OZUM KOSAR | Ankara Hacı Bayram Veli University (original) (raw)
Papers by OZUM KOSAR
International journal of interdisciplinary and intercultural art, 2021
Yüce, temelleri M.S. 1. yüzyıla dayanan, estetik bir form olarak ise Edmund Burke ve Immanuel Kan... more Yüce, temelleri M.S. 1. yüzyıla dayanan, estetik bir form olarak ise Edmund Burke ve Immanuel Kant tarafından 18. yüzyılda inşa edilen bir kavramdır. Her iki düşünür için de ortak sayılabilecek bir paydaya oturan yüce, temelinde aşkın bir fikre yatırım yapan dolayısıyla da insan-Tanrı ilişkisinde Tanrı tarafına yaklaşan bir fikirle belirginleşmektedir. Bu bağlamda Burke ve Kant için yüce, güç-kudret-korku gibi baskın duygulanımların temel sağlayıcısı konumundadır ve soyut bir tahayyülü beslemektedir. Varlık alanı bakımından sanatsal etkiler için de önemli bir besleyici unsur olan yüce, geçmişten günümüze değin etkisini yitirmeden kullanılagelmiştir. Sözgelimi sanatçılar yapıtlar aracılığıyla sonsuzluk, büyüklük, anıtsallık gibi temel özellikler üzerinden yücelik fikrine doğrudan yatırım sağlamışlardır. Çalışma kapsamında yücenin temel etkilerinin yanında özellikle Kant tarafından ortaya konulan cinsiyetli bir söylemin ürünü haline gelişine de değinilmektedir. Kant için güzel ile yüce arasındaki ilişkisellik bağlamında ifadesini bulan bu söylem, temelde yücenin aşkınsala dolayısıyla eril olana, güzelin ise içkin olana yani dişil yaradılışa benzer nitelikler sergilediğini öne sürmektedir. Bu noktada yüce kavramının dişil kendiliğindenliğin aksine eril bir kudretin tezahürü oluşu belirginleşmektedir. Temel hatlarıyla bu çalışma, yüce kavramının Tanrı'ya dair olan, güçlü duygular uyandıran ve eril olana tekabül eden temel özelliklerini ortaya koymayı hedeflemekte ve bunu sanat yapıtları aracılığıyla yorumlamayı yöntem olarak seçmektedir.
Grotesk, özellikle Batıda karşımıza çıkan, 19. yüzyılın sonlarına doğru deneyimlerle bağlantılı o... more Grotesk, özellikle Batıda karşımıza çıkan, 19. yüzyılın sonlarına doğru deneyimlerle bağlantılı olacak şekilde nitelenmeye başlanan bir kavramdır. Bu bağlamda, Bahktin’in Karnavalesk tanımı/tartışması groteski sınıra yaklaştıran önemli dönüm noktalarındandır. Günümüzde grotesk, standart tanımlama kategorilerine uymayan- devrimci- bir bakış açısıyla sınırları esnetmekte, sosyal normları ise altüst etmektedir. “Güzellik” ve “ötekilik” gibi kavramlarla sıkı bir bağlantı içinde olan grotesk, aşılmaz mülkiyetin insandaki değişmez odağı olan bedenle bütünleşik yapıda cereyan etmektedir. Parçalanmış, bozulmuş, kötü ya da abartılmış parçalarda ifade bulan bu kavram, kalıtsal ucubelerin fink attığı bir serbest alanı çağrıştırmaktadır. 20. yüzyılda kalıtsal ucubelikle paralel algılanan grotesk biçem, dünya savaşları ve beraberinde gelen teknolojik-bilimsel gelişmelerle anlam alanını farklılaştırmıştır. Modern dünyada kalıtsal ucubeliklerin “sakatlık” ile yer değiştirmesi üzerine grotesk, sanayi toplumuna has problemlerde (olası radyasyon patlaklarında, uzaylı formlarında vb.) kendi biçimini yeniden inşa etmiştir. 21. yüzyıla gelindiğinde ise biyoteknolojik çalışmaların müthiş bir ivme kazanması, kuşkusuz genlerin mutasyonuyla şekillenen-şekillendirilen yeni bir dünya algısını ortaya koymaktadır. Hücresel boyuta indirgenen insanlık için grotesk biçem, anlık hataların sonucu Piccinini’nin heykellerindeki gibi insansılaşmış biyolojik ucubelerin ortaya çıkacağı yeni bir dünyada formunu aramaktadır.
