Mâtürîdî’de Vahyin Bireyi ve Toplumu İnşası (original) (raw)
Related papers
Mâtürîdî’De Âyetleri̇ Tevi̇lde Ki̇naye Unsuru
2019
Islamic scholars have made great efforts to understand the verses of the Qur’an. This has led them to resort to more than one method such as rational, narrational, lin- guistic and rhetorical. One of these scholars is Abu Mansur al-Maturidi, who is one of the most important defenders of the Ahl al-Sunnah. In this study, the way Maturidi used sarcasm in the interpretation of the verses in his Ta’wilat al-Qur’an is analyzed. In this context, after briefly giving information about his life and his direction of creed and Ta’wilat al-Qur’an, Mâturidi’s interpretations are discussed in a broad framework such as the purpose of using sarcasm, its frequency of use, and pla- ces of use. Particularly, the use of sarcasm in the verses where time, space, or bodily elements, which pave the way for the emergence of a lot of scrutiny in the matter of creed, are examined. In addition, according to the Ahl al-Sun- nah views, the contribution of Maturidi in the context of exalting Allah from body,...
Sadruşşerîa’nın Vahdet-i Vücûd Eleştirisinin Tahlili
KADER, 2023
Sadruşşerîa (öl. 747/1346), Mâtürîdî kelâmının müteahhir dönemini temsil eden kelâmcılardan biridir. O, düşünce sistemini İbn Sînâ, Râzî ve Tûsî’ye yönelik eleştirileri üzerine kurmuştur. Bu isimlere yönelik eleştirileri onun kendi varlık anlayışından kaynaklanmaktadır. Müteahhir dönem kelâmcılarının çoğunluğunun kabul ettiği varlık-mâhiyet ayrışması, varlığın mâhiyet üzerine zaitliği, zihnî varlığın hakiki olarak kabulü gibi meselelerde Sadruşşerîa müteahhir dönem kelâmcılarından farklı düşünmektedir. Onun söz konusu bu varlık anlayışı vahdet-i vücûd düşüncesine yönelik tahlillerini de etkilemiştir. Çalışmada ilk olarak Muhammed Bedirhan’ın teklif ettiği çerçeve ile ilgili bilgiler verilecektir. Sonrasında Sadruşşerîa’nın vahdet-i vücûd eleştirilerinin anlamlandırılması amacıyla kısaca vahdet-i vücûdçu sufilerin görüşleri özetlenecek, en sonda ise Sadruşşerîa’nın vahdet-i vücûd düşüncesine dair tahlilleri incelenip vahdet-i vücûd üzerine yapılmış çalışmanın sunduğu çerçeve kullanılarak netleştirilecektir. Sözü edilen çerçeve, alt başlıkları olmakla birlikte vahdet-i vücûd eleştirilerini rasyonel temelli ve şer‘î temelli itirazlar şeklinde tasnif etmektedir. Rasyonel temelli itirazlar kelâm ve felsefe geleneklerinden yöneltilirken; şer‘î temelli itirazlar selefi düşünürler, fakihler ve sufilerden gelmektedir. Sözü edilen çerçeve vahdet-i vücûd teorisine yönelik eleştirileri tasnif etmesi açısından kuşatıcıdır. Bu çerçeve kullanılarak Sadruşşerîa’nın yaklaşımının netleştirilmesi ve eleştirilerinin kaynağının tespit edilmesi gerekmektedir. Bedirhan’a göre sufilerin teorisi pratik ve teorik olmak üzere iki açıdan diğer ekol mensupları ile çatışma halindedir. Birincisi tasavvufun hal olmasını ifade ederken, ikincisi tasavvufun da bir ilim olması bakımından diğer entelektüel grupların tasavvufa bakışını şekillendiren noktadır. Bedirhan, çerçevesindeki teorik çatışma kısmını Câbirî’nin üçlü tasnifi üzerine bina etmiştir. Söz konusu tasnife göre burhan, beyan ve irfan olarak adlandırlan geleneklerden, irfan başlığı altında yer alan tasavvuf, zikredilen önceki iki gelenekle hesaplaşmaktadır. Bununla birlikte, burhan ve beyan gelenekleri de irfan geleneğinin epistemolojik ve ontolojik kabullerine yönelik eleştirilerini sunmaktadır. Düşünce geleneklerinin birbirlerine yönelik eleştirilerinin arkasında, karşı grubun metafizik teorisinin yetersiz olduğu iddiası yer almaktadır. Sunulan çerçeveye göre, Sadruşşerîa’nın eleştirileri kelâm geleneği içinden sunulan eleştiriler olarak okunabileceği gibi ittihadı seyr-i sülük mertebelerinden birine hasreden bir sufi olduğu için sufi gelenek içinden sunulan eleştiriler olarak da okunabilir. Sadruşşerîa sufilerin metafizik teorisini savundukları iki delil zikredip bu delilleri cevaplandırmakta, ayrıca duyu bilgisi ve varlığın lafzen ortaklığına dayanan bir karşı delil sunmaktadır. O, ittihad düşüncesinin bir mertebeye has olduğu görüşüyle de sufilerin metafizik teorisinin zayıflığına işaret etme amacı taşımaktadır. Çalışmada sözü edilen delil ve karşı deliller zikredilerek Sadruşşerîa’nın rasyonel-şer‘î temelli itiraz çerçevesinde nerede durduğuna işaret edilmeye çalışılacaktır.
