YUSUF CİVELEK | Fatih Sultan Mehmet Vakıf University (original) (raw)
Papers by YUSUF CİVELEK
International Journal of Social and Humanities Sciences, 2024
Towards the end of the Nineteenth Century, the discourse about the relationship between architect... more Towards the end of the Nineteenth Century, the discourse about the relationship between architecture and nature was dominated by the influence of functionalism derived from natural sciences. Despite functionalism, the romantic idealism embedded in the organicist theory called for the poetic construction of the built-environment, which remained a strong impulse for the architectural avant-garde during the first half of the Twentieth Century. Architects like Frank Lloyd Wright and Richard Neutra shifted the focus of organic architecture from functionality to architectural site, whereby it became and 'environmental' issue. However, the more the artistically motivated organicism was replaced by the scientifically motivated environmentalism, the more modern architecture lost its romantic impulse. Reyner Banham was one of the main advocates for the concept of organic architecture to transform into mechanically controlled environment, but his mission found the real justification in contemporary ecological discourse that imposes on buildings ethical techniques for controlling architecture's effect on the environment.
International Academic Studies in Architecture, Planning and Design, 2024
A short assessment of architectural theories of E.E. Viollet-le-Duc, H. Hübsch and O. Wagner to ... more A short assessment of architectural theories of E.E. Viollet-le-Duc, H. Hübsch and O. Wagner to show the significance of nationalist/regionalist interpretations of architectural style for the formation of the concept of Modern architectural style.
DergiPark (Istanbul University), Mar 4, 2022
ÜSKÜDAR KÜLTÜR, SANAT ve MEDENİYET DERGİSİ 15, 2023
Türkiye'de son iki yüz yılda "architectura" ile "mi'mârî" arasındaki tuhaf birleşim sonucu olarak... more Türkiye'de son iki yüz yılda "architectura" ile "mi'mârî" arasındaki tuhaf birleşim sonucu olarak ortaya çıkan "mimarlık" mesleği üzerine bir değerlendirme...
FSM Scholarly Studies Journal of Humanities and Social Sciences, 2022
This study aims to underline the importance of reinforced concrete techniques for appropriating W... more This study aims to underline the importance of reinforced concrete techniques for appropriating Western architectural theories and practices in the post-colonial world. It argues that a firmly based notion in Western architectural thought, imitation, infiltrated step by step into the discourses and practices of the post-colonial world with the help of this plastic material.
Bitmemiş İnşa: Postmodernizm, 2020
HECE 294-5-6 Özel Sayı, 2021
Mimarlığın bir sanat olduğu, veya en azından sanatla ilgili bir tarafı olduğu varsayılır. Bu vars... more Mimarlığın bir sanat olduğu, veya en azından sanatla ilgili bir tarafı olduğu varsayılır. Bu varsayımda sanat, aynı mimarlık gibi, hiç değişmeyen bir kavram olarak kabul edilir. Halbuki mimarlığın sanatla ilgisinin ne olduğu, hangi sanata daha yakın olduğu hususunda hiçbir zaman fikir birliğine varılabilmiş değildir. Mimarlığın sanatsal tarafı, gizemli bir meseledir. Dahası, sanatın ne olduğu, mimarlığın ne olduğundan daha da karmaşık bir konudur. Her hâlükârda, sanat ve mimarlık arasındaki fark her zaman çok belirgin olmuştur. Ancak 19. Yüzyılın sonundan itibaren önemli bir değişim gerçekleşmiş ve sanat ve mimarlık tarihte hiç olmadığı kadar “aynı şey”e dönüşmeyi ifade etmeye başlamışlardır. Bu dönüşüm 20. yüzyılın ilk yarısında Avrupa’da mimarlığın sanatın estetiğini benimsemesiyle alâkalıyken, ikinci yarısında ise Amerika’da sanatın mimarlığın işi gibi görülen mekânsal ve strüktürel kurguları benimsemesiyle alâkalıdır. Bu ikinci gelişme mimarlığa sanatsal etki olarak geri yansımış ve ona “zahitçe” denebilecek bir derinlik kazandırma eğiliminde olmuştur. Lâkin mimarlık pratiğinin neo-liberalizmin şekillendirdiği bir dünyanın şartlarına uyum sağlamasıyla, bu tür sanatsal etkiler çağımızın “ikonik” yapıları için aslında sahip olmadıkları anlamın simülasyonunu gerçekleştirmenin bir aracı hâline gelmiştir.
Bizim Külliye, 2020
Mimarlığın 18 ve 19. yüzyılda edebiyat ile kurduğu bağın örneklendirilmesi ve mimarlığın fantasti... more Mimarlığın 18 ve 19. yüzyılda edebiyat ile kurduğu bağın örneklendirilmesi ve mimarlığın fantastik kurmacaya yakınlaşması, 20. yüzyılda ise bu bağın kopması üzerine bir deneme.
DERİN TARİH ÖZEL SAYI 15 , 2019
Mimar Sinan'ın mimarisinin Rönesans mimarisi ile ortak yanları üzerine bir deneme. Bu nüsha baskı... more Mimar Sinan'ın mimarisinin Rönesans mimarisi ile ortak yanları üzerine bir deneme. Bu nüsha baskı öncesi teyit nüshası olup, basılmış metinde bir kaç küçük fark mevcuttur. Sayfa numaraları da dergi sayısında farklıdır.
Şehir & Toplum, 2019
Bu yazı Turgut Cansever'in üslûp-sonrası bir dünyada modernite öncesi mimari üslûp paradigmasına ... more Bu yazı Turgut Cansever'in üslûp-sonrası bir dünyada modernite öncesi mimari üslûp paradigmasına dönme çabalarından kaynaklanan çelişkileri çözmeye yönelik gayretleri üzerine bir düşünmedir.
This paper is a reflection on Turgut Cansever's endeavor to solve the contradicitions resulting from his efforts to return to the pre-modern paradigm of architectural style in a post stylistic world.
