Bilimin Sınırları, Genişletmecilik ve Bilimsel Maddecilik: Bilimciliğin Ontolojisi Savunulabilir mi? (original) (raw)
Related papers
Bilimselliğin Kriteri Ve Sınırları Problemi: Bilim, Bilim Olmayan Ve Sahte Bilim
"ÖZET: Bu makale, bilim felsefesi edebiyatında “bilimin sınırları problemi” denen sorunu ele almaktadır. Bu çerçevede şu sorulara cevap aranmaktadır: bir metni, bir teoriyi, bir araştırmayı bilimsel yapan şey nedir? Bilimi ve bilimsel olanı metafizik öğretilerden, ideolojilerden, sahte-bilimden ve komploteorilerden nasıl ayırt edebiliriz? Makalede bu soruların cevabı incelenirken mantıkçı pozitivistlerin tümevarımcı bilim yöntemleri, Popper’ın tümdengelimci bilim yöntemi, T. Kuhn’un boz-yap çözebilme yeteneği olarak bilim anlayışı, I. Lakatos’un bir araştırma programı olarak bilim anlayışı öncelikle ele alınmıştır. Ardından bu konudaki yeni gelişmeler ele alınmış ve çoklu bilimsellik kriterleri incelenmiştir. Son olarak makale, bir şeyi sahte-bilim yapan nitelikler üzerinde durmaktadır. ABSTRACT: The article deals with the demarcation problem in the philosophy of science. In this context, it looks for answers to the following questions: What makes a text, a theory or a research scientific? How can we demarcate science and scientific from metaphysical thoughts, ideologies, pseudo-sciences and conspiracy theories? Those questions are discussed around the views of some modern philosophers. In this context, first of all the article deals with logical positivists and induction as their scientific method, Popper and deduction as his scientific method, T. Kuhn and his view of science as puzzle-solving skill, I. Lakatos and his view of science as research programmes. Then the article examines recent views on demarcation problem and evaluates multi criterion views about what makes something scientific. Finally the article seeks to give answer to the question what makes something pseudo-scientific. Key words: Scientific, demarcation problem, pseudo-scienc"
Bilimsel Araştırma Mantığının Sınırları
2019
Bu çalışmada ele alınan temel soru, aslında bir felsefi sorunun gerçekten olup olmadığı sorusudur. Karl R. Popper'ın temel argumanları sunulacak ve Analitik felsefeye getirdiği yöntem eleştirisi incelenecektir. Bu sayede ise argumanların güçlülük değerleri ortaya konmaya çalışılacaktır. Çalışmanın temel amacı, felsefi bir düzlemde yeni bir "felsefi sorun" ortaya koyan ve bu soruna getirdiği yöntem cevabıyla bilimin mantıksal düzlemine etki eden Karl R. Popper'ın okuyucular tarafından daha net anlaşılmasını sağlamaktır.
İslam Tetkikleri Dergisi / Journal of Islamic Review, 2022
Increasing the Number of Sciences: Logical Foundations of the Classification of the Sciences and the Separation of the Sciences This paper focuses on the apodictic foundations of the classical sciences’ classification. First of all, within this framework, the educational basis of the classification of sciences is revealed by drawing attention to the difficulty in learning arising from the impossibility of encompassing the entirety of existence within a single science. Then, the ontological and epistemological foundations of the classification are pointed out and the division of sciences in the most general sense is given. Particularly from Ibn Sînâ’s perspective, the rationale and criteria for qualifying sciences as being “before” and “after,” superior and inferior, up and down are emphasized. The apodictic background of the distinctions in the form of whole–partial sciences, primary-secondary sciences, universal-particular sciences, which all emerged depending on the generality-specificity relationship between the subjects and issues of sciences, is revealed. Problems related to the classification and hierarchy of science, such as how sciences differ from each other in terms of their subjects, whether it is possible to separate sciences from their methods, and whether it is possible to have two different sciences dealing with the same subject, are discussed. The demonstrative basis of how the subjects of the sciences are reproduced with genus, species, class, and the records added to them is emphasized, and the meaning of the thematic unity of the sciences conceptualized as being legal and genuine are examined. The paper also discusses whether the division of sciences is a rational, nominal, and inductive, drawing attention to the possibility of increasing the number of sciences, and it concludes that there is no necessity for a limitation on the subjects of the sciences. Keywords: Ibn Sînâ, classification of sciences, subjects of sciences, primary and secondary sciences, universal and particular sciences
