BULUTLAR VE GÖKYÜZÜ: TOMUR ATAGÖK RESİMLERİNDE AYDINLIK, UMUT VE ÖZGÜRLÜK İMGELERİ (original) (raw)

ATATÜRK'ÇÜ DÜŞÜNCE SİSTEMİ, UYGARLIK İDEOLOJİSİ

ATATÜRK'ÇÜ DÜŞÜNCE SİSTEMİ, UYGARLIK İDEOLOJİSİ, 2014

BU KİTABI NEDEN YAZDIM! 13 Kasım 1970 günlü Milliyet gazetesinde Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Atatürk dönemi hakkında bâzı ilginç bilgileri açıklamıştır: "Biz Atatürk'ün ne olduğunu, ne yapmak istediğini anlamamışız ve hiçbir zaman anlamayacağızdır. Atatürk'ün ilk silâh ve mücadele arkadaşları Cumhuriyet sözü ortaya çıkar çıkmaz kıyameti kopardılar ve muhalefet denilen şey o zamandan itibaren başlamıştır. Mareşal Çakmak, General Kazım Karabekir gibi büyük ordu erkânı Şapka Kanunu'na karşıydılar. Gericiliği ezmekle görevli İstiklâl Mahkemesi Reisi Ali Çetinkaya, Atatürk'ün Kastamonu Nutku'ndan bir evvel mahkemeye şapka ile gelen bir gazeteci arkadaşımızı sövüp sayarak jandarmalarla dışarı attırmıştı. Alfabe reformu içinde de zorluklar baş göstermişti. Eski Arap harflerinin yerine Latin harflerinin kullanılması kararını uygulamak için Atatürk altı ay mühlet veriyor, İsmet Paşa ise hiç olmazsa altı yıl mühlet verilmesini istiyordu. Görüyorsunuz ki, Atatürk, bütün devrim ve reform hareketlerinde yanındakilerden daima yüz, iki yüz hâttâ bazen birkaç kilometre ileride yürümüştür. Birtakım budalalar varmış: Atatürk geride kaldı diyen. Bunların adına aşırı solcular deniyormuş. Atatürk sağ mıydı, sol muydu? Herhalde ileriye koşmakta olan bir devrimciden çok daha aşırı idi. Nice yüzyıllık çağ merhalelerini bir atlayışta geçip gitti. Ufuk, ona dar geliyordu". Yakup Kadri Karaosmanoğlu, 1970 yılındaki bu makalesini şöyle tamamlamıştır: "Genç vatandaşlarım, dinleyin, dinleyin bu sözü. Yoksa alınlarımızı Anıtkabir'in duvarlarına dayayıp 'Affet bizi Atatürk' diye yalvaracağımız günler yaklaşıyor". BENCE O GÜNLER ÇOKTAN GELDİ VE BİZLER İÇİN KARANLIK ÇAĞ BAŞLADI, BELKİ DE İLERİDE AĞLAYABİLECEĞİMİZ ANITKABİR’İ BİLE YERİNDE BULAMAYACAĞIZ. BU KİTAP BUNUN İÇİN YAZILDI Atatürk devrimlerine "travma" demek "sosyolojik, tarihsel tespit" değil, artık saklanamayan bir "hesaplaşma"dır. Asıl "travma"yı, Mustafa Kemal'in "manevi mirası" olan akıl ve bilimden pay alamayanlar yaşamaktadır. Aklı ve bilimi öncü aldıklarında, bu "travma"yla kendi beyin ve yüreklerinde açtıkları yaraları, yine kendilerinin iyileştireceğine inanıyoruz. Çünkü Türk Devrimi, politik çıkar odaklı her türlü hesaplaşmayı tersine çevirecek kadar güçlüdür. Her devrim kendi içinde karşıtlarını yaratır, onlara türlü "travma"lar yaşatır; önemli olan erken tanıdır. Bugün Türkiye olarak, Kur’an’ın, “Allah ile aldatmak” diye andığı bir büyük zulüm karşısındayız. Tarihin en büyük kanlarının, dehşetlerinin, iftiralarının, ihanetlerinin, soygun ve vurgunlarının arkasında, aldatma ve susturma aracı olarak hep Allah var, din var, ‘kutsal’ yaftalı kavramlar, kişiler var. Allah ile aldatanların zulüm ve kahırları yıllar ve yıllar, milyonları aldatmış, soyup soğana çevirmiş, sadece kentleri, köyleri değil, umut e beklentileri de yakıp yıkmış, kitleleri inim inim inletmiştir. Bu böyle olduğu içindir ki, Kur’an, insanlığı ‘Allah ile aldatma’ zulmüne karşı ısrarla uyarmaktadır. Kur’an, küçükten büyüğe doğru dört çeşit aldatmadan söz ediyor: 1. Yaldızlı-süslü laflarla aldatma (En’am,112): Aydınların, bilgi sahiplerinin aldatması bu türdendir. 