Öz Son zamanlarda " geleneksel sanatlar "ın canlandırılması Türkiye'de önem kazanmış olan bir kon... more Öz Son zamanlarda " geleneksel sanatlar "ın canlandırılması Türkiye'de önem kazanmış olan bir konudur. Kadim zanaatların üretim yöntemlerine yönelik bu ilgi, genellikle millî kimlik yaratma idealinin bir parçası olan ve geçmişin şekillerine dayanan bir karşı-estetik meydana getirmek amacını taşır. Bu makalenin amacı, Britanya'da artizanal sanatların canlandırılmaya başlamasından, Almanya'da modern endüstriyel tasarımın doğuşuna kadar geçen sürede, " geleneksel sanatlar " meselesinin kısa tarihinin geçmişin estetiğini canlandırma arayışlarında dikkate alınmasını önermektir. 19. Yüzyılın ortasında Britanya'da ortaya çıkan Arts and Crafts hareketi, sanatçı ve zanaatçıların endüstriyelleşmiş kapitalizm karşısında güçlerinin eriyip gitmesine duyulan tepkinin sonucunda, Ortaçağ loncalarının kolektif el üretimini canlandırmayı denemişti. Arts and Crafts'ın siyasî-ideo-lojik eğilimine karşılık, yüzyıl dönümünde kıta Avrupa'sında saf estetik bir hareket olarak ortaya çıkan Art Nouveau, bu tür bir içerikten büyük ölçüde yoksundu. Sonuçta, sanatın tasarım estetiği olarak kapitalist sanayi üretimiyle uzlaşmasıyla Avrupa'da el sanatları hareketi sona ermiş oldu.
Sanat Yazıları, 2017
Bu yazıda Peter Eisenman'ın daha ismi bile yok iken başlattığı mimari yapısökümün ken-disinin mit... more Bu yazıda Peter Eisenman'ın daha ismi bile yok iken başlattığı mimari yapısökümün ken-disinin mitsel bir yapıya sahip olduğu savunulmuş ve mimarın mitsellikle olan ilişkisini nasıl gözden geçirdiği açıklanmaya çalışılmıştır. Eisenman henüz tam anlamıyla gerçekleşmemiş olduğuna inandığı Modernizme taze bir yol açmak için yeni bir tarihsel kırılma arayışını kariye-rinin başlıca amacı haline getirmişti. Eisenman'ın tarihselciliği çözmek için kullandığı yöntem, biçim ve anlam arasında kurulmuş olan tarihsel ilişkileri " mitsel " kabul etmekti. Farklı zaman-larda Yapısalcılık, avangard sanat, Kavramsal Sanat, psikanaliz ve Yapısöküm gibi farklı etkilere maruz kalan kuramsal gelişiminde hiç kaybolmayan ama giderek belirginleşen bir şey, ızgara, uzun kariyeri boyunca mimarın sentetik ve eklektik kuramından kaynaklanan çelişkileri çözmek için kullandığı başlıca araç olmuştur. Başlangıçta mimarlıkta rasyonellik mitosunu sağlayan ızgara gerekmedikçe ortaya çıkmayan soyut bir yapı iken, daha sonra Eisenman'ın, kendi mi-marlığının mitselliğinin varlığını ve yokluğunu aynı anda ima eden ve üslupsal diyebileceğimiz bir temaya dönüşmüştür.
Son zamanlarda Uzak Doğulu mimarlar arasında ızgara kafesi küçük bir trende dönüşmüştür. Kengo Ku... more Son zamanlarda Uzak Doğulu mimarlar arasında ızgara kafesi küçük bir trende dönüşmüştür. Kengo Kuma ve Sou Fujimoto gibi ismi duyulmuş mimarların başını çektiği bu trendin çıkışının, Belçika’da üretilmiş bir çizgi-roman olan La Fièvre D’Urbicande’ın 2011 yılında Japonya’da yayınlanmasıyla bağlantılı olduğu görülüyor. Bu çizgi-romandaki ızgara, fantastik bir yapı olarak Peter Eisenman’ın mimarisinde ızgara kafesinin geçirdiği dönüşümü akla getirmektedir. 1960’larda yapısalcı bir kuram geliştirmeye başlayan Eisenman, 1970’lerin sonuna geldiğinde kuramını oluşturan ızgara ve diğer unsurları, sanki bunların mitsel nitelikte olduğunu fark etmiş gibi, yapısöküme tâbi tutmaya başlamıştır. Bu süreç sonunda ızgara kavramsal bir nesne olmaktan çıkarak hem fizikî hâle gelmiş, hem de mitsel yapısını ifşa etmeye başlamıştır. Mimari bir yapının içinden aniden çıkıveren ızgara fantastik bir şey, bir hayalet olarak La Fièvre D’Urbicande’ın da ana temasıdır. Japonya’da da ızgaranın kavramsal bir yaklaşım olarak değil de, bir fantastik imge olarak alıntılanmış olduğu söylenebilir. Izgarayla ilgili bütün bu gelişmeleri birbirine bağlayan yazılı ve görsel ortamlar, mimarlığın metinleşmesine aracılık etmektedir.
Günümüzde mimarlık medyası, ardı ardına dolaşıma soktuğu imgelerle mimarlığın sürekli bir geçicil... more Günümüzde mimarlık medyası, ardı ardına dolaşıma soktuğu imgelerle mimarlığın sürekli bir geçicilik olduğu fikrini yayarken, mimarlar tarafından imge ile söylem arasında kurulan keyfi ilişkiler de buna destek olmaktadır. Halbuki uzun zamandan beri yazınsal ve görsel ortamlar mimari üretimde oldukça etkilidir. Bunu dikkate alarak mimarlıkta yazınsal üretimlerde olduğu gibi "metinlerarası" ilişkiler olması düşünülebilir. Mimarlığın metinlerarası ilişkilerle tasarlanıyor olması ise, ideolojik söylemler sonrası çağdaş mimarlığı ilgilendiren tesadüfîlik ve geçicilik gibi meselelere yeni bir açılım getirebilir; hatta küresel çağın kimlik sorunlarına çok tutucu olmayan çözümler bile sunabilir.
