Pulmoner tromboemboli ile 27 olgu (original) (raw)

Antikoagulan Tedaviye Bağlı Kas İçi Kanamalar: İleri Yaş Bir Risk Faktörü müdür?

Nöro Psikiyatri Arşivi, 2011

Oral antikoagülan tedavi (OAT), belli kalp hastal›klar›nda serebral emboliyi önlemede etkilidir. Hematomlar OAT' nin en önemli komplikasyonudur ve önemli yap›lar içine kanama ile hastan›n hayat›n› tehdit edebilmektedirler. Burada, atriyal fibrilasyon ve suni kalp kapaklar› için verilen warfarin tedavisi s›ras›nda psoas, kuadriseps, pektoral ve rektus abdominis kaslar›nda lokalize hematomu ve anemisi olan dört hasta bildirilmifltir. Bilgisayarl› tomografi ve manyetik rezonans görüntüleme, her olguda kesin tan› koyulmas›nda yard›mc› olmufltur. Hastalar›m›z›n üçü kad›n, biri erkekti. Bu süreçte hastalar›n International normalized ratio (INR) de¤erleri terapötik pencere içinde bulunmufltur. Hastalar›n tümü warfarin tedavisi s›ras›nda düflme ya da çarpma gibi küçük travmalara maruz kalm›fllard›r. Antikoagülan tedavi kanama saptand›ktan sonra yaklafl›k 1 hafta süreyle kesilmifltir. Üç hastada konservatif tedavi yeterli oldu¤u halde, rektus abdominis hematomu olan bir hastada retroperitoneal kanama sonucu cerrahi dekompresyon yap›lm›flt›r. Oral antikoagülan tedavi bafllad›ktan sonra takipleri s›ras›nda hastalarda kanama veya di¤er komplikasyonlar tekrarlamam›flt›r. Olgular›m›z›n yafll› ve minör travma hikayesi olan hastalar olmalar› ortak özellikleriydi. Sonuç olarak, biz antikoagülan tedavi alt›nda olan, özellikle ileri yafltaki hastalar›n, her türlü travma konusunda daha ayr›nt›l› biçimde uyar›lmalar› gerek-ti¤ini düflünmekteyiz. 47: 267-70) Anahtar kelimeler: Antikoagulan, komplikasyon, travma, kas içi kanama, psoas, quadriseps, pektoral, rektus abdominis ABSTRACT Oral anticoagulant therapy (OAT) is very effective in the prevention of cerebral embolism, especially in certain cardiac diseases. Hematomas are the major complication of OAT. It may threaten the patient's life by bleeding into the vital structures. Herein, we describe four patients with hematomas in the psoas, quadriceps, pectoral, or rectus abdominis muscles accompanied by anemia during warfarin therapy for atrial fibrillation and artificial heart valves. Computed tomography and magnetic resonance imaging helped us establish a definitive diagnosis in each case. Our patients were three women and one man. Their international normalized ratios were within the therapeutic range during this period. They suffered from minor traumas, such as falls or a hit while taking warfarin therapy. All anticoagulation treatments were discontinued for approximately 1 week after the episode of bleeding. Although conservative management was sufficient for three patients, one patient had surgical decompression due to a rectus abdominis hematoma with retroperitoneal hemorrhage. There were no episodes of bleeding or other complications after starting oral anticoagulant therapy during the follow-up. The common aspects of our cases were older age and a history of minor trauma. As a result, we suggest that special attention needs to be paid to the patients under anticoagulant therapy, especially those at an advanced age, and to warn them avoid trauma. (Archives of Neuropsychiatry 2010; 47: 267-70)

Lokal İleri Evre Prostat Kanserinde Maksimal Androjen Blokaj Tedavisinin Hematolojik, Biyokimyasal Ve Kemik Yoğunluğu Parametreleri Üzerine Etkileri