International Journal of Social Humanities Sciences Research (JSHSR), 2020
International Journal of Interdisciplinary and Intercultural Art, 2021
Yüce, temelleri M.S. 1. yüzyıla dayanan, estetik bir form olarak ise Edmund Burke ve Immanuel Kan... more Yüce, temelleri M.S. 1. yüzyıla dayanan, estetik bir form olarak ise Edmund Burke ve Immanuel Kant tarafından 18. yüzyılda inşa edilen bir kavramdır. Her iki düşünür için de ortak sayılabilecek bir paydaya oturan yüce, temelinde aşkın bir fikre yatırım yapan dolayısıyla da insan-Tanrı ilişkisinde Tanrı tarafına yaklaşan bir fikirle belirginleşmektedir. Bu bağlamda Burke ve Kant için yüce, güç-kudret-korku gibi baskın duygulanımların temel sağlayıcısı konumundadır ve soyut bir tahayyülü beslemektedir. Varlık alanı bakımından sanatsal etkiler için de önemli bir besleyici unsur olan yüce, geçmişten günümüze değin etkisini yitirmeden kullanılagelmiştir. Sözgelimi sanatçılar yapıtlar aracılığıyla sonsuzluk, büyüklük, anıtsallık gibi temel özellikler üzerinden yücelik fikrine doğrudan yatırım sağlamışlardır. Çalışma kapsamında yücenin temel etkilerinin yanında özellikle Kant tarafından ortaya konulan cinsiyetli bir söylemin ürünü haline gelişine de değinilmektedir. Kant için güzel ile yüce arasındaki ilişkisellik bağlamında ifadesini bulan bu söylem, temelde yücenin aşkınsala dolayısıyla eril olana, güzelin ise içkin olana yani dişil yaradılışa benzer nitelikler sergilediğini öne sürmektedir. Bu noktada yüce kavramının dişil kendiliğindenliğin aksine eril bir kudretin tezahürü oluşu belirginleşmektedir. Temel hatlarıyla bu çalışma, yüce kavramının Tanrı'ya dair olan, güçlü duygular uyandıran ve eril olana tekabül eden temel özelliklerini ortaya koymayı hedeflemekte ve bunu sanat yapıtları aracılığıyla yorumlamayı yöntem olarak seçmektedir.
Güzel Sanatlar Enstitüsü Dergisi, 2020
Akdeniz Kadın Çalışmaları ve Toplumsal Cinsiyet Dergisi, 2020
Hazır-nesne fikrinin tartışmaya sokulması ve sanat-hayat arasındaki sınırların belirsizleş(tiril)... more Hazır-nesne fikrinin tartışmaya sokulması ve sanat-hayat arasındaki sınırların belirsizleş(tiril)mesi, izleyicinin konumunu sorgulatmış; sanat yapıtıyla arasındaki mesafeyi muğlaklaştırmıştır. Bu bağlamda, sanat yapıtı ile izleyici arasında dönüşüme uğrayan bu ilişki, katılımı merkezine alan yeni bir sanat üretimini güdülemiştir. 1990’lardan sonra örnekleri gittikçe yaygınlaşan bu izleyici odaklı sanat pratikleri, özellikle modern sanatın izleyiciyi edilgenleştirici tavrı yerine özgürlükler tanıyan, kimi zaman da doğrudan seyircinin katılımıyla gelişen yeni bir anlayışı ortaya koymaktadır.
İzleyicinin katılımıyla zenginleşen bu yeni sanat anlayışı, onu pasif konumdan eyleyen konuma sokarak, sanatı hayatla ilintili bir edime dönüştürmüştür. Katılımcı sanat pratikleri, izleyicisini alışılagelmiş durağan formundan uzaklaştırarak bireyler için yeni bir karşılaşma alanı sağlamaktadır. Özellikle günümüzde bireyselleşmenin artan ivmesine karşın katılımcı sanatın gerçekleştirdiği “bir aradalık” fikri, örtük bir toplumsal misyon gibi sanat yoluyla sosyalleşmenin ortamını uygunlaştırmaktadır. Bu bağlamda, kolektif bir bilinç meydana getiren katılımcı sanat etkinlikleri, daha önce yolları kesişmemiş kişileri ortak bir paydada toplamanın kültürel yordamı olma eğilimi göstermektedir. Bu yazının genel kapsamı, izleyicinin değişen sanat perspektiflerine göre nasıl konumlandığını ve güncel sanat anlayışında eyleyen izleyicinin sanat pratiklerine nasıl yansıdığını irdelemektir.
Grotesk, özellikle Batıda karşımıza çıkan, 19. yüzyılın sonlarına doğru deneyimlerle bağlantılı o... more Grotesk, özellikle Batıda karşımıza çıkan, 19. yüzyılın sonlarına doğru deneyimlerle bağlantılı olacak şekilde nitelenmeye başlanan bir kavramdır. Bu bağlamda, Bahktin’in Karnavalesk tanımı/tartışması groteski sınıra yaklaştıran önemli dönüm noktalarındandır. Günümüzde grotesk, standart tanımlama kategorilerine uymayan- devrimci- bir bakış açısıyla sınırları esnetmekte, sosyal normları ise altüst etmektedir. “Güzellik” ve “ötekilik” gibi kavramlarla sıkı bir bağlantı içinde olan grotesk, aşılmaz mülkiyetin insandaki değişmez odağı olan bedenle bütünleşik yapıda cereyan etmektedir. Parçalanmış, bozulmuş, kötü ya da abartılmış parçalarda ifade bulan bu kavram, kalıtsal ucubelerin fink attığı bir serbest alanı çağrıştırmaktadır.
20. yüzyılda kalıtsal ucubelikle paralel algılanan grotesk biçem, dünya savaşları ve beraberinde gelen teknolojik-bilimsel gelişmelerle anlam alanını farklılaştırmıştır. Modern dünyada kalıtsal ucubeliklerin “sakatlık” ile yer değiştirmesi üzerine grotesk, sanayi toplumuna has problemlerde (olası radyasyon patlaklarında, uzaylı formlarında vb.) kendi biçimini yeniden inşa etmiştir. 21. yüzyıla gelindiğinde ise biyoteknolojik çalışmaların müthiş bir ivme kazanması, kuşkusuz genlerin mutasyonuyla şekillenen-şekillendirilen yeni bir dünya algısını ortaya koymaktadır. Hücresel boyuta indirgenen insanlık için grotesk biçem, anlık hataların sonucu Piccinini’nin heykellerindeki gibi insansılaşmış biyolojik ucubelerin ortaya çıkacağı yeni bir dünyada formunu aramaktadır.