Mâtürîdî'de İnsanın Sorumluluğu
Mâtürîdî'de İnsanın Sorumluluğu, 2015
Öz: İnsanın sorumlu oluşu, bir hakikat-i sabite olarak kabul görmüş olmasına rağmen, kelamda hem ahlak hem de ilahi sıfatlar açısından tartışılmıştır. Ahlak bağlamında ele alınması adalet prensibi odaklı insan fiillerinin yaratılışı ve aidiyeti merkezlidir. Buna göre insan, ahirette ceza ve ödüle konu olan bir özneyse, davra-nışlarının müridi ve faili olmalıdır. Ancak bu irade ve failiyyet, Allah'ın mutlak ilim, irade ve kudretiyle nasıl bağdaştırılacaktır, sorusu, konunun diğer veçhesini oluşturmaktadır. Öyle bir çözüm getirilmelidir ki, bir yandan insanın otonomluğu diğer yandan Allah'ın irade ve kudretinin işlerliği korunmuş olsun. Esasen kelam okulları insanın sorumluluğunu kabul etmelerine karşın, çözümü farklı şekillerde ortaya koymuşlardır. Bu çalışma, Mâtürîdî'nin konuya dair özgün yaklaşımını or-taya koymaya mebnidir. O, insan sorumluluğunu temellendirirken fiillerin varlık sahnesine getirilişini ilahi kudrete hamletmiş; fiilin sahibi ve failinin insan oldu-ğunu kabul etmiştir. Buradan hareketle de ona göre sorumluluğun temel nedeni, fiile iki irade ve kudretin taalluk etmesidir. Abstract: Though responsibility of human has been seen as a constant truth, it has been discussed in terms of both moral and divine attributes in kalam. In moral context, it is based on creation and ownership of justice-oriented human acts. Accordingly , if human is subject to punishment and reward, then he should be disciple and perpetrator of his acts. However the question of how this will and perpe-tratorty could be associated with the omniscience, will and power of Allah is another aspect of the subject. There must be a solution that preserve both the autonomy of human and functioning of will and power of Allah. Essentially, although kalam schools accepts the responsibility of human, they put forward solutions in different ways. This study aims to show Maturidi's original approach to the topic. While he tied the creation of acts with divine power, meanwhile he grounds responsibility of human and accepts him as actual owner and perpetrator of his acts. Hence according to him the basic cause of responsibility is because two will and two power are connected with the act. * Yrd. Doç. Dr., Mardin Artuklu Üniversitesi, İlahiyat Bilimleri Fakültesi, Temel İslam Bilimleri Kelam ve İslam Mezhepleri Anabilim Dalı Öğretim Üyesi.
2024
Yakın Doğu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dekanı olarak bu edebi buluşmaya ve 8. Uluslararası Rumî Kongresine ev sahipliği yapmaktan büyük onur duyduğumu ifade etmeliyim. Eminim kongre süresinde farklı ülkelerden burada bir araya gelen araştırmacı ve düşünürlerin faydalı ve yeni içeriklerle dolu olan Mevlâna hakkındaki bilgilerimiz daha da güçlenecek ve faydalanmış olacağız. Bu kongreye saygı duyulmalı. Çünkü Mevlâna'nın edebi, tasavvufî, sosyal ve eğitici kişiliği alanında insanlığın bilgi birikimine bir altın yaprak daha eklenecektir. Ama Mevlâna'nın tarihi alandaki varlığı da çok önemli sayılıyor. Bir tarih profesörü olarak Mevlâna'nın tasavvuf edebiyatı ve mistisizm alanındaki varlığının yalnızca edebitasavvufi alan değil, onun tarihi yönden entelektüel-bilişsel arka planını açıklamasının zaruri olduğu kanaatindeyim. Mevlâna, kültürel bir miras olarak Doğu edebiyatı ve İslam medeniyeti tarihinde edebi