Kadir Üçvet | Yildiz Technical University (original) (raw)

Papers by Kadir Üçvet

Research paper thumbnail of BILINMEYEN KOD Code Unknown Code inconnu Michael Haneke 2000

Avusturyalı yönetmen Michael Haneke'nin yeni yüzyıl başlangıcında çektiği "Bilinmeyen Kod : Birka... more Avusturyalı yönetmen Michael Haneke'nin yeni yüzyıl başlangıcında çektiği "Bilinmeyen Kod : Birkaç Yolculuğun Tamamlanmamış Hikayeleri" başlıklı filmi; sinematografisinin ayak izlerini, kendi kıtasında çok kültürlülüğün adeta başkenti olan Paris'te, sadece salt ülke kırsalından değil kentli bireyler ile Doğu Avrupa ve Afrika'dan gelen göçmen insanların tesadüfi kesişmelerinden yoğuracağı kesintili hikayeler üzerinden tarihin bir dönüm noktasında kayda geçirmektedir. Bu kayıtta birbirleriyle herhangi bir ilgi ve iletişimi olmayan sıradan bireyleri, tesadüfi bir anda bir araya getirmekte, birbiriyle teğet geçen ama bir diğerine bağlanamayan yaşamların sorgulanmadan, neden-sonuç ilişkisi kurulmadan basit bir anlatım diliyle öyküleştiği ama çok da tamamlanmadan izleyicinin ilgi ve konsantrasyonunu talep eden Haneke Sineması'nın diliyle yazılmış hikayelerin "kod"ları karıştıran, araştıran ve sorgulayan bir gösterimi yapılmaktadır film ile. "Bilinmeyen Kod" filmi; Paris'te yaşayan oyuncu Anne (Juliette Binoche), onun sevgilisi ülke kırsalında yetişmiş Paris'te yaşayan bir gazeteci George (Thierry Neuvic), George'un kardeşi Jean (Alexandre Hamidi), Afrika'lı göçmen bir müzik öğretmeni Amadou (Ona Lu Yenke) ve Romanya'dan kaçak yollarla Paris'e gelmiş bir dilenci Maria'nın (Luminita Gheorghiu) hayatlarından kesitler sunan bir film olarak farklı ırk, cinsiyet, kültür ve sınıflardan insanların bir zaman dilimi içinde bir kentte kesişmesinin hikâyesini, bu insanları modern hayatın cazip Avrupa kentinde çeken küresel faktörler üzerinden iletişim, etkileşim ve sosyo-psikolojik kesişimlerinin farklılıkların Avrupa bireyiyle etkileşime giren bu "öteki" kimlikler üzerinden irdelemesini yapmaktadır. "… Film, sağır ve dilsiz olduğu anlaşılan bir kızın arkadaşlarına bir şey anlatmaya çalıştığı görüntü ile başlamaktadır. Kızın anlattığı kelimeyi arkadaşları bir türlü bilemez. Oyuncu olan Anne, evinden çıkar. Kapı önünde onu sevgilisinin kardeşi olan Jean beklemektedir. Jean, babasıyla anlaşamayıp geldiğinden bahseder. Anne, ise onu pek önemsememektedir. Jean'a evde yer olmadığını sadece bir iki gün kalabileceğini söyler. Pastaneye gidip, yiyecek bir şeyler alır Jean' a da verir. Evin anahtarını da verip ayrılır. Jean, elindeki kağıdı dilencilik yapan kadının kuçağına atar. Bunu gören siyahi genç Amadou, Jean'a tepki gösterir. Kadından özür dilemesi için ısrar eder. Ancak Jean, buna yanaşmaz ve aralarında arbede çıkar. Polisler gelir ancak şikâyetçi olan Amadou ve dilenci Maria'yı gözaltına alırlar. Jean ise serbest bırakılır.

Bookmarks Related papers MentionsView impact

Research paper thumbnail of PIYANIST La pianiste The Piano Teacher Michael Haneke 2001

Avusturyalı yönetmen Michael Haneke'nin Cannes Film Festivali'nde "En İyi Film"i de dâhil olmak ü... more Avusturyalı yönetmen Michael Haneke'nin Cannes Film Festivali'nde "En İyi Film"i de dâhil olmak üzere üç dalda ödül alan filmi La Pianiste, baskıcı annesiyle beraber yaşayan ve Viyana Konservatuarı'nda piyano öğretmeni olan Erika Kohut'ün (Isabelle Huppert) hikâyesini

Bookmarks Related papers MentionsView impact

Research paper thumbnail of AVRUPA Europa Lars von Trier 1991

Lars Von Trier'in Element of Crime'la başlayıp, Epidemic ile devam ettiği "Avrupa" üçlemesinin so... more Lars Von Trier'in Element of Crime'la başlayıp, Epidemic ile devam ettiği "Avrupa" üçlemesinin son ayağı Europa. Trier'in serinin diğer filmlerinde çizdiği karanlık ve yağmurlu Avrupa profili, bu filmde de aynen devam ediyor. Avrupa'nın derinliklerine, daha karanlık olan kısımlarına yolcuğumuz sürüyor. Yönetmen, Epidemic'te Avrupa'daki veba salgınını ekrana taşırken, Europa'da ise, 2.Dünya Savaşı'nın hemen ertesindeki Almanya'da geçen, bir dizi entrikayı beyaz perdeye yansıtıyor. Avrupa serisinin ilk filmi gibi, bu film de hipnoz seansına benzer şekilde açılıyor. Bu aynı zamanda Trier'in, o zamanın Almanya'sını izleyicilerin gözünde canlandırmak ve izleyicilerin özdeşleşme kurması adına yapılmış bir hareket. 2.Dünya Savaşı'ndan çıkan Almanya'da geçen hikayede, perdede ilk olarak Leopold Kessler'i (Jean-Marc Barr) görürüz. Kessler'in babası, savaş çıktığında ülkesini terk edip, ABD'ye yerleşmiştir. Kessler'de savaştan sonra, ülkesine, amcasının ((Ernst-Hugo Järegård) yanına döner. Almanya'da Zentropa Tren Taşımacılığı Şirketi için, tren kondöktörlüğü yapan amcası, Kessler'e burada iş bulur. İlk iş gününde Kessler, Zentropa'nın sahibi Max Hartmann'ın (Jørgen Reenberg) kızı Katharina'yla (Barbara Sukowa) tanışır ve aralarında bir yakınlaşma başlar. Hartmann ailesi, küçük bir Almanya profili gibidir. Şirketin kurucusu Max Hartmann, savaş sırasında Nazilere destek vermiştir, fakat savaş bittiğinde bu desteğin çok su yüzüne çıkmasını istemez. Oğlu Lawrence (Udo Kier) ise, savaşın

Bookmarks Related papers MentionsView impact

Research paper thumbnail of SOZ Ordet The Word Carl Theodor Dreyer 1955

Ordet, 1925 Danimarka'sının bir köyünde Borgen Ailesi içinde geçmektedir. Morten Borgen (Henrik M... more Ordet, 1925 Danimarka'sının bir köyünde Borgen Ailesi içinde geçmektedir. Morten Borgen (Henrik Malberg) Tanrı'ya inanan yaşlı bir adam, büyük oğlu Mikkel Borgen (Emil Hass Christensen) iyi kalpli fakat Tanrı'ya inancı olmayan bir karakterdir. Ortanca oğul Johannes (Preben Lerdorff Rye) ilahiyat eğitimi aldıktan sonra, Tanrı düşüncesi üzerine kendini fazla verdiğinden dolayı aklını yitiren ve kendini İsa sanan bir karakter, küçük oğlu Anders (Cay Kristiansen) ise genç ve komşuları terzi Petersen'in (Ejner Federspiel) kızı Anne (Gerda Nielsen) ile evlenmeyi isteyen bir karakterdir. Diğer bir ana karakter olarak Mikkel'in karısı Inger (Birgitte Federspiel), herkesin üstüne titreyen ve ailedekilerin üzülmesini istemeyen

Bookmarks Related papers MentionsView impact

Research paper thumbnail of PI NIN YASAMI Life of Pi Ang Lee 2012

Ang Lee'nin yönetmenliğini yaptığı, Yann Martel'in aynı adlı romanından uyarlanan film, 3D teknol... more Ang Lee'nin yönetmenliğini yaptığı, Yann Martel'in aynı adlı romanından uyarlanan film, 3D teknolojisinin kullanımı sayesinde romanın kendisinden daha fazla ses getirdi. Ang Lee, özellikle Hindistan'a özgü rengârenk doğa manzaralarının ve hayvanların bulunduğu sahnelerle hikâyeyi ustaca, göze hitap eden bir zenginlikte sundu. Film, 11 dalda akademi ödüllerine aday gösterildi ve dört ayrı dalda başarı gösterdi.

