Muhammed Selman Çalışkan | Istanbul University (original) (raw)
Papers by Muhammed Selman Çalışkan
İhya Uluslararası İslam Araştırmaları Dergisi, 2019
ÖZET / ABSTRACT - Medine döneminde uygulama alanı ve imkânı bulan bazı hükümlerin Mekkî âyetlerde... more ÖZET / ABSTRACT - Medine döneminde uygulama alanı ve imkânı bulan bazı hükümlerin Mekkî âyetlerde zikredilmesiyle meydana gelen işkâlin hallini amaçlayan tekaddüm-teahhur mevzuu ilk olarak Begavî tarafından dile getirilmiştir. Müfessirlerin konu hakkındaki izahlarının, sonraları ulûmu’l-Kur’ân eserlerinde müstakil bir başlık altında incelendiği görülmektedir. En erken Zerkeşî’nin el-Burhân fî ulûmi’l-Kur’ân adlı eserinde yer alan mevzu, Suyûtî tarafından genişletilmiş ve Kur’ân ilimlerine dair telif edilen birçok eserde ele alınmıştır. Tekaddüm-teahhur mevzuu, Medine’de meşru kılınacak bir ibadetin Mekkî surelerdeki değinilerini, hükmü teahhur eden nüzûl; söz konusu ibadeti de nüzûlü tekaddüm etmiş bir hüküm olarak değerlendirmektedir. Konunun örnekleri arasında hükme müteallik âyetlerin yanı sıra haber muhtevalı âyetler de zikredilmektedir. Haberî âyetlerdeki teahhur, ilgili olayın tahakkuk etmesi şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Haberî âyetlerin hüküm içermemesine rağmen hükmü konu edinen bir başlık altında ele alınması ile Medine döneminde müesseseleşmiş bir ibadetin Mekke dönemindeki değinilerinin nüzûlün tekaddümü olarak telakki edilmesi, tekaddüm-teahhur usulünün tenkide uğradığı noktalardır. Medine döneminde gerçekleşecek bir olayın Mekke döneminde zikredilmesi, Kur’ân’ın i‘câzı ve Hz. Peygamber’in nübüvvetinin bir ispatı; Medine’de uygulandığı bilinen bir ibadetin Mekkî âyetlerdeki zikri ise söz konusu ibadete zemin oluşturmak şeklinde anlaşılabilir. (Anahtar Kelimeler: Tefsir, Kur’ân, Vahiy, Nüzûl, Hüküm, Tekaddüm, Teahhur) .......... ABSTRACT - Some of the ḥukms applied during the Madīna period are mentioned in the Meccan āyāt. This situation caused some problems about what these Meccan āyāt meant. These problems were first mentioned in the tafsīr books. To solve this problem, mufassirs expressed the taqaddum-taʾakhkhur issue. These explanations, which were first mentioned in tafsīr books, were then examined under an independent title in ʿulūm al-Qurʾān books. The first tafsīr book on the subject of taqaddum-taʾakhkhur issue belongs to al-Bag̲h̲avī, and the first ʿulūm al-Qurʾān book belongs to al-Zarkashī. Taqaddum-taʾakhkhur issue has been examined in al-Suyūṭī’s al-Itqān in a broader way and it has been argued as an independent title in the many of ʿulūm al-Qurʾān books. In the title of taqaddum-taʾakhkhur, issues related to ḥukms have been expressed. However, news-related āyāt are also discussed in this title. The taqaddum-taʾakhkhur in the news-related āyāt is the realization of the related event. However, it is open to discuss news-related āyāt under a title of taqaddum-taʾakhkhur. In this respect, there are some points where taqaddum-taʾakhkhur issue has been criticized. Mention of an event following the Hijra in Meccan āyāt has been understood as evidence of Muhammad’s prophecy. Mentioning of the ḥukm/worship implemented in Madīna in the Meccan āyāt aims to create a mental infrastructure. (Keywords: Tafsīr, Qurʾān, Waḥy, Nuzūl, Ḥukm, Taqaddum, Taʾakhkhur)
İslâmî İlimler Dergisi, 2019
ملخص / ABSTRACT / ÖZET - بدأت مناقشة المدارس الدينية مع حركات التغريب في الدولة العثمانية وتم ال... more ملخص / ABSTRACT / ÖZET - بدأت مناقشة المدارس الدينية مع حركات التغريب في الدولة العثمانية وتم البدء في إنشاء مؤسسة تعليمية عالية بديلة للمدارس في الربع الأخير من القرن التاسع عشر، وكانت هناك ثلاث محاولات من 1845م حتي 1881م فشلت في تأسيس "دَار الفُنُون" (الجامعة). كانت "دار الفنون الشَّاهَانَه (الملكية)" دار الفنون الأولى التي أسست في عام 1900م، وكانت مستمرة من حيث التنظيم والهيكل العلمي، هذه الدار أيضا هي دار الفنون الأولى التي تشمل فرعًا يوفر التعليم الديني "العلوم العالية الدينية". وهنا دار الفنون الأخرى التي لديها فرع مماثل هي؛ "دار الفنون العثمانية" و"دار الفنون إِسْطَنْبُول". ومن الملاحظ أن جميع هذه الفروع لها دورة للتفسير في المناهج الدراسية، وتم تحديد ساعة الدورة الأسبوعية على أنها ثلاثة ساعات. مَنَاسْتِرْلِي إِسْمَاعِيل حَقِّي، وكَرَجِي سَعِيد، وبَرْغَامَالِي أَحْمَد جَوْدَتْ وآسِتَانَلِي مَصْطَفى شَوْكَتْ هم المعلمون الذين ألقوا محاضرات عن التفسير. أخذ المعلمون في دروس التفسير بعين الاعتبار السور والآيات المختارة وتفسيرها باللغة التركية وكانوا يستفيدون بكتب مختلفة في التفسير ويلقون الضوء في التوجه نحو منهج التفسير الحالي. وأعقب الموضوعات المتعلقة بتاريخ التفسير على حسب أصول الطبقات مع أسماء التفاسير. (الكلمات المفتاحية: التفسير، دروس التفسير، دار الفنون، الجامعة، المدرسة ، العثمانية، الجمهورية التركية) .......... ABSTRACT - Along with the westernization movements in the Ottoman Empire, madrasahs were discussed and the establishment of an alternative higher education institution to the madrasa was initiated in the last quarter of the 19th century. There were three attempts to establish dār-al-funūn (university) from 1845 to 1881 but failed. Dār-al-funūn Shāhānah (monarchy, royalty) was the first dār-al-funūn in 1900, which was continuous in terms of organization and scientific structure. This dār-al-funūn is also the first dār-al-funūn which also includes a shu‘bah (faculty) that provides religious education (Ulūm-ı Āliye-i Dīniyye). The other dār-al-funūns which have a similar faculty are Dār-al-funūn-ı Osmānī (Ottoman) and Istanbul Dār-al-funūn. It is seen that all of these faculties have Tafseer course in the curriculum, and the weekly course hour is determined as three. Manastirli Ismail Hakki, Kereci Said, Bergamalı Ahmed Cevdet and Asitaneli Mustafa Şevket were the teachers who entered the course of Tafseer in dār-al-funūns. In the Tafseer courses, various surahs were interpreted in Turkish by the teacher with the use of tafseer books and the aspects facing the present were mentioned. The subjects related to the history of tafseer were given by following the tabakāt method. In addition, information about the books of tafseer was told. (Keywords: Tafseer, Tafseer Course, Dār-al-funūn, Madrasah, Ottoman, Turkish Republic) .......... ÖZET - Osmanlı’daki batılılaşma hareketleri ile birlikte medreseler tartışılmaya başlanmış ve medreseye alternatif bir yüksek eğitim kurumunun tesisine 19. asrın son çeyreğinde girişilmiştir. 1845’ten 1881’e kadar üç başarısız dârulfünûn (üniversite) girişimi olmuştur. Teşkilat ve ilmi yapısı itibariyle süreklilik arzeden ilk dârulfünûn 1900’de açılan Dârulfünûn-ı Şâhâne’dir. Bu dârulfünûn aynı zamanda dini eğitim veren bir şubeyi (Ulûm-ı Âliye-i Dîniyye) de bünyesinde barındıran ilk dârulfünûndur. Benzer bir şubeye yer veren diğer dârulfünûnlar Dârulfünûn-ı Osmânî ve İstanbul Dârulfünûnu’dur. Tüm bu şubelerin ders programında Tefsir dersinin yer aldığı, haftalık ders saatinin ise üç olarak belirlendiği görülmektedir. Manastırlı İsmail Hakkı, Kereci Said, Bergamalı Ahmed Cevdet ve Âsitâneli Mustafa Şevket dârulfünûnlarda tefsir dersini veren hocalardır. Tefsir derslerinde, seçilen herhangi bir sûre muhtelif tefsirlerden istifade ile hoca tarafından Türkçe olarak yorumlanmakta günümüze bakan yönleri ile ele alınmaktaydı. Tefsir tarihine müteallik konular ise tabakat usûlü takip edilerek literatür bilgisi ile verilmekteydi. (Anahtar Kelimeler: Tefsir, Tefsir Dersi, Darulfünun, Medrese, Osmanlı, Türkiye)
