Diyalektik Research Papers - Academia.edu (original) (raw)
Marx, Kapital (2015)’de ve pek çok metninde kapitalist üretim ilişkilerinin eleştirisinde sık sık emeğin soyut, somut; üretken, üretken-olmayan kategorilerinden söz eder. Bu kavramsal ve kategorik çözümleme, Marx’ın yöntemsel dehâsının... more
Marx, Kapital (2015)’de ve pek çok metninde kapitalist üretim ilişkilerinin eleştirisinde sık sık emeğin soyut, somut; üretken, üretken-olmayan kategorilerinden söz eder. Bu kavramsal ve kategorik çözümleme, Marx’ın yöntemsel dehâsının yanında, kuşkusuz, kapitalist üretim ilişkilerinin özgül biçimlerini, emeğin sermayenin tahakkümüne girme koşullarını açıkça göstermesindeki başarının da ifadesidir. Nitekim her biri belli bağlamlarda özgül anlamlar kazanan bu kavram ve kategoriler, emek gücünün özgül bir meta olarak nasıl sermayenin tahakkümüne girdiğini ortaya koyar. Dolayısıyla bunların mantıksal araçlar olarak Marxçı anlamıyla anlaşılıp ele alınması, kapitalist üretim ilişkileri karşısında tavır alan herhangi bir sınıfsal mücadelenin de önkoşuludur. Bu bakımdan kapitalist toplum içinde ortaya çıkan benzersiz emek süreçlerinin değer ve artık-değer üretimini nasıl mümkün kıldığını, emeğin ve emek kategorilerinin Marx’ın ifade ettiği biçimiyle neye karşılık geldiğini ortaya koymak önemlidir.
Marx’ın da işaret ettiği üzere, emeğe, mantıksal bir soyutlama olarak en genel ve en basit anlamıyla, insanın doğayla metabolik ilişkisi denilebilir. Üretim tarzından bağımsız ve insanın biyolojik bir varlık olmasından kaynaklı bir zorunluluk olarak emek, tarihin “canlı, biçim veren ateşi”dir (Marx, 2013: 253). Ancak insan hep belirli bir toplumsal biçim içinde yaşar; genel bir yaşayışı yoktur ve bu nedenle de doğayla bu metabolik ilişki, belirli üretim ilişkileri içinde belirli biçimlerde gerçekleşebilir. Dolayısıyla üretim ilişkilerinden ayrı genel bir emek kavramından söz etmek yerine, herhangi bir üretim ilişkisi içindeki emekten ve onun biçimlerinden söz etmek gerekir. Bu nedenle de kapitalist üretim ilişkileri içinde emek, kapitalizm öncesi emekle aynı şeyi ifade etmez. Zira bu üretim ilişkileri içinde, diğer her şey gibi, insan emeği de özgül bir karaktere bürünür. Kendisinden önceki biçimlerinden farklı olarak kapitalizmde emek, sermayenin var olma koşulu, “sermayenin bir kişileşmesi” ve “değişken sermaye olarak olumsuz biçiminde olsa dahi bizzat sermayenin kendisi” (Azeri, 2019) olarak ortaya çıkar. Bu nedenle de sermayenin Marxçı eleştirisi “emek içinden değil; bizzat (kapitalist) emeğe yöneltilen bir eleştiridir” (Azeri, 2019; Postone, 2003). Ne var ki emeğin bu benzersiz süreçlerinin ve kategorilerinin anlaşılamaması/yanlış anlaşılması yaygın durumlardır.
Bunlardan ilki emeğe yüce bir karakter atfetmektir. Marx, Alman Sosyal Demokrat İşçi Partisinin Gotha programının “Emek bütün zenginliğin ve bütün kültürün kaynağıdır” biçimindeki ilk cümlesini “burjuva lafazanlığı” (Marx, 1989) olarak nitelerken bizzat emeğin “doğa-üstü yaratma gücü” olarak düşünülmesine karşı çıkar. Zira doğa-üstü “yüce” bir yaratma gücü olarak düşünüldüğünde emek, onun nesnel koşullarına (üretim araçlarına) sahip olanlar karşısında kendi emek-gücünden başka hiçbir şeye sahip olmayanların sömürülmesinin garantisi haline gelir (Marx, 1989). Buna karşılık emek kadar doğa da zenginliğin kaynağıdır. İnsan doğayı manipüle ettiği ölçüde emek, kullanım-değerlerinin ve dolayısıyla da servetin kaynağı olabilir (Marx, 1989). Bunun yanında servet ile kapitalist servetin aynı görülmesi de bir sorundur. Zira Marx’ın, daha sonra Kapital’de yapacağı eleştiri bununla ilgilidir. Kapitalist emek servetin değil; değerin biricik kaynağıdır; değer ise servetle aynı şey değildir. Değer kapitalist servetin toplumsal biçimidir.