Bookmarks Related papers MentionsView impact

Research paper thumbnail of BABA The Father Florian Zeller 2020

Akşam olup da hafızanın göz-göz odaları dolmaya başladığında, karanlık aralıkların uzun gölgeleri... more Akşam olup da hafızanın göz-göz odaları dolmaya başladığında, karanlık aralıkların uzun gölgeleri kıvrılıp odaların içini doldurmaya başlar ve zemini "beyaz" olsa da "kara"nın hükmüne yenik düşen hafıza odacıkları zihnin berrak sularını da koyultup, bir dolu yaşanmışlıkların izlerini "memory" (anı) bellek için seçilmez kılar. Yaşamın akıp giden sıradüzeninde, lineer bir sayaçta

Bookmarks Related papers MentionsView impact

Research paper thumbnail of SENİ SEVİYORUM, SENİ SEVİYORUM, Je t'aime, je t'aime, Alain Resnais,

Bookmarks Related papers MentionsView impact

Research paper thumbnail of SENİ SEVİYORUM, SENİ SEVİYORUM, Je t'aime, je t'aime, Alain Resnais,

Bookmarks Related papers MentionsView impact

Research paper thumbnail of ŞEYTAN YOKTUR, There Is No Evil, (Sheytan vojud nadarad), Muhammed Resulof, 2020 ÖZET

Vasat, sıradan bir gündelik rutinde, kendi adını taşıyan açılış bölümü olan "Şeytan Yoktur", orta... more Vasat, sıradan bir gündelik rutinde, kendi adını taşıyan açılış bölümü olan "Şeytan Yoktur", orta yaşlı aile babası Heshmat'ın (Ehsan Mirhosseini) Tahran'da günlük olağan işlerle uğraşmasını konu alıyor: Arkadaşının düğünü, yaşlı kayınvalidesine bakmak, çocuğunu okuldan almak. Tüm bu gündelik çabanın ardından sabaha karşı 03'te uyanıyor ve işinin beklediğimiz gibi olmadığı o işe gidiyor. Uzunca izlenen sıradanlığın içindeki o insancıl tavır

Bookmarks Related papers MentionsView impact

Research paper thumbnail of HİROŞİMA SEVGİLİM, Hiroshima mon amour, Alain Resnais,

Bookmarks Related papers MentionsView impact

Research paper thumbnail of AHLAT AĞACI, The Wild Pear Tree, Nuri Bilge Ceylan, 2018

Nuri Bilge Ceylan'ın son filmi Ahlat Ağacı'nda, yönetmenin hemen hemen bütün filmlerinde yer alan... more Nuri Bilge Ceylan'ın son filmi Ahlat Ağacı'nda, yönetmenin hemen hemen bütün filmlerinde yer alan kent-köy ve kentli-köylü arasındaki çatışma, yine ana karakterin yaşadığı varoluşsal sorunlarla beraber izleyici karşısına çıkıyor… Sinan (Doğu Demirkol), okuldan yeni mezun olmuş öğretmen olmayı bekleyen genç bir çocuktur. Çan ilçesindeki evini ziyarete geldiğinde babası İdris'in (Murat Cemcir) kumar

Bookmarks Related papers MentionsView impact

Research paper thumbnail of KALAN ZAMAN The Time That Remains Elia Suleiman 2009

Bookmarks Related papers MentionsView impact

Research paper thumbnail of KAPLAN VE EJDERHA, W ō hǔ cáng lóng, Crouching Tiger, Hidden Dragon, Ang Lee, 2000

Bookmarks Related papers MentionsView impact

Research paper thumbnail of MINARI, Lee Isaac Chung, 2021

Bookmarks Related papers MentionsView impact

Research paper thumbnail of ETKI ALTINDA BIR KADIN A Woman Under the Influence John Cassavetes 1974

ÖZET John Cassavetes'in başyapıtlarından biri olan "Etki Altında bir Kadın"da yönetmenin eşi Gena... more ÖZET John Cassavetes'in başyapıtlarından biri olan "Etki Altında bir Kadın"da yönetmenin eşi Gena Rowlands ile dostu ünlü aktör Peter Falk "üç çocuğu olan orta sınıf bir Amerikan aile"yi canlandırır. Akıl sağlığı giderek bozulan bir kadını oynayan Gena Rowlands, filmde hayatının performansını sunmuştur. Mabel Longhetti (Gena Rowlands) alt-orta sınıftan Los Angeles'lı bir ev kadınıdır; kişilik duygusu öylesine zayıftır ki, kendini sadece kocasının sevgisi ve çocuklarının bağlılığıyla tanımlar. Kocası Nick (Peter Falk), bir inşaat ekibinin şefidir; coşkulu bir yapıya sahip, insanlarla birlikte olmayı seven bir tiptir. Mabel, umutsuzca onu hoşnut kılmak ister ve yalnız olduklarında bunu yapar da. Uyuşurlar ve birbirlerini severler. Ama çevrede insanlar varsa, Mabel biraz kaçık bir hal alır. Nasıl davranması gerektiğinden emin değildir, çünkü kim olduğundan emin değildir. Mabel, çevresindeki her tür etkiye karşı savunmasızdır; güvensizdir, hiperdir, maniktir. Fazlaca güler ve kendini zorlar. Etrafta başkaları olduğunda iyi değildir… Ailesini çok sevmesinin, onlar için her şeyi yapabilecek olmasının yanı sıra bu sevgisini, ilgisini, düşkünlüğünü göstermenin farklı yollarını seçmekte, sosyal standartlara aykırı, aklına geldiği gibi davranmakta ve kendine güvensizliği ile öne çıkmaktadır. Nick'in çalışma arkadaşlarına göre ise Mabel "delidir". Ancak bunu ironik bir şekilde "arkadaşlardan" hiçbiri söylemezken, Nick durumu inkar ederek aslında kendi düşüncelerini ortaya koyar: Mabel "normal" değildir… Bu yüzden de kocası sonunda yapması gerektiğini düşündüğü şeyi yapar ve onu bir akıl hastanesine yatırır. Akıl hastanesine kapatılan Mabel, altı ay sonra evine geri döndüğünde durgunlaşmıştır. Toplum tarafından zararlı görülen aşırılıkları (ki Mabel'ın zararlı biri olduğunu söyleyemeyiz) büyük ölçüde baskılanmıştır. Çocuklarından ve hayatından bir süre koparılan Mabel'a klinikte öğretilmeye çalışılan ise uyum sağlamaktır. Uyum sağlamaz ise topluma eklemlenemeyecektir. Mabel, klinikte kendisine elektroşok uygulandığını anlatır; toplum, normal olmadığını söyleyerek ötekileştirdiği Mabel'i böyle cezalandırmıştır. Oysaki tedavi edilmesi gereken, kadının içine hapis olduğu düzenin kendisidir. John Cassavetes, kadınları ev işlerine ve çocuk bakımına mahkûm eden düzeni eleştirmek yerine, kadını eleştirmenin kolaycılığına kaçan toplumu anlatır "A Woman Under the Influence" filminde. Normalleşme kisvesi altında tek tipleşmeyi öneren, aşırılıkları törpülemeye meraklı toplum, histerik bir heyecana sahip, tek derdi iyi biri olmak olan Mabel'ı geri dönüşsüz bir biçimde acımasızca hırpalayacaktır zira… Alıntılar:

Bookmarks Related papers MentionsView impact

Research paper thumbnail of ASK IRMAKLARI Love Streams John Cassavetes 1984

ÖZET Ted Allan'ın 1980 tarihli aynı adlı tiyatro oyunundan senaryosunu yine yazarın kendisinin uy... more ÖZET Ted Allan'ın 1980 tarihli aynı adlı tiyatro oyunundan senaryosunu yine yazarın kendisinin uyarlayıp yazdığı filmin yönetmeni Amerikan bağımsız sinemasının öncü yönetmeni John Cassavetes'tir (1929-1989). Cassavetes aynı zamanda senaryonun yazılmasına da katkıda bulunmuştur. Filmin başrollerinde de yönetmenin kendisinden başka gedikli oyuncuları olan Gena Rowlands ve Seymour Cassel oynamışlardır. Filmde iki kardeşi oynayan Rowlands ve Cassavetes gerçek hayatta karı kocaydılar. Filmin özgün müziğini ise daha önce de Cassavetes'in üç filminin müziğini yapan Bo Harwood bestelemiştir. Filmde orta yaşlı iki kardeşin (Gena Rowlands ve John Cassavetes) eşleri ve sevdikleri tarafından terkedildikten sonra birbirlerine sığınmaları ve birlikte bu zor günleri atlatmaya çalışırken geçirdikleri birkaç günün hikâyesi anlatılmaktadır. Erkek kardeş Robert Harmon (John Cassavetes) Hollywood sırtlarındaki villasında yalnız başına yaşayan bir yazardır ve bir süre önce boşanmıştır. Kokuşmuş bir dünyanın yalnız kadınları hakkında ucuz romanlar yazarak hayatını kazanır. Belki kitaplarına malzeme toplamak için, belki de tek bir kadına bağlanma korkusunu bastırmak için sürekli olarak gece kulüpleri, travesti barları ve kumarhanelerde alkol ve sigaraya boğulmuş çürümüş ve sevgisiz bir yaşantıyı sürdürür. Geceleri takıldığı bu mekanlardan günübirlik ilişkiler için villasına sürekli olarak bazı kadınları getirir, bazı zamanlar beşini altısını bir arada günlerce ağırladığı da olur. Bazılarına tutulsa da [Susan (Diahnne Abbott)] ısrar etmez, ilişkiyi erteler. Boşandığı eşinin hafta sonu için kendisine bıraktığı sekiz yaşındaki oğluyla ilgilenmeyi bile reddedecek kadar sorumluluktan kaçan, bir şeylere bağlanmaktan korkan bir insandır. Kumarhaneye giderken beraberinde sürüklediği oğlunu otel odasında yalnız bırakıp daha sonra da ona içki içmeyi öğretmeye kalkan da odur. Yaşam tarzından ve etrafa saçıp savurduğu paralardan maddi durumunun yerinde olduğu anlaşılmaktadır. Robert'ın kız kardeşi Sarah Lawson (Gena Rowlands) da kocası Jack'ten (Seymour Cassel) yeni boşanmıştır. Taşkın ve delice davranışları kızı Debbie'yi (Risa Blewitt) kendisinden uzaklaştırmıştır. Kızının babasıyla kalmayı seçmesi Sarah'yı derinden yaralamış ve ruhsal çöküntüsünü tetiklemiştir. Kızı ve kocasını halâ seven Sarah'nın onları tekrar kazanma girişimleri karşı tarafça sürekli geri çevrilir. Hiç de hoş geçmeyen bir boşanma davasından sonra eşyalarını toplayan Sarah abisinin malikânesine taşınır. Burada en azından iletişim kurabileceği, kendisi gibi bir açmazın içinde hapsolmuş birini bulmuştur. Bir ara sevgiyi parayla satın alabileceğini sanan Sarah evi satın aldığı birçok hayvanla doldurur. İki minyatür at, bir keçi, ördekler, tavuklar, bir papağan ve çok iri bir köpekle malikânenin önünde taksiden inerken görüldüğü sahne, Sarah'nın mutsuzluğunu, umutsuz ve çaresizliğini anlatan en güzel sahnedir. Filmin sonuna doğru ev gitgide tenhalaşır. Robert'ın ziyaretçileri yoktur artık. Sarah kendine bir erkek arkadaş bulur ve evden ayrılır. Evde yalnız kalan Robert kameraya doğru veda konuşmasını yapar. (Bu aynı zamanda Cassavetes'in sinemaya ve hayata veda konuşmasıdır). Alıntı: https://tr.wikipedia.org/wiki/A%C5%9Fk_Irmaklar%C4%B1