Öz: "Güzel Doğulmaz, Güzel Olunur!", Simone de Beauvoir'ın birçok feminist düşünce için mottolaşm... more Öz: "Güzel Doğulmaz, Güzel Olunur!", Simone de Beauvoir'ın birçok feminist düşünce için mottolaşmış "Kadın Doğulmaz, Kadın Olunur." düşüncesine bir saygı duruşu; kadınlık ile güzelliğin özdeşliği fikrinden hareketle, eril tahakkümün bir eleştirisi niteliğindedir. Bu çalışma, kültürel ve toplumsal normlar tarafından inşa edilmiş kadınlık mefhumuna, güzelliği de benzer bağlamda ekleyerek, kadının doğasına atfedilmiş tasarılar üstünde durmaktadır; güzelliğin kadınlara özgüleşmiş doğasından sıyrılmanın yöntemleri üzerine bir kaygı taşımakta ve Beauvoir'ın aşkınlık düşüncesi ile Luce Irigaray'ın taklit teorisini buluşturarak bir tartışma alanı açmaktadır. Beauvoir'ın aşkınlık ve Irigaray'ın taklit yöntemi, ilk bakışta farklı gibi görünse de aslında uç uca eklenmektedir. Öyle ki kadın ve erkek eşitliğini merkezine alan her iki düşünce; öncelikli olarak kadının erkeğe özgüleştirilmiş "aşkınlığa" ulaşmasını arzulamaktadır. Beauvoir'da ulaşılacak nihai çözüm gibi görülen aşkınlık, Irigaray'da tek başına yeterli değildir. Nitekim Irigaray, söz konusu kadın-erkek eşitliğinin aslında dil yoluyla gerçekleşecek bir dönüşümle sağlanacağını savunmaktadır. Taklit yöntemi ise dilsel dönüşüm için olmazsa olmazdır. Irigaray'ın öne sürdüğü bu radikal yöntem; erkek egemen bakışın bir tür yansımasını yaratarak kadınları, kaleyi içten fethetmeye yönlendirmektedir. Söz konusu yöntemin işlerliği konusunda oluşan muammaya ek olarak güzelliğin, aşkınlık mertebesindeki kadın için yeni bir eril boyunduruğa dönüşmesi; cinsiyet eşitliği açısından tartışılan yöntemleri etkisiz bırakmaktadır. Bu çalışma; ev ve ev işlerinden sonra kadına içkinleştirilen güzelliğin kadını kamusal alana çıkmakla kurtulamadığı bir kontrol mekanizmasına çektiği düşüncesini vurgulayarak, kadını içkinleştiren bu güzellik mefhumundan kurtulabilmenin yöntemlerini araştırmaktadır; aynı zamanda Irigaray'ın taklit stratejisinin, bu güzellik sorunsalında bir çözüm yolu sunup sunamayacağını sorgulamaktadır. Abstract: One Is Not Born, But Rather Becomes, Beautiful! is a stand of respect for Simone de Beauvoir's motto which says One Is Not Born, But Rather Becomes, A Woman!; it is also a critique of masculine domination based on the idea of identicalness between femininity and beauty. This paper combines beauty with the notion of femininity which is built by cultural and social norms and emphasizes the designs Arş. Gör., Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, ozum.kosar@hbv.edu.tr.
3. Uluslararası Sanat Sempozyumu, 2019
Grotesk, özellikle Batıda karşımıza çıkan, 19. yüzyılın sonlarına doğru deneyimlerle bağlantılı o... more Grotesk, özellikle Batıda karşımıza çıkan, 19. yüzyılın sonlarına doğru deneyimlerle bağlantılı olacak şekilde nitelenmeye başlanan bir kavramdır. Bu bağlamda, Bahktin’in Karnavalesk tanımı/tartışması groteski sınıra yaklaştıran önemli dönüm noktalarındandır. Günümüzde grotesk, standart tanımlama kategorilerine uymayan- devrimci- bir bakış açısıyla sınırları esnetmekte, sosyal normları ise altüst etmektedir. “Güzellik” ve “ötekilik” gibi kavramlarla sıkı bir bağlantı içinde olan grotesk, aşılmaz mülkiyetin insandaki değişmez odağı olan bedenle bütünleşik yapıda cereyan etmektedir. Parçalanmış, bozulmuş, kötü ya da abartılmış parçalarda ifade bulan bu kavram, kalıtsal ucubelerin fink attığı bir serbest alanı çağrıştırmaktadır.
20. yüzyılda kalıtsal ucubelikle paralel algılanan grotesk biçem, dünya savaşları ve beraberinde gelen teknolojik-bilimsel gelişmelerle anlam alanını farklılaştırmıştır. Modern dünyada kalıtsal ucubeliklerin “sakatlık” ile yer değiştirmesi üzerine grotesk, sanayi toplumuna has problemlerde (olası radyasyon patlaklarında, uzaylı formlarında vb.) kendi biçimini yeniden inşa etmiştir. 21. yüzyıla gelindiğinde ise biyoteknolojik çalışmaların müthiş bir ivme kazanması, kuşkusuz genlerin mutasyonuyla şekillenen-şekillendirilen yeni bir dünya algısını ortaya koymaktadır. Hücresel boyuta indirgenen insanlık için grotesk biçem, anlık hataların sonucu Piccinini’nin heykellerindeki gibi insansılaşmış biyolojik ucubelerin ortaya çıkacağı yeni bir dünyada formunu aramaktadır.
