Gaffar Efe Sarihan | Ankara University (original) (raw)

Uploads

Book Reviews by Gaffar Efe Sarihan

Research paper thumbnail of El-Fıkhu'l-Ebsat'ta Geçen Bir İfadenin Tahlili: Rabbim Semada mı Yoksa Arzda mı Bilmiyorum Diyen Kişinin Küfrü Meselesi Üzerine Mülahazalar

Ümmetin Şehidi Yahya Sinwar'ın ruhuna hediye olması dileğiyle…

Research paper thumbnail of Kuran’da Tekrarlar Sebebiyle Hata Olduğu İddiası ve Mu'tezilî Âlim Ebû Tâhir et-Tureysîsî'nin Bu Konudaki İtirazları

Bu metin, hicri IV. Asırda yaşadığı tahmin edilen Rüknuddîn Ebî Tâhir et-Tureysîsî'ye ait olan Mü... more Bu metin, hicri IV. Asırda yaşadığı tahmin edilen Rüknuddîn Ebî Tâhir et-Tureysîsî'ye ait olan Müteşâbihu'l-Kur'ân isimli eserin ilgili bölümünün tercümesidir. Müellif hakkında kaynaklarda neredeyse hiçbir bilgiye rastlanmamakla birlikte, eserinden yaptığımız çıkarımlar dahilinde Mu'tezile düşüncesine mensup olduğu anlaşılmaktadır. Eserinde zikrettiği kadarıyla Ebu Haşim el-Cübbai (ö.321) ve Ebu Zeyd el-Belhi'ye (ö.322) talebelik etmiştir.

Research paper thumbnail of Mehmed Said Hatiboğlu’nun “İslam Mükellefiyet Anlayışı ve Buna Aykırı Bir Maliki Hanefi Kıyası” İsimli Yazısına Bir Eleştiri / Criticism of Said Hatiboğlu's accusations of the Hanafi sect's understanding of Qiyas

Hanife (ö. 150/767) ve ashabını bir konuda ağır eleştirilere maruz bırakarak, "İmamlar bile hata ... more Hanife (ö. 150/767) ve ashabını bir konuda ağır eleştirilere maruz bırakarak, "İmamlar bile hata yapabilir eleştirmekten çekinmeyin." şeklinde söylemlerde bulunmaktadır. İmamların da eleştirilebileceği, her ilim ehline malum bir hakikattir. Lakin şundan da emin olmak gerekir ki, birçok imam tarafından üzerinde ittifak edilmiş bir görüş; bir talebe ya da bu alanlarda kapsayıcı bir şekilde mütehassıs olmayan bir kimse tarafından anlaşılacak veya kolayca eleştiri malzemesine dönüştürülecek bir şey değildir. Prof. Dr. Hatiboğlu'nun, eserinde kullanmış olduğu küçük düşürücü ifadeleri kesinlikle imamlarımıza layık görmüyoruz. Zira onlar, birazdan da değinecek olduğum pek de kuvvetli olmayan itirazları hesaba katmadan hareket edecek insanlar değillerdir. İslami İlimler yolculuğundaki talebelerin bile muttali olduğu bu tarz hususlar, ümmetin kendilerine tabi olduğu imamlara muhakkak ki gizli kalmamıştır. Üzerine değineceğimiz konu, oruçlu kişinin uyku esnasında bir şey yiyip/içmesi halinde ibadetinin fesada uğrayıp-uğramayacağıdır. Ebu Hanife (ö. 150/767), Ebu Yusuf (ö. 182/798) ve Muhammed bin el-Hasen eş-Şeybani (ö. 189/805), bu durumun zuhur etmesi halinde, kişinin orucunun fesadına hükmetmişlerdir. 1 Buna hükmederken dayanmış oldukları delil ise, "Kim, oruçlu olduğunu unutarak yer veya içerse, orucunu tamamlasın. Zira onu ancak Allah yedirmiş ve içirmiştir." 2 Şeklindeki rivayettir. Hatiboğlu, uyku halindeki oruçlunun, oruçlu olduğunu unutan kişinin halinden daha aciz durumda olmasından hareketle, bu hükmün bir geçerliliğinin olmadığını, akla ve mantığa aykırı olduğunu söylemektedir. Hatta bu sebeple, Hanefi mezhebinin temel eserleri olan zahiru'r-rivaye kaynaklarının günümüze ulaşmasını sağlayan ve hatta onları şerh eden Şemsu'l-Eimme es-Serahsi'yi (ö. 483/1090 [?]) ağır ifadelerle tenkit etmekte, hatta Serahsi'nin, hakikati gizlediğine kanaat getirmektedir. Bu ithamların ve ağır ifadelerin, bahsi geçen zatlara nisbetini hayretlerle karşılayıp, mutlak surette reddetmekteyiz. İtirazımızın delillerini de şöyle zikretmekle başlayalım. Öncelikle Hanefi İmamlarının delilini, ikinci fıkra hadisinde zikretmiştik. Hadisin metninden de anlaşılacağı üzere, burada yalnızca oruçlu olduğunu unutan kişi tahsis edilmiştir. Hanefi mezhebinin kıyas anlayışına göre, nassın kendisinde illet ifade edilmediği müddetçe, tahsis edilen fer'e kıyasta bulunulmaz. İllet ifade edilse dahi, ancak o illete sahip bir başka fer' ile kıyasta bulunulabilir. 3 Bu sebeple oruçlu olduğunu unutan kimse hariç, hiç kimseye manada kıyasta bulunulamaz. Bundan hareketle uyku, özrün ahkamına tabi olacaktır, nisyanın değil. Özür ise zaten iftarın hükümlerine bir mani teşkil etmediği için, kişi iftar etmiş sayılır ve orucun kazası gerekir. Yalnızca bu istidlalin bile, Sayın Hatiboğlu'nun istib'ad iddiasını çürütmeye yeterli olduğu kanaatindeyiz ancak delilleri zikretmeye devam edelim.