Bookmarks Related papers MentionsView impact

Research paper thumbnail of GEC GELEN BAHAR Late Spring Banshun Yasujiro Ozu 1949

GEÇ GELEN BAHAR, Late Spring, Banshun, Yasujirô Ozu, 1949 ÖZET "Geç Gelen Bahar" 1949 Japonya yap... more GEÇ GELEN BAHAR, Late Spring, Banshun, Yasujirô Ozu, 1949 ÖZET "Geç Gelen Bahar" 1949 Japonya yapımı bir Yasujirō Ozu filmi. Yazar Kazuo Hirotsu'nun "Baba ve Kız" adlı kısa öyküsü Yasujirō Ozu ve senarist Kogo Noda tarafından sinemaya uyarlanmıştır. Başrolünde ise Ozu filmlerinin vazgeçilmez oyuncusu Chishu Ryu vardır. Ozu'nun elli iki filminde oynayan Ryu, Shukichi (Somiya) adlı dul bir profesörü canlandırıyor. "Noriko Üçlemesi" olarak adlandırılan triyolojisinin ilk filmidir. Diğer iki film ise sırasıyla 1951 yapımı "Erken Gelen Yaz" ve 1953 yapımı "Tokyo Hikayesi"dir. Setsuko Hara da Noriko rolünde bu üç film dahil olmak üzere yönetmen Ozu'nun altmış yedi filminde oynamıştır. Profesör Shukichi, kızı Noriko (Somiya) ile yaşamaktadır. Karısı öldükten sonra ikinci bir eş almamıştır. Çünkü kızı ona bakmaktadır. Otuzlarına yaklaşan Noriko evliliğe hazır değildir. Hem babasını yalnız bırakmak istemez hem de sağlık sorunları vardır. Savaş zamanı kendini çok yorduğu için kan değerleri düşük çıksa da günden güne iyileşir. Noriko evlenmemek için kendine sürekli sebep arar. Aslında babasına olan düşkünlüğü en önemli etmendir. Shukichi'nin yaşıt bir arkadaşıysa ikinci kez evlenmiştir. Bu Noriko'nun çok garibine gider ve adama bir bakıma demediğini bırakmaz. Kendinden küçük bir kadınla evlenmesi ve eski karısını unutmasını 'iğrenç' olarak tanımlar. Noriko bu kadar geleneksel ve muhafazakar düşünürken, babası daha açık görüşlüdür. Noriko'nun halası Masa (Haruko Sugimura) yeni evli bir kızı eleştirirken gelinin makyaj yaptığı, düğünde tıka basa yemek yediği ve içki içtiğini anlatır. Shukichi ise ona karşı çıkar. Kız, savaş kıtlığını gören biridir bu sebeple yemeğin değerini bilir ve içki içmesi de kötü bir davranış değildir. Masa ise kardeşinin bu tutumuna şaşırır. Onun için ikinci bir eş adayı düşünmeye başlar. Noriko'nun babasının yardımcısı Hattori (Jun Usami) ile aralarında arkadaşlık ilişkisi vardır. Hattori tarafından her an ciddi bir adım atılacak gibi görünse de aslında başka bir kızla nişanlı olduğu ortaya çıkar. Bu da modern zamanın 'kafası karışık erkeği'ni canlandırır. Noriko ile bisiklet binmek ve onunla konsere gitmek isteyen Hattori, bir sınırda Noriko tarafından durdurulur. Nişanlı olan biriyle baş başa vakit geçirmek pek de hoş değildir. Shukichi kardeşinin önerisiyle kızının ağzını yoklar ve yardımcısının nişanlı olduğunu öğrenir. Bir an üzülse de yeni damat adayları için Masa harekete geçmiştir. Noriko, halasının evinde güzel bir kadınla tanışır. Babasının yeni eş adayıdır. Adeta dünya başına yıkılır. 'Evlenmek istemiyorum' diye etrafındakileri geçiştiren kız bu sefer farklı bir yerden darbe almıştır. Çok sevdiği babası genç bir kadınla evlenmeyi düşünmektedir! Noriko babasını kıskanır ve ona karşı tavır takınır. Hatta gittikleri tiyatroda o kadını görünce kendini tutamaz ve ağlar. Shukichi, yaşlı bir kurt olarak kızının evlenmesi için plan yapmıştır. Onun gözyaşı dökmesini izler. Tek amacı geride bekar bir kız bırakmamaktır. Noriko, aile kurmayı hak ettiği için sevgisini verecek bir eş bulmalıdır. Hala Masa, sonunda mühendis bir damat adayı bulur. Noriko gece gündüz babası için ağlasa da arkadaşının da desteğiyle evlenmeyi kabul eder. Ve babası ile Kyoto'ya seyahate giderler. Orada ileride hatırlayacakları anıları biriktirirken Noriko, son kez babasına düzenlerini bozmamayı teklif eder. Shukichi ise kararlıdır: "Bana verdiğin sevgiyi kocana ver ve mutlu olmak için çalış". Noriko geri dönüş olmadığını anlar ve düğün için hazırlıklara başlar. Evlenmeyi ve çocuk doğurmayı kadınlar için bir zorunluluk haline getiren ellili yıllar Japonyasına bir bakış atan yönetmen Ozu, Amerikan hayranlığını da açıkça eleştiriyor. Coca-Cola ve Gary Cooper filmin vazgeçilmezleri olarak imgeleştiriliyorken unutulmakta olan Japon geleneklerine de bir selam veriliyor.

Bookmarks Related papers MentionsView impact

Research paper thumbnail of GERCEK VE ADALET Truth And Justice Tode ja oigus Tanel Toom 2019

ÖZET Anton Hansen Tammsaare'nin adını taşıyan beş bölümlük edebiyat klasiğine dayanan, Tanel Toom... more ÖZET Anton Hansen Tammsaare'nin adını taşıyan beş bölümlük edebiyat klasiğine dayanan, Tanel Toom'un ilk uzun metrajlı denemesi"Gerçek ve Adalet" filmi, saygılı, iyi yapılmış bir edebi uyarlamanın kendi ülkesi Estonya'da kabul görerek, Oscar için de adaylığıyla sınırları aşmasıyla öne çıkan bir sanatsal yapım olarak öne çıkmaktadır. Film, 19. yüzyılın son çeyreğinde, sorunlu bir toprak parçasını verimli bir çiftliğe dönüştürme hırs ve kararlılığıyla adeta gözleri gerçeklere kör olacak idealist genç bir çiftçinin on yıllara yayılan öyküsüdür. Zor şartlarda döneminin mülkiyet, mücadele, metanet, feodalite ve toplum, toprağa bağlılık, inanç ve sorgulama, gerçekliğin döngüsü ve gerçek adalet ile ahlak duygusunun karışımında kendisi ve ailesi için mutlu ve güzel bir hayat kurmaya kararlı bir adamın, Andres Paas (Priit Loog) adlı bir Estonyalının öyküsüdür. Genç karısı Krõõt (Maiken Schmidt) ile borçlanarak satın aldığı bir tepe çiftliği olan Robber's Rise virane çiftlik evi, bataklık arazisi ve kayalıklarıyla olduğu kadar buraya gelenlere rahat vermeyen komşu çiftçi Pearu Murakas'ın (Priit Võigemast) düşmanca doğası nedeniyle zor bir mülk olacaktır. Andres, kararlı ve inatçı karakteriyle yılgınlık göstermeden zorluklarla baş etmek üzere canla-başla işe koyulacaktır. Tarlalara baskından korumak için komşusuyla anlaşarak, yardımcısıyla arazi drenajı için komşunun sınırlarında bir hendek kazdıracak ve ortaklaşa çalışmayla su baskınlarını önlemek üzere çalışacaklardır. Ancak komşu anlaşmaya uymayacak, tüm zorluğu çeken Andres güvendiği komşunun yalan söylediğini, ona ihanet ettiğini ve kendi topraklarını koruyup onun arazisini sular içinde bıraktığını görünce konu adalet mekanizmasına taşınır. Ancak komşu her şeyi kılıfına uydurmuş, gerçeği çarpıtmış, Tanrı önünde verdiği söze sadık kalmayarak kutsal kitaba aldırmadan haklı çıkmıştır. Buralarda, bu zorlu uzak ve vahşi topraklarda Tanrı da Andres'in elinden düşürmediği İncil'de yazanlara rağmen, gerçeğin açık olmasına rağmen, adaleti insan elinden dağıtılmasını sağlamıyorsa "gerçek nedir o zaman" kuşkusuna düşürür kahramanımızı. Pearu'nun kötü niyetli ve düşmanlığı, Andres'i tiranca, "Hıristiyan olmayan" davranışlara sürüklerken yerel mahkemelerde de defalarca tekrarlanacak aldatmacalar bu defa kuralına göre işlemeye başlayacak, Andres hep karşı çıktığı adaletsizlik ve gerçeğin saptırılmışlığını kendisi de hem de kutsal kitabın açık sözlerine dayandırarak uygulamaktan kaçınmayacaktır. Başarmak ve haklı olmak hırsıyla yanıltılmış gerçek ve adaletsizliği gidermek, haklı davasında galip gelmek ve böylece karısıyla çocuklarına mutlu bir gelecek vermek için doğru yolda yanlışları uygulamaktan kaçınmayacaktır. Andres'in çok önem verdiği ailesi, İncil'i, doğruluk ve dürüstlük yolunda adalete olan inancı tümüyle başka bir duruma gidecek, ataerkil damarlarından akan yoğun erkek egemen dürtüleriyle çok sevdiği karısının ölümünü, ona çok istediği erkek çocuğunu verdiğinde görecektir. Gerçekler ve adalet terazisinin onun hükümlerine uymayan dengesinde, ölen karısının ve çiftliğin kahyasının çok sevdiği Mari'nin(Ester Kuntu) duygularına aldırış etmeden onu "kendi kadını" yapması, kendi kadınını aynı zamanda "kölesi" olarak da algılaması tüm ailesinin, çocuklarının ve Mari'nin onu çok seven eşi Juss'un (Simeoni Sundja) intiharı da çiftliğin tüm işlerini eski çizgisinden çok uzaklara götürecektir. Yıllar geçip, ailesine ve çocuklara Robber's Rise çiftliğini "yuva" yapamayan Andres için ise ailesiyle mutlu güzel günlere ulaşmak isteğiyle "doğru" olarak çıktığı yolda "Gerçek ve Adalet" terazisinin kılıcı kınından çıkmış, çoktan yönünü kaybetmiş olacaktır: "İnsan ne ister? Bir yere ulaşmak. Başlangıçta bir tepede durur, nereye gitmek istediğini görür, yola koyulur. Yol boyunca ormanlardan geçer, nemli çayırlar ve dipsiz bataklıklar arasında debelenip durur. Sonra durur ve yönünü yitirdiğini fark eder. Yolunu kaybetmiş ve nasıl devam edeceğini bilmeyen bir kişi ne yapabilir?"… (Filmden)