Acta Medica Alanya, 2018

Bu çalışmanın amacı, lokal olarak ilerlemiş prostat kanserinde maksimal androjen blokajı tedavisinin (MABT) hemoglobin (Hb) ve hematokrit (Htc) değerleri ile açlık kan şekeri (AKŞ), serum lipid değerleri ve kemik mineral yoğunluğu (KMD) üzerindeki etkisini kontrol etmektir. Hastalar ve Yöntemler: MABT ile tedavi edilen 39 hastanın başlangıç ve onikinci aydaki hemoglobin, hematokrit, açlık kan şekeri, total kolesterol (tChol), trigliserit (TG), yüksek yoğunluklu lipoprotein (HDL), düşük yoğunluklu lipoprotein (LDL) ve omurga KMD değerleri kaydedildi. İlk ve onikinci aydaki değerlerin istatistiksel karşılaştırmaları yapıldı. Bulgular: Bir yıllık MABT sonrası Hb ve KMD değerlerinde istatistiksel olarak anlamlı azalma kaydedildi. Öte yandan, TG, tChol, LDL, HDL ve AKŞ değerleri istatistiksel olarak anlamlı bir artış gösterdi. Hb düzeyleri önemli ölçüde azalmış olmasına rağmen, hastalarımızın hiçbirinde anemi belirtileri gelişmedi. Tedaviden önce FBG seviyeleri 110 mg / dl'nin altında olan 37 hastanın 14'ü tedavinin onikinci ayında 110 mg / dl'nin üzerine çıktı. Yedi hastada tedaviden sonra diyabetes mellitus (DM) gelişti. Dahası, T skoru değerlendirmesi 4 hastada yeni gelişen osteoporozu ortaya koymuştur. Osteoporoz gelişen tüm hastaların tedaviden önce osteopenik T skoru değerleri vardı. Hiç bir hastamızda kemik kırığı oluşmadı. Sonuç: Çalışmamız MABT bağlı AKŞ artışını göstermektedir. KMD değerindeki azalma, daha önce osteopenik olan hastalarda daha yüksektir. Kemik kırığı ve anemi semptomlarının olmaması, MABT ile ilgili erken verilerin değerlendirilmesinin bir sonucu olarak düşünülebilir.

Benign Prostat Hiperplazisi Tedavisinin Değerlendirmesinde Prostat Kapsüler Arter Rezistif İndeks Değerinin Etkinliği

Online Türk Sağlık Bilimleri Dergisi

Benign prostat hipertrofisi olan hastalarda prostat kapsüler arter rezistif indeksin hastalığın şiddetini belirleme ve uygulanan α-bloker tedavi etkinliğini değerlendirmede parametrik bir ölçüt olup olamayacağını değerlendirmeyi amaçladık. Hastanemize başvuran ve tedavi olan alt üriner sistem semptomları olan hastaların tedavi, işlem, tetkik aşamasında hasta bulguları ve görüntüleri kayıt altına alındı. Daha sonra retrospektif olarak bu kayıtlar ve hastanemiz verileri incelendi. Çalışmaya 66 hasta dahil edildi. IPSS skoru yüksek olup tedavi önerilen 36 hastanın rezistif indeks ortalama değeri 0,68±0,09 , IPSS skoru düşük olan hastaların rezistif indeks ortalama değeri 0,65±0,05 dır. Bu iki değer arasındaki fark istatiksel olarak anlamlı bulunmuştur(p<0,05). Alt üriner sistem semptomları olan ve tedavi verilen 36 tedavi öncesi rezistif indeks değeri ortalama 0,68±0,09 'dir. Tedavi sonrasında ortalama 0,64±0,07 değere gerilemiştir. Bu gerileme istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0,05). Aynı şekilde tedavi öncesi ortalama 20,38±4,03 olan IPSS değeri tedavi sonrasında ortalama 14,38±3,69 'e gerilemiş ve istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0,05). Prostat kapsüler arter rezistif indeks değeri benign prostat hipertrofisinin şiddetini saptama ve uygulanan alfa bloker tedavi etkinliğinin değerlendirilmesinde parametrik bir belirteç olduğunu düşünüyoruz. Anahtar Kelimeler: Benign prostat hiperplazisi, transrektal renkli doppler ultrason, uluslararası prostat semptom skoru, prostatik kapsüler arter rezistif indeksi Yayın Bilgisi

Pulmoner tromboemboli hastalarında ortalama trombosit hacmindeki değişiklikler

Cukurova Medical Journal (Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi), 2016