İslam Bilimleri Araştırmaları Dergisi, 2019
ÖZET / ABSTRACT - Kur’ân-ı Kerîm’in Kadir gecesinde indirildiğini bildiren âyet ile onun hadisele... more ÖZET / ABSTRACT - Kur’ân-ı Kerîm’in Kadir gecesinde indirildiğini bildiren âyet ile onun hadiselere bağlı olarak nübüvvet seneleri boyunca peyderpey indirildiği hakikati arasındaki tearuz, söz konusu âyetin Kur’ân’ın tek seferde semâ-i dünyâya indirildiğini ifade ettiğine dair bir açıklama ile giderilmiştir. Bununla birlikte Kur’ân’ın Kadir gecesinde semâ-i dünyâya indirilmiş olması, onun Hz. Peygamber’e nüzûlünün de Kadir gecesinde başlamasına mani değildir. Dolayısıyla Kur’ân’ın tek gecede nâzil olduğuna dair âyetler her iki manayı da tazammun etmektedir. İlgili âyet ve rivayetler dikkate alındığında Kur’ân’ın levh-i mahfûza, oradan semâ-i dünyâya ve nihayetinde de Hz. Peygamber’e indirildiği anlaşılmaktadır. Kur’ân’ın levh-i mahfûza indirildiğine dair değiniler onun levh-i mahfûzdaki varlığından haber veren âyetlerden hareketledir. Kur’ân’da doğrudan semâ-i dünya mertebesinden bahsedilmemiş olması, bu mertebeye nüzûlün hikmetini anlamanın zorluğundan olsa gerektir. Nitekim konu İbn Abbas’a sorulan bir soru ile gündeme gelmiştir. Nüzûlün semâ-i dünyâ mertebesinden bahseden rivayetlerin İbn Abbas’tan geliyor olması, onların Hz. Peygamber menşeli olduğunu da göstermektedir. Zira sahabe-i kirâmın İsrailiyata istinat etmeyen gaybî bilgileri rey ve içtihatla serdetmesini düşünmek zordur. (Anahtar Kelimeler: Tefsir, Kur’ân, Nüzûl Aşamaları, Levh-i Mahfûz, Semâ-i Dünyâ) .......... ABSTRACT - The Qurʾān was sent down piece by piece to Allāh’s Apostle (sallallaahu ‘alayhi wa sallam). However, in some verses it is mentioned that it was sent down a night. This is like a contradiction. ʿAbdallāh b. ʿAbbās said that The Qurʾān had first been sent down into the al-samaʾ al-dunyā. ʿAbdallāh b. ʿAbbās' word solved the problem. Therefore, there is a gradual nuzūl of the Qurʾān. There are three nuzūl stages of the Qurʾān in the world. These are al-Lawḥ al-Maḥfūẓ, al-Samāʾ al-Dunyā and Allāh’s Apostle (sallallaahu ‘alayhi wa sallam). The verse al-Burūj 85:21-22 describes the existence of the Qurʾān on the al-Lawḥ al-Maḥfūẓ. Therefore, the Qurʾān was first sent down to the al-Lawḥ al-Maḥfūẓ. This is the first nuzūl stage. The Qurʾān does not mention the al-Samāʾ al-Dunyā stage. This is probably due to the difficulty of understanding this stage. As a matter of fact, this issue was learned because of a question asked to ʿAbdallāh b. ʿAbbās. Probably ʿAbdallāh b. ʿAbbās learned this issue from Allāh’s Apostle (sallallaahu ‘alayhi wa sallam). Because it is not possible for ʿAbdallāh b. ʿAbbās to say this information about the ġayb from his own view. (Keywords: Tafsīr, Qurʾān, Nuzūl Stages, al-Lawḥ al-Maḥfūẓ, al-Samāʾ al-Dunyā)
Dârülfünun İlahiyat'ın İlmî Birikimi Sempozyumu - Tebliğ Özetleri, 2018
ÖZET - İstanbul Dârulfünûnu İlahiyat Fakültesi (1924-1933) ve bu fakültenin esasını teşkil eden U... more ÖZET - İstanbul Dârulfünûnu İlahiyat Fakültesi (1924-1933) ve bu fakültenin esasını teşkil eden Ulûm-ı Âliye-i Dîniyye Şubesi (1900-1908, 1908- 1912) ile Ulûm-ı Şeriyye Şûbesi/Fakültesi (1912-1914)’nin eğitim müfredatında Tefsir dersi yer almaktaydı. Dersin, Dârulfünûn ders programlarında Tefsir (1900-1908), Tefsir-i Şerîf (1908-1914), Tefsir ve Tefsir Tarihi (1924-1928, 1931-1933), Tefsir (1928-1931), Tefsir Tarihi (1928-1931) şeklinde yer aldığı görülmektedir. 1900-1933 yıllarında muhtelif isimlerle verilen bu dersin müderrisleri ise Manastırlı İsmail Hakkı Efendi (1846-1912), Gürcü Saîd Efendi (?), Bergamalı Ahmed Cevdet Bey (1872-1926) ve Mustafa Şevket Bey (1878-1951) idi. Dârulfünûn’un herhangi bir şubesi/fakültesinde ders veren hocaların eserleri incelendiğinde bunların bir kısmının ders takrîrlerinden teşekkül ettiği görülmektedir. Bu eserlerin ilk sayfalarına düşülen kayıtlardan anlaşıldığı kadarıyla gönüllü bir veya birkaç talebe ders hocasının şahsî takrîr notlarını temin edip tertip ve tanzimini yaptıktan sonra tabettiriyor yahut notlar temize çekilmeksizin hocanın tuttuğu haliyle bastırılıyordu. Takrîrlerin basımında, şapograf baskı tekniğiyle mahtût nüshanın tıpkıbasımının yapılması veya matbaada tekrar dizilmesi şeklinde iki usulün takip edildiği görülmektedir. Manastırlı İsmail Hakkı’nın Dârulfünûn’da vermiş olduğu Tefsir dersinin herhangi bir takrîrine ulaşamadıysak da Dârulfünûn’daki vazifesinden evvel Mekteb-i Mülkiye-i Şahane’de verdiği Tefsir derslerinin takrîrlerinin “Ahkâm-ı Şehr-i Sıyâm” (1309/1892) ve “Tefsîr-i Sûre-i Yâsîn” (1314/1896) adıyla basıldığı görülmektedir. İsmail Hakkı Efendi’nin bu ders notlarından Dârulfünûn’daki Tefsir derslerinde de istifade etmiş olması muhtemeldir. Gürcü Saîd Efendi’nin ise herhangi bir Tefsir dersi takrîrine rastlayamadık. Bergamalı Ahmed Cevdet Bey’in Fakültede verdiği ders takrîrlerine gelince bunların “Tarih-i Tefsîr” (1340/1924), “Tefsir-i Şerîf” (1340/1924), “Sûretü’s- Saff Tefsîri” (1341/1925), “Tefsîr-i Sûre-i Hucurât” (1341/1925) ve “Tefsir Tarihi” (1927) adlarıyla neşredildiği görülmektedir. Dârulfünûn İlahiyat Fakültesi’nin son Tefsir hocası Mustafa Şevket Bey’in Fakülteden evvel görev yaptığı kurumlarda verdiği derslerin takrîrlerinden vücuda gelen eserleri (“Usûl-i Fıkıh”, “Ferâiz Risâlesi”, “Hulâsatü’l- Ferâiz”, “Ahkâm-ı Vesâyâ”, “Mufassal Nazarî ve Amelî Ferâiz Dersleri”) mevcutsa da İlahiyat Fakültesi’ndeki Tefsir dersi takrîrlerine dair herhangi bir bilgi ve belgeye ulaşamadık. Bununla birlikte Fakülte görevine atandıktan (1926) sonra kaleme alarak tabettirdiği kaynaklarda zikredilen “Fatiha ve Diğer Bazı Sûrelerin Tercümeleri” ile “Kâdı Beyzâvî ve Ebussuûd Arasında Bir Mukâyese” adlı iki eserinin Tefsir ders notlarının bir kısmını oluşturduğunu tahmin etmekteyiz.