2. Beldelerde egemenlik kurmakla aldatma (Ali İmran, 196;Ğafir,4): Emperyalist güç olduklarının aldatmaları bu türdendir. 3. Sefil-rezil yaşayışlarla aldatma (Ali İmran, 185;En’am, 70, 130 ; A’raf, 51; Lukman , 33; Fatır, 5; Hadid, 20 ): Şehvet, eğlence, hayvansal duguları okşama yoluyla aldatmalar bu türdendir. 4. Allah ile aldatma (Lukman, 33;Fatır, 5 Hadid, 14):Aldatışların en etkilisi, en uzun ömürlüsü ve yıkıcısı ‘Allah ile aldatma’ dır. Kur’an şöyle uyarıyor: ”Sakın, aldatıcı sizi Allah ile aldatmasın!” (Lukman,33;Fatır,5;Hadid,14) , Bu özelliği dikkate alarak diyebiliriz ki, insanoğlunun en kahırlı bunalımları, Allah’ın araç yapıldığı aldatıştan kaynaklanan bunalımlardır. En zehirli zulümler de bu aldatıştan doğar. En kalıcı, en yıkıcı bozgunlar bu aldatışın vücut verdiği bozgunlardır. Allah ile aldatma, hiçbir ödün ve uzlaşmayla aşılamaz. O, deyim yerindeyse ölümsüz bir beladır.Çünkü ölümsüz olan bir araç kullanılmaktadır. Allah’ı kullanmaktadır. Oysaki diğer aldatmaların zararı bir şekilde sonra erer. Çünkü onların ne kendileri ne de araçları ölümsüzdür. Türk halkının büyük bir kısmı Kur’an’da “Allah ile aldatılmayın” diye bir emrin olduğunu bilmiyor. Çünkü bu emirler Kur’an’da.Türk halkı ise asırlardır Kur’an’ı okuyup anlamakta yoksun bırakılmış. Türk halkının Kur’an’dan tek istediği ve beklediği, o kitabın Arap harfleriyle telaffuzunu başarıp ‘sevap’ kazanmak olmaktadır. Türk halkının, yaşadığı dinin Kur’an’la ilgisi büyük ölçüde yok edilmiş, dinde Kur’an’ın yerini, Arap-Emevi saltanat ideolojisinin kutsallaştırılmış sloganlarıyla İslam dışı örflerin uydurmaları alınmıştır. Türk halkının en büyük zaafı, dinini, uyanma ve sorgulama aracı olarak değil de uyuma ve susma aracı olarak kullanmasıdır. Sadece Türk halkının değil, bütün Müslümanların en büyük zaaflarından biri, belki de birincisi işte budur. İnsanımız bugün, Allah ile aldatmanın en zorlu devresini yaşıyor. Küresel ve organize ‘aldatma sektörleri’nin faaliyette olduğu bir süreçtir bu. Allah ile aldatılmanın yıkımına dikkat çeken Kur’an, bu tuzağa düşülmemesi ve bu belanın aşılması için gerekli olan iki hayati donanıma dikkat çekmiştir: 1. Aklın işletilmesi, 2. Takvanın yani dindarlığın insanlar arasında bir değer ve üstünlük ölçüsü olmaktan çıkarılması. Bu iki buyruk göz ardı edildiğinde “ Allah ile aldatılmayın” emrinin sonuç vermesi imkansız olmaktadır. Allah ile aldatma belasının aşılması için sadece temel çare değil, tek çare aklı işletmektir. “Bizim dinimiz için herkesin elinde bir değer ölçüsü vardır. Bu değer ölçüsü ile herhangi bir şeyin bu dine uygun olup olmadığını kolayca takdir edebilirsiniz. Hangi şey ki akla mantığa, toplum çıkarına uygundur; biliniz ki o bizim dinimize de uygundur. Bir şey akıl ve mantığa, milletin çıkarına, İslam’ın çıkarına