphasized that the Islamic experience formed the most comprehensive and most advanced model of coexistence in the world during the Middle Ages, by considering the cultural diversity policies of the Empire and the States, which are contemporary with Islam since the century it emerged, in a comparative way. Considering that nation-states, which had experienced various ethnic cleansing and genocide until the middle of the 20th century, re-entered an age of identity-oriented tribes and intolerance after a short stabilization, what does the experience of pluralism experienced by the Islamic State and Empires on four continents for nearly a thousand years means to us today? draws attention as a subject that needs to be emphasized. The main problematic of this study is to show the attitude of Islam towards ethnic and religious structures that differ markedly from itself. In this study, the claim that Islam has a significant success in living with the other relative to other civilization axes will be discussed.