Sahn-ı Semân'dan Dârülfünûn'a Osmanlı'da İlim ve Fikir Dünyası - Sempozyum Özetleri, 2018
ÖZET / ABSTRACT - Osmanlı’nın son döneminde yaşayan İsmail Hakkı (1846-1912) Manastır’da dünyaya ... more ÖZET / ABSTRACT - Osmanlı’nın son döneminde yaşayan İsmail Hakkı (1846-1912) Manastır’da dünyaya gelmiş ve ilk eğitimini orada almıştır. Ardından İstanbul’a gelerek devrin önemli âlimlerinden İslamî ilimleri tahsîl etmiş ve icazet almıştır. Dolmabahçe Valide Sultan, Süleymaniye, Sultan Ahmed ve Ayasofya camilerinde vaazlar vermiştir. Ayasofya Camii’ndeki vaazlarını takip eden büyük bir cemaati bulunmaktaydı. Mevâiz başlığı ile yayımlanan eseri, Eşref Edib’in aynen zapt ettiği bu vaazlardan teşekkül etmiştir. Muallim olarak da vazife alan İsmail Hakkı, Eyüp Askerî Rüşdiyesi’nde Arapça, Mekteb-i Hukûk’ta Fıkıh, Mühendishâne-i Berrî-i Hümâyun ile Askerî Tıbbiye’de Akâid, Mektebi Mülkiyye’de ise Tefsîr, Hadis, Kelâm okutmuştur. İstanbul Dârulfünûnu’nda da Usûl-i Fıkıh ve Tefsîr derslerine girmiştir. 1912’de İstanbul’da vefat eden İsmail Hakkı Arapça, Farsça ve Bulgarca bilmekteydi. Eserleri arasında Vesâilü’l-Felâh fî Mesâili’n-Nikâh, Telhîsu’l- Kelâm fî Berâhîni Akâidi’l-İslâm, Mevâiz, Tefsîr-i Sûre-i Yâsîn, Hak ve Hakikat, Ahkâm-ı Şehr-i Sıyâm bulunmaktadır. İsmail Hakkı’nın Tefsîr-i Sûre-i Yâsîn adlı eseri Mekteb-i Mülkiyye-i Şâhâne’deki ders takrîrlerinden vücuda gelmiştir. Talebesi Muhammed Şevket hocasının Tefsir dersi takrirlerini temize çekerek bu eserin neşrine vesile olmuştur. Yasin sûresinin tafsîli bir Türkçe tefsiri mahiyetindeki eser 111 sayfa olup 1314/1896 senesinin Ramazan ayında tab edilmiştir. Eser, Yasin sûresinin faziletine dair hadisleri de ihtiva eden altı sayfalık bir mukaddime ile başlamaktadır. Tefsirde ayetlere meal de verilmiştir. Mealler ayet metninden hemen sonra zikredilmektedir. Tefsirin genelinde, mukadder sorular sorarak bunlara cevap verme şeklinde bir usûlün takip edildiği görülmekte ve yeri geldiğinde de nükte başlığı ile ayetin inceliklerine değinilmektedir. Tenbîh başlığı ile mühim bilgilere, belâğat başlığı ile de edebî sanatlara değinilmektedir. Eserde bunlardan başka tefsîr-i elfâz, izâh-ı makam, fâide, tafsîl-i kıssa, izah ve fevâid, istifâde, istidrâd, lâhika, beyân, tahlîl, manâ-yı şerîf, tavzîh şeklinde ara başlıkların açıldığı da görülmektedir. Tefsirde yer yer kıraat vecihlerine değinilmiş, nadiren de olsa şiirden istifade edilmiştir. İsrâilî bilgilerden ashâb-ı karye kıssasının tefsirinde istifade edildiği görülmektedir. Güneş ve Ay’dan bahseden ayetler yüzeysel tefsir edilmiş ve bu gök cisimlerinin hareketlerine değinilmemiştir. İbn Abbas, Hasan-ı Basrî, Beyzâvî, Fahreddîn Râzî, Ebussuûd, Gazzâli ve Sekkâkî tefsirin kaynaklarından bazılarıdır. .......... ABSTRACT - Ismail Hakki (1846-1912) who lived in the last period of the Ottoman Empire was born in Manastir/Bitola (Bitola is a city in the southwestern part of the Republic of Macedonia) and received his first education there. Then he came to Istanbul and learned Islamic sciences from important scholars. He preached in Dolmabahce Valide Sultan Mosque, Suleymaniye Mosque, Sultan Ahmed Mosque (Blue Mosque) and Ayasofya (Hagia Sophia) Mosque. There was a large congregation in the Hagia Sophia Mosque listening to his preaching. The book called Mevaiz contains these preachments. Ismail Hakki worked in some school as Arabic, Islamic Law, Kalam, Tafsir and Hadith teacher. He died in 1912 in Istanbul. Ismail Hakki was speaking Arabic, Persian and Bulgarian. Vesailu’l-Felah fi Mesaili’n- Nikah, Telhisu’l-Kelam fi Berahini Akaidi’l-Islam, Mevaiz, Tefsir-i Sure-i Yasin, Hak ve Hakikat, Ahkam-i Şehr-i Siyam are some of his works. Ismail Hakki’s work Tefsir-i Sure-i Yasin (Tafsir of Surah Yaseen) contains lecture notes to the Mekteb-i Mülkiyye-i Şâhâne (School of Political Science) about Tafsir. This book is a detailed tafsir of surah Yaseen in Turkish. The work is 111 pages and it was published in 1314/1896. The book begins with an entry containing hadiths about the excellents of the surah. The work also contains meaning of Quranic verses of the surah. The author asks many hypothetical questions in the work and gives answers to them. Ismail Hakki explains to the intricacies of the subject with the nukte titles. There are also tenbih, belagat, tefsir- i elfaz, izah-i makam, faide, tafsil-i kissa, izah ve fevaid, istifade, istidrad, lahika, beyan, tahlil, mana-yi serif, tavzih titles in the works. The variants of Quran (The Qiraats) is sometimes mentioned in the work. Israiliyat (the informations of the old divine books) is mentioned in the Ashab al-Qarya (Companions of the City). The verses related to the sun and the moon are superficially explained. Ibn Abbas, Hasan-i Basri, Beyzavi, Fahreddin Razi, Ebussuud, Gazzali ve Sekkaki are some resources of the work.
Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2018
ÖZET / ABSTRACT - Nüzûlün hükmün sonrasına kalması (teahhuru'n-nüzûl ani'l-hukm), hakkında bir ây... more ÖZET / ABSTRACT - Nüzûlün hükmün sonrasına kalması (teahhuru'n-nüzûl ani'l-hukm), hakkında bir âyet bulunmamakla birlikte müslümanlar tarafından uygulanagelen bir hükmün/ibadetin, teşriinin çok sonralarına tekabül eden bir dönemde Kur'ân âyeti olarak indirilmesini ifade etmektedir. Nüzûlün teahhurundan bahseden ilk müellifin Suyûtî olduğu bilinmektedir. Suyûtî sonrasında da konu, çeşitli ulûmu'l-Kur'ân eserlerinin müstakil başlıklarında ele alınmıştır. Teahhuru'n-nüzûl başlığı altında, bir ibadetin meşruiyetini o ibadetle alakalı âyetin nüzûlü ile irtibatlandırmanın her zaman mümkün olmadığına dikkat çekilmektedir. Nitekim abdest İslâm'ın ilk dönemlerinde namaz ile meşru kılınmasına rağmen abdest âyeti Medine döneminin sonunda indirilmiştir. Cuma namazı da hicretten evvel Medineli müslümanlar tarafından kılınmakla birlikte bu namazı emreden âyet Medine döneminin ilk senelerinde nâzil olmuştur. Yine zekâtın sarf mahalleri Medine döneminin ilk yıllarından beri bilinip uygulandığı halde mesârif-i zekâtı tadat eden âyetin nüzûlü hicri dokuzuncu senededir. İslâm'a mahsus bazı hükümlerin, bunlarla alakalı metlüvv bir vahiy olmadan da uygulanmasına rağmen Kur'ân âyeti olarak inzâl edilmesi, hükmün Kur'ân'da tilavet edilmek suretiyle teyit, takrir ve ibkâsı şeklinde değerlendirilmiştir. .............. ABSTRACT - Taʾakhkhur al-Nuzūl issue is a ḥukm that is applied by Muslims without relying upon any verse of the Qurʾān is to send down as a verse of the Qurʾān much later. The first person to talk about it is al-Suyūṭī. After al-Suyūṭī, this topic was also discussed by other ʿulūm al-Qurʾān authors. The topic states two things: The first is that it may be wrong to associate the date of legitimation of a worship with the date on which the worship verse was sent down. The other is that it may be wrong to take the time of sending down a verse to the time when the worship mentioned in that verse is legitimized. As a matter of fact, wuḍūʾ (ablution) was ordered with prayer in the first years of Islam. However, the wuḍūʾ verse was sent down at the end of the Madīna period. The verse that ordered the Ṣalāt al-Jumʿah (Friday prayer) was sent down in the first years of the Madīna period. However, the Ṣalāt al-Jumʿah was prayed by the Muslims of Madīna before the Hijra. Similarly, the classes to which the zakāt would be given were known from the time when zakāt was legitimized. However, the verse in which these classes are mentioned was sent down in the 9th year of Hijrah. Therefore, some ḥukms of Islam were applied by Muslims without a verse being downloaded. The wisdom of the sending down a verse related to the applied ḥukm is that it becomes permanent because it is recited in the Qurʾān. (Keywords: Tafsīr, ʿUlūm al-Qurʾān, Nuzūl, Ḥukm, Taʾakhkhur)
Uluslararası Kars Alimleri Sempozyumu - Tam Bildiriler Kitabı, 2018
