Sultan Komut | T.C. Haliç Üniversitesi (original) (raw)
Papers by Sultan Komut
Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2019
Women have been regarded as weak, emotional, caring and thought to be suitable for some jobs and ... more Women have been regarded as weak, emotional, caring and thought to be suitable for some jobs and not for the others; due to the biological differences, they have been regarded as the nurturers of the family, the care taker of house. The belief that it is women's duty to generate the future has made house the only place where she belongs and thus becoming a confined space for not only wives but also unmarried women. The oppression that most women suffer from since the very beginning originates mainly in families and further develops in patriarchal societies. This article revisits the works of Sevim Burak and Ursula K. Le Guin as two authors whose societal and cultural backgrounds, treatment of the novel genre, and narrative styles are completely different from one another. claims that due to their experience of womanhood in patriarchal societies, they explore similar themes in their works. They portray women characters who are systematically oppressed by dominant ideological apparatuses. In this context, this article argues that much as Burak and Le Guin differ in representing the oppression they experience in their peculiar ways, they both consider marriage as a form of individual oppression, which indicates that regardless of the cultural differences, experiences of women are similar in patriarchal societies so are the ways they are included in literature. Öz Her daim kadınların karakter yapıları zayıf, duygusal ve müşfik olarak addedilmiş ve onların sadece belirli mes-lek gruplarında çalışabilecekleri düşünülmüştür. Biyolojik farklılıklar sebebiyle de evin ve ev halkının bakımı kadınlara yüklenmiştir. Geleceği inşa etmenin kadınların görevi olduğu inancı, evi kadınların ait olduğu tek mekan haline getirmiş ve böylece evler, evli veya bekar olmaları fark etmeksizin, tüm kadınlar için birer hücreye dönüşmüştür. Kadınların ilk zamanlardan itibaren muzdarip olduğu bu baskı ilk olarak aile içinde oluşmakta ve daha sonra ataerkil toplumlarda etkisini giderek arttırmaktadır. Bu makale, yazı üsluplarının yanı sıra yeni edebi türler de yaratmış; birbirine taban tabana zıt iki farklı topluma, dine ve geçmişe ait iki önemli yazar olan Sevim Burak ve Ursula K. Le Guin'in eserlerini yeniden ele almakta ve yazarların, ataerkil toplumlarda edindikleri kadın olma deneyiminden yola çıkarak benzer feminist konular üzerinde durduklarını iddia etmektedir. Yazarların çalışmalarında bireysel ve toplumsal güçler tarafından sistematik olarak baskı altına alınmış kadın karakterler ile karşılaşmaktayız. Bu bağlamda makale, Burak ve Le Guin'in bu baskıyı kendilerine özgü biçim-lerde ifade etmelerine rağmen, her ikisinin de evliliği bir tür bireysel baskı olarak gördüğünü ve evliliğin kadın-lara yaptığı baskının çalışmalarına benzer şekillerde yansıdığını iddia etmektedir. Bu durum, hangi toplumda olursa olsun, kadınların yaşadıkları deneyimlerin birbirine yakın olduğunu ve bu deneyimlerin edebiyata da bu şekilde yansıdığını kanıtlamaktadır.
ASAT-JAST, 2019
Amiri Baraka's well-known and both vastly praised and criticized play Dutchman is a primary examp... more Amiri Baraka's well-known and both vastly praised and criticized play Dutchman is a primary example of Revolutionary Theater, which Baraka conceptualizes as a theater that "forces" its audience to confront the realities of social injustice, and "accuse" and "attack" its practitioners. In this sense, Dutchman is a model text of Baraka's compulsion toward destruction through art. This article argues that the prevalent view in the scholarship on this play reduces Clay and Lula as victim and victimizer. This article aims to present these characters in a postmodernist light, as more complex and less stereotyped. Thus, they can be seen as having equally the potential to change and the potential to destroy (themselves and/or the society). In the final analysis, Baraka presents a true piece of Revolutionary Theater in Dutchman: powerful, accusatory and destructive.
Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2019
Women have been regarded as weak, emotional, caring and thought to be suitable for some jobs and ... more Women have been regarded as weak, emotional, caring and thought to be suitable for some jobs and not for the others; due to the biological differences, they have been regarded as the nurturers of the family, the care taker of house. The belief that it is women's duty to generate the future has made house the only place where she belongs and thus becoming a confined space for not only wives but also unmarried women. The oppression that most women suffer from since the very beginning originates mainly in families and further develops in patriarchal societies. This article revisits the works of Sevim Burak and Ursula K. Le Guin as two authors whose societal and cultural backgrounds, treatment of the novel genre, and narrative styles are completely different from one another. claims that due to their experience of womanhood in patriarchal societies, they explore similar themes in their works. They portray women characters who are systematically oppressed by dominant ideological apparatuses. In this context, this article argues that much as Burak and Le Guin differ in representing the oppression they experience in their peculiar ways, they both consider marriage as a form of individual oppression, which indicates that regardless of the cultural differences, experiences of women are similar in patriarchal societies so are the ways they are included in literature. Öz Her daim kadınların karakter yapıları zayıf, duygusal ve müşfik olarak addedilmiş ve onların sadece belirli mes-lek gruplarında çalışabilecekleri düşünülmüştür. Biyolojik farklılıklar sebebiyle de evin ve ev halkının bakımı kadınlara yüklenmiştir. Geleceği inşa etmenin kadınların görevi olduğu inancı, evi kadınların ait olduğu tek mekan haline getirmiş ve böylece evler, evli veya bekar olmaları fark etmeksizin, tüm kadınlar için birer hücreye dönüşmüştür. Kadınların ilk zamanlardan itibaren muzdarip olduğu bu baskı ilk olarak aile içinde oluşmakta ve daha sonra ataerkil toplumlarda etkisini giderek arttırmaktadır. Bu makale, yazı üsluplarının yanı sıra yeni edebi türler de yaratmış; birbirine taban tabana zıt iki farklı topluma, dine ve geçmişe ait iki önemli yazar olan Sevim Burak ve Ursula K. Le Guin'in eserlerini yeniden ele almakta ve yazarların, ataerkil toplumlarda edindikleri kadın olma deneyiminden yola çıkarak benzer feminist konular üzerinde durduklarını iddia etmektedir. Yazarların çalışmalarında bireysel ve toplumsal güçler tarafından sistematik olarak baskı altına alınmış kadın karakterler ile karşılaşmaktayız. Bu bağlamda makale, Burak ve Le Guin'in bu baskıyı kendilerine özgü biçim-lerde ifade etmelerine rağmen, her ikisinin de evliliği bir tür bireysel baskı olarak gördüğünü ve evliliğin kadın-lara yaptığı baskının çalışmalarına benzer şekillerde yansıdığını iddia etmektedir. Bu durum, hangi toplumda olursa olsun, kadınların yaşadıkları deneyimlerin birbirine yakın olduğunu ve bu deneyimlerin edebiyata da bu şekilde yansıdığını kanıtlamaktadır.
ASAT-JAST, 2019
Amiri Baraka's well-known and both vastly praised and criticized play Dutchman is a primary examp... more Amiri Baraka's well-known and both vastly praised and criticized play Dutchman is a primary example of Revolutionary Theater, which Baraka conceptualizes as a theater that "forces" its audience to confront the realities of social injustice, and "accuse" and "attack" its practitioners. In this sense, Dutchman is a model text of Baraka's compulsion toward destruction through art. This article argues that the prevalent view in the scholarship on this play reduces Clay and Lula as victim and victimizer. This article aims to present these characters in a postmodernist light, as more complex and less stereotyped. Thus, they can be seen as having equally the potential to change and the potential to destroy (themselves and/or the society). In the final analysis, Baraka presents a true piece of Revolutionary Theater in Dutchman: powerful, accusatory and destructive.