Grotesque, especially in the West, is a concept that begins to be characterized with experiences towards the end of the 19th century. In this context, Bahtin's definition/debate of Carnivalesque is one of the major crossroad that brought the grotesque closer to the border. Today, the grotesque bends the boundaries from a evolutionary point of view and upset social norms. Grotesque, in close connection with concepts such as “beauty” and “otherness” and occurs together with the body that unchanging focus point of human. This concept, founds an expression in fragmented, distorted, bad or exaggerated pieces and evokes a free space (like fairs) where hereditary freaks presents.
In the 20th century, the grotesque style, which was perceived parallel to hereditary freak, differentiated its meaning with world wars and the technological-scientific developments that came with it. Grotesque, after the displacement of "hereditary freaks" with “disability" in the modern world, reconstructed its own form in the problems of industrial society (possible radiation bursts, alien forms, etc.). By the 21st century, the tremendous acceleration of biotechnological studies undoubtedly reveals the perception of a new world shaped by the mutation of genes. For humanity reduced to a cellular dimension, the grotesque style seeks its form in a new world in which humanized biological freaks, like Piccinini's sculptures, will emerge as a result of instant errors.
Sanat ve Yorum, 2018
İnsan yaşamının her noktasında aralıksız bir yorum etkinliği göze çarpar. Öyle ki, ilk insandan g... more İnsan yaşamının her noktasında aralıksız bir yorum etkinliği göze çarpar. Öyle ki, ilk insandan günümüze değin birçok formda karşımıza çıkan yorumlama dürtüsü, içine fırlatıldığımız dünyayı anlamlandırmak-konumlandırmak için oldukça önemlidir. Anne karnından başladığımız etkileşim sürecinin bir sonraki basamağı olan yorumlama, etraftakileri kendimizce algılamamızı sağlar. Böylelikle duyularımız yoluyla tecrübe ettiğimiz şeyler bizi yorumun kendisine ulaştırır. Yorumlayarak aitleştirdiğimiz bilgi, bir kod gibi yazılarak kişiye ait bir şey haline gelir.
Yorumlama dürtüsü ile minörden majöre kazanılmış tüm bilgiler kişilerin hayatta kalması için gerekli manevraları geliştirmesine olanak sağlar. Bu bağlamda, ilkel insanlardan gelişmiş sistemlere kadar karşımıza çıkan her durum bu yorumlama sürecinin bir parçasıdır. Yaşamın her boyutunu bu denli etkilemiş olan yorum-lama (özellikle felsefe için) önemli bir konu başlığı olmuştur. Hermeneutik adıyla bilimsel boyutlarda karşımıza çıkan bu yorum geleneği, Platon’dan (Immanuel) Kant, (Friedrich) Schleirmacher, (Wilhelm) Dilthey, (Martin) Heidegger’e, (Umberto) Eco’dan (Susan) Sontag’a kadar birçok düşünürün çalıştığı bir konu olmuştur.
Yorumlama edimi sanatçı-alımlayıcı arasındaki ilişkiyle de iç içedir. Sanatçı kendi dağarcığında kodlamış olduğu şeylerin bir toplamını sanat yoluyla seyircisiyle buluşturur. Yani, biriktirdiği şeyleri çeşitli formlarda sanat nesnesine dönüştürür ve alımlayıcıyı kendi iç sürecine dâhil eder. Sunulan bu birikim karşısında izleyicinin yapmış olduğu yorumlama ise bir başka süreci başlatır. Bu noktada sanatçı devreden çıkarak alımlayıcıyı sanat nesnesi ile baş başa bırakır. Alımlayıcının sanat nesnesine karşı yaptığı yorumun başlangıç noktasından ne kadar uzaklaşığı ise bir başka konuyu gün yüzüne çıkarır. Bu döngü yorumun yorumunun yorumu gibi bir şekle bürünür. Bu aşamada ise, bir sanat nesnesinin nasıl yorumlanması gerektiği? sorusu araştırmanın genel motivasyonunu oluşturmaktadır.
Bu araştırmanın merkez noktası olan yorum edimi, yapısı gereği bireyseldir. Bu bireysellik, herkese göre yeni anlamlar ve potansiyel anlam kaymaları yaratmatır. Özellikle enformasyon çağının getirdiği yeni koşullar her kişinin yorumuna açık platformlar oluşturmaktadır. ‘Her kafadan bir ses’ olarak betimleyebileceğimiz bu ortam, dikkate alınması gereken görüşleri yığın içinde bırakarak görünmez kılabilmektedir. Bir diğer yandan herkesin görüşünün yer aldığı bu yığın içinde sanatın geldiği son nokta da tartışmalıdır. Sürekli tüketmek üzere güdülendiğimiz bu toplum düzeninde, aşırıya kaçan her türlü yorumdan sanat ve iç dinamikleri de nasibini almaktadır. Bilginin, yorumun, eleştirinin aşırı üretimi şeylerin içlerini hızlıca boşaltmakta, sanatı ve sanat yapıtını hiçleştirmektedir. Bu çalışmanın genel amacı da, mevcut yorum fazlalığından kaynaklanan durumun bir iç eleştirisini gerçekleştirmektir.