ÖZET / ABSTRACT - Osman b. Davud 1100/1689 senesinde dünyaya gelmiş Karslı bir Osmanlı âlimidir. ... more ÖZET / ABSTRACT - Osman b. Davud 1100/1689 senesinde dünyaya gelmiş Karslı bir Osmanlı âlimidir. Kars’a nisbeti eserlerinde bizzat kullandığı “el-Karsî” nisbesinden anlaşılmaktadır. Daha sonra Erzenu’r-Rûm (Erzurum)’a ve Kostantiniyye (İstanbul)’ye yerleştiği bilinmektedir. Kırk yaşında telif ettiği Tefsîru’l-Müşkilât ve Kâşifü’l-Uğlûtât adlı eserini Kostantiniyye (İstanbul)’de ikmal etmiş olmasına bakılırsa kırklı yaşlarında İstanbul’da mukim olduğu söylenebilir. Babasının adının Davud olduğunu eserlerinde kendisi belirtmektedir. Bursalı Mehmed Tahir Osmanlı Müellifleri adlı eserinde Emsile şârihi Davud el-Karsî (v. 1169/1756)’nin müellifimizin babası olduğuna dair bir bilgi zikretmekte, sonraki araştırmalarda da bu bilginin tekrar edildiği görülmektedir. Ancak Davud el-Karsî’nin doğumunun 1099/1688 olduğuna dair bilgiler dikkate alındığında Osman el-Karsî ile Davud el-Karsî arasında baba oğul münasebetinin olamayacağı anlaşılmaktadır. İsmail Paşa Hediyyetü’l-Ârifîn’de Osman el-Karsî’nin 1188/1774’te vefat etmiş olduğunu zikretmektedir. Miftâhu’l-Fâtiha ile Tefsîru’l-Müşkilât ve Kâşifü’l-Uğlûtât müellifimizin bilinen eserleridir. 30 yaşında (1130/1717) kaleme aldığı Miftâhu’l-Fâtiha’nın içeriğinden Tefsîru’l-Müşkilât’ın girişinde bahsetmesi sebebiyle bazı muâsır araştırmacılar -İsmail Paşa’nın Îzâhu’l-Meknûn’da eserin başlangıç cümlelerini zikretmesine rağmen- Tefsîru’l-Müşkilât’ın Miftâhu’l-Fâtiha olduğunu zannetmiştir. Tefsîru’l-Müşkilât ve Kâşifü’l-Uğlûtât, Veliyyüddîn Cârullah’ın Muhyiddîn el-Kâtî’nin Mantık ilmine dair kaleme aldığı eserine yazdığı hâşiyenin baş taraflarında mecûsîlerin, senevîlerin ve Üzeyir Allah’ın oğlu diyen yahudilerin ehlikitaptan sayılamayacağına dair zikrettiği yanıltıcı bilgilere (uğlûtât) reddiye olarak kaleme alınmıştır. Cârullah’a ait söz konusu kanaatler eserin başında zikredildikten sonra cümleler halinde 14’e ayrılmış ve teker teker ele alınmıştır. “قول/kavl” olarak zikredilen bu 14 ifade 14 “قبس/kabes” ile izah edilmektedir. 14 kavl ve kabes çiftinden müteşekkil bu bölümden sonra ise 14 kabesi açımlayan 14 “تنبيه/tenbîh” gelmektedir. Bu tenbîhlerde daha çok kabes kısmında zikredilen kavram ve ifadelere dair başta tefsir kaynakları olmak üzere muhtelif eserlerden istifade ile geniş izahatta bulunulmaktadır. (Anahtar Kelimeler: Tefsir, Osman b. Davud, el-Karsî, Tefsîru’l-Müşkilât, Ehlikitap) ............. ABSTRACT - Uthman ibn Dawood was born in 1100/1689. He is one of the scholars of Kars (a city located in northeastern Turkey). Because in his works he mentions his name as “Uthman ibn Dawood al-Qarsi” (عثمان بن داود القرصى). He also lived in Erzurum (a city located in northeastern Turkey) and Constantinopolis (Istanbul). He wrote his work Tafseer al-Mushkelāt wa Kāshef al-Uglūtāt (تفسير المشكلات وكاشف الاغلوطات) in Istanbul at the age of 40. So it can be said that Uthman ibn Dawood lived in Istanbul for forty years. Bursali Mehmed Tahir mentions in his book Ottoman Authorities that Dawood al-Qarsi (d. 1169/1756) who writer of Sharh al-Amselah (شرح الأمثلة) is father of Uthman al-Qarsi who writer of Tafseer al-Mushkelāt. But Dawood was born in 1099/1687. Uthman and Dawood were born almost the same year. It is therefore impossible for Dawood to become the father of Uthman. Uthman died in 1188/1774. His known works are Meftāh al-Fātiha (مفتاح الفاتحة) and Tafseer al-Mushkelāt. At the introduction of Tafseer al-Mushkelāt, he mentions the work Meftāh al-Fātiha that he wrote at the age of 30. For this reason, some researchers have mentioned this book in their works as Meftāh al-Fātiha. Tafseer al-Mushkelāt was written to reveal the inaccuracy of some of the information that a man named Valiyyuddin (ولى الدين) mentioned in the first part of his work. In this work Valiyyuddin claims that Majus and Jewry is not ahl al-Kitāb (people of the divine book). These expressions of Valiyyuddin were mentioned in full at the beginning of Tafseer al-Mushkelāt. Then these expressions are divided into 14 sentences. These 14 sentences are mentioned under headings qawl (قول). It is explained by 14 qawl, 14 qabas (قبس) in the work. The tanbeeh (تنبيه) titles in the last part of the work reveal the concepts mentioned in qabas titles. Especially in tanbeeh titles, there are extensive explanations with various Tafseer Books. (Keywords: Tafseer, Uthman ibn Dawood, al-Qarsi, Tafseer al-Mushkelāt wa Kāshef al-Uglūtāt, Ahl al-Kitāb)
Helal Ürün ve Hizmetler 2, 2018
ÖZET / ABSTRACT - Tayyib kelimesi habis kelimesinin zıttı olup temiz, leziz, güzel, hoş manaların... more ÖZET / ABSTRACT - Tayyib kelimesi habis kelimesinin zıttı olup temiz, leziz, güzel, hoş manalarına gelen bir sıfat-ı müşebbehedir. Kök bakımından tyb fiilinden müştak olan kelime, Kur’ân’da kırk altı defa zikredilir. Rüzgâr, toprak, belde, hayat ve selam kelimeleri tayyib sıfatının Kur’ân’da nitelediği kelimelerden bazılarıdır. Tayyib kelimesi Kur’ân’da gıda bağlamında da geçmekte ve istifadeye konu olan gıdalarda aranması gereken bir vasıf olarak belirtilmektedir. Ancak gıdadaki tayyib vasfın, diğer bir ifadeyle tayyib gıdanın neyi ifade ettiği tavzihe muhtaç bir konudur. Bir gıdanın tayyib olup olmadığını tespitte, kelimenin mana alanı ile İslâm’ın can, mal, din, akıl ve neslin muhafazasına dönük temel ilkelerini dikkate almak gerekmektedir. Tayyib vasfının nasslarda haram kılınmamış olma ve akıl-ruh-beden sıhhatine zararı bulunmama bakımından gıdaya; algılanış biçimi (hissiyat), kullanım miktarı ve temin sureti bakımından da ferde bakan iki yönü bulunmaktadır. Asli yahut arızi tüm maddi zararlar, gıdanın kullanım hükmünde haram yönlü değişime sebep olurlar. Ancak insana bağlı birçok değişken, maddi zararın kati bir delile istinat etmesini zorlaştırmaktadır. Bu da zararı nedeniyle habis hale geldiği iddia edilen gıdalara haram hükmü vermeye manidir. (Anahtar Kelimeler: Kur’ân, Gıda, Helâl Gıda, Tayyib, Habis) ............. ABSTRACT - The word tayyib (pl. ṭayyibāt), which is the opposite of the word khabīth (pl. khabā’ith), means sanitary, zestful and nice. The word tayyib, derived from the verb ṭyb, is mentioned forty six times in the Qur’an. Wind, land, town, life and salute are the words described by tayyib in the Quran. The word tayyib is also used in the context of food. The attribute tayyib is a feature that must be found in foods other than the forbidden foods. Determining whether a food is tayyib or not khabīth requires knowledge of the meaning of tayyib. It is also necessary to take into account the basic principles of Islam to protect human health. There are two aspects of tayyib attribute. The first one is related to food and the other to human. A food must not be forbidden to be tayyib. It must also not be harmful to health. Personality aspects of tayyib attribute is perception, quantity and procurement. Islam bans food that is harmful to health. However, it is difficult to ascertain that the food is harmful to health because of many human-related variables. For this reason, it is not possible to give the provision of haram (forbidden) to food that is harmful to health. (Keywords: Qur’ān, Food, Halāl Food, Tayyib, Khabīth)
Kilis 7 Aralık Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017
ÖZET / ABSTRACT - Hicrî ikinci senede farz kılınan orucun ilk dönemdeki eda keyfiyeti ile oruca d... more ÖZET / ABSTRACT - Hicrî ikinci senede farz kılınan orucun ilk dönemdeki eda keyfiyeti ile oruca dair inen son ayetlerdeki orucun eda keyfiyetinin farklılık arz ettiğine dair rivayetler bulunmaktadır. Oruç hükümlerinin zikredildiği yegâne Kur’ân pasajı Bakara 183-187 tetkik edildiğinde de Ramazan orucunun tedrîce mütevakkıf bir inzâli olduğunu ifade eden bu rivayetler ile ayetler arasında bir paralellik olduğu görülmektedir. Orucun gerek vaktinde gerekse keyfiyetinde meydana gelen dönüşümün tüm aşamalarını Kur’ân ayetlerinde bulabilmenin ne derece mümkün olduğu, buna imkân bulunamadığı noktalarda Hadis ve Tefsir kaynaklarının nasıl bir açılım sağladığı bu makalenin araştırma alanını oluşturmaktadır. Kaynaklardaki muhtelif rivayetleri sistematik bir şekilde derleyerek oruç ibadetinin nüzul sürecini kurgulamak böylece ilgili ayetlerin nüzulünün otantik bağlamını tespite çalışmak araştırmanın esas amacını teşkil etmektedir. Araştırma sonucunda, orucun ilk döneminde Müslümanların yatsı vaktinden ertesi günün akşamına kadar oruç tuttukları ve evvelden oruç tecrübeleri olmadığı için miskin doyurmak ile oruç tutmak arasında muhayyer bırakıldıkları görülmüştür. Bu dönemden sonra ise ilk etapta fidye muhayyeriyeti kaldırılmış, hasta ve yolcu dışındakilerin Ramazan ayının tüm günlerini oruçlu geçirmeleri irade buyurulmuştur. Müslümanların Ramazan ayı boyunca yatsıdan akşama kadar oruç tutmada zorlanmaları üzerine de ikinci etapta orucun günlük süresi tan yerinin ağarmasından akşama kadar olacak şekilde düzenlenmiş ve Ramazan orucu bugünkü halini almıştır.
(Anahtar Kelimeler: Ramazan, Oruç, Teşrî, Sıyâm, Savm)
.............