Bookmarks Related papers MentionsView impact

Research paper thumbnail of TOKYO HİKAYESİ Tôkyô monogatari Tokyo Story Yasujirô Ozu 1953

TOKYO HİKAYESİ, Tôkyô monogatari (Tokyo Story), Yasujirô Ozu, 1953 ÖZET Kırsalda en küçük kızları... more TOKYO HİKAYESİ, Tôkyô monogatari (Tokyo Story), Yasujirô Ozu, 1953 ÖZET Kırsalda en küçük kızlarıyla yaşayan Hirayama çifti diğer evlatlarını özlemiş ve onları ziyarete Tokyo'ya gitmeye karar vermiştir. İlk başta sıcak karşılanıp çocuklarıyla özlem gideren çift, Tokyo'da beklediklerini bulamazlar çünkü çocukları artık kendi ailelerine bakmakla ve işleriyle çok meşgullerdir ve anne-babaya zaman ayırabilmek onlar için imkansıza yakındır. Yaşlı çiftin Tokyo'da yaşayan çocuklarından biri mahalle doktorudur, diğeriyse güzellik salonuna sahiptir ve anne-babalarını çok sevmelerine rağmen işleri yüzünden bir türlü onlarla ilgilenemezler. Çocukları, bir süre sonra yaşlı çifti istemsiz bir şekilde yük olarak görmeye başlarlar. Onların evde sıkıldıklarını ve onları ihmal ettiklerini düşünen çocukları, Hirayama çiftini gezdirmesi için sekiz yıl önce savaşta ölen kardeşlerinin dul eşine ricada bulunurlar ve dul kadın bu isteği işi olmasına rağmen tereddütsüz kabul eder. Yaşlılara karşı çok nazik ve alakalı davranan Noriko (Setsuko Hara), anne-babanın öz evlatlarından görmediği ilgiyi onlara gösterir. Noriko'nun yaşlı çiftin öz evlatlarından daha vefakar olan bu hareketleri, kan bağının insanları birbirine bağlayan güçlü bir bağ olmadığı gerçeğini ortaya çıkarması açısından önemlidir. … Filmlerinde gerek kalmadıkça şiddete ve duygusallığa açıktan asla izin vermeyen usta yönetmen, minimalist teknikleri ile filmi gerçekçi ve duygusal açıdan derin bir hale getiriyor… Anne-babayı en azami biçimde mutlu etmenin, onlara zaman ayırmak ve ilgilenmek olduğunu unutan çocukları ebeveynlerinin mutlu olacağını düşünüp onları bir kaç günlüğüne kaplıcaya yollarlar. Fakat tatil yeri yaşlılara göre değildir ve çift bu sesli ortamdan rahatsız olur. Ertesi sabah okyanus kenarında çiftin oturduğu, terk edilme duygusunun, sahneye herhangi bir diyalog katılmaksızın açıkça ifade edildiği bir sahnede, yönetmen Ozu yaşlı bir çiftin çocuklarından ayrılma duygusunu sadece çevre görüntüsü ile verebilmeyi başarmış. Üzüntü ve terk edilme hisleri, film boyunca çok belirgindir ancak seyirciye hiçbir şekilde empoze edilmemektedir. Uzak manzara görüntüleri ve sessizlik, duyguları izleyiciye verme açısından sakin ve sevecen bir yol olarak seçilmiştir… Çift daha sonra çocuklarının yolladıkları paranın boşa gittiğini duymamaları için haber vermeden Tokyo'ya erkenden geri döner. Noriko, anne Tomi'yle(Chieko Higashiyama) ilgilenir ve onu evine alır. Baba Shukichi (Chishû Ryû) ise eski dostlarının yanına gider ve sabaha kadar içip dertleşir. Babanın arkadaşlarıyla olan sahnesi, filmde devam eden Yasujiro Ozu minimalizmini de doruk noktaya çıkartır. Kamera çekimleri açısından hareketsiz çekimleri tercih eden Ozu, seyirciye mekandaki gözlemci hissini vermeyi çok iyi başarmış. Dertleşme sahnesinde baba Shukichi'nin film boyunca hiç homurdanmamasına rağmen"sanırım mutlu olmalıyım" diyerek aslında evlatlarının mükemmel olmadığının ve daha doğru ve realist bir beklenti içine girmesi gerektiğinin farkına varması, izleyicileri konuşmaları takip eden sessiz bir kişi moduna sokuyor. Yaşadığı hayal kırıklıkları yüzünden eski alışkanlığı olan alkole dönen baba Shukichi, aşırı sarhoş bir şekilde arkadaşıyla beraber polis tarafından kızının evine getirilir. Çiftin Tokyo ziyareti bittiğinde yürekleri buruk olmalarına rağmen trene binerken dahi bu durumu çocuklarına belli etmemeleri anne-baba sevgisinin karşılıksız olduğunu izleyiciye kanıtlar niteliktedir… Alıntı:

Bookmarks Related papers MentionsView impact

Research paper thumbnail of 2001 BİR UZAY DESTANI, A Space Odyssey, Stanley Kubrick,1968

ÖZET Giriş bölümü: Güneşin Dünya üzerinde yükselişi sırasında, Dünyanın Ay üzerindeki yükselişi i... more ÖZET Giriş bölümü: Güneşin Dünya üzerinde yükselişi sırasında, Dünyanın Ay üzerindeki yükselişi ile başlar. İnsanlığın Şafağı: Afrika çöllerindeki görüntüler üzerinde "İnsanlığın Şafağı" başlığı okunur. Tarih öncesi bir maymun-adam kabilesi kurak çölde yaşamaya çalışmaktadır. Yaşadıkları yerde bir sabah, gizemli bir dikdörtgen dikilitaş belirir ve ürkek maymunlar taşı inceler. Bu karşılaşmayı takiben yalnız bir maymun-adam bir yığından kemik aldığında ilk aleti bulur ve diğer kemikleri kırarak onu bir sopa gibi kullanabileceğini keşfeder. Bu maymun-adam artık kısmen dik durmaktadır, kabilesine su birikintisini savunmada liderlik eder, yeni silahını kullanarak bir düşman maymunu sopalayarak öldürür. Muzaffer maymun-adam silahını havaya fırlatır, düşmekte olan kemiğin yörünge uydusuna dönüştüğü bir eş kesme ile film bu noktada geleceğe atlar. Ay yolculuğu: Sadece bir yolcuyu, Dr. Heywood R. Floyd'u (William Sylvester) taşıyan Pan Amerikan uzay gemisi, dünya yörüngesindeki bir uzay istasyonu ile kenetlenir. Floyd istasyondan dünyadaki kızına görüntülü telefon açar. Sonrasında eski bir arkadaşı olan, Sovyet Bilim insanları kafilesinden Elena (Margaret Tyzack) ile karşılaşır. Clavius kraterindeki Amerikan Üssüne gittiğini söyleyince, Sovyet Bilim insanlarından biri, Dr. Andrei Smyslov, (Leonard Rossiter) uluslararası antlaşmalara rağmen bir Sovyet mekiğinin acil inişine izin verilmediğinden bahsederek, neden hiç kimsenin Clavius ile iletişim kuramadığını sorar. Floyd şaşırmış numarası yapar, fakat Smyslov "çok güvenilir istihbarat raporlarına" atıfta bulunarak, Clavius'ta kaynağı belirli olmayan ciddi bir salgın hastalığın patlak verdiğini ve bu salgın hastalığın Sovyet üssüne sıçrayabileceği endişesini ifade eder. Floyd, "yorum yapma özgürlüğünde olmadığı" cevabını verir. Floyd ay mekiği ile Clavius Üssüne gider. Üste bilim insanları ve yöneticiler ile toplanır ve üssün şüpheli karantinasının gerçek sebebinin saklanmasının önemi hakkında konuşur. Dünyadaki amirleri bunun dışında bir karar verene dek düzmece salgın hastalık hikâyesinin ve üs kapsamındaki iletişim iptalinin devam edeceğini belirtir. Floyd onlara buluşun getirdiklerinin "kültürel şok ve sosyal yön bozukluğu çıkarma potansiyelini" hatırlatır. Orada durumu değerlendirmek ve rapor hazırlamak için bulunmalarına rağmen, Floyd bu kişilere yeni güvenlik yeminlerinin tüm çalışanlar için gerekli olduğunu bildirir. Daha sonra kazıya yapılan aybüs gezisi sırasında, Floyd ve bir üs yetkilisi arasındaki konuşma aya dört milyon yıl önce "kasten gömülmüş" yabancı bir nesnenin keşfedildiğini açığa vurur. Bilim insanları kazı alanında, maymun-adamların bulduğu ile özdeş dikilitaşa yaklaşırlar,