Papers by Gaffar Efe Sarihan

Research paper thumbnail of Medine Ehlinin İcmâsı: Temellendirilmesi ve Tenkidi

Geçmişten günümüze Müslümanlar, hayatın getirdiği sonsuz sayıdaki sorulara din merkezli cevaplar ... more Geçmişten günümüze Müslümanlar, hayatın getirdiği sonsuz sayıdaki sorulara din merkezli cevaplar aramışlardır. İlk dönem fakîhleri bir meselenin cevabını araştırırken önce Kur'ân ve sünnete, sonrasında da icmâya başvuruyorlardı. Orada bir cevap bulamadıkları durumlarda ise kıyası işletiyorlardı. Lakin sonradan bu dört ana delilin tek başlarına yeterli olmadığını gören fakîhler, aslî delillerin yanına birtakım fer'î deliller de ekleme ihtiyacı duydular. Mesela Hanefîler istihsân ve örfü, Mâlikîler mesâlih-i mürseleyi bu gibi durumlarda ön plana çıkartmışlardır. Tabi bununla birlikte Müslümanlar ilmî sahada pek de iyi geçinemedikleri için, oluşturdukları bu kendi mezheplerine has fer'î delillerin bazılarını, diğerlerine üstünlük sağlama gayesiyle bu yukarıda sayılan ilk üç büyük aslî delile keskin bir şekilde dayandırma işine koyulmuşlardır. Mesela Şâfiî (ö. 204), hadîsi tamamen sünnetin mukabilinde ele alarak, sahîh bir rivayet zinciriyle bizlere ulaşan haberlerin içerdiği hükümleri sünnet olarak telakki etmiştir. Hatta bu konuda sahîh haberlerin zıddına hüküm bildiren Sahâbe ve Tâbiîn'in bu haberlerden bazısına erişemediğini, erişselerdi mutlaka Allah Resûlü'nün sünnetine tâbi olacaklarını iddia etmiştir. 2 Bu galip gelme düşüncesine örneklik teşkil eden bir başka husus da birazdan ele alacağımız, Mâlikîler tarafından şiddetle savunulan, Medine ehlinin icmâsıdır. Öncelikle İcmâ, Peygamber'in vefatından sonra aynı asırda yaşayan Müslüman müçtehitlerin, dinî bir meselede ittifak etmesidir. 3 Bilindiği üzere tanımların bütün fertlerini kapsaması, kapsamına girmeyen bütün şeylerden de arınmış olması gerekir. Bu sebeple bu tanımın inceliklerine değinmekte fayda görüyoruz. İcmâ, ancak Peygamber'in vefatından sonra meydana gelebilmektedir. Çünkü O hayattayken hükümler değişebiliyor, tenzilin devamı sebebiyle nesh söz konusu olabiliyordu. Bu sebeple Müslümanlar arasındaki fikir birliğinin sabitesinden söz etmek mümkün değildi. İcmânın Müslümanlar'a has kılınması ise onların vasat ümmet 4 oluşları itibarıyladır. Ümmet bu vasfı sebebiyle bir arada oldukları takdirde ismet sıfatına sahiptir. 5 Müçtehitler arasında gerçekleşmesi de bir başka noktadır. Çünkü dinî alan, avamın söz sahibi olduğu bir ortam 1 Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Lisans Öğrencisi 2 Şâfiî, er-Risâle, s.330 3 Zerkeşî, el-Bahru'l-Muhît, IV/436 4 Bakara 143

