Ceza Hukuku Research Papers - Academia.edu (original) (raw)
Anayasaya aykırı şekilde toplanan delillerin ceza yargılaması dışında tutulmasına ilişkin modern prensibin kaynağı, Warren’in son zamanlarındaki Amerika Birleşik Devletleri Yüksek Mahkemesinin (USSC) içtihatlarından gelmektedir. Bu... more
Anayasaya aykırı şekilde toplanan delillerin ceza yargılaması dışında tutulmasına ilişkin modern prensibin kaynağı, Warren’in son zamanlarındaki Amerika Birleşik Devletleri Yüksek Mahkemesinin (USSC) içtihatlarından gelmektedir. Bu yıllarda Yüksek Mahkeme, kademe kademe ceza yargılamasında sanıkların korunmasına dair hükümler içeren Federal Anayasanın 4., 5., 6. ve 8. Değişiklerini geniş kapsamlı koruma içeren 14. Değişikliğe dahil etmekte ve federe devletlerin bu düzenlemelere uymasını sağlamaktaydı. Böylece Birleşik Devletler Yüksek Mahkemesi, kendisini yüksek temyiz mahkemesinden Birleşik Devletler yargı alanı içerisinde adaletten sorumlu ulusal anayasa mahkemesine dönüştürdü. Bu bağlamda, dönüm noktası niteliğinde olan mahkeme kararları: 1)Mapp v. Ohio kararı , 1914 yılından bu yana federal Mahkemeler tarafından zaten dışlama kuralı olarak uygulanan 4. Değişikliğin federe devletler üzerinde bağlayıcı olmasına vesile oldu; 2)Wong Sun v. United States kararı , önceki anayasal ihlaller ile nedensellik bağı olan türemiş delillere ilişkin dışlama kuralını tekrar ifade etti ; 3)Massiah v. United States kararı , devlet kurumlarına yapılan itiraf ve kabullerin ceza yargılamasından dışlanmasını öngördü; ve 4)Miranda v. Arizona kararı , kişinin kendini suçlamama hakkını güvence altına alan 5. Değişikliğe aykırı olarak şüpheliye sessiz kalma hakkının ve avukata danışma hakkının tavsiye edilmediği ya da bu haklardan gerçek anlamda feragatin bulunmadığı durumlarda gözaltı soruşturmasında elde edilen itiraf ve kabullerin ceza yargılanmasından dışlanması gerekeceğini belirtti.
Bu önem arzeden kararlar, özellikle Mapp ve Miranda, Hakim Burger başkanlığındaki Yüksek Mahkeme tarafından dışlama kuralına bazı sınırlamalar getirildiğinden ötürü yurt dışında son derece etkili olmuştur. Yasak ağacın meyvesi doktrininin başlıca istisnaları, kaçınılmaz keşif(inevitable discovery) , bağımsız kaynak(independent source) ve 4. Değişiklikteki ihlaller için iyi niyet(good faith) olarak bilinmektedir.
Amerikan Yüksek Mahkemesinin daha önceki kararlarında, 5. Değişikliğe direkt aykırılıktan ya da delil değerinin yetersizliğinden ötürü gönülsüz itirafların (involuntary confessions) federal mahkemelerden dışlanmasını öngörmüştür. Mahkeme, sonraki kararlarında, tüm vakıanın değerlendirilmesinden sonra kanunun öngördüğü bir ihlalin varlığı itirafların ceza yargılanmasından dışlanması gerektiğini ifade etmiştir. Ancak bu karar, çığır açan bir içtihat oluşturmamıştır. İngiltere-Galler ve birçok Kara Avrupası ülkesi, ispat edici değeri bulunmayan ya da insan hakları göz ardı edilerek icbar ve benzeri yollar ile elde edilmiş gönülsüz itiraflarını dışlamaya ilişkin kuralları zaten tanımışlardır.
Modern dışlama kurallarının Kara Avrupası hukukundan ziyade Anglo Sakson hukuku geleneğine sahip ülkelerde gelişmesi sürpriz olarak görülebilir. İngiltere, Birleşik Devletler ve diğer Anglo Sakson hukukunu benimseyen ülkelerin genelinde mahkemeler delillerin nasıl elde edileceğini sorgulamamış fakat kabul edilebilirliği(admissibility) ilgi ve ispat değeri faktörleri açısından incelemişlerdir. Diğer yandan, Kara Avrupası Ceza Kanunları, delillerin toplanması ve ceza soruşturması sırasında yapılması gereken diğer hususlar konusunda oldukça katı kurallara yer vermiştir. Ayrıca, soruşturma evresinde bu kurallara aykırı yapılan fillerin meyvelerinin kabul edilemeyeceği öngörülmüştür. Bunun anlamı, bu normlara aykırı yapılan fiillerin meyveleri, ceza soruşturmasının yanında ceza kovuşturmasından da dışlanmasıdır. İlk dönemlerdeki Kara Avrupası hukuku kanunlarının detaylı şekilde kodifike edilmesi girişimi, ceza yargılaması düzenlemelerinde olayın değerlendirilmesi aşamasında ayrıntılı ve şekli delil kurallarının oluşmasını sağladı. Kara Avrupası hukuku ceza yargılamasında hakimlik mesleğini yapmayanların yargılamaya katılma müessesi (lay participation) kaldırıldığı zaman, yeni oluşan mahkemelerin meşruluğunun sağlanması için soruşturma ve yargılama organları üzerinde sert bir sınırlandırmaya gidilmiştir. Ön soruşturma sırasında kanıt olarak gösterilen bilgi ve belgeler, kanunun öngördüğü şekilde toplanmadığı sürece delil niteliği taşımamaktaydı. Hakimler, delillerin iki şahit içermediği veya sanığın itirafının diğer deliller ile uyuşmadığı sürece mahkumiyet kararı veremezdi. Hakimler jüri gibi meşruluğa sahip olmadıklarından ötürü kararlarını gerekçeli olarak vermek zorundaydı.