ABSTRACT - There are some reports that there was a difference between the way of practicing of fasting during the early Islamic period, which was obliged upon all adult Muslims on 2nd century of Hegira and the fasting explained in the last āyāt (verses) in the Qur’an about the fasting. Upon inspection of al-Baqarah 183-187, the only passages in the Qur’an which mention the rules of fasting it seems that there is a coordination between those reports which state that the fasting of Ramadan had been obliged in a gradual process and the aforementioned āyāt. This article focuses on the degree of possibility to find out the whole steps of the change of form in terms of timing and condition of fasting from the āyāt in Qur’an, if it is not possible at some points, to see the new directions the sources of Hadith and Tafsir provide in this sense. The main aim in this article is to rebuild the process end of which fasting practice became an obligation by systematically bringing together the various reports in the related sources and as a result to ultimately determine the authentic context that the related āyāt revealed. Consequently it was discovered that, during the early period of fasting the Muslims were fasting in a period starting from a little after sunset until the next evening and were allowed to choose between providing food to a poor and fasting since they were not used to fasting before. Afterwards, the choice of providing food to a poor was abolished and all Muslims apart from those who were ill and on travel were ordered to fast the whole Ramadan. Due to the hardship the Muslims then experienced in fasting from a period starting from sunset until the sunset in the next day, there made a second arrangement in the duration of daily fasting starting from daybreak to the same evening as it is today.
(Keywords: Ramadan, Fasting, Enactment, Siam, Sawm)
İslâmî İlimler Dergisi, 2016
ÖZET / ABSTRACT - Odak alanını nüzûl dönemi Mekke vasatı ile sınırlandıran bu çalışma, Allah’a in... more ÖZET / ABSTRACT - Odak alanını nüzûl dönemi Mekke vasatı ile sınırlandıran bu çalışma, Allah’a inanan ve birtakım ritüelleri yerine getiren Mekkelilerden bir kısmının ahiret inancına sahip olmamaları ile hayra engel olmaları arasındaki ilişkiyi Kur’ân’dan hareketle ele almaktadır. Mekke müşriklerinin ahirete inanmamaları sebebiyle iyi ve kötü amellerinin karşılığını bu dünyaya hasrettikleri; mal, evlat gibi imkânlara sahip olarak iyi bir yaşam sürmenin, amellerin Allah katında kabul gördüğünün; bu gibi imkânlardan yoksun olmanın ise Allah katındaki kötü durumun göstergesi olduğuna dair bir inanç besledikleri araştırmada ulaşılan sonuçlardır. Mekke müşriklerinin sosyo-ekonomik durumu kötü olan kişilere olumsuz davranmalarının sebebinde, onların bu kötü durumlarının Allah’ın iradesi gereği olduğu ve birtakım yardımlarla onların durumlarını iyileştirmenin Allah’ın iradesine karşı gelmek olacağına dair sahip oldukları bir inancın varlığı da çalışmada ulaşılan bir başka sonuçtur. Kendileri yardımda bulunmadıkları gibi, yardıma teşvik etmemeleri ve hayra engel olmaları bu inanç ile anlam bulmaktadır. Ahiret inancına sahip olmamanın hayra engel olmayı intaç etmesinin arka planındaki bu tasavvuru deşifre eden Kur’ân; varlık içinde yaşamanın, Allah tarafından razı olunmanın bir göstergesi olduğu inancını, geçmişte helak edilen pek çok kavmin kendilerinden daha varlıklı olduğu olgusuyla reddetmiş, sahip olunan imkânların imtihan vesilesi olduğunu vurgulayarak sosyo-ekonomik durumu kötü olanların iyileştirilmesi gerektiğine dair buyruklarını defalarca yinelemiştir.
(Anahtar kelimeler: Mekke Müşrikleri, Ahiret, Sevap-Ceza, Sosyo-ekonomik Hayat, Hayrı Engellemek)
.............
ABSTRACT - This study deals with the relationship between some meccans who believe in Allah, fulfilling some religious ritual but having no faith in afterlife and their hindering of the good according to Qur’anic perspective by solely focusing on Mecca during the revelation period. Some results of the study are that Meccan mushreks/polytheists due to hereafter disbelief were just expecting reward of their good and bad deeds only in this world. That they believed if one lives a comfortable life with having some money and children this means your deeds has been approved by Allah and if one is in a totally opposite condition in his/her life their interpritation was that you are in unfavourbale position before Allah. One of the other results reached in this study is that the reason why polytheists of Mecca displayed wrong attitude towards the poor people was because they believed in that their bad situation was under God’s will. Therefore should someone wanted to help those poor people this would be something against the the God’s will. Consequently their inaction in helping the poors and promoting the others around for the same purpose as well as their hindering relief efforts is then meaningful in terms of their above stated belief. The Qur’an notice us about the real reason why those people tried to hinder the good was because their hereafter unbelief. Qur’an also reject their belief that living with a wealthy life represents God mercy on them narrating that many destroyed tribes was wealthier then those people in Mecca. The Qur’an emphasize that whatever you have is your exam in your life. Thus, the Qur’an repeat the command to improve the socio-economic condition of the poor over and over again.
(Keywords: Meccan Mushreks, Hereafter, Reward-Punishment, Socio-economic Life, Hindering of the Good)
Dârülfünûn İlahiyat Sempozyumu Tebliğleri, 2010
ÖZET - Manisalı Mehmet Emin Efendi’nin oğlu olup 1878’de İstanbul’da doğmuştur. 1901’de Dârülmual... more ÖZET - Manisalı Mehmet Emin Efendi’nin oğlu olup 1878’de İstanbul’da doğmuştur. 1901’de Dârülmuallimîn’i, 1905’te Dârülfünûn’un Ulûm-i Âliye-i Dîniyye Şubesi’ni birincilikle bitirmiş ve altın Maarif Madalyası ile ödüllendirilmiştir. Aynı zamanda Bayezid Camii dersiamlarından Çarşanbalı Ahmet Efendi’nin dersine devam ederek 1901’de icazet almıştır. Ayrıca Hukuk Fakültesi’nde okutulması şart olan derslerin imtihanlarını vererek aliyyülâlâ (pekiyi) derecede tasdikname alma hakkı kazanmıştır.
Fatih Camii’nde yıllarca dersiâmlık yapan Şevket Efendi, Vefa İdadî Mektebi, Medresetü’l-Kudât, Medresetü’l-Vâizîn, Medresetü’l-Eimme ve’l-Hutabâ, Medresetü’l-İrşâd, Dârü’l-Hilafeti’l-Aliyye ve Süleymaniye Medreseleri’nde Ulûm-ı Diniyye, Malumat-ı Medeniyye, Fıkıh, Fıkıh Tarihi, Ferâiz ve İntikal Kanunu, Ahkâm-ı Nikâh dersleri okutmuştur. 1908’de Mekteb-i Mülkiye’ye Mecelle muallimi, 1910’da Mekteb-i Hukuk’a Ahkam-ı Vesâyâ ve Ferâiz muallimi olarak atanmıştır. 1926’da ise Dârülfünûn İlahiyat Fakültesi Tefsir ve Tefsir Tarihi müderrisliğine getirilmiş, 1933’te Fakülte’nin kapatılmasıyla da Edebiyat Fakültesi İslam Tetkikleri Enstitüsü Tefsir Tarihi Kürsüsü’ne Ordinaryüs Profesör olarak atanmıştır. 1936’da emekliye ayrılan Şevket Efendi ömrünün sonuna kadar avukatlık yapmıştır.
Tevcih-i Cihat Nizamnamesi’nin tanzimi, Mecelle-i Ahkam-ı Adliyye’nin tadili, Kanun-i Medenî’nin tercüme edilmesi, Hukuk-ı Aile Kararnamesi’nin tedvini ve Ahkam-ı Şahsiyye komisyonlarında üye olarak görev yapmıştır. Halife Abdülmecîd’in imamlığı ve Fatih Camii’nde hatiplik görevlerinde bulunmuş, 1916’da Huzur derslerine muhatap olarak atanmıştır. 1951’de İstanbul’da vefat etmiştir.
Tefsir’e dair Fatiha ve Diğer Bazı Sûrelerin Tercümeleri, Kâdı Beyzâvî ile Ebussuûd Arasında Bir Mukayese isimli eserlerinin yanında, Usûl-i Fıkıh, Hulâsatü’l-Ferâiz, Ferâiz Risalesi, Ahkâm-ı Nafaka adlı eserleri İslam Hukuku’na dair kaleme aldığı eserleri arasındadır.