Research paper thumbnail of أحوال أهل الكبائر

Research paper thumbnail of El-Fıkhu'l-Ebsat'ta Geçen Bir İfadenin Tahlili: Rabbim Semada mı Yoksa Arzda mı Bilmiyorum Diyen Kişinin Küfrü Meselesi Üzerine Mülahazalar

Ümmetin Şehidi Yahya Sinwar'ın ruhuna hediye olması dileğiyle…

Research paper thumbnail of Kuran’da Tekrarlar Sebebiyle Hata Olduğu İddiası ve Mu'tezilî Âlim Ebû Tâhir et-Tureysîsî'nin Bu Konudaki İtirazları

Bu metin, hicri IV. Asırda yaşadığı tahmin edilen Rüknuddîn Ebî Tâhir et-Tureysîsî'ye ait olan Mü... more Bu metin, hicri IV. Asırda yaşadığı tahmin edilen Rüknuddîn Ebî Tâhir et-Tureysîsî'ye ait olan Müteşâbihu'l-Kur'ân isimli eserin ilgili bölümünün tercümesidir. Müellif hakkında kaynaklarda neredeyse hiçbir bilgiye rastlanmamakla birlikte, eserinden yaptığımız çıkarımlar dahilinde Mu'tezile düşüncesine mensup olduğu anlaşılmaktadır. Eserinde zikrettiği kadarıyla Ebu Haşim el-Cübbai (ö.321) ve Ebu Zeyd el-Belhi'ye (ö.322) talebelik etmiştir.

Research paper thumbnail of Mehmed Said Hatiboğlu’nun “İslam Mükellefiyet Anlayışı ve Buna Aykırı Bir Maliki Hanefi Kıyası” İsimli Yazısına Bir Eleştiri / Criticism of Said Hatiboğlu's accusations of the Hanafi sect's understanding of Qiyas

Hanife (ö. 150/767) ve ashabını bir konuda ağır eleştirilere maruz bırakarak, "İmamlar bile hata ... more Hanife (ö. 150/767) ve ashabını bir konuda ağır eleştirilere maruz bırakarak, "İmamlar bile hata yapabilir eleştirmekten çekinmeyin." şeklinde söylemlerde bulunmaktadır. İmamların da eleştirilebileceği, her ilim ehline malum bir hakikattir. Lakin şundan da emin olmak gerekir ki, birçok imam tarafından üzerinde ittifak edilmiş bir görüş; bir talebe ya da bu alanlarda kapsayıcı bir şekilde mütehassıs olmayan bir kimse tarafından anlaşılacak veya kolayca eleştiri malzemesine dönüştürülecek bir şey değildir. Prof. Dr. Hatiboğlu'nun, eserinde kullanmış olduğu küçük düşürücü ifadeleri kesinlikle imamlarımıza layık görmüyoruz. Zira onlar, birazdan da değinecek olduğum pek de kuvvetli olmayan itirazları hesaba katmadan hareket edecek insanlar değillerdir. İslami İlimler yolculuğundaki talebelerin bile muttali olduğu bu tarz hususlar, ümmetin kendilerine tabi olduğu imamlara muhakkak ki gizli kalmamıştır. Üzerine değineceğimiz konu, oruçlu kişinin uyku esnasında bir şey yiyip/içmesi halinde ibadetinin fesada uğrayıp-uğramayacağıdır. Ebu Hanife (ö. 150/767), Ebu Yusuf (ö. 182/798) ve Muhammed bin el-Hasen eş-Şeybani (ö. 189/805), bu durumun zuhur etmesi halinde, kişinin orucunun fesadına hükmetmişlerdir. 1 Buna hükmederken dayanmış oldukları delil ise, "Kim, oruçlu olduğunu unutarak yer veya içerse, orucunu tamamlasın. Zira onu ancak Allah yedirmiş ve içirmiştir." 2 Şeklindeki rivayettir. Hatiboğlu, uyku halindeki oruçlunun, oruçlu olduğunu unutan kişinin halinden daha aciz durumda olmasından hareketle, bu hükmün bir geçerliliğinin olmadığını, akla ve mantığa aykırı olduğunu söylemektedir. Hatta bu sebeple, Hanefi mezhebinin temel eserleri olan zahiru'r-rivaye kaynaklarının günümüze ulaşmasını sağlayan ve hatta onları şerh eden Şemsu'l-Eimme es-Serahsi'yi (ö. 483/1090 [?]) ağır ifadelerle tenkit etmekte, hatta Serahsi'nin, hakikati gizlediğine kanaat getirmektedir. Bu ithamların ve ağır ifadelerin, bahsi geçen zatlara nisbetini hayretlerle karşılayıp, mutlak surette reddetmekteyiz. İtirazımızın delillerini de şöyle zikretmekle başlayalım. Öncelikle Hanefi İmamlarının delilini, ikinci fıkra hadisinde zikretmiştik. Hadisin metninden de anlaşılacağı üzere, burada yalnızca oruçlu olduğunu unutan kişi tahsis edilmiştir. Hanefi mezhebinin kıyas anlayışına göre, nassın kendisinde illet ifade edilmediği müddetçe, tahsis edilen fer'e kıyasta bulunulmaz. İllet ifade edilse dahi, ancak o illete sahip bir başka fer' ile kıyasta bulunulabilir. 3 Bu sebeple oruçlu olduğunu unutan kimse hariç, hiç kimseye manada kıyasta bulunulamaz. Bundan hareketle uyku, özrün ahkamına tabi olacaktır, nisyanın değil. Özür ise zaten iftarın hükümlerine bir mani teşkil etmediği için, kişi iftar etmiş sayılır ve orucun kazası gerekir. Yalnızca bu istidlalin bile, Sayın Hatiboğlu'nun istib'ad iddiasını çürütmeye yeterli olduğu kanaatindeyiz ancak delilleri zikretmeye devam edelim.

