ilkçağ Tarih Yazımının Batı Anadolulu Öncüleri: 1-Lampsakoslu Kharon (original) (raw)
Related papers
İlkçag Tarih Yazımının Batı Anadolulu Öncüleri: I Lampsakoslu
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü Tarih Araştırmaları Dergisi, 2007
Günümüzde başlı başına bir bilim dalı olan tarih yazımı, önceleri yalnızca içinde yaşanılan anın olaylarını kayda geçirip bilgi aktarma uğraşı biçiminde oluyordu. Hellenlerde özellikle kolonizasyon hareketleriyle birlikte uzak ülkelere ilişkin bilgiler edinen ve edindikleri bilgileri halka açık alanlarda kendi yurttaşlarına aktarmaya başlayan kimselere logographos ve onların gittikleri ülkelerin tarihi, coğrafyası ve halkbilimiyle ilgili yaptıkları bilgilendirme konuşmalarına da "logos" denirdi. Düşünce açısından yıllar süren gelişme sonucu, çoğu Batı Anadolulu olan ve kendi zamanlarına ilişkin olayları yazan ilk yazarlar Miletoslu Hekataios, Lydialı Ksanthos, Lesboslu Hellanikos, Karyandalı Skylaks, Lampsakoslu Kharon ve Miletoslu Dionysios gibi yazarlar yerel tarihler yazmışlardı. Bu yazarlardan biri olan Lampsakoslu Kharon'a pek çok eser atfedilmiş olmasına karşın, günümüze yalnızca iki eserinden fragmanlar kalmıştır; Horoi (Yıllıklar) ve Persika (Pers Tarihi). Bu eserlere ait fragmanlardan, yazarın ayrıntıya girmekten kaçındığı, uzun cümlelere ve mitolojik öykülerle bezenmiş betimlemelere yer vermediği, arkaik bir biçemi olduğu anlaşılmaktadır.
In Anatolia’s multimillennial past, one can observe the beginnings, growths and conclusions of any social process as a consequence of political, cultural, socio-economic and environmental factors. However, particularly when discussing a pre-literate period, the definition of such beginnings, developments and collapses is hampered by the scarcity of archaeological data, and the hypotheses of the excavators often remain without proof. In this context, excavators may sometimes envisage a more complex way of life for these early societies and, as a result, identify a number of buildings as temples/shrines and palaces in contexts that would be normally associated with simpler forms of organization. This study will be focusing on the so-called temples/shrines and palaces in Western Anatolia, from the early sedentary communities to the time of the first written texts (ca 5000 years), and how their analysis may influence the archaeological interpretation on the level of social complexity of these communities.
Plano Carpinili Johannes, Tatarlar Olarak Andığımız Moğolların Tarihi
2022
1241–1242 yılında Polonya’dan başlayıp Almanya hudutlarına uzanan, buradan da Avusturya’ya ilerleyip Macaristan’ın batı kesimlerine doğru sokularak Dalmaçya sahillerine inen hat âdeta bir yangın sınırıydı. Bu sınır, Moğol saldırısına uğrayan bölgelerle güvende kalan toprakları birbirinden ayırıyordu ayırmasına ancak korkunun bir hududu yoktu ve tedirginlik kıtanın neredeyse tamamında hüküm sürüyordu. Nitekim o karanlık günleri yansıtan Latince belgeler, sadece saldırıya uğrayan insanların değil, çok uzakta yaşayanların bile korkunun esiri olduklarını gösteriyor. Ve bu, tüm konumları birbirine eşitleyen bir korkuydu. Fransa Kralı IX. Louis’nin, annesi Kastilyalı Blanca’ya âdeta vedalaşırcasına gönderdiği mektup bu günlerin ruhunu yansıtan belgelerden sadece biridir. Bununla birlikte Moğollar 1242 baharında beklenmedik şekilde geri çekilmeye başladılar. Avrupa’da hemen herkes derin bir nefes almıştı. Ancak yine de bazı kimseler daha farklı düşünüyordu. Ya tekrar