This clinical study aimed at determining whether mean platelet volume values were useful in predicting embolic load by comparing the values of patients diagnosed with pulmonary thromboembolism with pulmonary arterial computed tomography obstruction index. Material and Methods: This retrospective study enrolled 120 inpatients with pulmonary thromboembolism diagnosis in emergency service. Patients' mean platelet volume, Troponin-I, D-dimer values, arterial blood gases, chest radiographs, electrocardiograms, echocardiograms and venous doppler ultrasound findings were recorded. Moreover, pulmonary arterial computed tomography obstruction index for each case was calculated by extracting data from patients' computed tomography angiographies. Results: There was a statistically significant difference particularly between pulmonary arterial computed tomography obstruction index values of the cases having mean platelet volume value < 8.5fl and mean platelet volume value > 8.5fl (25.0 and 45.0). Pulmonary arterial pressure of the group with mean platelet volume level > 8.5 was found significantly higher compared to the group with mean platelet volume level < 8.5fl. Conclusions: Usefulness of correlation between mean platelet volume and pulmonary arterial computed tomography obstruction index in assessing the severity of embolism is unclear. Amaç: Bu klinik çalışmada amaç pulmoner tromboemboli tanısı alan hastalarda ortalama trombosit hacmi ile emboli yükünün ilişkisini ortaya koymaktır. Gereç ve Yöntem: Bu retrospektif çalışmaya pulmoner emboli tanısı alan 120 hasta dahil edildi. Hastaların ortalama trombosit hacmi, Troponin-I, D-dimer değerleri, arter kan gazları, göğüs radyografisi, elektrokardiyografi, ekokardiyografi ve venöz doppler ultrason bulguları kaydedildi. Ayrıca bilgisayarlı tomografi anjiyografi kullanılarak pulmoner arteriyel obstrüksiyon indeksi hesaplandı. Bulgular: Ortalama trombosit hacmi ile pulmoner arter basıncı arasında ve pulmoner arteriyel obstrüksiyon indeksi arasında pozitif korelasyon tespit edildi. Ortalama trombosit hacmi < 8.5fl olan ve > 8.5fl olan gruplar arasında pulmoner arter obstrüksiyon indeksi açısından istatistiksel anlamlı bir fark tespit edildi (25.0 and 45.0). Ortalama trombosit hacmi > 8.5fl olan olan grupta pulmoner arter basıncı < 8.5fl olan gruptan istatistiksel anlamlı olarak yüksek bulundu. Sonuç: Pulmoner arteriyel bilgisayarlı tomografi obstrüksiyon indeksi ile ortalama trombosit hacmi arasındaki korelasyonun pulmoner embolizm şiddetini belirlemedeki değeri net değildir.

İnfantil Hemanjiyomun Birinci Sıra Tedavisinde Propranolol: Tek Merkez Deneyimi

Turkiye Klinikleri Journal of Pediatrics, 2015

Ob bj je ec ct ti iv ve e: : Infantile hemangiomas (IHs) are the most common benign vascular tumors in infancy. Spontaneous regression is expected in majority of IHs, so watchful waiting is the best management. Currently propranolol has taken the place of corticosteroids for the treatment of risky IHs. Herein we aimed to analyze our patients with IHs treated with propranolol. M Ma at te er ri ia al l a an nd d M Me et th h-o od ds s: There were 240 patients with diagnosis of IH, treatment was indicated in 11.3% (n:27) of them, and these 27 patients received propranolol as a first-line treatment between January 2012-January 2015. Medical records of these 27 patients were analized retrospectively. Clinical characteristics, physical examination findings, treatment indications, treatment details, responses and side effects of propranolol were analized retrospectively. R Re es su ul lt ts s: : The median age at diagnosis was 3 months (1-15), and M/F ratio was 0.23. The most common hemangioma localization was skin and head-neck region in 55.6% of patients. Treatment indications were local complications (haemorrhage, ulceration, infection) (44.4%), life threating organ dysfunction (33.3%) and relative indications (22.2%). The median follow-up period was 12 months (1-26 months). Pallor and partially regression in hemangiomas were observed between the fourth and sixth weeks in all patients. Complete remission occured in 15 patients, treatment is going on with partial remission in remaining 12 cases. There was no observed side effects of propranolol. C Co on nc cl lu us si io on n: : Propranolol is a well-tolerated, efficacious, and safe drug for treatment of IHs. It can be initiated and administered in the outpatient setting. Treatment indications of IHs may become more flexible taking into account of the safety profile of propranolol. K Ke ey y W Wo or rd ds s: : Hemangioma, capillary infantile; propranolol; treatment outcome Ö ÖZ ZE ET T A Am ma aç ç: : İnfantil hemanjiyomlar (İH) süt çocukluğu döneminin en sık karşılaşılan benign vasküler tümörleridir. Bu hastaların büyük bölümünde kendiliğinden gerileme beklenmektedir ve bu nedenle izleyerek beklemek en iyi yaklaşımdır. Günümüzde riskli IH tedavisinde kortikosteroidlerin yerini propranolol tedavisi almıştır. Biz burada IH tanısıyla izlediğimiz propranolol tedavisi uyguladığımız hastaları analiz ettik. G Ge er re eç ç v ve e Y Yö ön nt te em ml le er r: : Ocak 2012-Ocak 2015 tarihleri arasında İH tanısı almış 240 hasta vardı, bunların %11,3 (n:27)'üne tedavi endikasyonu konmuştu ve ilk sıra tedavide propranolol verilmişti. Bu 27 hastanın tıbbi kayıtları retrospektif olarak incelendi. Klinik karakteristikler, fizik inceleme bulguları, tedavi endikasyonları, tedavi detayları, yanıtlar ve propranolol yan etkileri analiz edildi. B Bu ul lg gu ul la ar r: : Hastaların ortanca tanı yaşı 3 ay (1-15), E/K oranı 0,23 bulundu. Hemanjiyomun en sık lokalizasyonu deri ve baş boyun bölgesiydi (%55,6). Tedavi endikasyonları lokal komplikasyonlar (hemoraji, ülserasyon, enfeksiyon) (%44,4), hayatı tehdit eden organ disfonksiyonu (%33,3) ve göreceli endikasyonlar (%22,2) idi. Ortanca izlem süresi 12 aydı (1-26 ay). Tüm hastalarda lezyonda soluklaşma ve kısmi regresyon tedavinin 4-6. haftalarında gözlenmişti. Onbeş hastada tam gerileme izlenmişti, geriye kalan 12 hastada kısmi gerileme vardı ve tedavi devam etmekteydi. Hastaların hiçbirinde propranolol ilişkili yan etki izlenmedi. S So on nu uç ç: : Propranolol, İH tedavisinde iyi tolere edilen, etkin ve güvenli bir ilaçtır. Propranolol ayaktan tedavide başlanabilen ve uygulanabilen bir ilaçtır. Propranololün güvenli bir uygulama profilinin olması İH tedavi endikasyonlarının daha esnek tutulması sağlanmaktadır.