Research paper thumbnail of Medine Ehlinin İcmâsı: Temellendirilmesi ve Tenkidi

Geçmişten günümüze Müslümanlar, hayatın getirdiği sonsuz sayıdaki sorulara din merkezli cevaplar ... more Geçmişten günümüze Müslümanlar, hayatın getirdiği sonsuz sayıdaki sorulara din merkezli cevaplar aramışlardır. İlk dönem fakîhleri bir meselenin cevabını araştırırken önce Kur'ân ve sünnete, sonrasında da icmâya başvuruyorlardı. Orada bir cevap bulamadıkları durumlarda ise kıyası işletiyorlardı. Lakin sonradan bu dört ana delilin tek başlarına yeterli olmadığını gören fakîhler, aslî delillerin yanına birtakım fer'î deliller de ekleme ihtiyacı duydular. Mesela Hanefîler istihsân ve örfü, Mâlikîler mesâlih-i mürseleyi bu gibi durumlarda ön plana çıkartmışlardır. Tabi bununla birlikte Müslümanlar ilmî sahada pek de iyi geçinemedikleri için, oluşturdukları bu kendi mezheplerine has fer'î delillerin bazılarını, diğerlerine üstünlük sağlama gayesiyle bu yukarıda sayılan ilk üç büyük aslî delile keskin bir şekilde dayandırma işine koyulmuşlardır. Mesela Şâfiî (ö. 204), hadîsi tamamen sünnetin mukabilinde ele alarak, sahîh bir rivayet zinciriyle bizlere ulaşan haberlerin içerdiği hükümleri sünnet olarak telakki etmiştir. Hatta bu konuda sahîh haberlerin zıddına hüküm bildiren Sahâbe ve Tâbiîn'in bu haberlerden bazısına erişemediğini, erişselerdi mutlaka Allah Resûlü'nün sünnetine tâbi olacaklarını iddia etmiştir. 2 Bu galip gelme düşüncesine örneklik teşkil eden bir başka husus da birazdan ele alacağımız, Mâlikîler tarafından şiddetle savunulan, Medine ehlinin icmâsıdır. Öncelikle İcmâ, Peygamber'in vefatından sonra aynı asırda yaşayan Müslüman müçtehitlerin, dinî bir meselede ittifak etmesidir. 3 Bilindiği üzere tanımların bütün fertlerini kapsaması, kapsamına girmeyen bütün şeylerden de arınmış olması gerekir. Bu sebeple bu tanımın inceliklerine değinmekte fayda görüyoruz. İcmâ, ancak Peygamber'in vefatından sonra meydana gelebilmektedir. Çünkü O hayattayken hükümler değişebiliyor, tenzilin devamı sebebiyle nesh söz konusu olabiliyordu. Bu sebeple Müslümanlar arasındaki fikir birliğinin sabitesinden söz etmek mümkün değildi. İcmânın Müslümanlar'a has kılınması ise onların vasat ümmet 4 oluşları itibarıyladır. Ümmet bu vasfı sebebiyle bir arada oldukları takdirde ismet sıfatına sahiptir. 5 Müçtehitler arasında gerçekleşmesi de bir başka noktadır. Çünkü dinî alan, avamın söz sahibi olduğu bir ortam 1 Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Lisans Öğrencisi 2 Şâfiî, er-Risâle, s.330 3 Zerkeşî, el-Bahru'l-Muhît, IV/436 4 Bakara 143

Research paper thumbnail of أحوال أهل الكبائر