kişiliğinin yanı sıra Türk-Fars edebiyatı ve özellikle İslam kültürü de her şeyden çok dikkate önem arz etmektedir. Hz. Mevlâna'nın taraftarları ve karşıtları, Doğu'da ve Batı'da onun hakkında çelişkili şeyler yazmışlardır. Ancak bilimsel esaslara dayalı olarak Mevlâna'nın entelektüel birikimini ve öğretilerini anlamanın en iyi yolu, birincil araştırma kaynaklarına başvurmaktır. Bu kaynaklar üç gruba ayrılır: 1-Sultan Ulema Bahauddin Veled'in öğretileri de dahil olmak üzere Mevlâna'nın hocalarının eserleri; ayrıca, Mevlâna'nın babası ve ilk öğretmeni Seyyed Burhaneddin Muhakik-i Tirmizi'nin denemeleri; Mevlâna'nın ikinci üstadı olan Şems Tebrizi'nin eğitimi ve yazıları. 2-Mevlâna'nın manzum eserleri Mesnevi-i Menavi ve Külliyat Şems Tebrizi (Divan-ı Şems), mensur eserleri ise Mektubat, Mecalis-i Sab'a ve Fihi Ma Fih'i içermektedir. 3-Doğrudan ve ona yakın olan kişilerin eserleri: Sultan Veled'in eserleri; Eflakî'nin Menakıb ul-Arifin risalesi. Mevlâna ve onun ebedi eseri olan Mesnevî-i Manevi hakkında Molla Cami şöyle diyor: "Mesnevi Farsça Kur'an'dır." Mesnevî-i Manevi'nin ilk müfessiri olan Kemaleddin Harezmî de şu ifadeyle Mevlâna hakkında açıklama getirerek tarihi şahsiyet bakımından Mevlâna'yı, Peygamber ve Hazreti Ali'nin ilminin bir örneği olarak niteliyor. "Ben ilmin şehriyim, Ali de onun kapısıdır!" diyen Hz. Muhammed (s.a.v) nakli kavline göre Mevlâna İslam kültürünü anlaşılır dille anlatmıştır. Mevlâna edindiği tüm dini bilgileri onun mistik-şiirsel taşkınlıklarını Mesnevî'de görüyoruz ve tam İlahi Aşk'ın kavramın öğrenmiş oluyoruz. Mevlâna tarihi süreçte tek şahsiyet olarak bilimi "Aynı yâkin" ile hasıl etmiş ve diğerleri gibi "nakl-i Kavil" ile elde etmemiştir. Eski çağlardan günümüze kadar İslam kültür tarihinde binlerce hukukçu, ilahiyatçı, müfessir ve filozof ortaya çıkmıştır. Yine de hiçbiri Mevlâna olmayı başaramamış ve Doğu ve Batı edebiyatı tarihinde kendilerine özel bir yer açamamıştır. Mevlâna'nın bilgi bolluğundaki kalıcılığının sırrı, içinden kaynayan, ilahi aşk için dilenen, yanan, ağlayan, sazlıkların, firak ve vuslatın önemini ney hikâyesini ilahi türünde anlatan, hasretin tarifini aşkla haykıran bir lezzetin varlığındandır.
Vahdetin İnşasında Vahiy ve Hz. Peygamber
Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi
Birlik ve bir olma veya bütünleşme anlamında kullanılan Vahdet, farklı özellikleri olan bireylerden oluşan, ancak parçalarının özel anlamından ziyade, bütünün yapısını, fonksiyonunu ve değerini ifade eden yapısal bir olgudur. Müslüman bireyin farkındalığı ve eğitilmesiyle başlayan süreç, sosyal yaşam için bir zorunluluk olarak görülmektedir. Bu durum vahdete ilişkin özel hassasiyetlere vurgu yapılmasını ve özel hukuk inşa edilmesini gerekli kılmıştır. Bütün içinde parçanın varlığının söz konusu olmadığı bina metaforuyla anlatılan vahdette, müminler birbirlerini kuşatmaktadırlar. Diğer parçalardan biri olan kardeşi yardımsız bırakmama, onu terk etmeme, onu hakir görmeme vb. ahlaki ilkelerle kuşatılan ilişki ağında, ilgisiz olmak ya da irtibatı kesmek cahiliye ölümü üzere ölmek olarak tasvir edilmektedir. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in başlattığı, hulefa-i raşidin döneminde de kurumsallaşan İslam'ın uygulamasıyla ortaya çıkan yaşam biçimi ve toplumsal barış, sonraki dönemlerde modellenmesi arzu edildiği için, asr-ı saadet tabiriyle ifade edilmiştir.