İhya Uluslararası İslam Araştırmaları Dergisi, 2019
ÖZET / ABSTRACT - Medine döneminde uygulama alanı ve imkânı bulan bazı hükümlerin Mekkî âyetlerde... more ÖZET / ABSTRACT - Medine döneminde uygulama alanı ve imkânı bulan bazı hükümlerin Mekkî âyetlerde zikredilmesiyle meydana gelen işkâlin hallini amaçlayan tekaddüm-teahhur mevzuu ilk olarak Begavî tarafından dile getirilmiştir. Müfessirlerin konu hakkındaki izahlarının, sonraları ulûmu’l-Kur’ân eserlerinde müstakil bir başlık altında incelendiği görülmektedir. En erken Zerkeşî’nin el-Burhân fî ulûmi’l-Kur’ân adlı eserinde yer alan mevzu, Suyûtî tarafından genişletilmiş ve Kur’ân ilimlerine dair telif edilen birçok eserde ele alınmıştır. Tekaddüm-teahhur mevzuu, Medine’de meşru kılınacak bir ibadetin Mekkî surelerdeki değinilerini, hükmü teahhur eden nüzûl; söz konusu ibadeti de nüzûlü tekaddüm etmiş bir hüküm olarak değerlendirmektedir. Konunun örnekleri arasında hükme müteallik âyetlerin yanı sıra haber muhtevalı âyetler de zikredilmektedir. Haberî âyetlerdeki teahhur, ilgili olayın tahakkuk etmesi şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Haberî âyetlerin hüküm içermemesine rağmen hükmü konu edinen bir başlık altında ele alınması ile Medine döneminde müesseseleşmiş bir ibadetin Mekke dönemindeki değinilerinin nüzûlün tekaddümü olarak telakki edilmesi, tekaddüm-teahhur usulünün tenkide uğradığı noktalardır. Medine döneminde gerçekleşecek bir olayın Mekke döneminde zikredilmesi, Kur’ân’ın i‘câzı ve Hz. Peygamber’in nübüvvetinin bir ispatı; Medine’de uygulandığı bilinen bir ibadetin Mekkî âyetlerdeki zikri ise söz konusu ibadete zemin oluşturmak şeklinde anlaşılabilir. (Anahtar Kelimeler: Tefsir, Kur’ân, Vahiy, Nüzûl, Hüküm, Tekaddüm, Teahhur) .......... ABSTRACT - Some of the ḥukms applied during the Madīna period are mentioned in the Meccan āyāt. This situation caused some problems about what these Meccan āyāt meant. These problems were first mentioned in the tafsīr books. To solve this problem, mufassirs expressed the taqaddum-taʾakhkhur issue. These explanations, which were first mentioned in tafsīr books, were then examined under an independent title in ʿulūm al-Qurʾān books. The first tafsīr book on the subject of taqaddum-taʾakhkhur issue belongs to al-Bag̲h̲avī, and the first ʿulūm al-Qurʾān book belongs to al-Zarkashī. Taqaddum-taʾakhkhur issue has been examined in al-Suyūṭī’s al-Itqān in a broader way and it has been argued as an independent title in the many of ʿulūm al-Qurʾān books. In the title of taqaddum-taʾakhkhur, issues related to ḥukms have been expressed. However, news-related āyāt are also discussed in this title. The taqaddum-taʾakhkhur in the news-related āyāt is the realization of the related event. However, it is open to discuss news-related āyāt under a title of taqaddum-taʾakhkhur. In this respect, there are some points where taqaddum-taʾakhkhur issue has been criticized. Mention of an event following the Hijra in Meccan āyāt has been understood as evidence of Muhammad’s prophecy. Mentioning of the ḥukm/worship implemented in Madīna in the Meccan āyāt aims to create a mental infrastructure. (Keywords: Tafsīr, Qurʾān, Waḥy, Nuzūl, Ḥukm, Taqaddum, Taʾakhkhur)
İslâmî İlimler Dergisi, 2019
ملخص / ABSTRACT / ÖZET - بدأت مناقشة المدارس الدينية مع حركات التغريب في الدولة العثمانية وتم ال... more ملخص / ABSTRACT / ÖZET - بدأت مناقشة المدارس الدينية مع حركات التغريب في الدولة العثمانية وتم البدء في إنشاء مؤسسة تعليمية عالية بديلة للمدارس في الربع الأخير من القرن التاسع عشر، وكانت هناك ثلاث محاولات من 1845م حتي 1881م فشلت في تأسيس "دَار الفُنُون" (الجامعة). كانت "دار الفنون الشَّاهَانَه (الملكية)" دار الفنون الأولى التي أسست في عام 1900م، وكانت مستمرة من حيث التنظيم والهيكل العلمي، هذه الدار أيضا هي دار الفنون الأولى التي تشمل فرعًا يوفر التعليم الديني "العلوم العالية الدينية". وهنا دار الفنون الأخرى التي لديها فرع مماثل هي؛ "دار الفنون العثمانية" و"دار الفنون إِسْطَنْبُول". ومن الملاحظ أن جميع هذه الفروع لها دورة للتفسير في المناهج الدراسية، وتم تحديد ساعة الدورة الأسبوعية على أنها ثلاثة ساعات. مَنَاسْتِرْلِي إِسْمَاعِيل حَقِّي، وكَرَجِي سَعِيد، وبَرْغَامَالِي أَحْمَد جَوْدَتْ وآسِتَانَلِي مَصْطَفى شَوْكَتْ هم المعلمون الذين ألقوا محاضرات عن التفسير. أخذ المعلمون في دروس التفسير بعين الاعتبار السور والآيات المختارة وتفسيرها باللغة التركية وكانوا يستفيدون بكتب مختلفة في التفسير ويلقون الضوء في التوجه نحو منهج التفسير الحالي. وأعقب الموضوعات المتعلقة بتاريخ التفسير على حسب أصول الطبقات مع أسماء التفاسير. (الكلمات المفتاحية: التفسير، دروس التفسير، دار الفنون، الجامعة، المدرسة ، العثمانية، الجمهورية التركية) .......... ABSTRACT - Along with the westernization movements in the Ottoman Empire, madrasahs were discussed and the establishment of an alternative higher education institution to the madrasa was initiated in the last quarter of the 19th century. There were three attempts to establish dār-al-funūn (university) from 1845 to 1881 but failed. Dār-al-funūn Shāhānah (monarchy, royalty) was the first dār-al-funūn in 1900, which was continuous in terms of organization and scientific structure. This dār-al-funūn is also the first dār-al-funūn which also includes a shu‘bah (faculty) that provides religious education (Ulūm-ı Āliye-i Dīniyye). The other dār-al-funūns which have a similar faculty are Dār-al-funūn-ı Osmānī (Ottoman) and Istanbul Dār-al-funūn. It is seen that all of these faculties have Tafseer course in the curriculum, and the weekly course hour is determined as three. Manastirli Ismail Hakki, Kereci Said, Bergamalı Ahmed Cevdet and Asitaneli Mustafa Şevket were the teachers who entered the course of Tafseer in dār-al-funūns. In the Tafseer courses, various surahs were interpreted in Turkish by the teacher with the use of tafseer books and the aspects facing the present were mentioned. The subjects related to the history of tafseer were given by following the tabakāt method. In addition, information about the books of tafseer was told. (Keywords: Tafseer, Tafseer Course, Dār-al-funūn, Madrasah, Ottoman, Turkish Republic) .......... ÖZET - Osmanlı’daki batılılaşma hareketleri ile birlikte medreseler tartışılmaya başlanmış ve medreseye alternatif bir yüksek eğitim kurumunun tesisine 19. asrın son çeyreğinde girişilmiştir. 1845’ten 1881’e kadar üç başarısız dârulfünûn (üniversite) girişimi olmuştur. Teşkilat ve ilmi yapısı itibariyle süreklilik arzeden ilk dârulfünûn 1900’de açılan Dârulfünûn-ı Şâhâne’dir. Bu dârulfünûn aynı zamanda dini eğitim veren bir şubeyi (Ulûm-ı Âliye-i Dîniyye) de bünyesinde barındıran ilk dârulfünûndur. Benzer bir şubeye yer veren diğer dârulfünûnlar Dârulfünûn-ı Osmânî ve İstanbul Dârulfünûnu’dur. Tüm bu şubelerin ders programında Tefsir dersinin yer aldığı, haftalık ders saatinin ise üç olarak belirlendiği görülmektedir. Manastırlı İsmail Hakkı, Kereci Said, Bergamalı Ahmed Cevdet ve Âsitâneli Mustafa Şevket dârulfünûnlarda tefsir dersini veren hocalardır. Tefsir derslerinde, seçilen herhangi bir sûre muhtelif tefsirlerden istifade ile hoca tarafından Türkçe olarak yorumlanmakta günümüze bakan yönleri ile ele alınmaktaydı. Tefsir tarihine müteallik konular ise tabakat usûlü takip edilerek literatür bilgisi ile verilmekteydi. (Anahtar Kelimeler: Tefsir, Tefsir Dersi, Darulfünun, Medrese, Osmanlı, Türkiye)
İslam Bilimleri Araştırmaları Dergisi, 2019