Bookmarks Related papers MentionsView impact

Research paper thumbnail of BILINMEYEN KOD Code Unknown Code inconnu Michael Haneke 2000

Avusturyalı yönetmen Michael Haneke'nin yeni yüzyıl başlangıcında çektiği "Bilinmeyen Kod : Birka... more Avusturyalı yönetmen Michael Haneke'nin yeni yüzyıl başlangıcında çektiği "Bilinmeyen Kod : Birkaç Yolculuğun Tamamlanmamış Hikayeleri" başlıklı filmi; sinematografisinin ayak izlerini, kendi kıtasında çok kültürlülüğün adeta başkenti olan Paris'te, sadece salt ülke kırsalından değil kentli bireyler ile Doğu Avrupa ve Afrika'dan gelen göçmen insanların tesadüfi kesişmelerinden yoğuracağı kesintili hikayeler üzerinden tarihin bir dönüm noktasında kayda geçirmektedir. Bu kayıtta birbirleriyle herhangi bir ilgi ve iletişimi olmayan sıradan bireyleri, tesadüfi bir anda bir araya getirmekte, birbiriyle teğet geçen ama bir diğerine bağlanamayan yaşamların sorgulanmadan, neden-sonuç ilişkisi kurulmadan basit bir anlatım diliyle öyküleştiği ama çok da tamamlanmadan izleyicinin ilgi ve konsantrasyonunu talep eden Haneke Sineması'nın diliyle yazılmış hikayelerin "kod"ları karıştıran, araştıran ve sorgulayan bir gösterimi yapılmaktadır film ile. "Bilinmeyen Kod" filmi; Paris'te yaşayan oyuncu Anne (Juliette Binoche), onun sevgilisi ülke kırsalında yetişmiş Paris'te yaşayan bir gazeteci George (Thierry Neuvic), George'un kardeşi Jean (Alexandre Hamidi), Afrika'lı göçmen bir müzik öğretmeni Amadou (Ona Lu Yenke) ve Romanya'dan kaçak yollarla Paris'e gelmiş bir dilenci Maria'nın (Luminita Gheorghiu) hayatlarından kesitler sunan bir film olarak farklı ırk, cinsiyet, kültür ve sınıflardan insanların bir zaman dilimi içinde bir kentte kesişmesinin hikâyesini, bu insanları modern hayatın cazip Avrupa kentinde çeken küresel faktörler üzerinden iletişim, etkileşim ve sosyo-psikolojik kesişimlerinin farklılıkların Avrupa bireyiyle etkileşime giren bu "öteki" kimlikler üzerinden irdelemesini yapmaktadır. "… Film, sağır ve dilsiz olduğu anlaşılan bir kızın arkadaşlarına bir şey anlatmaya çalıştığı görüntü ile başlamaktadır. Kızın anlattığı kelimeyi arkadaşları bir türlü bilemez. Oyuncu olan Anne, evinden çıkar. Kapı önünde onu sevgilisinin kardeşi olan Jean beklemektedir. Jean, babasıyla anlaşamayıp geldiğinden bahseder. Anne, ise onu pek önemsememektedir. Jean'a evde yer olmadığını sadece bir iki gün kalabileceğini söyler. Pastaneye gidip, yiyecek bir şeyler alır Jean' a da verir. Evin anahtarını da verip ayrılır. Jean, elindeki kağıdı dilencilik yapan kadının kuçağına atar. Bunu gören siyahi genç Amadou, Jean'a tepki gösterir. Kadından özür dilemesi için ısrar eder. Ancak Jean, buna yanaşmaz ve aralarında arbede çıkar. Polisler gelir ancak şikâyetçi olan Amadou ve dilenci Maria'yı gözaltına alırlar. Jean ise serbest bırakılır.

Bookmarks Related papers MentionsView impact

Research paper thumbnail of PIYANIST La pianiste The Piano Teacher Michael Haneke 2001

Avusturyalı yönetmen Michael Haneke'nin Cannes Film Festivali'nde "En İyi Film"i de dâhil olmak ü... more Avusturyalı yönetmen Michael Haneke'nin Cannes Film Festivali'nde "En İyi Film"i de dâhil olmak üzere üç dalda ödül alan filmi La Pianiste, baskıcı annesiyle beraber yaşayan ve Viyana Konservatuarı'nda piyano öğretmeni olan Erika Kohut'ün (Isabelle Huppert) hikâyesini

Bookmarks Related papers MentionsView impact

Research paper thumbnail of AVRUPA Europa Lars von Trier 1991

Lars Von Trier'in Element of Crime'la başlayıp, Epidemic ile devam ettiği "Avrupa" üçlemesinin so... more Lars Von Trier'in Element of Crime'la başlayıp, Epidemic ile devam ettiği "Avrupa" üçlemesinin son ayağı Europa. Trier'in serinin diğer filmlerinde çizdiği karanlık ve yağmurlu Avrupa profili, bu filmde de aynen devam ediyor. Avrupa'nın derinliklerine, daha karanlık olan kısımlarına yolcuğumuz sürüyor. Yönetmen, Epidemic'te Avrupa'daki veba salgınını ekrana taşırken, Europa'da ise, 2.Dünya Savaşı'nın hemen ertesindeki Almanya'da geçen, bir dizi entrikayı beyaz perdeye yansıtıyor. Avrupa serisinin ilk filmi gibi, bu film de hipnoz seansına benzer şekilde açılıyor. Bu aynı zamanda Trier'in, o zamanın Almanya'sını izleyicilerin gözünde canlandırmak ve izleyicilerin özdeşleşme kurması adına yapılmış bir hareket. 2.Dünya Savaşı'ndan çıkan Almanya'da geçen hikayede, perdede ilk olarak Leopold Kessler'i (Jean-Marc Barr) görürüz. Kessler'in babası, savaş çıktığında ülkesini terk edip, ABD'ye yerleşmiştir. Kessler'de savaştan sonra, ülkesine, amcasının ((Ernst-Hugo Järegård) yanına döner. Almanya'da Zentropa Tren Taşımacılığı Şirketi için, tren kondöktörlüğü yapan amcası, Kessler'e burada iş bulur. İlk iş gününde Kessler, Zentropa'nın sahibi Max Hartmann'ın (Jørgen Reenberg) kızı Katharina'yla (Barbara Sukowa) tanışır ve aralarında bir yakınlaşma başlar. Hartmann ailesi, küçük bir Almanya profili gibidir. Şirketin kurucusu Max Hartmann, savaş sırasında Nazilere destek vermiştir, fakat savaş bittiğinde bu desteğin çok su yüzüne çıkmasını istemez. Oğlu Lawrence (Udo Kier) ise, savaşın

Bookmarks Related papers MentionsView impact

Research paper thumbnail of SOZ Ordet The Word Carl Theodor Dreyer 1955

Ordet, 1925 Danimarka'sının bir köyünde Borgen Ailesi içinde geçmektedir. Morten Borgen (Henrik M... more Ordet, 1925 Danimarka'sının bir köyünde Borgen Ailesi içinde geçmektedir. Morten Borgen (Henrik Malberg) Tanrı'ya inanan yaşlı bir adam, büyük oğlu Mikkel Borgen (Emil Hass Christensen) iyi kalpli fakat Tanrı'ya inancı olmayan bir karakterdir. Ortanca oğul Johannes (Preben Lerdorff Rye) ilahiyat eğitimi aldıktan sonra, Tanrı düşüncesi üzerine kendini fazla verdiğinden dolayı aklını yitiren ve kendini İsa sanan bir karakter, küçük oğlu Anders (Cay Kristiansen) ise genç ve komşuları terzi Petersen'in (Ejner Federspiel) kızı Anne (Gerda Nielsen) ile evlenmeyi isteyen bir karakterdir. Diğer bir ana karakter olarak Mikkel'in karısı Inger (Birgitte Federspiel), herkesin üstüne titreyen ve ailedekilerin üzülmesini istemeyen

Bookmarks Related papers MentionsView impact

Research paper thumbnail of PI NIN YASAMI Life of Pi Ang Lee 2012

Ang Lee'nin yönetmenliğini yaptığı, Yann Martel'in aynı adlı romanından uyarlanan film, 3D teknol... more Ang Lee'nin yönetmenliğini yaptığı, Yann Martel'in aynı adlı romanından uyarlanan film, 3D teknolojisinin kullanımı sayesinde romanın kendisinden daha fazla ses getirdi. Ang Lee, özellikle Hindistan'a özgü rengârenk doğa manzaralarının ve hayvanların bulunduğu sahnelerle hikâyeyi ustaca, göze hitap eden bir zenginlikte sundu. Film, 11 dalda akademi ödüllerine aday gösterildi ve dört ayrı dalda başarı gösterdi.