International journal of interdisciplinary and intercultural art, 2021
Yüce, temelleri M.S. 1. yüzyıla dayanan, estetik bir form olarak ise Edmund Burke ve Immanuel Kan... more Yüce, temelleri M.S. 1. yüzyıla dayanan, estetik bir form olarak ise Edmund Burke ve Immanuel Kant tarafından 18. yüzyılda inşa edilen bir kavramdır. Her iki düşünür için de ortak sayılabilecek bir paydaya oturan yüce, temelinde aşkın bir fikre yatırım yapan dolayısıyla da insan-Tanrı ilişkisinde Tanrı tarafına yaklaşan bir fikirle belirginleşmektedir. Bu bağlamda Burke ve Kant için yüce, güç-kudret-korku gibi baskın duygulanımların temel sağlayıcısı konumundadır ve soyut bir tahayyülü beslemektedir. Varlık alanı bakımından sanatsal etkiler için de önemli bir besleyici unsur olan yüce, geçmişten günümüze değin etkisini yitirmeden kullanılagelmiştir. Sözgelimi sanatçılar yapıtlar aracılığıyla sonsuzluk, büyüklük, anıtsallık gibi temel özellikler üzerinden yücelik fikrine doğrudan yatırım sağlamışlardır. Çalışma kapsamında yücenin temel etkilerinin yanında özellikle Kant tarafından ortaya konulan cinsiyetli bir söylemin ürünü haline gelişine de değinilmektedir. Kant için güzel ile yüce arasındaki ilişkisellik bağlamında ifadesini bulan bu söylem, temelde yücenin aşkınsala dolayısıyla eril olana, güzelin ise içkin olana yani dişil yaradılışa benzer nitelikler sergilediğini öne sürmektedir. Bu noktada yüce kavramının dişil kendiliğindenliğin aksine eril bir kudretin tezahürü oluşu belirginleşmektedir. Temel hatlarıyla bu çalışma, yüce kavramının Tanrı'ya dair olan, güçlü duygular uyandıran ve eril olana tekabül eden temel özelliklerini ortaya koymayı hedeflemekte ve bunu sanat yapıtları aracılığıyla yorumlamayı yöntem olarak seçmektedir.
Grotesk, özellikle Batıda karşımıza çıkan, 19. yüzyılın sonlarına doğru deneyimlerle bağlantılı o... more Grotesk, özellikle Batıda karşımıza çıkan, 19. yüzyılın sonlarına doğru deneyimlerle bağlantılı olacak şekilde nitelenmeye başlanan bir kavramdır. Bu bağlamda, Bahktin’in Karnavalesk tanımı/tartışması groteski sınıra yaklaştıran önemli dönüm noktalarındandır. Günümüzde grotesk, standart tanımlama kategorilerine uymayan- devrimci- bir bakış açısıyla sınırları esnetmekte, sosyal normları ise altüst etmektedir. “Güzellik” ve “ötekilik” gibi kavramlarla sıkı bir bağlantı içinde olan grotesk, aşılmaz mülkiyetin insandaki değişmez odağı olan bedenle bütünleşik yapıda cereyan etmektedir. Parçalanmış, bozulmuş, kötü ya da abartılmış parçalarda ifade bulan bu kavram, kalıtsal ucubelerin fink attığı bir serbest alanı çağrıştırmaktadır. 20. yüzyılda kalıtsal ucubelikle paralel algılanan grotesk biçem, dünya savaşları ve beraberinde gelen teknolojik-bilimsel gelişmelerle anlam alanını farklılaştırmıştır. Modern dünyada kalıtsal ucubeliklerin “sakatlık” ile yer değiştirmesi üzerine grotesk, sanayi toplumuna has problemlerde (olası radyasyon patlaklarında, uzaylı formlarında vb.) kendi biçimini yeniden inşa etmiştir. 21. yüzyıla gelindiğinde ise biyoteknolojik çalışmaların müthiş bir ivme kazanması, kuşkusuz genlerin mutasyonuyla şekillenen-şekillendirilen yeni bir dünya algısını ortaya koymaktadır. Hücresel boyuta indirgenen insanlık için grotesk biçem, anlık hataların sonucu Piccinini’nin heykellerindeki gibi insansılaşmış biyolojik ucubelerin ortaya çıkacağı yeni bir dünyada formunu aramaktadır.