Bodrum Amanruya Oteli küçük tektoniklerin hem sürekli bir hareketi ima eden, hem de dünyevîliği a... more Bodrum Amanruya Oteli küçük tektoniklerin hem sürekli bir hareketi ima eden, hem de dünyevîliği anıştıran dağınıklığı ile dikkati çekiyor. Ama belki daha da ilginç olan, bu yapıların yüzeylerinin, genel olarak görüntülerinin, maddi yapıyı önemsizleştiren bir resimsiliğe sahip olmalarıdır. İran-Osmanlı resim geleneğinin gayrimaddîleştirici bir özelliği olan düzlemsellik etkisi, yakın ile uzak arasındaki derinlik kadar, kaba yonu ile pürüzsüz/beyaz arasındaki farkın da görece önemsizleştiği Amanruya'nın yüzeylerinde akla gelen bir olgudur.
A short summary of the reaction of artists and architects to industrialization and capitalism in ... more A short summary of the reaction of artists and architects to industrialization and capitalism in the West for a foundation of criticism of the "traditional arts" problem in Turkey.
Şehrin sınırlarını ve beraberinde ötekini, nihayetinde kendi anlamını kaybetmesi üzerine...
Antonio Sant'Elia, Futurism, Fütürizm, İtalya, Mimarlık, Architecture, Marinetti, Avant-Garde, Mo... more Antonio Sant'Elia, Futurism, Fütürizm, İtalya, Mimarlık, Architecture, Marinetti, Avant-Garde, Modernism, Modernizm, Surrealizm, De Chirico
Mimarın ve mimârinin var olma sebebi olan mâbed, 20. yüzyıla kadar mimarlığın özü olarak kalacak ... more Mimarın ve mimârinin var olma sebebi olan mâbed, 20. yüzyıla kadar mimarlığın özü olarak kalacak “üslûb”un da yaratıcısıdır. Millî, etnik ve kültürel kimliğin önemli bir tanımlayıcısı olarak 19. yüzyılda Batı’da ve Batı’nın doğrudan etkili olduğu merkezlerde karmaşık bir soruna dönüşmüş olan mimârî üslûb, 20. yüzyılın ilk yarısında uluslararası bir estetiğe evrilmiş, ikinci yarısında ise ferdî üsluplar ve küresel “trend”ler içinde yok olmuştur. 1950’lerden sonra kilise mimârisi, gelip geçici trendlerden uzak durmak şartıyla, sanatçı-mimarın ferdî yaklaşımının belirlediği modern mimarlığa açılmıştır.
Batı’daki mimâri gelişmeleri yaklaşık 150 yıldır yakından takip eden Türkiye’de bir tek câmi mimârisi – o da ana akım mimarlık pratiğinin dışında kalması dolayısıyla – “klasik” kabul edilen bir üslûbu sürdürmekte ve modernleşme baskılarına direnmektedir. 16. yüzyılın, özellikle de Mimar Sinan’ın câmilerinin iyi kötü taklid edilmesi üzerine binâ edilen ve aslında “neo-klasik” olarak adlandırılması gereken bu yaygın câmi tipolojisi, 1950’lerden beri târihselci (historiciste) yaklaşımların dışlandığı okullarda yetişen mimarların çoğunluğu tarafından, çağdaş yaratıcılığa kapalı oldukları için kıyasıya eleştirilmektedir. Gerçekte mimarlarla câmi cemâatleri arasında, özellikle metinlerle desteklenen ortak bir zeminin olmaması, anakronik üslûb tartışmasının sürmesine ve Türk şehirlerindeki mescidlerin gerçek sorunlarının gizlenmesine neden olmaktadır.
Modern ve [neo] klasik câmi arasında bölünmüş mescidin kavramsallaştırılmasındaki sorun her iki kutup için de aynıdır: mescid, “câmi” adı verilen, “ibâdet alanı” olarak ayrılmış bir parseli olan, kendi içinde başlayıp biten abidevî tekil kütlesiyle sembolik bir ifâde taşıması gereken “sıradışı” bir yapıdır. Bu durumda uzlaşmazlık, apartman, işyeri ve yolların belirlediği sıradan şehir mekânı içinde, câminin sıradışılığını gösterecek biçimlerin tercihinden kaynaklanır. Halbuki mescidi ilgilendiren asıl sorun, onu toplumsal hayatın merkezinden uzaklaştıran ve şehir içinde mekânını “öteki”leştiren sosyal ve kültürel gelişmelerdir. Bu durumda mescidin gerçek konumunu biçimsel özellikleriyle değil, mekânının toplumla kurduğu işlevsel ilişkide görmek gerekir. Cemâatlerin sadece câmiyle sınırlı kalması, mescid tasarımında yeni yaklaşımların içinde düşünülmesi gereken sorunlar arasındadır. Çağdaş mescid mimârisinde önemli bir eksiklik, ferdleri ibâdetin dışında, günlük hayatın diğer kolektif birlikteliklerinde buluşturacak olan işlevlerin eksikliğidir. Modern bir cemâatin ihtiyaç duyduğu, günlük hayatın ferdî ihtiraslarını kolektif bir iyiliğe yönlendirebilecek yeni işlevsel programlara câmiyle birlikte anlamlı bir mekân ve biçim vermek, bu çağda ancak ehil mimarlar tarafından yapılabilir. Kısacası, mimarlar için çok önemli bir hâle gelmiş olan ferdî yaratıcılık, tarihî, felsefî ve sosyolojik hususların hakkı iyi verilerek kullanılırsa, mescid mimârisinin önünü açabilir. Ancak, sanatçı-mimarların ve cemaâatleri oluşturan insanların mâbedlere kaybolan güzellikleri ve işlevleri yeniden kazandırabilmelerinin yolu, belki de Nurettin Topçu’nun çeşitli yazılarında tarif ettiği, o çokluk içinde birliği arayan ferd olmaktan geçecektir.