Bookmarks Related papers MentionsView impact

Research paper thumbnail of BABA The Father Florian Zeller 2020

Akşam olup da hafızanın göz-göz odaları dolmaya başladığında, karanlık aralıkların uzun gölgeleri... more Akşam olup da hafızanın göz-göz odaları dolmaya başladığında, karanlık aralıkların uzun gölgeleri kıvrılıp odaların içini doldurmaya başlar ve zemini "beyaz" olsa da "kara"nın hükmüne yenik düşen hafıza odacıkları zihnin berrak sularını da koyultup, bir dolu yaşanmışlıkların izlerini "memory" (anı) bellek için seçilmez kılar. Yaşamın akıp giden sıradüzeninde, lineer bir sayaçta

Bookmarks Related papers MentionsView impact

Research paper thumbnail of SENİ SEVİYORUM, SENİ SEVİYORUM, Je t'aime, je t'aime, Alain Resnais,

Bookmarks Related papers MentionsView impact

Research paper thumbnail of SENİ SEVİYORUM, SENİ SEVİYORUM, Je t'aime, je t'aime, Alain Resnais,

Bookmarks Related papers MentionsView impact

Research paper thumbnail of ŞEYTAN YOKTUR, There Is No Evil, (Sheytan vojud nadarad), Muhammed Resulof, 2020 ÖZET

Vasat, sıradan bir gündelik rutinde, kendi adını taşıyan açılış bölümü olan "Şeytan Yoktur", orta... more Vasat, sıradan bir gündelik rutinde, kendi adını taşıyan açılış bölümü olan "Şeytan Yoktur", orta yaşlı aile babası Heshmat'ın (Ehsan Mirhosseini) Tahran'da günlük olağan işlerle uğraşmasını konu alıyor: Arkadaşının düğünü, yaşlı kayınvalidesine bakmak, çocuğunu okuldan almak. Tüm bu gündelik çabanın ardından sabaha karşı 03'te uyanıyor ve işinin beklediğimiz gibi olmadığı o işe gidiyor. Uzunca izlenen sıradanlığın içindeki o insancıl tavır

Bookmarks Related papers MentionsView impact

Research paper thumbnail of HİROŞİMA SEVGİLİM, Hiroshima mon amour, Alain Resnais,

Bookmarks Related papers MentionsView impact

Research paper thumbnail of AHLAT AĞACI, The Wild Pear Tree, Nuri Bilge Ceylan, 2018

Nuri Bilge Ceylan'ın son filmi Ahlat Ağacı'nda, yönetmenin hemen hemen bütün filmlerinde yer alan... more Nuri Bilge Ceylan'ın son filmi Ahlat Ağacı'nda, yönetmenin hemen hemen bütün filmlerinde yer alan kent-köy ve kentli-köylü arasındaki çatışma, yine ana karakterin yaşadığı varoluşsal sorunlarla beraber izleyici karşısına çıkıyor… Sinan (Doğu Demirkol), okuldan yeni mezun olmuş öğretmen olmayı bekleyen genç bir çocuktur. Çan ilçesindeki evini ziyarete geldiğinde babası İdris'in (Murat Cemcir) kumar

Bookmarks Related papers MentionsView impact

Research paper thumbnail of KALAN ZAMAN The Time That Remains Elia Suleiman 2009

Bookmarks Related papers MentionsView impact

Research paper thumbnail of KAPLAN VE EJDERHA, W ō hǔ cáng lóng, Crouching Tiger, Hidden Dragon, Ang Lee, 2000

Bookmarks Related papers MentionsView impact

Research paper thumbnail of MINARI, Lee Isaac Chung, 2021

Bookmarks Related papers MentionsView impact

Research paper thumbnail of ETKI ALTINDA BIR KADIN A Woman Under the Influence John Cassavetes 1974

ÖZET John Cassavetes'in başyapıtlarından biri olan "Etki Altında bir Kadın"da yönetmenin eşi Gena... more ÖZET John Cassavetes'in başyapıtlarından biri olan "Etki Altında bir Kadın"da yönetmenin eşi Gena Rowlands ile dostu ünlü aktör Peter Falk "üç çocuğu olan orta sınıf bir Amerikan aile"yi canlandırır. Akıl sağlığı giderek bozulan bir kadını oynayan Gena Rowlands, filmde hayatının performansını sunmuştur. Mabel Longhetti (Gena Rowlands) alt-orta sınıftan Los Angeles'lı bir ev kadınıdır; kişilik duygusu öylesine zayıftır ki, kendini sadece kocasının sevgisi ve çocuklarının bağlılığıyla tanımlar. Kocası Nick (Peter Falk), bir inşaat ekibinin şefidir; coşkulu bir yapıya sahip, insanlarla birlikte olmayı seven bir tiptir. Mabel, umutsuzca onu hoşnut kılmak ister ve yalnız olduklarında bunu yapar da. Uyuşurlar ve birbirlerini severler. Ama çevrede insanlar varsa, Mabel biraz kaçık bir hal alır. Nasıl davranması gerektiğinden emin değildir, çünkü kim olduğundan emin değildir. Mabel, çevresindeki her tür etkiye karşı savunmasızdır; güvensizdir, hiperdir, maniktir. Fazlaca güler ve kendini zorlar. Etrafta başkaları olduğunda iyi değildir… Ailesini çok sevmesinin, onlar için her şeyi yapabilecek olmasının yanı sıra bu sevgisini, ilgisini, düşkünlüğünü göstermenin farklı yollarını seçmekte, sosyal standartlara aykırı, aklına geldiği gibi davranmakta ve kendine güvensizliği ile öne çıkmaktadır. Nick'in çalışma arkadaşlarına göre ise Mabel "delidir". Ancak bunu ironik bir şekilde "arkadaşlardan" hiçbiri söylemezken, Nick durumu inkar ederek aslında kendi düşüncelerini ortaya koyar: Mabel "normal" değildir… Bu yüzden de kocası sonunda yapması gerektiğini düşündüğü şeyi yapar ve onu bir akıl hastanesine yatırır. Akıl hastanesine kapatılan Mabel, altı ay sonra evine geri döndüğünde durgunlaşmıştır. Toplum tarafından zararlı görülen aşırılıkları (ki Mabel'ın zararlı biri olduğunu söyleyemeyiz) büyük ölçüde baskılanmıştır. Çocuklarından ve hayatından bir süre koparılan Mabel'a klinikte öğretilmeye çalışılan ise uyum sağlamaktır. Uyum sağlamaz ise topluma eklemlenemeyecektir. Mabel, klinikte kendisine elektroşok uygulandığını anlatır; toplum, normal olmadığını söyleyerek ötekileştirdiği Mabel'i böyle cezalandırmıştır. Oysaki tedavi edilmesi gereken, kadının içine hapis olduğu düzenin kendisidir. John Cassavetes, kadınları ev işlerine ve çocuk bakımına mahkûm eden düzeni eleştirmek yerine, kadını eleştirmenin kolaycılığına kaçan toplumu anlatır "A Woman Under the Influence" filminde. Normalleşme kisvesi altında tek tipleşmeyi öneren, aşırılıkları törpülemeye meraklı toplum, histerik bir heyecana sahip, tek derdi iyi biri olmak olan Mabel'ı geri dönüşsüz bir biçimde acımasızca hırpalayacaktır zira… Alıntılar:

Bookmarks Related papers MentionsView impact

Research paper thumbnail of ASK IRMAKLARI Love Streams John Cassavetes 1984

ÖZET Ted Allan'ın 1980 tarihli aynı adlı tiyatro oyunundan senaryosunu yine yazarın kendisinin uy... more ÖZET Ted Allan'ın 1980 tarihli aynı adlı tiyatro oyunundan senaryosunu yine yazarın kendisinin uyarlayıp yazdığı filmin yönetmeni Amerikan bağımsız sinemasının öncü yönetmeni John Cassavetes'tir (1929-1989). Cassavetes aynı zamanda senaryonun yazılmasına da katkıda bulunmuştur. Filmin başrollerinde de yönetmenin kendisinden başka gedikli oyuncuları olan Gena Rowlands ve Seymour Cassel oynamışlardır. Filmde iki kardeşi oynayan Rowlands ve Cassavetes gerçek hayatta karı kocaydılar. Filmin özgün müziğini ise daha önce de Cassavetes'in üç filminin müziğini yapan Bo Harwood bestelemiştir. Filmde orta yaşlı iki kardeşin (Gena Rowlands ve John Cassavetes) eşleri ve sevdikleri tarafından terkedildikten sonra birbirlerine sığınmaları ve birlikte bu zor günleri atlatmaya çalışırken geçirdikleri birkaç günün hikâyesi anlatılmaktadır. Erkek kardeş Robert Harmon (John Cassavetes) Hollywood sırtlarındaki villasında yalnız başına yaşayan bir yazardır ve bir süre önce boşanmıştır. Kokuşmuş bir dünyanın yalnız kadınları hakkında ucuz romanlar yazarak hayatını kazanır. Belki kitaplarına malzeme toplamak için, belki de tek bir kadına bağlanma korkusunu bastırmak için sürekli olarak gece kulüpleri, travesti barları ve kumarhanelerde alkol ve sigaraya boğulmuş çürümüş ve sevgisiz bir yaşantıyı sürdürür. Geceleri takıldığı bu mekanlardan günübirlik ilişkiler için villasına sürekli olarak bazı kadınları getirir, bazı zamanlar beşini altısını bir arada günlerce ağırladığı da olur. Bazılarına tutulsa da [Susan (Diahnne Abbott)] ısrar etmez, ilişkiyi erteler. Boşandığı eşinin hafta sonu için kendisine bıraktığı sekiz yaşındaki oğluyla ilgilenmeyi bile reddedecek kadar sorumluluktan kaçan, bir şeylere bağlanmaktan korkan bir insandır. Kumarhaneye giderken beraberinde sürüklediği oğlunu otel odasında yalnız bırakıp daha sonra da ona içki içmeyi öğretmeye kalkan da odur. Yaşam tarzından ve etrafa saçıp savurduğu paralardan maddi durumunun yerinde olduğu anlaşılmaktadır. Robert'ın kız kardeşi Sarah Lawson (Gena Rowlands) da kocası Jack'ten (Seymour Cassel) yeni boşanmıştır. Taşkın ve delice davranışları kızı Debbie'yi (Risa Blewitt) kendisinden uzaklaştırmıştır. Kızının babasıyla kalmayı seçmesi Sarah'yı derinden yaralamış ve ruhsal çöküntüsünü tetiklemiştir. Kızı ve kocasını halâ seven Sarah'nın onları tekrar kazanma girişimleri karşı tarafça sürekli geri çevrilir. Hiç de hoş geçmeyen bir boşanma davasından sonra eşyalarını toplayan Sarah abisinin malikânesine taşınır. Burada en azından iletişim kurabileceği, kendisi gibi bir açmazın içinde hapsolmuş birini bulmuştur. Bir ara sevgiyi parayla satın alabileceğini sanan Sarah evi satın aldığı birçok hayvanla doldurur. İki minyatür at, bir keçi, ördekler, tavuklar, bir papağan ve çok iri bir köpekle malikânenin önünde taksiden inerken görüldüğü sahne, Sarah'nın mutsuzluğunu, umutsuz ve çaresizliğini anlatan en güzel sahnedir. Filmin sonuna doğru ev gitgide tenhalaşır. Robert'ın ziyaretçileri yoktur artık. Sarah kendine bir erkek arkadaş bulur ve evden ayrılır. Evde yalnız kalan Robert kameraya doğru veda konuşmasını yapar. (Bu aynı zamanda Cassavetes'in sinemaya ve hayata veda konuşmasıdır). Alıntı: https://tr.wikipedia.org/wiki/A%C5%9Fk_Irmaklar%C4%B1