Papiller tiroid karsinomunda yararlı bir belirteç olarak inflamasyonla ilişkili hemogram parametrelerinin değerlendirilmesi

Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi dergisi, 2022

Amaç İnflamasyona bağlı hemogram parametreleri son zamanlarda kanser hastalarında faydalı bir belirteç olarak tanımlanmaya başlamıştır. Bu çalışmada, papiller tiroid kanserli (PTC), malignite potansiyeli belirsiz iyi diferansiye tiroid tümörü ve foliküler adenomlu (FA) hastalarda hemogram parametrelerinin karşılaştırılması amaçlandı. Gereç ve Yöntem Çalışmada 287 hastanın verileri analiz edildi. Çalışma popülasyonu 5 farklı gruba ayrıldı. 1. Grup: kontrol, 2. grup: FA, 3. grup: WDT-UMP, 4. grup: metastatik olmayan PTC, 5. grup: metastatik PTC. Ameliyat öncesi yapılan kan testlerini değerlendirdik. Bulgular Ortalama yaş 50 (37-59) idi. Ortalama TSH değeri 1.2 (0.5-2.2) µIU/mL idi. Total tiroidektomi materyalinde saptanan lezyonun ortalama boyutu 1.7 (1.0-3.0) cm idi. Grup 3'te beyaz kan hücreleri (WBC), nötrofiller ve lenfositler grup 4'e göre daha düşüktü (p<0.05). NLR, kontrol grubu ile tüm gruplarda benzer bulun-du (p=0.173). Kontrol hastalarında MPV istatistiksel olarak daha yüksek oranda bulundu (p=0.000). MPV 2. grupta, 3. grup ve 4. grupa göre anlamlı derecede yüksekti (sırasıyla p=0.001, p=0. 016;). RDW, kontrol grubunda diğer gruplara göre anlamlı derecede düşüktü (p=0.000). Tümör boyutu ile hemogram parametreleri arasında korelasyon yoktu. Sonuç Tiroid nodülü nedeniyle takip edilen hastalarda düşük MPV olası malignite açısından şüphe uyandırmalıdır. Artmış RDW, tiroid nodülü gelişimini öngörmede faydalı olabilir. Bu kolay erişilebilir, uygun maliyetli belirteçler, malign nodülleri benign nodüllerden ayırt etmek için diğer tanı yöntemlerini destekleyebilir.