Anahtar Kelimeler: neo-klasik câmiler, mescidler, mimâri, “öteki mekânlar”, Nurettin Topçu
Mimari çizimlerin basılı hale gelmesi ve dolaşıma katılmasıyla mimari biçimler ve planimetrik çöz... more Mimari çizimlerin basılı hale gelmesi ve dolaşıma katılmasıyla mimari biçimler ve planimetrik çözümler bilgiye dönüştürülerek idealleştirilirler
International Journal of Social and Humanities Sciences, 2024
Towards the end of the Nineteenth Century, the discourse about the relationship between architect... more Towards the end of the Nineteenth Century, the discourse about the relationship between architecture and nature was dominated by the influence of functionalism derived from natural sciences. Despite functionalism, the romantic idealism embedded in the organicist theory called for the poetic construction of the built-environment, which remained a strong impulse for the architectural avant-garde during the first half of the Twentieth Century. Architects like Frank Lloyd Wright and Richard Neutra shifted the focus of organic architecture from functionality to architectural site, whereby it became and 'environmental' issue. However, the more the artistically motivated organicism was replaced by the scientifically motivated environmentalism, the more modern architecture lost its romantic impulse. Reyner Banham was one of the main advocates for the concept of organic architecture to transform into mechanically controlled environment, but his mission found the real justification in contemporary ecological discourse that imposes on buildings ethical techniques for controlling architecture's effect on the environment.
International Academic Studies in Architecture, Planning and Design, 2024
A short assessment of architectural theories of E.E. Viollet-le-Duc, H. Hübsch and O. Wagner to ... more A short assessment of architectural theories of E.E. Viollet-le-Duc, H. Hübsch and O. Wagner to show the significance of nationalist/regionalist interpretations of architectural style for the formation of the concept of Modern architectural style.
DergiPark (Istanbul University), Mar 4, 2022
ÜSKÜDAR KÜLTÜR, SANAT ve MEDENİYET DERGİSİ 15, 2023
Türkiye'de son iki yüz yılda "architectura" ile "mi'mârî" arasındaki tuhaf birleşim sonucu olarak... more Türkiye'de son iki yüz yılda "architectura" ile "mi'mârî" arasındaki tuhaf birleşim sonucu olarak ortaya çıkan "mimarlık" mesleği üzerine bir değerlendirme...
FSM Scholarly Studies Journal of Humanities and Social Sciences, 2022
This study aims to underline the importance of reinforced concrete techniques for appropriating W... more This study aims to underline the importance of reinforced concrete techniques for appropriating Western architectural theories and practices in the post-colonial world. It argues that a firmly based notion in Western architectural thought, imitation, infiltrated step by step into the discourses and practices of the post-colonial world with the help of this plastic material.
Bitmemiş İnşa: Postmodernizm, 2020
HECE 294-5-6 Özel Sayı, 2021
Mimarlığın bir sanat olduğu, veya en azından sanatla ilgili bir tarafı olduğu varsayılır. Bu vars... more Mimarlığın bir sanat olduğu, veya en azından sanatla ilgili bir tarafı olduğu varsayılır. Bu varsayımda sanat, aynı mimarlık gibi, hiç değişmeyen bir kavram olarak kabul edilir. Halbuki mimarlığın sanatla ilgisinin ne olduğu, hangi sanata daha yakın olduğu hususunda hiçbir zaman fikir birliğine varılabilmiş değildir. Mimarlığın sanatsal tarafı, gizemli bir meseledir. Dahası, sanatın ne olduğu, mimarlığın ne olduğundan daha da karmaşık bir konudur. Her hâlükârda, sanat ve mimarlık arasındaki fark her zaman çok belirgin olmuştur. Ancak 19. Yüzyılın sonundan itibaren önemli bir değişim gerçekleşmiş ve sanat ve mimarlık tarihte hiç olmadığı kadar “aynı şey”e dönüşmeyi ifade etmeye başlamışlardır. Bu dönüşüm 20. yüzyılın ilk yarısında Avrupa’da mimarlığın sanatın estetiğini benimsemesiyle alâkalıyken, ikinci yarısında ise Amerika’da sanatın mimarlığın işi gibi görülen mekânsal ve strüktürel kurguları benimsemesiyle alâkalıdır. Bu ikinci gelişme mimarlığa sanatsal etki olarak geri yansımış ve ona “zahitçe” denebilecek bir derinlik kazandırma eğiliminde olmuştur. Lâkin mimarlık pratiğinin neo-liberalizmin şekillendirdiği bir dünyanın şartlarına uyum sağlamasıyla, bu tür sanatsal etkiler çağımızın “ikonik” yapıları için aslında sahip olmadıkları anlamın simülasyonunu gerçekleştirmenin bir aracı hâline gelmiştir.
Bizim Külliye, 2020
Mimarlığın 18 ve 19. yüzyılda edebiyat ile kurduğu bağın örneklendirilmesi ve mimarlığın fantasti... more Mimarlığın 18 ve 19. yüzyılda edebiyat ile kurduğu bağın örneklendirilmesi ve mimarlığın fantastik kurmacaya yakınlaşması, 20. yüzyılda ise bu bağın kopması üzerine bir deneme.
DERİN TARİH ÖZEL SAYI 15 , 2019
Mimar Sinan'ın mimarisinin Rönesans mimarisi ile ortak yanları üzerine bir deneme. Bu nüsha baskı... more Mimar Sinan'ın mimarisinin Rönesans mimarisi ile ortak yanları üzerine bir deneme. Bu nüsha baskı öncesi teyit nüshası olup, basılmış metinde bir kaç küçük fark mevcuttur. Sayfa numaraları da dergi sayısında farklıdır.
Şehir & Toplum, 2019
Bu yazı Turgut Cansever'in üslûp-sonrası bir dünyada modernite öncesi mimari üslûp paradigmasına ... more Bu yazı Turgut Cansever'in üslûp-sonrası bir dünyada modernite öncesi mimari üslûp paradigmasına dönme çabalarından kaynaklanan çelişkileri çözmeye yönelik gayretleri üzerine bir düşünmedir.
This paper is a reflection on Turgut Cansever's endeavor to solve the contradicitions resulting from his efforts to return to the pre-modern paradigm of architectural style in a post stylistic world.