uygunsa, kimseye sormayın.O şey dinidir. Eğer bizim dinimiz akıl ve mantıkla uyuşan bir din olmasaydı, en mükemmel din olmazdı, en son din olmazdı.” Atatürk İslam dini akılcılığın, bilimin bulduğu ve geliştirdiği esaslara ve bunlara uygun olarak toplumların yaptığı uygulamalara karşı değildir, onları olduğu gibi kabul eder. Atatürk’ün Dinin Siyasete Alet Edilişi ve Bunun Yol Açtığı Zararlar ile İlgili Düşünceleri; “Bizi yanlış yola yönelten soysuz kimseler bilirsiniz ki, çok kere din perdesine bürünmüşler, saf ve temiz halkımızı hep şeriat sözleriyle aldata gelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz... Görürsünüz ki milleti mahveden, esir eden, harap eden fenalıklar hep din niteliği altındaki küfür ve kötülükten gelmiştir. Onlar her türlü hareketi dinle karıştırırlar. Halbuki, Allah'a şükürler olsun hepimiz Müslümanız, hepimiz dindarız; artık bizim, dinin gereklerini öğrenmek için şundan bundan derse ve akıl hocalığına gereksinmemiz yoktur. Analarımızın, babalarımızın kucaklarında verdikleri dersler bile, bize dinimizin esaslarını anlatmaya yeterlidir.” 1923 (Atatürk'ün S.D.II, s. 127) “Bunca yüzyıllarda olduğu gibi, bugün de, milletlerin bilgisizliğinden ve bağnazlığından yararlanarak bin bir türlü siyasî ve kişisel amaç ve çıkar sağlamak için, dini âlet ve araç olarak kullanmak girişiminde bulunanların, içeride ve dışarıda varlığı, bizi bu konuda söz söylemekten, ne yazık ki, henüz uzak bulundurmuyor. İnsanlıkta, din hakkındaki bilgi ve anlayış, her türlü hurafelerden sıyrılarak gerçek bilim ve tekniğin ışıklarıyla arınmış ve mükemmel oluncaya kadar, din oyunu aktörlerine, her yerde tesadüf olunacaktır.” 1927 (Nutuk II, s. 708) “Adî ve alçak hilelerle hükümdarlık yapan halifeler ve onlara dini âlet yapmaya tenezzül eden sahte ve imansız bilginler, tarihte daima rezil olmuşlar, rezil edilmişler ve daima cezalarını görmüşlerdir. Dini kendi tutkularına âlet yapan hükümdarlar ve onlara yol gösteren hoca isimli hainler, hep bu sonuca sürüklenmişlerdir. Böyle yapan halife ve din bilginlerinin arzularına kavuşamadıklarını, tarih bize sayısız örneklerle açıklamakta ve kanıtlamaktadır. Artık bu milletin ne öyle hükümdarlar, ne öyle bilginler görmeye katlanması olasılığı yoktur. Artık kimse, öyle hoca kılıklı sahte bilginlerin yalan dolanına önem verecek değildir.” “En bilgisiz olanlar bile o gibi adamların niteliğini gerektiği gibi anlamaktadır. Fakat bu konuda tam bir güven sahibi olmaklığımız için bu uyanıklığı, bu dikkati, onlara karşı bu nefreti, gerçek kurtuluş anına kadar bütün kuvvetiyle, hatta artan bir kararlılıkla korumalı ve sürdürmeliyiz. Eğer onlara karşı, benim kişiliğimden bir şey isterseniz, derim ki, ben kendim onların düşmanıyım. Onların olumsuz yönde atacakları bir adım, yalnız benim kişisel imanıma değil, yalnız benim amacıma değil, o adım benim milletimin yaşamıyla ilgili, o adım milletimin yaşamına karşı bir kötü niyet, o adım milletimin kalbine yöneltilmiş zehirli bir hançerdir. Benim ve benimle aynı fikirde arkadaşlarımın yapacağı şey, kesinlikle ve kesinlikle o adımı atanı tepelemektir.