International Journal of Social Humanities Sciences Research (JSHSR), 2020
International Journal of Interdisciplinary and Intercultural Art, 2021
Yüce, temelleri M.S. 1. yüzyıla dayanan, estetik bir form olarak ise Edmund Burke ve Immanuel Kan... more Yüce, temelleri M.S. 1. yüzyıla dayanan, estetik bir form olarak ise Edmund Burke ve Immanuel Kant tarafından 18. yüzyılda inşa edilen bir kavramdır. Her iki düşünür için de ortak sayılabilecek bir paydaya oturan yüce, temelinde aşkın bir fikre yatırım yapan dolayısıyla da insan-Tanrı ilişkisinde Tanrı tarafına yaklaşan bir fikirle belirginleşmektedir. Bu bağlamda Burke ve Kant için yüce, güç-kudret-korku gibi baskın duygulanımların temel sağlayıcısı konumundadır ve soyut bir tahayyülü beslemektedir. Varlık alanı bakımından sanatsal etkiler için de önemli bir besleyici unsur olan yüce, geçmişten günümüze değin etkisini yitirmeden kullanılagelmiştir. Sözgelimi sanatçılar yapıtlar aracılığıyla sonsuzluk, büyüklük, anıtsallık gibi temel özellikler üzerinden yücelik fikrine doğrudan yatırım sağlamışlardır. Çalışma kapsamında yücenin temel etkilerinin yanında özellikle Kant tarafından ortaya konulan cinsiyetli bir söylemin ürünü haline gelişine de değinilmektedir. Kant için güzel ile yüce arasındaki ilişkisellik bağlamında ifadesini bulan bu söylem, temelde yücenin aşkınsala dolayısıyla eril olana, güzelin ise içkin olana yani dişil yaradılışa benzer nitelikler sergilediğini öne sürmektedir. Bu noktada yüce kavramının dişil kendiliğindenliğin aksine eril bir kudretin tezahürü oluşu belirginleşmektedir. Temel hatlarıyla bu çalışma, yüce kavramının Tanrı'ya dair olan, güçlü duygular uyandıran ve eril olana tekabül eden temel özelliklerini ortaya koymayı hedeflemekte ve bunu sanat yapıtları aracılığıyla yorumlamayı yöntem olarak seçmektedir.
Güzel Sanatlar Enstitüsü Dergisi, 2020
Akdeniz Kadın Çalışmaları ve Toplumsal Cinsiyet Dergisi, 2020
Hazır-nesne fikrinin tartışmaya sokulması ve sanat-hayat arasındaki sınırların belirsizleş(tiril)... more Hazır-nesne fikrinin tartışmaya sokulması ve sanat-hayat arasındaki sınırların belirsizleş(tiril)mesi, izleyicinin konumunu sorgulatmış; sanat yapıtıyla arasındaki mesafeyi muğlaklaştırmıştır. Bu bağlamda, sanat yapıtı ile izleyici arasında dönüşüme uğrayan bu ilişki, katılımı merkezine alan yeni bir sanat üretimini güdülemiştir. 1990’lardan sonra örnekleri gittikçe yaygınlaşan bu izleyici odaklı sanat pratikleri, özellikle modern sanatın izleyiciyi edilgenleştirici tavrı yerine özgürlükler tanıyan, kimi zaman da doğrudan seyircinin katılımıyla gelişen yeni bir anlayışı ortaya koymaktadır.
İzleyicinin katılımıyla zenginleşen bu yeni sanat anlayışı, onu pasif konumdan eyleyen konuma sokarak, sanatı hayatla ilintili bir edime dönüştürmüştür. Katılımcı sanat pratikleri, izleyicisini alışılagelmiş durağan formundan uzaklaştırarak bireyler için yeni bir karşılaşma alanı sağlamaktadır. Özellikle günümüzde bireyselleşmenin artan ivmesine karşın katılımcı sanatın gerçekleştirdiği “bir aradalık” fikri, örtük bir toplumsal misyon gibi sanat yoluyla sosyalleşmenin ortamını uygunlaştırmaktadır. Bu bağlamda, kolektif bir bilinç meydana getiren katılımcı sanat etkinlikleri, daha önce yolları kesişmemiş kişileri ortak bir paydada toplamanın kültürel yordamı olma eğilimi göstermektedir. Bu yazının genel kapsamı, izleyicinin değişen sanat perspektiflerine göre nasıl konumlandığını ve güncel sanat anlayışında eyleyen izleyicinin sanat pratiklerine nasıl yansıdığını irdelemektir.
Grotesk, özellikle Batıda karşımıza çıkan, 19. yüzyılın sonlarına doğru deneyimlerle bağlantılı o... more Grotesk, özellikle Batıda karşımıza çıkan, 19. yüzyılın sonlarına doğru deneyimlerle bağlantılı olacak şekilde nitelenmeye başlanan bir kavramdır. Bu bağlamda, Bahktin’in Karnavalesk tanımı/tartışması groteski sınıra yaklaştıran önemli dönüm noktalarındandır. Günümüzde grotesk, standart tanımlama kategorilerine uymayan- devrimci- bir bakış açısıyla sınırları esnetmekte, sosyal normları ise altüst etmektedir. “Güzellik” ve “ötekilik” gibi kavramlarla sıkı bir bağlantı içinde olan grotesk, aşılmaz mülkiyetin insandaki değişmez odağı olan bedenle bütünleşik yapıda cereyan etmektedir. Parçalanmış, bozulmuş, kötü ya da abartılmış parçalarda ifade bulan bu kavram, kalıtsal ucubelerin fink attığı bir serbest alanı çağrıştırmaktadır.
20. yüzyılda kalıtsal ucubelikle paralel algılanan grotesk biçem, dünya savaşları ve beraberinde gelen teknolojik-bilimsel gelişmelerle anlam alanını farklılaştırmıştır. Modern dünyada kalıtsal ucubeliklerin “sakatlık” ile yer değiştirmesi üzerine grotesk, sanayi toplumuna has problemlerde (olası radyasyon patlaklarında, uzaylı formlarında vb.) kendi biçimini yeniden inşa etmiştir. 21. yüzyıla gelindiğinde ise biyoteknolojik çalışmaların müthiş bir ivme kazanması, kuşkusuz genlerin mutasyonuyla şekillenen-şekillendirilen yeni bir dünya algısını ortaya koymaktadır. Hücresel boyuta indirgenen insanlık için grotesk biçem, anlık hataların sonucu Piccinini’nin heykellerindeki gibi insansılaşmış biyolojik ucubelerin ortaya çıkacağı yeni bir dünyada formunu aramaktadır.