Öz Son zamanlarda " geleneksel sanatlar "ın canlandırılması Türkiye'de önem kazanmış olan bir kon... more Öz Son zamanlarda " geleneksel sanatlar "ın canlandırılması Türkiye'de önem kazanmış olan bir konudur. Kadim zanaatların üretim yöntemlerine yönelik bu ilgi, genellikle millî kimlik yaratma idealinin bir parçası olan ve geçmişin şekillerine dayanan bir karşı-estetik meydana getirmek amacını taşır. Bu makalenin amacı, Britanya'da artizanal sanatların canlandırılmaya başlamasından, Almanya'da modern endüstriyel tasarımın doğuşuna kadar geçen sürede, " geleneksel sanatlar " meselesinin kısa tarihinin geçmişin estetiğini canlandırma arayışlarında dikkate alınmasını önermektir. 19. Yüzyılın ortasında Britanya'da ortaya çıkan Arts and Crafts hareketi, sanatçı ve zanaatçıların endüstriyelleşmiş kapitalizm karşısında güçlerinin eriyip gitmesine duyulan tepkinin sonucunda, Ortaçağ loncalarının kolektif el üretimini canlandırmayı denemişti. Arts and Crafts'ın siyasî-ideo-lojik eğilimine karşılık, yüzyıl dönümünde kıta Avrupa'sında saf estetik bir hareket olarak ortaya çıkan Art Nouveau, bu tür bir içerikten büyük ölçüde yoksundu. Sonuçta, sanatın tasarım estetiği olarak kapitalist sanayi üretimiyle uzlaşmasıyla Avrupa'da el sanatları hareketi sona ermiş oldu.
Sanat Yazıları, 2017
Bu yazıda Peter Eisenman'ın daha ismi bile yok iken başlattığı mimari yapısökümün ken-disinin mit... more Bu yazıda Peter Eisenman'ın daha ismi bile yok iken başlattığı mimari yapısökümün ken-disinin mitsel bir yapıya sahip olduğu savunulmuş ve mimarın mitsellikle olan ilişkisini nasıl gözden geçirdiği açıklanmaya çalışılmıştır. Eisenman henüz tam anlamıyla gerçekleşmemiş olduğuna inandığı Modernizme taze bir yol açmak için yeni bir tarihsel kırılma arayışını kariye-rinin başlıca amacı haline getirmişti. Eisenman'ın tarihselciliği çözmek için kullandığı yöntem, biçim ve anlam arasında kurulmuş olan tarihsel ilişkileri " mitsel " kabul etmekti. Farklı zaman-larda Yapısalcılık, avangard sanat, Kavramsal Sanat, psikanaliz ve Yapısöküm gibi farklı etkilere maruz kalan kuramsal gelişiminde hiç kaybolmayan ama giderek belirginleşen bir şey, ızgara, uzun kariyeri boyunca mimarın sentetik ve eklektik kuramından kaynaklanan çelişkileri çözmek için kullandığı başlıca araç olmuştur. Başlangıçta mimarlıkta rasyonellik mitosunu sağlayan ızgara gerekmedikçe ortaya çıkmayan soyut bir yapı iken, daha sonra Eisenman'ın, kendi mi-marlığının mitselliğinin varlığını ve yokluğunu aynı anda ima eden ve üslupsal diyebileceğimiz bir temaya dönüşmüştür.
Son zamanlarda Uzak Doğulu mimarlar arasında ızgara kafesi küçük bir trende dönüşmüştür. Kengo Ku... more Son zamanlarda Uzak Doğulu mimarlar arasında ızgara kafesi küçük bir trende dönüşmüştür. Kengo Kuma ve Sou Fujimoto gibi ismi duyulmuş mimarların başını çektiği bu trendin çıkışının, Belçika’da üretilmiş bir çizgi-roman olan La Fièvre D’Urbicande’ın 2011 yılında Japonya’da yayınlanmasıyla bağlantılı olduğu görülüyor. Bu çizgi-romandaki ızgara, fantastik bir yapı olarak Peter Eisenman’ın mimarisinde ızgara kafesinin geçirdiği dönüşümü akla getirmektedir. 1960’larda yapısalcı bir kuram geliştirmeye başlayan Eisenman, 1970’lerin sonuna geldiğinde kuramını oluşturan ızgara ve diğer unsurları, sanki bunların mitsel nitelikte olduğunu fark etmiş gibi, yapısöküme tâbi tutmaya başlamıştır. Bu süreç sonunda ızgara kavramsal bir nesne olmaktan çıkarak hem fizikî hâle gelmiş, hem de mitsel yapısını ifşa etmeye başlamıştır. Mimari bir yapının içinden aniden çıkıveren ızgara fantastik bir şey, bir hayalet olarak La Fièvre D’Urbicande’ın da ana temasıdır. Japonya’da da ızgaranın kavramsal bir yaklaşım olarak değil de, bir fantastik imge olarak alıntılanmış olduğu söylenebilir. Izgarayla ilgili bütün bu gelişmeleri birbirine bağlayan yazılı ve görsel ortamlar, mimarlığın metinleşmesine aracılık etmektedir.
Günümüzde mimarlık medyası, ardı ardına dolaşıma soktuğu imgelerle mimarlığın sürekli bir geçicil... more Günümüzde mimarlık medyası, ardı ardına dolaşıma soktuğu imgelerle mimarlığın sürekli bir geçicilik olduğu fikrini yayarken, mimarlar tarafından imge ile söylem arasında kurulan keyfi ilişkiler de buna destek olmaktadır. Halbuki uzun zamandan beri yazınsal ve görsel ortamlar mimari üretimde oldukça etkilidir. Bunu dikkate alarak mimarlıkta yazınsal üretimlerde olduğu gibi "metinlerarası" ilişkiler olması düşünülebilir. Mimarlığın metinlerarası ilişkilerle tasarlanıyor olması ise, ideolojik söylemler sonrası çağdaş mimarlığı ilgilendiren tesadüfîlik ve geçicilik gibi meselelere yeni bir açılım getirebilir; hatta küresel çağın kimlik sorunlarına çok tutucu olmayan çözümler bile sunabilir.