Bookmarks Related papers MentionsView impact

Research paper thumbnail of GEC GELEN BAHAR Late Spring Banshun Yasujiro Ozu 1949

GEÇ GELEN BAHAR, Late Spring, Banshun, Yasujirô Ozu, 1949 ÖZET "Geç Gelen Bahar" 1949 Japonya yap... more GEÇ GELEN BAHAR, Late Spring, Banshun, Yasujirô Ozu, 1949 ÖZET "Geç Gelen Bahar" 1949 Japonya yapımı bir Yasujirō Ozu filmi. Yazar Kazuo Hirotsu'nun "Baba ve Kız" adlı kısa öyküsü Yasujirō Ozu ve senarist Kogo Noda tarafından sinemaya uyarlanmıştır. Başrolünde ise Ozu filmlerinin vazgeçilmez oyuncusu Chishu Ryu vardır. Ozu'nun elli iki filminde oynayan Ryu, Shukichi (Somiya) adlı dul bir profesörü canlandırıyor. "Noriko Üçlemesi" olarak adlandırılan triyolojisinin ilk filmidir. Diğer iki film ise sırasıyla 1951 yapımı "Erken Gelen Yaz" ve 1953 yapımı "Tokyo Hikayesi"dir. Setsuko Hara da Noriko rolünde bu üç film dahil olmak üzere yönetmen Ozu'nun altmış yedi filminde oynamıştır. Profesör Shukichi, kızı Noriko (Somiya) ile yaşamaktadır. Karısı öldükten sonra ikinci bir eş almamıştır. Çünkü kızı ona bakmaktadır. Otuzlarına yaklaşan Noriko evliliğe hazır değildir. Hem babasını yalnız bırakmak istemez hem de sağlık sorunları vardır. Savaş zamanı kendini çok yorduğu için kan değerleri düşük çıksa da günden güne iyileşir. Noriko evlenmemek için kendine sürekli sebep arar. Aslında babasına olan düşkünlüğü en önemli etmendir. Shukichi'nin yaşıt bir arkadaşıysa ikinci kez evlenmiştir. Bu Noriko'nun çok garibine gider ve adama bir bakıma demediğini bırakmaz. Kendinden küçük bir kadınla evlenmesi ve eski karısını unutmasını 'iğrenç' olarak tanımlar. Noriko bu kadar geleneksel ve muhafazakar düşünürken, babası daha açık görüşlüdür. Noriko'nun halası Masa (Haruko Sugimura) yeni evli bir kızı eleştirirken gelinin makyaj yaptığı, düğünde tıka basa yemek yediği ve içki içtiğini anlatır. Shukichi ise ona karşı çıkar. Kız, savaş kıtlığını gören biridir bu sebeple yemeğin değerini bilir ve içki içmesi de kötü bir davranış değildir. Masa ise kardeşinin bu tutumuna şaşırır. Onun için ikinci bir eş adayı düşünmeye başlar. Noriko'nun babasının yardımcısı Hattori (Jun Usami) ile aralarında arkadaşlık ilişkisi vardır. Hattori tarafından her an ciddi bir adım atılacak gibi görünse de aslında başka bir kızla nişanlı olduğu ortaya çıkar. Bu da modern zamanın 'kafası karışık erkeği'ni canlandırır. Noriko ile bisiklet binmek ve onunla konsere gitmek isteyen Hattori, bir sınırda Noriko tarafından durdurulur. Nişanlı olan biriyle baş başa vakit geçirmek pek de hoş değildir. Shukichi kardeşinin önerisiyle kızının ağzını yoklar ve yardımcısının nişanlı olduğunu öğrenir. Bir an üzülse de yeni damat adayları için Masa harekete geçmiştir. Noriko, halasının evinde güzel bir kadınla tanışır. Babasının yeni eş adayıdır. Adeta dünya başına yıkılır. 'Evlenmek istemiyorum' diye etrafındakileri geçiştiren kız bu sefer farklı bir yerden darbe almıştır. Çok sevdiği babası genç bir kadınla evlenmeyi düşünmektedir! Noriko babasını kıskanır ve ona karşı tavır takınır. Hatta gittikleri tiyatroda o kadını görünce kendini tutamaz ve ağlar. Shukichi, yaşlı bir kurt olarak kızının evlenmesi için plan yapmıştır. Onun gözyaşı dökmesini izler. Tek amacı geride bekar bir kız bırakmamaktır. Noriko, aile kurmayı hak ettiği için sevgisini verecek bir eş bulmalıdır. Hala Masa, sonunda mühendis bir damat adayı bulur. Noriko gece gündüz babası için ağlasa da arkadaşının da desteğiyle evlenmeyi kabul eder. Ve babası ile Kyoto'ya seyahate giderler. Orada ileride hatırlayacakları anıları biriktirirken Noriko, son kez babasına düzenlerini bozmamayı teklif eder. Shukichi ise kararlıdır: "Bana verdiğin sevgiyi kocana ver ve mutlu olmak için çalış". Noriko geri dönüş olmadığını anlar ve düğün için hazırlıklara başlar. Evlenmeyi ve çocuk doğurmayı kadınlar için bir zorunluluk haline getiren ellili yıllar Japonyasına bir bakış atan yönetmen Ozu, Amerikan hayranlığını da açıkça eleştiriyor. Coca-Cola ve Gary Cooper filmin vazgeçilmezleri olarak imgeleştiriliyorken unutulmakta olan Japon geleneklerine de bir selam veriliyor.

Bookmarks Related papers MentionsView impact

Research paper thumbnail of GERCEK VE ADALET Truth And Justice Tode ja oigus Tanel Toom 2019

ÖZET Anton Hansen Tammsaare'nin adını taşıyan beş bölümlük edebiyat klasiğine dayanan, Tanel Toom... more ÖZET Anton Hansen Tammsaare'nin adını taşıyan beş bölümlük edebiyat klasiğine dayanan, Tanel Toom'un ilk uzun metrajlı denemesi"Gerçek ve Adalet" filmi, saygılı, iyi yapılmış bir edebi uyarlamanın kendi ülkesi Estonya'da kabul görerek, Oscar için de adaylığıyla sınırları aşmasıyla öne çıkan bir sanatsal yapım olarak öne çıkmaktadır. Film, 19. yüzyılın son çeyreğinde, sorunlu bir toprak parçasını verimli bir çiftliğe dönüştürme hırs ve kararlılığıyla adeta gözleri gerçeklere kör olacak idealist genç bir çiftçinin on yıllara yayılan öyküsüdür. Zor şartlarda döneminin mülkiyet, mücadele, metanet, feodalite ve toplum, toprağa bağlılık, inanç ve sorgulama, gerçekliğin döngüsü ve gerçek adalet ile ahlak duygusunun karışımında kendisi ve ailesi için mutlu ve güzel bir hayat kurmaya kararlı bir adamın, Andres Paas (Priit Loog) adlı bir Estonyalının öyküsüdür. Genç karısı Krõõt (Maiken Schmidt) ile borçlanarak satın aldığı bir tepe çiftliği olan Robber's Rise virane çiftlik evi, bataklık arazisi ve kayalıklarıyla olduğu kadar buraya gelenlere rahat vermeyen komşu çiftçi Pearu Murakas'ın (Priit Võigemast) düşmanca doğası nedeniyle zor bir mülk olacaktır. Andres, kararlı ve inatçı karakteriyle yılgınlık göstermeden zorluklarla baş etmek üzere canla-başla işe koyulacaktır. Tarlalara baskından korumak için komşusuyla anlaşarak, yardımcısıyla arazi drenajı için komşunun sınırlarında bir hendek kazdıracak ve ortaklaşa çalışmayla su baskınlarını önlemek üzere çalışacaklardır. Ancak komşu anlaşmaya uymayacak, tüm zorluğu çeken Andres güvendiği komşunun yalan söylediğini, ona ihanet ettiğini ve kendi topraklarını koruyup onun arazisini sular içinde bıraktığını görünce konu adalet mekanizmasına taşınır. Ancak komşu her şeyi kılıfına uydurmuş, gerçeği çarpıtmış, Tanrı önünde verdiği söze sadık kalmayarak kutsal kitaba aldırmadan haklı çıkmıştır. Buralarda, bu zorlu uzak ve vahşi topraklarda Tanrı da Andres'in elinden düşürmediği İncil'de yazanlara rağmen, gerçeğin açık olmasına rağmen, adaleti insan elinden dağıtılmasını sağlamıyorsa "gerçek nedir o zaman" kuşkusuna düşürür kahramanımızı. Pearu'nun kötü niyetli ve düşmanlığı, Andres'i tiranca, "Hıristiyan olmayan" davranışlara sürüklerken yerel mahkemelerde de defalarca tekrarlanacak aldatmacalar bu defa kuralına göre işlemeye başlayacak, Andres hep karşı çıktığı adaletsizlik ve gerçeğin saptırılmışlığını kendisi de hem de kutsal kitabın açık sözlerine dayandırarak uygulamaktan kaçınmayacaktır. Başarmak ve haklı olmak hırsıyla yanıltılmış gerçek ve adaletsizliği gidermek, haklı davasında galip gelmek ve böylece karısıyla çocuklarına mutlu bir gelecek vermek için doğru yolda yanlışları uygulamaktan kaçınmayacaktır. Andres'in çok önem verdiği ailesi, İncil'i, doğruluk ve dürüstlük yolunda adalete olan inancı tümüyle başka bir duruma gidecek, ataerkil damarlarından akan yoğun erkek egemen dürtüleriyle çok sevdiği karısının ölümünü, ona çok istediği erkek çocuğunu verdiğinde görecektir. Gerçekler ve adalet terazisinin onun hükümlerine uymayan dengesinde, ölen karısının ve çiftliğin kahyasının çok sevdiği Mari'nin(Ester Kuntu) duygularına aldırış etmeden onu "kendi kadını" yapması, kendi kadınını aynı zamanda "kölesi" olarak da algılaması tüm ailesinin, çocuklarının ve Mari'nin onu çok seven eşi Juss'un (Simeoni Sundja) intiharı da çiftliğin tüm işlerini eski çizgisinden çok uzaklara götürecektir. Yıllar geçip, ailesine ve çocuklara Robber's Rise çiftliğini "yuva" yapamayan Andres için ise ailesiyle mutlu güzel günlere ulaşmak isteğiyle "doğru" olarak çıktığı yolda "Gerçek ve Adalet" terazisinin kılıcı kınından çıkmış, çoktan yönünü kaybetmiş olacaktır: "İnsan ne ister? Bir yere ulaşmak. Başlangıçta bir tepede durur, nereye gitmek istediğini görür, yola koyulur. Yol boyunca ormanlardan geçer, nemli çayırlar ve dipsiz bataklıklar arasında debelenip durur. Sonra durur ve yönünü yitirdiğini fark eder. Yolunu kaybetmiş ve nasıl devam edeceğini bilmeyen bir kişi ne yapabilir?"… (Filmden)