Ontoloji̇k Anlamanin Temeli̇ Olarak Bi̇li̇nci̇n Varolan İle Bi̇rli̇kteli̇ği̇
The Journal of Academic Social Science Studies, 2016
Bilincin herhangi bir dolayıma ihtiyacı olmadan kendi başına hakikati ortaya koyma becerisi gösterdiği inancı modern felsefenin en önemli yaklaşımıdır. Bu yaklaşım bilincin kendine ait yetenekleri ile evrensel, zaman üstü, mutlak bilgiyi elde edebileceğini varsaymış, bilincin yaşam içerisindeki dönüşümünü ve bu dönüşümün anlama deneyimimiz üzerindeki etkisini görememiştir. Hâlbuki bilincin şekillenmesinde etrafındaki varolanların önemli etkisi bulunmaktadır. Felsefe tarihinde meydana getirdiği felsefi düşüncesinde bu etkiye yer veren ve bilinci yaşam alanındaki diyalektik süreçte kavramak isteyen en önemli düşünürlerden biri Hegel'dir. Hegel ortaya koyduğu bilinç felsefesinde bilincin dönüşümünü varolan ile diyalojik bir eksende kurgulayarak göstermeye çalışmıştır. Onun bu yaklaşımı ontolojik anlama tavrının bir özelliği olan anlamanın diyalojik ve tarihsel eksende gerçekleştiği varsayımı ile örtüşmektedir. İşte bu çalışmamızda Descartes ve Kant gibi bilinci aşkınsal konuma yerleştirerek epistemolojilerini oluşturan düşünürlere karşı Hegel'in bilinç felsefesindeki ontolojik anlama tavrı ortaya konulmaya çalışılmıştır. Hegel, kurgulamaya çalıştığı felsefi yaklaşımında öznenin zamansal ve mekansal perspektif ile ilişkisine dikkat çekmiş ve öznenin bu belirlenimlerden ayrı tasavvur edilemeyeceğini iddia etmiştir. Yani öznenin bilincinin tarihsel olduğunu, bu tarihsellikten bağımsız kendi başına var olan, önü ve arkası kesilmiş olarak değerlendirilebilecek bir hakikatin olmadığını öne sürmüştür. Ayrıca o, yaşamsal koşulların bilgi elde etme sürecinde önemli rol oynadığını göstermeye çalışmıştır. Hegel'in ortaya koyduğu bu refleksiyon ise ontolojik anlama açısından oldukça önemlidir.
Gaziantep University Journal of Social Sciences, 2019
‘Bilim problemi’, fiilen dünyayı değiştirmiş olan bilimin, bunu nasıl başarmış olduğunun açıklanmasına ve / veya modellenmesine dairdir. Eğer bilimsel araştırmanın mantığı açık biçimde anlaşılabilir ve açıklanabilirse bilgi-kuramsal bir modelleme de olanaklı olacaktır. Bu modellemeyi yapabilecek teorik konumlanma olanağı tarihsel olarak felsefeye aittir. Ancak bu modelin, gerçekliği bilme ve açıklama konusunda daha önceki başarısızlığın nedeni olarak görülen metafizikten özgürleşme için de şematik bir ölçüt sunacağı öne sürüldüğünde, bilim problemini konu edinen felsefe kendi içinde bir kopuş yaşamaktadır. Bilim problemi, epistemolojik bir problem olarak konumlandırıldığında metafizikten özgürleşme hamlesi problemin ontolojik boyutunu da epistemolojiye indirgemektedir. Böylece epistemoloji ilk ve neo-pozitivizm ile birlikte tek felsefe haline dönüşmektedir. Bu, ‘epistemolojik dönüş’ olarak adlandırılmaktadır. Buna karşın Kıta Avrupası ekolünde ontoloji halen ilk felsefedir ve bilimi de ontolojik konumlanıştan, bir modelleme olarak değil, eleştirel olarak ele almaktadır. Burada açığa çıkan meta-problem, epistemolojik dönüş ile ele alınabilen bilim problemi ile ontolojik konumlanıştan konu edinilen problemin örtüşüp örtüşmediği, yani aynı problem olup olmadığıdır. Makalenin temel hipotezi, farklı konumlanışların aynı problemi konu edindiğidir. Bu hipotez ışığında izi sürülen içsel perspektif Viyana Çevresi’nden Popper’a ve Hacking’e kat edilen yolda bilgi kuramının içkin bir biçimde ve evrimsel olarak tekrar ontolojiyle, pragmatik bir ölçüt üzerinden buluştuğunu göstermektedir. Dışsal perspektif ise Kıta Avrupa’sından Adorno, Horkheimer, Heidegger’in bilim üzerine ontolojik eleştirilerinin epistemolojik problem tespiti ile örtüştüğünü göstermektedir. Bu örtüşmenin odağında ise Bhaskar’ın eleştirel realizmi bulunmaktadır. Bu iki farklı (uzlaşmaz görünen) konumlanışın kesişimin gösterilebilmesi, bilim probleminin ‘gerçekliği’ni ve şu sonucun kaçınılmazlığını gösterir: Bilim felsefesi yeni epistemolojiyle geri dönemez. Ancak yeni bir ontoloji olmaksızın ileri de gidemez. The problem of science is about to explain and / or modeling how science that has actually changed the world has succeeded in doing so. If the logic of scientific research can be clearly understood and explained, epistemological modeling will be possible. The theoretical positioning of this modeling is historically based on philosophy. However, when the epistemological model is proposed to present a schematic criterion