Bodrum Amanruya Oteli küçük tektoniklerin hem sürekli bir hareketi ima eden, hem de dünyevîliği a... more Bodrum Amanruya Oteli küçük tektoniklerin hem sürekli bir hareketi ima eden, hem de dünyevîliği anıştıran dağınıklığı ile dikkati çekiyor. Ama belki daha da ilginç olan, bu yapıların yüzeylerinin, genel olarak görüntülerinin, maddi yapıyı önemsizleştiren bir resimsiliğe sahip olmalarıdır. İran-Osmanlı resim geleneğinin gayrimaddîleştirici bir özelliği olan düzlemsellik etkisi, yakın ile uzak arasındaki derinlik kadar, kaba yonu ile pürüzsüz/beyaz arasındaki farkın da görece önemsizleştiği Amanruya'nın yüzeylerinde akla gelen bir olgudur.
A short summary of the reaction of artists and architects to industrialization and capitalism in ... more A short summary of the reaction of artists and architects to industrialization and capitalism in the West for a foundation of criticism of the "traditional arts" problem in Turkey.
Şehrin sınırlarını ve beraberinde ötekini, nihayetinde kendi anlamını kaybetmesi üzerine...
Antonio Sant'Elia, Futurism, Fütürizm, İtalya, Mimarlık, Architecture, Marinetti, Avant-Garde, Mo... more Antonio Sant'Elia, Futurism, Fütürizm, İtalya, Mimarlık, Architecture, Marinetti, Avant-Garde, Modernism, Modernizm, Surrealizm, De Chirico
Mimarın ve mimârinin var olma sebebi olan mâbed, 20. yüzyıla kadar mimarlığın özü olarak kalacak ... more Mimarın ve mimârinin var olma sebebi olan mâbed, 20. yüzyıla kadar mimarlığın özü olarak kalacak “üslûb”un da yaratıcısıdır. Millî, etnik ve kültürel kimliğin önemli bir tanımlayıcısı olarak 19. yüzyılda Batı’da ve Batı’nın doğrudan etkili olduğu merkezlerde karmaşık bir soruna dönüşmüş olan mimârî üslûb, 20. yüzyılın ilk yarısında uluslararası bir estetiğe evrilmiş, ikinci yarısında ise ferdî üsluplar ve küresel “trend”ler içinde yok olmuştur. 1950’lerden sonra kilise mimârisi, gelip geçici trendlerden uzak durmak şartıyla, sanatçı-mimarın ferdî yaklaşımının belirlediği modern mimarlığa açılmıştır.
Batı’daki mimâri gelişmeleri yaklaşık 150 yıldır yakından takip eden Türkiye’de bir tek câmi mimârisi – o da ana akım mimarlık pratiğinin dışında kalması dolayısıyla – “klasik” kabul edilen bir üslûbu sürdürmekte ve modernleşme baskılarına direnmektedir. 16. yüzyılın, özellikle de Mimar Sinan’ın câmilerinin iyi kötü taklid edilmesi üzerine binâ edilen ve aslında “neo-klasik” olarak adlandırılması gereken bu yaygın câmi tipolojisi, 1950’lerden beri târihselci (historiciste) yaklaşımların dışlandığı okullarda yetişen mimarların çoğunluğu tarafından, çağdaş yaratıcılığa kapalı oldukları için kıyasıya eleştirilmektedir. Gerçekte mimarlarla câmi cemâatleri arasında, özellikle metinlerle desteklenen ortak bir zeminin olmaması, anakronik üslûb tartışmasının sürmesine ve Türk şehirlerindeki mescidlerin gerçek sorunlarının gizlenmesine neden olmaktadır.
Modern ve [neo] klasik câmi arasında bölünmüş mescidin kavramsallaştırılmasındaki sorun her iki kutup için de aynıdır: mescid, “câmi” adı verilen, “ibâdet alanı” olarak ayrılmış bir parseli olan, kendi içinde başlayıp biten abidevî tekil kütlesiyle sembolik bir ifâde taşıması gereken “sıradışı” bir yapıdır. Bu durumda uzlaşmazlık, apartman, işyeri ve yolların belirlediği sıradan şehir mekânı içinde, câminin sıradışılığını gösterecek biçimlerin tercihinden kaynaklanır. Halbuki mescidi ilgilendiren asıl sorun, onu toplumsal hayatın merkezinden uzaklaştıran ve şehir içinde mekânını “öteki”leştiren sosyal ve kültürel gelişmelerdir. Bu durumda mescidin gerçek konumunu biçimsel özellikleriyle değil, mekânının toplumla kurduğu işlevsel ilişkide görmek gerekir. Cemâatlerin sadece câmiyle sınırlı kalması, mescid tasarımında yeni yaklaşımların içinde düşünülmesi gereken sorunlar arasındadır. Çağdaş mescid mimârisinde önemli bir eksiklik, ferdleri ibâdetin dışında, günlük hayatın diğer kolektif birlikteliklerinde buluşturacak olan işlevlerin eksikliğidir. Modern bir cemâatin ihtiyaç duyduğu, günlük hayatın ferdî ihtiraslarını kolektif bir iyiliğe yönlendirebilecek yeni işlevsel programlara câmiyle birlikte anlamlı bir mekân ve biçim vermek, bu çağda ancak ehil mimarlar tarafından yapılabilir. Kısacası, mimarlar için çok önemli bir hâle gelmiş olan ferdî yaratıcılık, tarihî, felsefî ve sosyolojik hususların hakkı iyi verilerek kullanılırsa, mescid mimârisinin önünü açabilir. Ancak, sanatçı-mimarların ve cemaâatleri oluşturan insanların mâbedlere kaybolan güzellikleri ve işlevleri yeniden kazandırabilmelerinin yolu, belki de Nurettin Topçu’nun çeşitli yazılarında tarif ettiği, o çokluk içinde birliği arayan ferd olmaktan geçecektir.