Ağrili Hemodi̇yali̇z Hastalarinda Gabapenti̇n Tedavi̇si̇

Selçuk Tıp …, 2009

Üremik nöropatiye bağlı ağrı yüksek yaygınlığına rağmen, teşhis ve tedavi yönünden göz ardı edilmektedir. Bu hastalarda genellikle kullanılan ilaç tedavileri etkin değildir. Biz bu çalışmamızda, hemodiyaliz hastalarında gabapentinin nöropatik ağrıyla birlikte yaşam kalitesi ve depresyona etkisini araştırmayı amaçladık. Yöntem: Çalışmaya son dönem böbrek yetmezlikli 22 hemodiyaliz hastası dahil edildi (10 erkek ve 12 kadın, yaş ortalaması 62±3.53). Nöropatik ağrı tespit edilen hastalara 8 hafta süre ile günde 300 mg gabapentin tedavisi verildi. Tedaviden önce ve sonra yaşam kalitesi için SF-36 değerlendirme testi (fiziksel ve mental komponent skoru), depresyon için Beck depresyon envanteri (BDI) ve ağrı içinde Mc Gill ağrı anketi kısa formu (SF-MPQ: VAS; Visual Analogue Score, PPI; Present Pain Intensity, total SF-MPQ) uygulandı. Bulgular: Gabapentin tedavisi ile birlikte ağrı skorlarında önemli derecede azalma tespit ettik. Total SF-MPQ skoru 21.32±8.74 den 7.5±5.72, VAS 6.4±2.15 den 2.45±1.81, PPI 3.18±1.1 den 1.3±0.88 düştü. Ayrıca SF-36 ve BDI skorlarında da anlamlı iyileşmeler tespit ettik (p<0.001). Hemodiyaliz hastalarında sık karşılaşılan bir sorun olan ağrıya gabapentin tedavisinin etkili olduğunu, bununla birlikte yaşam kalitesi ve depresyonda iyileşme sağladığını tespit ettik.

Antikoagülan ve/veya Antiplatelet Tedavi Kullanan Hafif Kafa Travmalı Hastalarda Başlangıçta Normal olan Bilgisayarlı Kafa Tomografisini Tekrarlamamız Gerekir mi?

Konuralp Tıp Dergisi

Objective: Patients using anticoagulant and/or antiplatelet (AC/AP) medications are at an increased risk of intracranial hemorrhage (ICH) subsequent to head trauma and current guidelines recommend a head computed tomography (CT) scan for these patients. There is a lack of consensus about management recommendations for mild head trauma patients on AC/AP treatment who had an initially normal head CT. The aim of this study was to determine the rate of delayed ICH after a 24-hour observation in patients with mild head trauma using AC/AP who had an initially normal head CT. Method: Patients aged 18 and older, using AC/AP drugs with mild head trauma were included prospectively. Patients underwent head CT for suspected bleeding. A repeat CT scan was performed after a 24-hours observation period for the patients who had an initially normal head CT for detecting delayed intracranial hemorrhage. Result: A total of 101 patients were included and, 57.4% (n=58) of the patients were female. Delay...

Polikliniklere karşın acil serviste yeni tanı alan pulmoner emboli hastalanın farklılıklarındaki deneyim

Bakirkoy Tip Dergisi / Medical Journal of Bakirkoy, 2014

Polikliniklere karşın acil serviste yeni tanı alan pulmoner emboli hastalanın farklılıklarındaki deneyim Amaç: Pulmoner emboli (PE) hastaları değişik semptomlarla değişik kliniklere başvururlar. Bu çalışmanın amacı bir üniversite hastanesinin değişik şehirlerdeki dört ayrı hastanesindeki değişik polikliniklere ve acil servise başvuran pulmoner emboli tanılı hastaların özelliklerini ve farklılıklarını ortaya koymaktır. Gereç ve Yöntem: Acil serviste ve polkiniklerde son 20 ayda yeni pulmoner emboli tanısı almış hastaların dosyaları incelendi. Çalışma çok merkezli ve retrospektif olarak yapıldı. Hasta kartları değerlendirilerek iki çift kör araştırmacı tarafından daha önce hazırlanan formlar dolduruldu. Bulgular: Toplam 152 hasta incelendi. Acil servisteki 65 yaş ve üstü hastaların oranı %47.7 idi (n: 51); kadın hastaların oranı %57 idi (n: 61). Hastaların 107'sine (%70) acil serviste, 45'i (%29.6) polikliniklerde tanı almıştı. Hastaların 12'si (%7.9) tanı almadan önceki son 10 gün içinde aynı acil servise birkaç kez benzer şikayetlerle başvurmuştu. Polikliniklerde tanı alan PE hastaları çoğunlukla obez (p: 0.016) ve başvurudan önce semptom süresi uzunken (p: 0.004) acil servise gelen hastalarda taşikardi (p: 0.017) ve yüksek beyaz küre sayısı (p: 0.001) mevcuttu. Akciğer grafisinde diafragma elevasyonu poliklinik hastalarında daha sık görüldü (p: 0.033). Sonuç: Polikliniklerde tanı alan PE hastaları acil serviste tanı alanlara görer daha stabil, obez ve daha uzun süreli şikayetlere sahipti.