ÖZET / ABSTRACT - Kur’ân-ı Kerîm’in Kadir gecesinde indirildiğini bildiren âyet ile onun hadisele... more ÖZET / ABSTRACT - Kur’ân-ı Kerîm’in Kadir gecesinde indirildiğini bildiren âyet ile onun hadiselere bağlı olarak nübüvvet seneleri boyunca peyderpey indirildiği hakikati arasındaki tearuz, söz konusu âyetin Kur’ân’ın tek seferde semâ-i dünyâya indirildiğini ifade ettiğine dair bir açıklama ile giderilmiştir. Bununla birlikte Kur’ân’ın Kadir gecesinde semâ-i dünyâya indirilmiş olması, onun Hz. Peygamber’e nüzûlünün de Kadir gecesinde başlamasına mani değildir. Dolayısıyla Kur’ân’ın tek gecede nâzil olduğuna dair âyetler her iki manayı da tazammun etmektedir. İlgili âyet ve rivayetler dikkate alındığında Kur’ân’ın levh-i mahfûza, oradan semâ-i dünyâya ve nihayetinde de Hz. Peygamber’e indirildiği anlaşılmaktadır. Kur’ân’ın levh-i mahfûza indirildiğine dair değiniler onun levh-i mahfûzdaki varlığından haber veren âyetlerden hareketledir. Kur’ân’da doğrudan semâ-i dünya mertebesinden bahsedilmemiş olması, bu mertebeye nüzûlün hikmetini anlamanın zorluğundan olsa gerektir. Nitekim konu İbn Abbas’a sorulan bir soru ile gündeme gelmiştir. Nüzûlün semâ-i dünyâ mertebesinden bahseden rivayetlerin İbn Abbas’tan geliyor olması, onların Hz. Peygamber menşeli olduğunu da göstermektedir. Zira sahabe-i kirâmın İsrailiyata istinat etmeyen gaybî bilgileri rey ve içtihatla serdetmesini düşünmek zordur. (Anahtar Kelimeler: Tefsir, Kur’ân, Nüzûl Aşamaları, Levh-i Mahfûz, Semâ-i Dünyâ) .......... ABSTRACT - The Qurʾān was sent down piece by piece to Allāh’s Apostle (sallallaahu ‘alayhi wa sallam). However, in some verses it is mentioned that it was sent down a night. This is like a contradiction. ʿAbdallāh b. ʿAbbās said that The Qurʾān had first been sent down into the al-samaʾ al-dunyā. ʿAbdallāh b. ʿAbbās' word solved the problem. Therefore, there is a gradual nuzūl of the Qurʾān. There are three nuzūl stages of the Qurʾān in the world. These are al-Lawḥ al-Maḥfūẓ, al-Samāʾ al-Dunyā and Allāh’s Apostle (sallallaahu ‘alayhi wa sallam). The verse al-Burūj 85:21-22 describes the existence of the Qurʾān on the al-Lawḥ al-Maḥfūẓ. Therefore, the Qurʾān was first sent down to the al-Lawḥ al-Maḥfūẓ. This is the first nuzūl stage. The Qurʾān does not mention the al-Samāʾ al-Dunyā stage. This is probably due to the difficulty of understanding this stage. As a matter of fact, this issue was learned because of a question asked to ʿAbdallāh b. ʿAbbās. Probably ʿAbdallāh b. ʿAbbās learned this issue from Allāh’s Apostle (sallallaahu ‘alayhi wa sallam). Because it is not possible for ʿAbdallāh b. ʿAbbās to say this information about the ġayb from his own view. (Keywords: Tafsīr, Qurʾān, Nuzūl Stages, al-Lawḥ al-Maḥfūẓ, al-Samāʾ al-Dunyā)
Dârülfünun İlahiyat'ın İlmî Birikimi Sempozyumu - Tebliğ Özetleri, 2018
ÖZET - İstanbul Dârulfünûnu İlahiyat Fakültesi (1924-1933) ve bu fakültenin esasını teşkil eden U... more ÖZET - İstanbul Dârulfünûnu İlahiyat Fakültesi (1924-1933) ve bu fakültenin esasını teşkil eden Ulûm-ı Âliye-i Dîniyye Şubesi (1900-1908, 1908- 1912) ile Ulûm-ı Şeriyye Şûbesi/Fakültesi (1912-1914)’nin eğitim müfredatında Tefsir dersi yer almaktaydı. Dersin, Dârulfünûn ders programlarında Tefsir (1900-1908), Tefsir-i Şerîf (1908-1914), Tefsir ve Tefsir Tarihi (1924-1928, 1931-1933), Tefsir (1928-1931), Tefsir Tarihi (1928-1931) şeklinde yer aldığı görülmektedir. 1900-1933 yıllarında muhtelif isimlerle verilen bu dersin müderrisleri ise Manastırlı İsmail Hakkı Efendi (1846-1912), Gürcü Saîd Efendi (?), Bergamalı Ahmed Cevdet Bey (1872-1926) ve Mustafa Şevket Bey (1878-1951) idi. Dârulfünûn’un herhangi bir şubesi/fakültesinde ders veren hocaların eserleri incelendiğinde bunların bir kısmının ders takrîrlerinden teşekkül ettiği görülmektedir. Bu eserlerin ilk sayfalarına düşülen kayıtlardan anlaşıldığı kadarıyla gönüllü bir veya birkaç talebe ders hocasının şahsî takrîr notlarını temin edip tertip ve tanzimini yaptıktan sonra tabettiriyor yahut notlar temize çekilmeksizin hocanın tuttuğu haliyle bastırılıyordu. Takrîrlerin basımında, şapograf baskı tekniğiyle mahtût nüshanın tıpkıbasımının yapılması veya matbaada tekrar dizilmesi şeklinde iki usulün takip edildiği görülmektedir. Manastırlı İsmail Hakkı’nın Dârulfünûn’da vermiş olduğu Tefsir dersinin herhangi bir takrîrine ulaşamadıysak da Dârulfünûn’daki vazifesinden evvel Mekteb-i Mülkiye-i Şahane’de verdiği Tefsir derslerinin takrîrlerinin “Ahkâm-ı Şehr-i Sıyâm” (1309/1892) ve “Tefsîr-i Sûre-i Yâsîn” (1314/1896) adıyla basıldığı görülmektedir. İsmail Hakkı Efendi’nin bu ders notlarından Dârulfünûn’daki Tefsir derslerinde de istifade etmiş olması muhtemeldir. Gürcü Saîd Efendi’nin ise herhangi bir Tefsir dersi takrîrine rastlayamadık. Bergamalı Ahmed Cevdet Bey’in Fakültede verdiği ders takrîrlerine gelince bunların “Tarih-i Tefsîr” (1340/1924), “Tefsir-i Şerîf” (1340/1924), “Sûretü’s- Saff Tefsîri” (1341/1925), “Tefsîr-i Sûre-i Hucurât” (1341/1925) ve “Tefsir Tarihi” (1927) adlarıyla neşredildiği görülmektedir. Dârulfünûn İlahiyat Fakültesi’nin son Tefsir hocası Mustafa Şevket Bey’in Fakülteden evvel görev yaptığı kurumlarda verdiği derslerin takrîrlerinden vücuda gelen eserleri (“Usûl-i Fıkıh”, “Ferâiz Risâlesi”, “Hulâsatü’l- Ferâiz”, “Ahkâm-ı Vesâyâ”, “Mufassal Nazarî ve Amelî Ferâiz Dersleri”) mevcutsa da İlahiyat Fakültesi’ndeki Tefsir dersi takrîrlerine dair herhangi bir bilgi ve belgeye ulaşamadık. Bununla birlikte Fakülte görevine atandıktan (1926) sonra kaleme alarak tabettirdiği kaynaklarda zikredilen “Fatiha ve Diğer Bazı Sûrelerin Tercümeleri” ile “Kâdı Beyzâvî ve Ebussuûd Arasında Bir Mukâyese” adlı iki eserinin Tefsir ders notlarının bir kısmını oluşturduğunu tahmin etmekteyiz.
Sahn-ı Semân'dan Dârülfünûn'a Osmanlı'da İlim ve Fikir Dünyası - Sempozyum Özetleri, 2018
ÖZET / ABSTRACT - Osmanlı’nın son döneminde yaşayan İsmail Hakkı (1846-1912) Manastır’da dünyaya ... more ÖZET / ABSTRACT - Osmanlı’nın son döneminde yaşayan İsmail Hakkı (1846-1912) Manastır’da dünyaya gelmiş ve ilk eğitimini orada almıştır. Ardından İstanbul’a gelerek devrin önemli âlimlerinden İslamî ilimleri tahsîl etmiş ve icazet almıştır. Dolmabahçe Valide Sultan, Süleymaniye, Sultan Ahmed ve Ayasofya camilerinde vaazlar vermiştir. Ayasofya Camii’ndeki vaazlarını takip eden büyük bir cemaati bulunmaktaydı. Mevâiz başlığı ile yayımlanan eseri, Eşref Edib’in aynen zapt ettiği bu vaazlardan teşekkül etmiştir. Muallim olarak da vazife alan İsmail Hakkı, Eyüp Askerî Rüşdiyesi’nde Arapça, Mekteb-i Hukûk’ta Fıkıh, Mühendishâne-i Berrî-i Hümâyun ile Askerî Tıbbiye’de Akâid, Mektebi Mülkiyye’de ise Tefsîr, Hadis, Kelâm okutmuştur. İstanbul Dârulfünûnu’nda da Usûl-i Fıkıh ve Tefsîr derslerine girmiştir. 1912’de İstanbul’da vefat eden İsmail Hakkı Arapça, Farsça ve Bulgarca bilmekteydi. Eserleri arasında Vesâilü’l-Felâh fî Mesâili’n-Nikâh, Telhîsu’l- Kelâm fî Berâhîni Akâidi’l-İslâm, Mevâiz, Tefsîr-i Sûre-i Yâsîn, Hak ve Hakikat, Ahkâm-ı Şehr-i Sıyâm bulunmaktadır. İsmail Hakkı’nın Tefsîr-i Sûre-i Yâsîn adlı eseri Mekteb-i Mülkiyye-i Şâhâne’deki ders takrîrlerinden vücuda gelmiştir. Talebesi Muhammed Şevket hocasının Tefsir dersi takrirlerini temize çekerek bu eserin neşrine vesile olmuştur. Yasin sûresinin tafsîli bir Türkçe tefsiri mahiyetindeki eser 111 sayfa olup 1314/1896 senesinin Ramazan ayında tab edilmiştir. Eser, Yasin sûresinin faziletine dair hadisleri de ihtiva eden altı sayfalık bir mukaddime ile başlamaktadır. Tefsirde ayetlere meal de verilmiştir. Mealler ayet metninden hemen sonra zikredilmektedir. Tefsirin genelinde, mukadder sorular sorarak bunlara cevap verme şeklinde bir usûlün takip edildiği görülmekte ve yeri geldiğinde de nükte başlığı ile ayetin inceliklerine değinilmektedir. Tenbîh başlığı ile mühim bilgilere, belâğat başlığı ile de edebî sanatlara değinilmektedir. Eserde bunlardan başka tefsîr-i elfâz, izâh-ı