Öz: "Güzel Doğulmaz, Güzel Olunur!", Simone de Beauvoir'ın birçok feminist düşünce için mottolaşm... more Öz: "Güzel Doğulmaz, Güzel Olunur!", Simone de Beauvoir'ın birçok feminist düşünce için mottolaşmış "Kadın Doğulmaz, Kadın Olunur." düşüncesine bir saygı duruşu; kadınlık ile güzelliğin özdeşliği fikrinden hareketle, eril tahakkümün bir eleştirisi niteliğindedir. Bu çalışma, kültürel ve toplumsal normlar tarafından inşa edilmiş kadınlık mefhumuna, güzelliği de benzer bağlamda ekleyerek, kadının doğasına atfedilmiş tasarılar üstünde durmaktadır; güzelliğin kadınlara özgüleşmiş doğasından sıyrılmanın yöntemleri üzerine bir kaygı taşımakta ve Beauvoir'ın aşkınlık düşüncesi ile Luce Irigaray'ın taklit teorisini buluşturarak bir tartışma alanı açmaktadır. Beauvoir'ın aşkınlık ve Irigaray'ın taklit yöntemi, ilk bakışta farklı gibi görünse de aslında uç uca eklenmektedir. Öyle ki kadın ve erkek eşitliğini merkezine alan her iki düşünce; öncelikli olarak kadının erkeğe özgüleştirilmiş "aşkınlığa" ulaşmasını arzulamaktadır. Beauvoir'da ulaşılacak nihai çözüm gibi görülen aşkınlık, Irigaray'da tek başına yeterli değildir. Nitekim Irigaray, söz konusu kadın-erkek eşitliğinin aslında dil yoluyla gerçekleşecek bir dönüşümle sağlanacağını savunmaktadır. Taklit yöntemi ise dilsel dönüşüm için olmazsa olmazdır. Irigaray'ın öne sürdüğü bu radikal yöntem; erkek egemen bakışın bir tür yansımasını yaratarak kadınları, kaleyi içten fethetmeye yönlendirmektedir. Söz konusu yöntemin işlerliği konusunda oluşan muammaya ek olarak güzelliğin, aşkınlık mertebesindeki kadın için yeni bir eril boyunduruğa dönüşmesi; cinsiyet eşitliği açısından tartışılan yöntemleri etkisiz bırakmaktadır. Bu çalışma; ev ve ev işlerinden sonra kadına içkinleştirilen güzelliğin kadını kamusal alana çıkmakla kurtulamadığı bir kontrol mekanizmasına çektiği düşüncesini vurgulayarak, kadını içkinleştiren bu güzellik mefhumundan kurtulabilmenin yöntemlerini araştırmaktadır; aynı zamanda Irigaray'ın taklit stratejisinin, bu güzellik sorunsalında bir çözüm yolu sunup sunamayacağını sorgulamaktadır. Abstract: One Is Not Born, But Rather Becomes, Beautiful! is a stand of respect for Simone de Beauvoir's motto which says One Is Not Born, But Rather Becomes, A Woman!; it is also a critique of masculine domination based on the idea of identicalness between femininity and beauty. This paper combines beauty with the notion of femininity which is built by cultural and social norms and emphasizes the designs Arş. Gör., Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, ozum.kosar@hbv.edu.tr.
3. Uluslararası Sanat Sempozyumu, 2019
Grotesk, özellikle Batıda karşımıza çıkan, 19. yüzyılın sonlarına doğru deneyimlerle bağlantılı o... more Grotesk, özellikle Batıda karşımıza çıkan, 19. yüzyılın sonlarına doğru deneyimlerle bağlantılı olacak şekilde nitelenmeye başlanan bir kavramdır. Bu bağlamda, Bahktin’in Karnavalesk tanımı/tartışması groteski sınıra yaklaştıran önemli dönüm noktalarındandır. Günümüzde grotesk, standart tanımlama kategorilerine uymayan- devrimci- bir bakış açısıyla sınırları esnetmekte, sosyal normları ise altüst etmektedir. “Güzellik” ve “ötekilik” gibi kavramlarla sıkı bir bağlantı içinde olan grotesk, aşılmaz mülkiyetin insandaki değişmez odağı olan bedenle bütünleşik yapıda cereyan etmektedir. Parçalanmış, bozulmuş, kötü ya da abartılmış parçalarda ifade bulan bu kavram, kalıtsal ucubelerin fink attığı bir serbest alanı çağrıştırmaktadır.
20. yüzyılda kalıtsal ucubelikle paralel algılanan grotesk biçem, dünya savaşları ve beraberinde gelen teknolojik-bilimsel gelişmelerle anlam alanını farklılaştırmıştır. Modern dünyada kalıtsal ucubeliklerin “sakatlık” ile yer değiştirmesi üzerine grotesk, sanayi toplumuna has problemlerde (olası radyasyon patlaklarında, uzaylı formlarında vb.) kendi biçimini yeniden inşa etmiştir. 21. yüzyıla gelindiğinde ise biyoteknolojik çalışmaların müthiş bir ivme kazanması, kuşkusuz genlerin mutasyonuyla şekillenen-şekillendirilen yeni bir dünya algısını ortaya koymaktadır. Hücresel boyuta indirgenen insanlık için grotesk biçem, anlık hataların sonucu Piccinini’nin heykellerindeki gibi insansılaşmış biyolojik ucubelerin ortaya çıkacağı yeni bir dünyada formunu aramaktadır.