Diğer bir durum da emeğin kategorilerinden ilkin emeğin soyut karakterinin ya geleneksel “soyut” kavramıyla ilişkili olarak “zihinsel” bir kategori ya da mübadele alanında ortaya çıkan bir durum olarak anlaşılması; ikinci olarak da üretken emeğin sermaye için üretkenliğinin özgül koşullarının anlaşılmaması ya da enikonu genel bir üretkenlik olarak anlaşılmamasıdır.
İlk durum hem soyut emek ile mübadele, hem de soyut ile zihinsel ilişkisi bakımından genellikle kavramsal bir soruna dönüşür ve çoğunlukla soyut sözcüğünün geleneksel algısına göre yorumlanır. Zihin Emeği Kol Emeği (2011) adlı kitabında Alfred Sohn-Rethel’in soyut emek (bununla bağlantılı olarak zihinsel emek) söz konusu olduğunda geleneksel ikici bakışlarda bulunan bir ikilikten zaman zaman kaçamadığı görülür.
İkinci durum ise üretken emek ile üretken sözcüğü arasında sözcük bazında kurulan ilişki sonucunda, üretken emeğin bağlamından ve koşullarından ayrı yorumlanmasına, dolayısıyla da hangi emeğin üretken olup olmadığı üzerinden gerçekleşen bir sınıflandırma tutumuna varılması, üretken sayılan emek türlerinin yüceltilmesidir. Ev içi emek bağlamında Dalla Costa (1975), MacKinnon (2015) gibi feministlerin üretken emek tartışmaları bu durumu örnekler.
Oysa Kapital’de pek çok yapıtında Marx, soyut ve somut veya üretken ve üretken olmayan emek gibi mantıksal ayrımları emeğin üretim ilişkileri içinde değer üretimi durumuna göre farklı yönlerini gösterme amacıyla yapar. Buna göre somut emek, emeğin faydalı kısmını, soyut emek tekil kişilerin olmayan ancak tekil kişiler üzerinden gerçekleşen soyut zaman cinsinden ifade edilen genel toplumsal emeği ifade eder. Bu soyutluk, “zihinsel” değil, bireyselliğinin genel toplumsallığa dönüşmesi anlamında toplumsal soyutluktur. Üretken emek ise üretkenlik kavramına indirgenmemekle birlikte, sermayenin biçimsel ve gerçek tahakkümüne girerek onunla mübadele edilen ve dolaysıyla da üretim sürecinde bizzat sermaye tarafından tüketilip artık-değer üreten emektir (Hikmet, 1985). Dolayısıyla üretken ve üretken-olmayan emeğin artık-değer üretimine göre ayrılması üretken emeğin kutsanması, üretken-olmayan emeğin aşağılanması için değil (Hikmet, 1985); hangi emeğin sermaye açısından üretken olduğunun ortaya konulmasıdır. Kaldı ki Marx, üretken işçi olmanın bir talih değil; bir lanet olduğunu söyler (2015: 486).
Emeğin ve emek kategorilerinin doğru formülasyonu, kuşkusuz, sadece kavramsal bir tartışmaya indirgenemez. Hikmet (1985)’in belirttiği gibi “Bu kategorilerin kesin biçimde formülasyonu Marx’a burjuva sınıfının servetinin, kârının ve ‘sermayenin üretici gücü’nün kaynağını açığa çıkarma olanağını vermenin yanı sıra endüstriyel (üretici), ticari ve finans sermayeleri dâhil sermayenin çeşitli kesimleri arasındaki farkları ve bunların karşılıklı ilişkilerini doğru biçimde çözümlemesini sağlar. Bunun yanı sıra Marx […] proletaryanın içsel bölümlemelerini ve sermayenin işçi sınıfının farklı kesimleriyle çeşitli biçimlerde siyasal ve ekonomik karşılaşmasını çözümlemek üzere işlerli kuramsal bir araç sağlar.” Dolayısıyla Marx’ın bu mantıksal-kavramsal çözümlemelere başvurma amacı, kapitalist üretim ilişkilerinin koşullarını ve buna bağlı olarak ondan kurtulmanın mantıksal-politik-ekonomik araçlarını ortaya koymak; kendi sınıfının sözcüsü durumunda olan geleneksel politik ekonomicilerin dillendirdikleri biçimiyle bu bilimin bizzat mevcut üretim ilişkilerini yeniden üretmeye dönük bir çaba olduğunu göstermek ve sınıf mücadelesinde sermaye karşısında alınacak tutumun yolunu çizmektir. Dolayısıyla da bu kavram ve kategorilerin doğru formülasyonu sınıf mücadelesi açısından olmazsa olmazdır. Nitekim bu kavramların yanlış anlaşılması, kapitalizme karşı geliştirilecek bir mücadelenin dinamizmine halel getirmekten kaçamaz.