for emancipation from metaphysics, which is seen as the cause of earlier failure to know and explain the reality, the philosophy about science problem is experiencing a rupture in itself. When the science problem is positioned as an epistemological problem, emancipation from metaphysics reduces the ontological dimension of the problem to epistemology. Thus, epistemology becomes the first and only philosophy with neo-positivism. This is called epistemological turn. On the contrary, ontology is still the first philosophy in the Continental Europe ecole. Science is dealt with critically from ontological position, not as a modeling object. The meta-problem that emerged here is whether the problem of science that can be addressed by epistemological turn and the problem that can be seen from ontological positioning overlap. In other words, is the epistemological problem and the ontological problem the same or different? The basic hypothesis of the article is that different positions (epistemological and ontological) have the same problem: The problem of science. The internal perspective, which is traced in the light of this hypothesis, demonstrates that the theory of knowledge on the path from the Vienna Circle to Popper and Hacking met again with ontology in inherently and evolutionary way with a pragmatic criterion. On the other hand, the external perspective also shows that the ontological criticism of Adorno, Horkheimer and Heidegger from the Continental Europe ecole coincides with the epistemological problem detection. The focus of this overlap is Bhaskar's critical realism. The demonstration of the intersection of these two different (seen as irreconcilable) positions shows that the science problem is a real problem and the inevitability of a result. The result is that philosophy of science is caught in a cleft stick. With the new epistemology it cannot go back. But without a new ontology it cannot go forward.
Sanat Fenomenolojisi Bağlamında Sınır Kavramı
2023
Sınıra ilişkin kavramların fenomenolojik açıdan incelendiği bu çalışmada, terminolojik bir hattı takip edebilmek adına Antik Yunan düşüncesindeki sınırkavrayışları başlangıç noktası olarak tercih edilmiş ve bu kavramların sunduğu imkânlar, çağdaş filozofların sanat ve sınır düşünceleri bağlamında ele alınmıştır. Tez boyunca kullanılan σύνορος [synoros] kavramı, ilişkisel bir ontolojik yaklaşım sergileyen düşünürlerde varolanlar arasındaki kesişim noktalarına; πέρας [peras], varolanın Varlığının görünür kılınması anlamında bir şeyin sahip olduğu kendine has limitlere; ὅρος [horos], kesişimsel olmayan mutlak sınırlara; ὅριον [horion] ise antropolojik sınırlarla inşa edilmiş alan kapatmalara işaret etmektedir. Kavramlar arasındaki ayrımlar, sınırın anlamının açıklık alanı olarak düşünülmesini sağlamıştır. Nitekim, Jacques Derrida’nın Aporias metninde geçen horotik alan kapatmaların (problematik kapatma, kavramsal sınırlama ve antropolojik sınır) beslendiği ontolojik ve diyalektik ikiciliklerin ilişkisel olmayan ontolojik bir yaklaşım sergiledikleri ve özgücülüğün aksine varolanlardaki imkânların sanat yoluyla açığa çıkarılabileceği öne sürülmüştür. Öte yandan, çağdaş filozofların sınır-düşüncelerinin sanat yapıtlarına etkisi tartışılırken sanat yapıtındaki sınır imgelerinin de çağdaş filozofların düşüncelerinde yarattığı etkiler ilişkisel bir perspektiften değerlendirmeye alınmıştır. Sınır kavramına ilişkin sanatın sunduğu açıklık alanından ve yeni düşünce imgelerinden ilhamla perasvari limitler ve synorotik karşılaşmalar paranthrōpos’un açılışıyla ilişkilendirilmiş ve karşıtlıkları bozarak kesişimsel bir ontoloji sunan bu kavrayışların sanat yapıtıyla görünüşe çıktığı iddia edilmiştir. Bu bağlamda, çağdaş filozoflarda karşımıza çıkan dinamik limit, limitrofi, sympoiesis ve dünyanın teni kavramsallaştırmalarının synorotik kesişimleri mümkün kıldığı öne sürülmüş ve horotik olmayan bu mefhumların sanat yapıtıyla ilişkisi tartışılmıştır. Resim sanatına ek olarak yazınsal uzam üzerinden de synorotik karşılaşmaların olanakları üzerinde durulmuş ve dilin insandan başka olanlarla birlikte-örüldüğü fikri, zoopoetika çerçevesinde ele alınmıştır. Sonuç olarak bu çalışmada vurgulanan ve en temelde üç farklı sınır-düşüncesini yansıtan kavramların hayvan ve bitki çalışmalarına ontolojik bir zemin sağlaması amaçlanmış ve yaşamı, peratik limitlerle ve bu limitleri dinamik kılan synorotik karşılaşmalarla örmenin insandan başka olanlarla şiddetsiz bir şekilde ilişkilenmeyi olanaklı kılabileceği ileri sürülmüştür.