gelirlerse? Hem de bir daha gitmemek üzere. Bu kötü senaryoyu düşünenlerden biri de Papa IV. Innocentius’tu. IV. Innocentius’un korkusu Johannes adlı bir Fransisken din adamının 1245 Nisan ayında Moğolistan’a gönderilmesine kadar vardı. Din adamının görevi, Moğolların Avrupa’ya bir sefer düzenleyip düzenlemeyeceklerini öğrenmek, böyle bir niyetleri varsa onlarla etkili bir mücadeleye girişmek için düşmanlarını yakından tanımak üzere dinlerini, geleneklerini, mutfak kültürlerini, aralarındaki ilişkileri ve daha da önemlisi taktikleri ile savaş kültürlerine varıncaya kadar her şeyi, ama her şeyi öğrenmekti. Moğolistan’dan dönüşünün ardından 1247’de kaleme aldığı eserinde seyahatinin yanı sıra tüm bu hususlarda tanımlayıcı bilgiler vermesi de vazifesinin, omuzlarına yüklediği bilinçle ilgiliydi. Sorumlulukları ile bütünleşen Plano Carpinili Johannes için seyahati sadece bir yolculuk değildi. Bir keşifti aynı zamanda. Johannes, Moğol egemenliğindeki topraklarda bir buçuk seneden fazla bir süre geçirdi. Bu zaman zarfında Moğollarla yakın temas içerisinde bulundu. Başlangıçta, birkaç sene önce Avrupa’nın bir kısmının altını üstüne getirmiş bir halkın topraklarına gitmek onu ürkütüyordu. Ancak deneyimlediği şeyler onu bambaşka bir hissiyata sürükleyecekti. Seyahati sırasında kimi olumsuz durumlarla karşı karşıya kaldıysa da çoğu zaman Moğolların misafirperverliklerinden istifade etti, onlar tarafından korundu, iyiliklerini gördü, onlarla aynı sofraya oturdu ve aynı suyu içti. Hatta eserinde Moğolların iyi huylarına temas ettiği birkaç başlık bile kaleme aldı. Johannes Moğollar hakkında bilgi veren ilk Batılı olmasa da onları keşfeden ilk kişi olmuştu. Ayrıca Asya’yı da… Daha önce mitolojik bir dünya gibi görünen Asya onun aktardıkları sayesinde artık daha iyi biliniyordu. Bunun, Johannes’i takip edecek kimseleri Asya seyahati için daha da cesaretlendirdiği ve onları Asya’nın farklı noktalarına adım atmaya teşvik ettiği bir gerçek. Bu, Johannes’i elbette denizci kâşifler seviyesine çıkarmıyor. Ancak başardığı şey buna uzak da değildi aslında. Johannes’in kâşifliğini bir tarafa bırakacak olursak onun asıl önemi, Moğol tarihi ile ilgili en önemli kaynaklardan birisini kaleme almış olmasından ileri gelir. Bir Moğol kurultayında ilk kez bulunmakla kalmayarak bunu detaylı bir şekilde aktaran kişi de Johannes’ti, Moğolların geleneklerini ve göreneklerini üstün bir gözlemle aktaran da. Moğolların askerî geleneklerini çözümleyen de, Moğol tarihi konusunda ilk defa gerçekçi aktarımları yapan da oydu. Ve tüm bunları sadece bu işi ilk defa başaran bir kişi olarak değil, bunu mükemmel bir şekilde ortaya koyan bir kişi olarak yapıyordu. Bu, Moğolistan’da bulunarak onları yaşadıkları bölgede gözlemlemesi ile tüm bunları üstün bir kavrayışla analiz etmesinin bir neticesiydi.
Anadolu'nun Tarih Öncesi ve Bronz Çağı Kültürleri
Ali Cengiz Üstüner - Arkeoloji Tarih ve Sanat Yazıları, 2018
Ali Cengiz Üstüner - Biyografi, Kitap Kapsamı, Anadolu'da tarih öncesi ve bronz çağı kültürler... Protohititler... Anadolu dilleri... Hurriler... Hitit-Mısır ilişkileri... Şuppililuma, Hattuşil.
Anadolu'da Kafkas ve Asya Kökenli Dillere Ait Öncül İzler
Ağız ve Dil Araştırmalarına Adanan Bir Ömür: Prof. Dr. Jale Öztürk'e Armağan, Sonçağ Yayınları, Ankara., 2022
Yayın No. : 1540 © Tüm hakları yazarına aittir. Yazarın izni alınmadan kitabın tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, çoğaltılması yapılamaz. Yalnızca kaynak gösterilerek kullanılabilir.