Birleşik Devletlerde dışlama doktrininin gelişiminin ilk zamanlarının, Kara Avrupası hukuku doktrininden ayrılmasının en iyi açıklaması, Amerikan Yüksek Mahkemesinin kademeli olarak federal anayasa mahkemesine dönüşmesi ve anayasa hukukunun mahkum olan kişiler lehine değişmesi olarak gösterilebilir. Bunun yanında, Amerikan Yüksek Mahkemesinin, temel savunma haklarını dikkate almayan federal devletlerin ceza sistemlerindeki adaletsizliklere karşı ve özellikle Afrika kökenli Amerikalı sanıklar lehine mücadeleye başlamasında, 1950 ve 1960’larda yaşanmış sivil haklar hareketinin itici güç olduğu inkar edilemez.
Amerikan ceza muhakemesi hukuku devrimi, Birleşik Devletler Yüksek Mahkeme Başkanı Warren görevde olduğu 1960 ve 1970’lerde meydana gelirken, Avrupa’da bu devrim İkinci Dünya Savaşı bitimi sonrasında soykırım ve stalinisme tepki olarak doğmuş ve sonucunda Avrupalıları, vatandaş haklarını hükümete karşı korumak konusunda teşvik etmiştir. Bu gelişmelerin hemen ardından, Uluslararası İnsan Hakları Beyannamesi, İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına ilişkin Avrupa Konvansiyonu ve Sivil ve Siyasi Haklara ilişkin Uluslararası Sözleşme ilan edilmiştir. 20. Yüzyılın karanlık ilk yarısından çıkan ülkeler devletin keyfiliğine ve terörüne karşı vatandaş haklarına öncelik veren yeni anayasalar düzenlemişlerdir. Avrupa’da bir diğer paralel yenilikte anayasa mahkemelerinin kuruluşu olmuştur. Anayasa mahkemeleri, Almanya, İtalya, İspanya ve neredeyse tüm eski Warsaw Paktı ülkeleri tarafından benimsenmiştir. Böylece, bu ülkeler anayasal yargı sistemi için yüksek mahkeme liderliğindeki mahkemeler dışında özel yetkili mahkeme seçmişlerdir.
1990’lı yıllarda Latin Amerika, soğuk savaşın bitimine müteakiben artık sol akımları yok etme gibi ana bir maksada hizmet etmeyen Birleşik Devletler destekli diktatörlük yıllarından çıktığı için Avrupa ve Birleşik Devletlerde olduğu gibi yeni bir anayasa ve ceza yargılaması sistemi reformu gerçekleştirmiştir.
Avrupa, Latin Amerika ve de daha az derecede olsa da Japonya, Kore, Tayvan ve Güney Afrika gibi diğer yeni demokrasilerin normal mahkemeleri ve anayasa mahkemeleri, Amerikan Yüksek Mahkemesinin içtihatları ile oluşmuş kurallara aşinadırlar. Bu mahkemeler, Amerikan Yüksek Mahkemesi içtihatlarını, özel yaşam, insan onuru, kişinin kendi aleyhine tanıklık yapmama hakları ile ilişkili olan yeni anayasal prensipleri ve bu prensiplere aykırı toplanan delillerin dikkate alınmama ihtimalini yorumlarken kullanmaktadırlar.
Bu makale, ilk olarak modern kanunlar, anayasalar ve mahkeme içtihatları tarafından öngörülen dışlama kuralları hakkında özet bir inceleme sunacaktır. Sonrasında, bu kuralların polis soruşturmaları sırasında insan onuru ve sessiz kalma hakkı, kişinin konutunda özel yaşam hakkı ve haberleşme hakkının anayasal ihlalinden kaynaklanan delillerin dışlanmasında nasıl yorumlandığı anlatılacaktır. Anayasaya aykırı kolluk kuvveti mensuplarının fiillerinin kullanılıp kullanılamayacağı kararı konusunda, ister ciddi anayasal ihlaller için kategori şeklinde dışlama kurallarına sahip isterse de hakime geniş takdir yetkisi veren ülke olsun, kanuni hükümlerin iptali veya esnek denge testleriyle maddi gerçeğin araştırılmasının, yasak ağacın meyvesi doktrini ile ilgili anayasal haklardan daha üstün tutulduğu sonucuna ulaşılacaktır. Sonuç olarak, kanaatimize göre, hukuku icra eden kamu görevlilerinin idari elverişlilik yada hukuksal alternatiflerin eksikliğinden ötürü kasıtlı olarak kanun ve anayasal prosedürleri aksatmaya devam edecekleri ve mahkemelerin bu tür davranışlara maddi gerçeğin ortaya çıkarılması amacıyla göz yumacakları beklenmektedir.