Gazetecı̇lı̇kte Sınır Çalışmaları- Ontolojı̇k ve Teorı̇k Bı̇r Çerçeve
Yeni Medyada Güncel Tartışmalar, 2024
Bu çalışma uluslararası literatürde çokça işlenen, ancak Türkçe gazetecilik literatüründe yeterince tartışılmadığı düşünülen “gazetecilikte sınır çalışmaları” alanına odaklanmakta; bu çalışmaların ontolojik ve epistemolojik ön kabullerini tartışmakta ve gazetecilik araştırmalarındaki konumunu değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Argümantatif olarak inşa edilen ve “gazetecilikte sınır çalışmaları”na ilişkin literatür incelemesine dayanan bu teorik çalışma, gazetecilikteki kavramsal ve pratik sınırları araştıran temel çalışmaları sentezleyerek, bu sınırların gazetecilik pratiği, izleyici katılımı ve gazeteciliğin tanımı üzerindeki etkilerini tartışmaktadır. Çalışmanın ilk bölümünde, “gazetecilikte sınır çalışmaları” alanının dayandığı temel kuramsal bakış açılarına değinilmiş ve alanın ontolojik ve epistemolojik çerçevesi açıklanmıştır. Sonraki bölümde -bu teorik çerçeveden hareketle- üç başlık altında gazetecilikte sınır çalışmalarının temel ön kabulleri sunulmuş ve sınır çalışmalarının tartıştığı kavram setleri okuyucuya aktarılmıştır. Çalışma sonunda, gazetecilikte sınır çalışmalarının geleceğine ilişkin öneri ve öngörülere yer verilmiştir. Çalışmanın, gelecekte gazetecilikte sınır çalışmaları alanında yapılacak araştırmalara ilişkin teorik bir çerçeve sunması amaçlanmıştır.
Akademi̇syenleri̇n Perspekti̇fi̇nden Çalişmanin Anlami: Fenomenoloji̇k Bi̇r Araştirma
2019
Gundelik hayatimizin en onemli bolumunu olusturan bir kavram olarak calisma, uzerinde yeterince dusunmedigimiz bir eylem bicimidir. Calismayi, yalnizca gerekleri neyse onu yerine getirdigimiz (belli saatte, belli bir mekanda olma, gorevleri yerine getirme v.b) fakat kavramsal acidan uzerinde dusunmedigimiz bir fenomen olarak degerlendirebiliriz. Hayatin olagan akisi icerisinde siradanlasmis bir eylem bicimiyle karsi karsiya oldugumuzu dusunsek de calisma fenomenine her bir bireyin deneyimleri uzerinden yaklasilacak olursa farkli anlam oruntuleriyle karsilasmamiz mumkundur. Buradan hareketle bu arastirma akademisyenler icin calismanin (akademik calismanin) ne tur anlamlar ifade ettigini ortaya cikarmayi amaclamaktadir. Arastirmada ilk olarak calisma kavramina, calismanin tarihsel surecte gecirdigi anlam degisimine ve calismanin anlami uzerine yapilan calismalara deginilerek kavramsal cerceve aciklanmistir. Arastirma, nitel arastirma desenlerinden biri olan fenomenolojik desen eksenin...