Doğu Lykaonia dan Yeni Hristiyanlık Dönemi Yazıtları
Cedrus, 2020
Bu çalışmada Lykaonia Bölgesi'nin doğu kesiminde bulunan Hristiyanlık evresine ait yazıtlar ele alınmaktadır. Bu yazıtların üçü Yağlıbayat Mahallesi'nin bulunduğu Savatra antik kentine aittir. Diğer yazıtlar ise; Perta antik kentine yakın olan İpekler Mahallesi'nde ve Altınekin ilçesinin güneyinde bulunan Zulmanda Hanı yakınlarındaki yerleşim yerinde bulunmuştur. Savatra'da bulunan 1 Nr.lı yazıt Anatolios isimli bir kişinin mezar taşıdır. Yazıtın üzeri bir histogram ile tamamlanmaktadır. 2 Nr.lı yazıt dikdörtgen blok şeklindedir ve Tanrı'nın ezeli ve ebedi yönünü ifade eden Hellence'deki alpha ve omega harfleri yer almaktadır. 3 Nr.lı yazıt ise Yağlıbayat mezarlığında bulunmuştur ve kırık durumdadır. Okunabilen kısmında ise bir episkopostan bahsedilmektedir. 4 Nr.lı yazıtta azizlik mertebesne yükselen Polyeuktos isimli bir rahibin inanç tahlilini ortaya koymaktadır. Son yazıt ise Zulmanda Han'ın yakınındaki bir çiftilikte bulunmuştur. Bu yazıtta Patricius isimli bir hatibin buradaki kiliseyi kutsamasından söz edilmektedir.
Erken Osmanlı Anadolu’sunda Taşra Elitleri Üzerine Bir Değerlendirme
Tezkire Dergisi, 2024
Elit (seçkin) kavramı üzerine yapılan tartışmalar giderek birçok tarihçinin ilgisini çekmektedir. Özellikle, Osmanlı Devleti’nin Balkan ve Arap topraklarındaki elitler üzerine yapılan çalışmalar, bu mesele hakkındaki tartışmaların merkezinde durmaktadır. Dolayısıyla, meseleye dair tüm paradigmalar, bu bölgelerden hareketle temellendirilmektedir. Bu çalışmada, öncelikle elit kavramının tarih yazımına değinilmiştir. Elitler üzerine kalem oynatan kimselerin görüşlerine kısaca yer verilmiştir. Daha sonra, Osmanlılar açısından elitlerin kim olabileceği sorgulanmış ve nasıl tanımlanabileceği üzerine bir tartışma yürütülmüştür. Çalışmanın sonuna doğru ise klasik dönem Osmanlı Anadolu’sundaki taşra eliti üzerine giriş mahiyetinde bir tartışma kaleme alınmıştır. Özellikle, Osmanlı elit zümresini tanımlayabilecek bir takım temel kriterler önce sorgulanarak Osmanlı elitlerinin kimlerden oluşabileceğine dair genel bir çerçeve çizilmiştir. Neticede askerî ve reaya olarak iki temel sınıfa bölünen Osmanlı toplumunda elit kavramının sadece askerî sınıfa indirgenemeyecek kadar müphem bir kavram olduğu vurgulanmıştır. Bu nedenle elitlere yönelik çalışmaların devam etmesi gerektiği belirtilmiştir. Many historians have become increasingly interested in the debate over the concept of elite. Studies on the elites in the Balkan and Arab lands of the Ottoman Empire are especially prominent in discussions about the issue. Thus, these regions serve as the basis of all paradigms. This study begins by discussing the historiography of the concept of elite. The viewpoints of those who have written on elites are briefly addressed. The question of who elites could be for the Ottomans was then raised, and a dispute about how to define them ensued. Towards the end of the research, an introductory overview of the provincial elite in Ottoman Anatolia during the classical period is provided. Specifically, some basic criteria that could identify the Ottoman elite are questioned, and a general framework is developed for determining who the Ottoman elite might be. As a result, it is emphasized that the concept of elite in Ottoman society, which was basically divided into two classes as military and sponsorship (REAYA) was too vague to be reduced only to the military class. For this reason, it is emphasized that studies of elites should continue.