Bookmarks Related papers MentionsView impact

Research paper thumbnail of TOKYO HİKAYESİ Tôkyô monogatari Tokyo Story Yasujirô Ozu 1953

TOKYO HİKAYESİ, Tôkyô monogatari (Tokyo Story), Yasujirô Ozu, 1953 ÖZET Kırsalda en küçük kızları... more TOKYO HİKAYESİ, Tôkyô monogatari (Tokyo Story), Yasujirô Ozu, 1953 ÖZET Kırsalda en küçük kızlarıyla yaşayan Hirayama çifti diğer evlatlarını özlemiş ve onları ziyarete Tokyo'ya gitmeye karar vermiştir. İlk başta sıcak karşılanıp çocuklarıyla özlem gideren çift, Tokyo'da beklediklerini bulamazlar çünkü çocukları artık kendi ailelerine bakmakla ve işleriyle çok meşgullerdir ve anne-babaya zaman ayırabilmek onlar için imkansıza yakındır. Yaşlı çiftin Tokyo'da yaşayan çocuklarından biri mahalle doktorudur, diğeriyse güzellik salonuna sahiptir ve anne-babalarını çok sevmelerine rağmen işleri yüzünden bir türlü onlarla ilgilenemezler. Çocukları, bir süre sonra yaşlı çifti istemsiz bir şekilde yük olarak görmeye başlarlar. Onların evde sıkıldıklarını ve onları ihmal ettiklerini düşünen çocukları, Hirayama çiftini gezdirmesi için sekiz yıl önce savaşta ölen kardeşlerinin dul eşine ricada bulunurlar ve dul kadın bu isteği işi olmasına rağmen tereddütsüz kabul eder. Yaşlılara karşı çok nazik ve alakalı davranan Noriko (Setsuko Hara), anne-babanın öz evlatlarından görmediği ilgiyi onlara gösterir. Noriko'nun yaşlı çiftin öz evlatlarından daha vefakar olan bu hareketleri, kan bağının insanları birbirine bağlayan güçlü bir bağ olmadığı gerçeğini ortaya çıkarması açısından önemlidir. … Filmlerinde gerek kalmadıkça şiddete ve duygusallığa açıktan asla izin vermeyen usta yönetmen, minimalist teknikleri ile filmi gerçekçi ve duygusal açıdan derin bir hale getiriyor… Anne-babayı en azami biçimde mutlu etmenin, onlara zaman ayırmak ve ilgilenmek olduğunu unutan çocukları ebeveynlerinin mutlu olacağını düşünüp onları bir kaç günlüğüne kaplıcaya yollarlar. Fakat tatil yeri yaşlılara göre değildir ve çift bu sesli ortamdan rahatsız olur. Ertesi sabah okyanus kenarında çiftin oturduğu, terk edilme duygusunun, sahneye herhangi bir diyalog katılmaksızın açıkça ifade edildiği bir sahnede, yönetmen Ozu yaşlı bir çiftin çocuklarından ayrılma duygusunu sadece çevre görüntüsü ile verebilmeyi başarmış. Üzüntü ve terk edilme hisleri, film boyunca çok belirgindir ancak seyirciye hiçbir şekilde empoze edilmemektedir. Uzak manzara görüntüleri ve sessizlik, duyguları izleyiciye verme açısından sakin ve sevecen bir yol olarak seçilmiştir… Çift daha sonra çocuklarının yolladıkları paranın boşa gittiğini duymamaları için haber vermeden Tokyo'ya erkenden geri döner. Noriko, anne Tomi'yle(Chieko Higashiyama) ilgilenir ve onu evine alır. Baba Shukichi (Chishû Ryû) ise eski dostlarının yanına gider ve sabaha kadar içip dertleşir. Babanın arkadaşlarıyla olan sahnesi, filmde devam eden Yasujiro Ozu minimalizmini de doruk noktaya çıkartır. Kamera çekimleri açısından hareketsiz çekimleri tercih eden Ozu, seyirciye mekandaki gözlemci hissini vermeyi çok iyi başarmış. Dertleşme sahnesinde baba Shukichi'nin film boyunca hiç homurdanmamasına rağmen"sanırım mutlu olmalıyım" diyerek aslında evlatlarının mükemmel olmadığının ve daha doğru ve realist bir beklenti içine girmesi gerektiğinin farkına varması, izleyicileri konuşmaları takip eden sessiz bir kişi moduna sokuyor. Yaşadığı hayal kırıklıkları yüzünden eski alışkanlığı olan alkole dönen baba Shukichi, aşırı sarhoş bir şekilde arkadaşıyla beraber polis tarafından kızının evine getirilir. Çiftin Tokyo ziyareti bittiğinde yürekleri buruk olmalarına rağmen trene binerken dahi bu durumu çocuklarına belli etmemeleri anne-baba sevgisinin karşılıksız olduğunu izleyiciye kanıtlar niteliktedir… Alıntı:

Bookmarks Related papers MentionsView impact

Research paper thumbnail of 2001 BİR UZAY DESTANI, A Space Odyssey, Stanley Kubrick,1968

ÖZET Giriş bölümü: Güneşin Dünya üzerinde yükselişi sırasında, Dünyanın Ay üzerindeki yükselişi i... more ÖZET Giriş bölümü: Güneşin Dünya üzerinde yükselişi sırasında, Dünyanın Ay üzerindeki yükselişi ile başlar. İnsanlığın Şafağı: Afrika çöllerindeki görüntüler üzerinde "İnsanlığın Şafağı" başlığı okunur. Tarih öncesi bir maymun-adam kabilesi kurak çölde yaşamaya çalışmaktadır. Yaşadıkları yerde bir sabah, gizemli bir dikdörtgen dikilitaş belirir ve ürkek maymunlar taşı inceler. Bu karşılaşmayı takiben yalnız bir maymun-adam bir yığından kemik aldığında ilk aleti bulur ve diğer kemikleri kırarak onu bir sopa gibi kullanabileceğini keşfeder. Bu maymun-adam artık kısmen dik durmaktadır, kabilesine su birikintisini savunmada liderlik eder, yeni silahını kullanarak bir düşman maymunu sopalayarak öldürür. Muzaffer maymun-adam silahını havaya fırlatır, düşmekte olan kemiğin yörünge uydusuna dönüştüğü bir eş kesme ile film bu noktada geleceğe atlar. Ay yolculuğu: Sadece bir yolcuyu, Dr. Heywood R. Floyd'u (William Sylvester) taşıyan Pan Amerikan uzay gemisi, dünya yörüngesindeki bir uzay istasyonu ile kenetlenir. Floyd istasyondan dünyadaki kızına görüntülü telefon açar. Sonrasında eski bir arkadaşı olan, Sovyet Bilim insanları kafilesinden Elena (Margaret Tyzack) ile karşılaşır. Clavius kraterindeki Amerikan Üssüne gittiğini söyleyince, Sovyet Bilim insanlarından biri, Dr. Andrei Smyslov, (Leonard Rossiter) uluslararası antlaşmalara rağmen bir Sovyet mekiğinin acil inişine izin verilmediğinden bahsederek, neden hiç kimsenin Clavius ile iletişim kuramadığını sorar. Floyd şaşırmış numarası yapar, fakat Smyslov "çok güvenilir istihbarat raporlarına" atıfta bulunarak, Clavius'ta kaynağı belirli olmayan ciddi bir salgın hastalığın patlak verdiğini ve bu salgın hastalığın Sovyet üssüne sıçrayabileceği endişesini ifade eder. Floyd, "yorum yapma özgürlüğünde olmadığı" cevabını verir. Floyd ay mekiği ile Clavius Üssüne gider. Üste bilim insanları ve yöneticiler ile toplanır ve üssün şüpheli karantinasının gerçek sebebinin saklanmasının önemi hakkında konuşur. Dünyadaki amirleri bunun dışında bir karar verene dek düzmece salgın hastalık hikâyesinin ve üs kapsamındaki iletişim iptalinin devam edeceğini belirtir. Floyd onlara buluşun getirdiklerinin "kültürel şok ve sosyal yön bozukluğu çıkarma potansiyelini" hatırlatır. Orada durumu değerlendirmek ve rapor hazırlamak için bulunmalarına rağmen, Floyd bu kişilere yeni güvenlik yeminlerinin tüm çalışanlar için gerekli olduğunu bildirir. Daha sonra kazıya yapılan aybüs gezisi sırasında, Floyd ve bir üs yetkilisi arasındaki konuşma aya dört milyon yıl önce "kasten gömülmüş" yabancı bir nesnenin keşfedildiğini açığa vurur. Bilim insanları kazı alanında, maymun-adamların bulduğu ile özdeş dikilitaşa yaklaşırlar,

Bookmarks Related papers MentionsView impact