VAHDET-İ VÜCÛT KAPSAMINDA İLÂHİ VE KEVNÎ HAKÎKATLERİN BİRLEŞTİĞİ İNSAN MERTEBESİ Özet
VAHDET-İ VÜCÛT KAPSAMINDA İLÂHİ VE KEVNÎ HAKÎKATLERİN BİRLEŞTİĞİ İNSAN MERTEBESİ , 2020
Zât-ı Hakk'ın kendisini kendisiyle bilmesi, kendisini kendisiyle müşahede etmesiyle başlayan, isim ve sıfatlarıyla ortaya çıkan kemal makamının gayb mertebesinde münasebet ve irtibat gözüyle gerçekleşen hubbî hareket, maksadı meydana getirmek ve hakikati ortaya çıkarmak üzere yayılmaya başlar. Bilinme arzusundaki sır, otorite ve yetki sahibidir. Böylelikle ilk taayyün mertebesi ortaya çıkar. İlâhi gayba nispetle ilk tecellidir. Bu mertebeye amâ mertebesi yahut kutsiyet mertebesi de denir. Değişime açıktır. Saf bir enerjidir. Varlığın kaynağı, isimlerin kökenidir. Basitlik söz konusudur. İzafî gayb ile tecelli olanlar mânevi dürtüyle Hakk'tan kemallerinin bulunduğu şeyi talep ederler. Böylece bu kuşatıcı devrî hareketlerinin anahtarı olur. Bilkuvve bilfiil hale gelir. İlk fasıllaşma başlar. Bu bölünme ile varlıklar oluşur. Esmâ mertebelerinden kendileri için hasıl olan özelliklerle çoğalmaya başlar. Hakk birimlerde zuhur eder. Böylelikle mertebeler oluşur. Parçacıkların birleşmesiyle oluşan bu tecellinin son mertebesi yaşadığımız âlemdir. İnsan ise ilâhi ve kevnî mertebeler arasında bir berzah, ikisini birleştiren bir nüshadır. Eşya, dairelerin merkezi olan insanın hakikatinin etrafında döner. İnsan mertebesinde resmedilmemiş hiçbir şey yoktur. İsim ve sıfatların cem olduğu isim Allah esmasıdır. İnsanı kâmil ise bu isimlerin tecellisidir. İnsanda arzulanan şey ise kemalettir. Bütün bunlar nefes-i rahmânidir. Konu itibariyle Vahdet-i vücûttur. Kapalı lafızları izah ederek konunun daha iyi anlaşılması amaçlanmıştır. Vahdet-i vücut sezgisel ve soyut bir konu olması sebebiyle aklımızda daha iyi şekillenmesi için zaman zaman somut örneklere yer verilmiştir. Bu somut örnekler hakikatten farklıdır. Vahdetten kesrete olan bu yolculukta insanın önemi vurgulanarak, ayrılıktan muzdarip olan ademoğlunun, kesretten vahdete manevi yönelişindeki esrar incelenmiştir.
Halvetî Muhyî’nin Sürûr-Efzâ Adlı Mesnevisi
2019
Bu çalışmada şair Halvetî Muhyî’nin tespit edebildiğimiz tek nüshası olan Hacı Selim Ağa Yazma Eserler Kütüphanesi Kemânkeş 452 numarada kayıtlı Sürûr-efzâ adlı mesnevisi üç ana başlık altında incelenmiştir. Birinci bölümde Halvetî Muhyî’nin kimliği, tarikatı ve Muhyî mahlaslı diğer şairlerin hayatları üzerinde durulmuştur. İkinci bölümde Sürûr-efzâ mesnevisi “Şekil Hususiyetleri” ve “Muhteva Hususiyetleri” başlıkları altında incelenmiştir. Şekil hususiyetlerinde mesnevi nazım şekli, mesnevi dışı nazım tür ve şekilleri, vezin ve kafiye ve başlık sistemi ele alınmaktadır. Muhteva hususiyetlerinde ise manen ve lafzen âyet ve hadis iktibasları, deyim, atasözleri ve kalıplaşmış ifadeler, metinde geçen şahıslar ayrıntılı şekilde örnekleriyle ele alınmıştır. Üçüncü bölümde yazma nüshanın tavsifi bildirilerek metin kuruluşunda izlenen yol açıklanmış ve ardından metin, transkripsiyon alfabeli şekilde verilerek çalışmamız tamamlanmıştır.In this study, a mathnawi from Halvetî Muhyî, called Sü...
2007
Importance of mind is very clear for all scientific disciplines. The fact that in Islamic Theology alongside with al-Mu’tazila, al-Ash’ari (d. 324/935) did not consider the belief of a human being who did not use intellectual proof as valid forms one of the extreme application fields. However, as far as the methodology and conclusions are concerned, there are significant differences between al-Ash’ari and al-Mu’tazilah. According to al-Ash’ari, a human being should have intellectual proofs in the creation of world, existence of God and His attributions for validity of his belief. Nevertheless, the source of this necessity is religious texts, not his mind. In this article, it will be attempted to find answers to some questions by examining the balance which al-Ash’ari tried to set up between the mind and the religious texts. In fact, does al-Ash’ari consider the belief of al-Muqallid as invalid? If he does not consider it as invalid, how should his words in this subject be interprete...