Anahtar Kelimeler: neo-klasik câmiler, mescidler, mimâri, “öteki mekânlar”, Nurettin Topçu
Mimari çizimlerin basılı hale gelmesi ve dolaşıma katılmasıyla mimari biçimler ve planimetrik çöz... more Mimari çizimlerin basılı hale gelmesi ve dolaşıma katılmasıyla mimari biçimler ve planimetrik çözümler bilgiye dönüştürülerek idealleştirilirler
Although architects before the time of the French Enlightenment often made use of historical form... more Although architects before the time of the French Enlightenment often made use of historical forms in their designs, this practice radically changed between the years 1750 and 1850. The fragment itself changed, as did the ways it was used. The transformation of the fragment followed three stages: it changed from the antique, to the elemental, to the historical fragment. Through the course of this transformation, design also changed, it came to be understood as composition. This dissertation describes the history of this transformation in consideration of writings by French author-architects, as well as their designs. It also shows how the new conception of the fragment gave birth to the next stage of architectural history: eclecticism. Mid eighteenth-century changes in European architecture were prompted by growing familiarity with recent archaeological work especially in Italy, the country of ancient ruins. In France, antique fragments were adopted initially as formal and spatial motifs that enriched architectural design by means of picturesque effects, inspired by paintings and Piranesian etchings. Later, these fragments gradually became regular elements of architectural composition. Charles Percier and Jean-Nicolas-Louis Durand, two disciples of Boullée, took over his imagery and technique of composing with antique fragments, but relied less than he did on the building's picturesque and sensationalist aspects. Composition in elementary antique fragments underlay the neo-classical architectural education at both the Ecole des Beaux-Arts and the Ecole Polytechnique in the beginning of the nineteenth-century. In the 1830s, a group of pensionnaires argued for freer assembly of architectural elements that would allow diachronic reading of historical fragments as opposed to synchronic antique-looking motifs. Architects like Henri Labrouste, Léon Vaudoyer, and Félix Duban preferred imitating the historical progress of architecture over Greco-Roman elements and compositions. Eclecticism taught them that mixture of antithetical things gave birth to something new after a transitory phase. While neo-classical architecture imitated the mature architectural representation of a distant past, eclectic architecture of the romantic-rationalists imitated the immature expressions of the architecture in transition. The buildings of the second group revealed a new problem of representation in architecture, a problem that had begun to emerge already in the architecture of the eighteenth-century: the problem of style, expressed most famously if pathetically in the early nineteenth-century as a question: "in what style shall we build?"
The thesis aims to show how 20th Century Turkish Architectural practice, critique and writing de... more The thesis aims to show how 20th Century Turkish Architectural practice, critique and writing depended on a formalist discourse due to cultural meanings associated with values that changed rapidly in the course of modernization/Westernization of the country.
Kareden Plana - Modül ve Mimarlık, 2021
Prof.Dr. Genco Berkin ve Doç.Dr. Yusuf Civelek tarafından hazırlanan Kareden Plana Modül ve Mimar... more Prof.Dr. Genco Berkin ve Doç.Dr. Yusuf Civelek tarafından hazırlanan Kareden Plana Modül ve Mimarlık özellikle mimarlık, iç mimarlık, peyzaj mimarlığı öğrencilerinin tasarım sırasında ölçek ve boyutlandırma konusunda yaşadıkları sorunları aşabilmeleri için yardımcı olmayı hedefliyor. Kitap okuyucunun hem modül ve ölçeklendirme konusunda bilgi sahibi olmasını hem mimarlık tarihini öğrenmesini hem de önemli mimarları tanımasını sağlayacak kurgusuyla temel bir başvuru kaynağı olma niteliği taşıyor.
BİRAZ MAĞRUR BİRAZ MAĞDUR TÜRK SİNEMASINDA KAHRAMANLAR, 2017
Türk sinemasında eskiden beri süregelen entelektüel kahramanın yabancılaşması meselesi üzerine bi... more Türk sinemasında eskiden beri süregelen entelektüel kahramanın yabancılaşması meselesi üzerine bir deneme.
MODÜL VE MİMARLIK, 2019
Kitap mimarlık tarihi boyunca değişmeyen bir mimari tasarım özelliği olan modül kullanımını kısa ... more Kitap mimarlık tarihi boyunca değişmeyen bir mimari tasarım özelliği olan modül kullanımını kısa örneklerle açıklıyor. seçilen 40 örneğin önemli bir kısmı 20. yüzyıla ait.
Mimarhane YouTube Kanalı (Mekansız Konuşmalar-05), 2020
https://www.youtube.com/watch?v=IPIBYnyZcCU İçinde bulunduğumuz Covid-19 günlerinde gerçekleştir... more https://www.youtube.com/watch?v=IPIBYnyZcCU
İçinde bulunduğumuz Covid-19 günlerinde gerçekleştirdiğimiz Mekansız Konuşmalar serimizin beşinci programında Yusuf Civelek ve Halil İbrahim Düzenli "Mimari ve Üslup" konusunu ele alıyor.
Fransa'da 19. yüzyılın ortaları civarında mimarlığın kentsel mekanının anlamının tarihsel bağlam ... more Fransa'da 19. yüzyılın ortaları civarında mimarlığın kentsel mekanının anlamının tarihsel bağlam ile belirlenmeye başlaması üzerine.
On the origins of shaping architectural site by historical context.
Architecture, France, Neoclassical, Romantic, Duban, Duc, Labrouste, Vaudoyer, Ecole des Beaux-Arts, Mimarlık, Fransa, Neoklasik, Romantik
ISLAH2019: Proceedings of the 2nd International Conference on Islamic Architectural Heritage the Future and the Built Environment, 2019
In its origins, the architectural style was a denominator of cultural identity. Violation of styl... more In its origins, the architectural style was a denominator of cultural identity. Violation of style had been regarded as sacrilegious especially for ecclesiastical buildings. However, as the time went by, this barrier could not stop borrowing of architectural elements not only as techniques but also as forms and expressions from foreign cultures, just like words or expressions from foreign languages. During Italian Renaissance reformulation of architecture as rhetorical expressions started to change and in fact, deteriorate the concept of architectural style as cultural-religious taboo. With the meeting of words and drawings in architectural publications, transportation of architectural expressions literally gained textual character. Today, textualization of architecture is continued by architectural media, which is reaching global audience mostly through internet, and therefore it becomes easier and more convincing to talk about intertextual relations between buildings.