Grotesque, especially in the West, is a concept that begins to be characterized with experiences towards the end of the 19th century. In this context, Bahtin's definition/debate of Carnivalesque is one of the major crossroad that brought the grotesque closer to the border. Today, the grotesque bends the boundaries from a evolutionary point of view and upset social norms. Grotesque, in close connection with concepts such as “beauty” and “otherness” and occurs together with the body that unchanging focus point of human. This concept, founds an expression in fragmented, distorted, bad or exaggerated pieces and evokes a free space (like fairs) where hereditary freaks presents.
In the 20th century, the grotesque style, which was perceived parallel to hereditary freak, differentiated its meaning with world wars and the technological-scientific developments that came with it. Grotesque, after the displacement of "hereditary freaks" with “disability" in the modern world, reconstructed its own form in the problems of industrial society (possible radiation bursts, alien forms, etc.). By the 21st century, the tremendous acceleration of biotechnological studies undoubtedly reveals the perception of a new world shaped by the mutation of genes. For humanity reduced to a cellular dimension, the grotesque style seeks its form in a new world in which humanized biological freaks, like Piccinini's sculptures, will emerge as a result of instant errors.
Sanat ve Yorum, 2018
İnsan yaşamının her noktasında aralıksız bir yorum etkinliği göze çarpar. Öyle ki, ilk insandan g... more İnsan yaşamının her noktasında aralıksız bir yorum etkinliği göze çarpar. Öyle ki, ilk insandan günümüze değin birçok formda karşımıza çıkan yorumlama dürtüsü, içine fırlatıldığımız dünyayı anlamlandırmak-konumlandırmak için oldukça önemlidir. Anne karnından başladığımız etkileşim sürecinin bir sonraki basamağı olan yorumlama, etraftakileri kendimizce algılamamızı sağlar. Böylelikle duyularımız yoluyla tecrübe ettiğimiz şeyler bizi yorumun kendisine ulaştırır. Yorumlayarak aitleştirdiğimiz bilgi, bir kod gibi yazılarak kişiye ait bir şey haline gelir.
Yorumlama dürtüsü ile minörden majöre kazanılmış tüm bilgiler kişilerin hayatta kalması için gerekli manevraları geliştirmesine olanak sağlar. Bu bağlamda, ilkel insanlardan gelişmiş sistemlere kadar karşımıza çıkan her durum bu yorumlama sürecinin bir parçasıdır. Yaşamın her boyutunu bu denli etkilemiş olan yorum-lama (özellikle felsefe için) önemli bir konu başlığı olmuştur. Hermeneutik adıyla bilimsel boyutlarda karşımıza çıkan bu yorum geleneği, Platon’dan (Immanuel) Kant, (Friedrich) Schleirmacher, (Wilhelm) Dilthey, (Martin) Heidegger’e, (Umberto) Eco’dan (Susan) Sontag’a kadar birçok düşünürün çalıştığı bir konu olmuştur.
Yorumlama edimi sanatçı-alımlayıcı arasındaki ilişkiyle de iç içedir. Sanatçı kendi dağarcığında kodlamış olduğu şeylerin bir toplamını sanat yoluyla seyircisiyle buluşturur. Yani, biriktirdiği şeyleri çeşitli formlarda sanat nesnesine dönüştürür ve alımlayıcıyı kendi iç sürecine dâhil eder. Sunulan bu birikim karşısında izleyicinin yapmış olduğu yorumlama ise bir başka süreci başlatır. Bu noktada sanatçı devreden çıkarak alımlayıcıyı sanat nesnesi ile baş başa bırakır. Alımlayıcının sanat nesnesine karşı yaptığı yorumun başlangıç noktasından ne kadar uzaklaşığı ise bir başka konuyu gün yüzüne çıkarır. Bu döngü yorumun yorumunun yorumu gibi bir şekle bürünür. Bu aşamada ise, bir sanat nesnesinin nasıl yorumlanması gerektiği? sorusu araştırmanın genel motivasyonunu oluşturmaktadır.
Bu araştırmanın merkez noktası olan yorum edimi, yapısı gereği bireyseldir. Bu bireysellik, herkese göre yeni anlamlar ve potansiyel anlam kaymaları yaratmatır. Özellikle enformasyon çağının getirdiği yeni koşullar her kişinin yorumuna açık platformlar oluşturmaktadır. ‘Her kafadan bir ses’ olarak betimleyebileceğimiz bu ortam, dikkate alınması gereken görüşleri yığın içinde bırakarak görünmez kılabilmektedir. Bir diğer yandan herkesin görüşünün yer aldığı bu yığın içinde sanatın geldiği son nokta da tartışmalıdır. Sürekli tüketmek üzere güdülendiğimiz bu toplum düzeninde, aşırıya kaçan her türlü yorumdan sanat ve iç dinamikleri de nasibini almaktadır. Bilginin, yorumun, eleştirinin aşırı üretimi şeylerin içlerini hızlıca boşaltmakta, sanatı ve sanat yapıtını hiçleştirmektedir. Bu çalışmanın genel amacı da, mevcut yorum fazlalığından kaynaklanan durumun bir iç eleştirisini gerçekleştirmektir.