This paper intends to track the history of the development of the phenomena of textualization and intertextual relations in architecture through certain ecclesiastical buildings such as Alberti’s Church of San Francesco in Rimini, Mimar Sinan’s Piyale Paşa Mosque in İstanbul, Fischer von Erlach’s Karlskirche in Vienna and Furumori Koichi’s Myoenji Columbarium in Fukuoka. The reason for this historical perspective is to argue for a new intertextuality for the architecture of a globalizing world, which can help to make new connections between architectures independently from time, culture and place, and therefore to reduce the meaningless atomization of architecture in which the matching of word and image is usually arbitrary. Developing intertextual ties in architecture can also ease the problematic relationship that it has with its own past (history) and with the identity issues related to culture, history and geography, while saving for it a certain autonomy that is more and more threatened by technology and capitalism.
Keywords: Textualization of Architecture, Intertextuality, Mimar Sinan, Alberti, Fisher von Erlach, Furumori Koichi
ALISHER NAVOI INTERNATIONAL CONGRESS ON SOCIAL SCIENCES & HUMANITIES, 2023
Mimarlık tarihinde “millî üslup” arayışı özellikle 19. Yüzyıla damgasını vurmuş olan bir mesele o... more Mimarlık tarihinde “millî üslup” arayışı özellikle 19. Yüzyıla damgasını vurmuş olan bir mesele olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu yüzyılda Kuzey Avrupalı milletler, bir Cermen kavmi olan Gotlara has barbar tarzı anlamında “Gotik” adını verdikleri Ortaçağ’ın mimarisini yerel şartlardan ve kültürden türemiş millî bir üslûp olarak görmüşlerdir. Ancak Ortaçağ mimarisine yönelik ilginin yoğunlaştığı bu çağda, pek yüzeye çıkmamış olsa da örtük olarak “Gotik”in bir üslup olarak köklerinin İslâm mimarlığında olduğuna dair tartışmalar da başlamıştır.
İzine Alexandre De Laborde’un bir metninde (Les Monuments de la France; 1816) rastladığımız bu tartışmanın Osmanlı Devleti’nin yüzyılın ikinci yarısındaki bazı önemli kamu yapılarında “Gotik” ve “İslâmî” biçimlerin aynı anda kullanıldığı eklektik tavırda bir rol oynamış olması kuvvetle muhtemeldir. İstanbul’da Bahriye Nezâreti (1869), Pertevniyal Valide Sultan Camii (1871) ve Sirkeci Garı (1890) gibi önemli binalarda görülen bu tavır, Orta Asya’dan İspanya’ya kadar uzanan geniş bir alana yayılmış olan Müslüman mimarisinin Hristiyan mimarisi üzerinde özellikle kemer biçimleriyle kendini ifade eden tarihi etkisinin farkındalığından neşet etmiş gibidir.
Osmanlı Devleti’nin hem modernleşerek Avrupaî bir millet olmak, hem de Müslüman milletlerin hâmisi ve temsilcisi olarak kalmayı arzu ettiği bir devirde, böylesi bir ortaklık ifadesinin başta gelen kamu yapılarında Avrupa Neo-Klasiğine tercih edilmesi anlamlıdır. Dolayısıyla bu yazı, Avrupa’da “Gotik” mimari üslubunun İslâmî kökleriyle ilgili tartışmalar ile son dönem Osmanlı kamu yapıları arasındaki ilişkiyi kurmayı ve Avrupa’dan gelen akımlar olan Eklektizm ve Oryantalizm’in Osmanlı’nın millî kimlik siyasetindeki rolünü tartışmayı amaçlamaktadır.
BARINMA KÜLTÜRÜ cilt 1, 2022
Aydınlanma Çağı olarak bilinen 18. asırda Jean-Jacques Rousseau’nun tarihöncesi ilkel insanı “ins... more Aydınlanma Çağı olarak bilinen 18. asırda Jean-Jacques Rousseau’nun tarihöncesi ilkel insanı “insan” yapan aslî değerleri ile “yozlaşmamışlık anlamında saflık” arasında bir bağlantı kurmuş olması, modern mimarlık kuramları üzerinde fazlaca etkili olmuştur. İlk defa Vitruvius’ta geçen ilk barınak, “İlkel kulübe” kavramsallaştırması, bu sefer ondan neşet etmiş ama zaman (tarih) içerisinde bozulmuş olan “Mimarlık”ı yeniden yola koymanın bir anahtarı olarak görülmeye başlamıştır. Klasikçi geleneğin otoritesinin giderek çözüldüğü iki yüz yıl içinde, mimarlık tarihlerinde yeri olmadığı için kırsalın yapı sanatı olan vernaküler ev tipolojisi doğrudan “Akademik” veya tarihselci mimarlıklara karşı bir başkaldırı olarak benimsenmiştir. 19. asrın ortalarından beri sanayi Kapitalizminin menfî etkilerine karşı direnişte önemli bir tipoloji hâline gelmiş olan ev, 20. asırda daha da önemli hâle gelerek Modernizmi adeta barınma meselesi üzerinden geniş kitlelere benimsetmenin bir aracı olmuştur. Öncelikle Almanya’da Tessenow gibi bazı mimarların eliyle mimarlıkta sade ve özlü bir ifadenin ve tipleştirmenin öncüsü olan ve vernakülere özenen sosyal ev, kısa bir zaman sonra neredeyse bütün Avrupa’da Modernist tipik sosyal konutlara dönüşmüştür. Başta Le Corbusier olmak üzere öncü Modernistler, 20. asır insanının makine ve bilim çağının değerleriyle buluşabilecekleri bir çevre içerisinde ilkelliğin farz edilen asaletine yeniden kavuşabileceğine az ya da çok inanmış görünmektedirler. Batı’nın tarihsel olarak öncesinde veya coğrafya ve medeniyet açısından dışında kalan toplumların yapı kültürlerinden aldığı fikirleri soyut bir plastiklik ile birleştiren Le Corbusier’nin asıl motivasyonu, Rousseau’nun “ebedî insan”ı olan “Asil Vahşi”nin, modern barınağında şiirsel bir varoluşla dünya ve çağı ile tam olarak barışık yeni insanda yeniden doğacağına olan inancıdır.