makam, fâide, tafsîl-i kıssa, izah ve fevâid, istifâde, istidrâd, lâhika, beyân, tahlîl, manâ-yı şerîf, tavzîh şeklinde ara başlıkların açıldığı da görülmektedir. Tefsirde yer yer kıraat vecihlerine değinilmiş, nadiren de olsa şiirden istifade edilmiştir. İsrâilî bilgilerden ashâb-ı karye kıssasının tefsirinde istifade edildiği görülmektedir. Güneş ve Ay’dan bahseden ayetler yüzeysel tefsir edilmiş ve bu gök cisimlerinin hareketlerine değinilmemiştir. İbn Abbas, Hasan-ı Basrî, Beyzâvî, Fahreddîn Râzî, Ebussuûd, Gazzâli ve Sekkâkî tefsirin kaynaklarından bazılarıdır. .......... ABSTRACT - Ismail Hakki (1846-1912) who lived in the last period of the Ottoman Empire was born in Manastir/Bitola (Bitola is a city in the southwestern part of the Republic of Macedonia) and received his first education there. Then he came to Istanbul and learned Islamic sciences from important scholars. He preached in Dolmabahce Valide Sultan Mosque, Suleymaniye Mosque, Sultan Ahmed Mosque (Blue Mosque) and Ayasofya (Hagia Sophia) Mosque. There was a large congregation in the Hagia Sophia Mosque listening to his preaching. The book called Mevaiz contains these preachments. Ismail Hakki worked in some school as Arabic, Islamic Law, Kalam, Tafsir and Hadith teacher. He died in 1912 in Istanbul. Ismail Hakki was speaking Arabic, Persian and Bulgarian. Vesailu’l-Felah fi Mesaili’n- Nikah, Telhisu’l-Kelam fi Berahini Akaidi’l-Islam, Mevaiz, Tefsir-i Sure-i Yasin, Hak ve Hakikat, Ahkam-i Şehr-i Siyam are some of his works. Ismail Hakki’s work Tefsir-i Sure-i Yasin (Tafsir of Surah Yaseen) contains lecture notes to the Mekteb-i Mülkiyye-i Şâhâne (School of Political Science) about Tafsir. This book is a detailed tafsir of surah Yaseen in Turkish. The work is 111 pages and it was published in 1314/1896. The book begins with an entry containing hadiths about the excellents of the surah. The work also contains meaning of Quranic verses of the surah. The author asks many hypothetical questions in the work and gives answers to them. Ismail Hakki explains to the intricacies of the subject with the nukte titles. There are also tenbih, belagat, tefsir- i elfaz, izah-i makam, faide, tafsil-i kissa, izah ve fevaid, istifade, istidrad, lahika, beyan, tahlil, mana-yi serif, tavzih titles in the works. The variants of Quran (The Qiraats) is sometimes mentioned in the work. Israiliyat (the informations of the old divine books) is mentioned in the Ashab al-Qarya (Companions of the City). The verses related to the sun and the moon are superficially explained. Ibn Abbas, Hasan-i Basri, Beyzavi, Fahreddin Razi, Ebussuud, Gazzali ve Sekkaki are some resources of the work.
Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2018
ÖZET / ABSTRACT - Nüzûlün hükmün sonrasına kalması (teahhuru'n-nüzûl ani'l-hukm), hakkında bir ây... more ÖZET / ABSTRACT - Nüzûlün hükmün sonrasına kalması (teahhuru'n-nüzûl ani'l-hukm), hakkında bir âyet bulunmamakla birlikte müslümanlar tarafından uygulanagelen bir hükmün/ibadetin, teşriinin çok sonralarına tekabül eden bir dönemde Kur'ân âyeti olarak indirilmesini ifade etmektedir. Nüzûlün teahhurundan bahseden ilk müellifin Suyûtî olduğu bilinmektedir. Suyûtî sonrasında da konu, çeşitli ulûmu'l-Kur'ân eserlerinin müstakil başlıklarında ele alınmıştır. Teahhuru'n-nüzûl başlığı altında, bir ibadetin meşruiyetini o ibadetle alakalı âyetin nüzûlü ile irtibatlandırmanın her zaman mümkün olmadığına dikkat çekilmektedir. Nitekim abdest İslâm'ın ilk dönemlerinde namaz ile meşru kılınmasına rağmen abdest âyeti Medine döneminin sonunda indirilmiştir. Cuma namazı da hicretten evvel Medineli müslümanlar tarafından kılınmakla birlikte bu namazı emreden âyet Medine döneminin ilk senelerinde nâzil olmuştur. Yine zekâtın sarf mahalleri Medine döneminin ilk yıllarından beri bilinip uygulandığı halde mesârif-i zekâtı tadat eden âyetin nüzûlü hicri dokuzuncu senededir. İslâm'a mahsus bazı hükümlerin, bunlarla alakalı metlüvv bir vahiy olmadan da uygulanmasına rağmen Kur'ân âyeti olarak inzâl edilmesi, hükmün Kur'ân'da tilavet edilmek suretiyle teyit, takrir ve ibkâsı şeklinde değerlendirilmiştir. .............. ABSTRACT - Taʾakhkhur al-Nuzūl issue is a ḥukm that is applied by Muslims without relying upon any verse of the Qurʾān is to send down as a verse of the Qurʾān much later. The first person to talk about it is al-Suyūṭī. After al-Suyūṭī, this topic was also discussed by other ʿulūm al-Qurʾān authors. The topic states two things: The first is that it may be wrong to associate the date of legitimation of a worship with the date on which the worship verse was sent down. The other is that it may be wrong to take the time of sending down a verse to the time when the worship mentioned in that verse is legitimized. As a matter of fact, wuḍūʾ (ablution) was ordered with prayer in the first years of Islam. However, the wuḍūʾ verse was sent down at the end of the Madīna period. The verse that ordered the Ṣalāt al-Jumʿah (Friday prayer) was sent down in the first years of the Madīna period. However, the Ṣalāt al-Jumʿah was prayed by the Muslims of Madīna before the Hijra. Similarly, the classes to which the zakāt would be given were known from the time when zakāt was legitimized. However, the verse in which these classes are mentioned was sent down in the 9th year of Hijrah. Therefore, some ḥukms of Islam were applied by Muslims without a verse being downloaded. The wisdom of the sending down a verse related to the applied ḥukm is that it becomes permanent because it is recited in the Qurʾān. (Keywords: Tafsīr, ʿUlūm al-Qurʾān, Nuzūl, Ḥukm, Taʾakhkhur)
Uluslararası Kars Alimleri Sempozyumu - Tam Bildiriler Kitabı, 2018
ÖZET / ABSTRACT - Osman b. Davud 1100/1689 senesinde dünyaya gelmiş Karslı bir Osmanlı âlimidir. ... more ÖZET / ABSTRACT - Osman b. Davud 1100/1689 senesinde dünyaya gelmiş Karslı bir Osmanlı âlimidir. Kars’a nisbeti eserlerinde bizzat kullandığı “el-Karsî” nisbesinden anlaşılmaktadır. Daha sonra Erzenu’r-Rûm (Erzurum)’a ve Kostantiniyye (İstanbul)’ye yerleştiği bilinmektedir. Kırk yaşında telif ettiği Tefsîru’l-Müşkilât ve Kâşifü’l-Uğlûtât adlı eserini Kostantiniyye (İstanbul)’de ikmal etmiş olmasına bakılırsa kırklı yaşlarında İstanbul’da mukim olduğu söylenebilir. Babasının adının Davud olduğunu eserlerinde kendisi belirtmektedir. Bursalı Mehmed Tahir Osmanlı Müellifleri adlı eserinde Emsile şârihi Davud el-Karsî (v. 1169/1756)’nin müellifimizin babası olduğuna dair bir bilgi zikretmekte, sonraki araştırmalarda da bu bilginin tekrar edildiği görülmektedir. Ancak Davud el-Karsî’nin doğumunun 1099/1688 olduğuna dair bilgiler dikkate alındığında Osman el-Karsî ile Davud el-Karsî arasında baba oğul münasebetinin olamayacağı anlaşılmaktadır. İsmail Paşa Hediyyetü’l-Ârifîn’de Osman el-Karsî’nin 1188/1774’te vefat etmiş olduğunu zikretmektedir. Miftâhu’l-Fâtiha ile Tefsîru’l-Müşkilât ve Kâşifü’l-Uğlûtât müellifimizin bilinen eserleridir. 30 yaşında (1130/1717) kaleme aldığı Miftâhu’l-Fâtiha’nın içeriğinden Tefsîru’l-Müşkilât’ın girişinde bahsetmesi sebebiyle bazı muâsır araştırmacılar -İsmail Paşa’nın Îzâhu’l-Meknûn’da eserin başlangıç cümlelerini zikretmesine rağmen- Tefsîru’l-Müşkilât’ın Miftâhu’l-Fâtiha olduğunu zannetmiştir. Tefsîru’l-Müşkilât ve Kâşifü’l-Uğlûtât, Veliyyüddîn Cârullah’ın Muhyiddîn el-Kâtî’nin Mantık ilmine dair kaleme aldığı eserine yazdığı hâşiyenin baş taraflarında mecûsîlerin, senevîlerin ve Üzeyir Allah’ın oğlu diyen yahudilerin ehlikitaptan sayılamayacağına dair zikrettiği yanıltıcı bilgilere (uğlûtât) reddiye olarak kaleme alınmıştır. Cârullah’a ait söz konusu kanaatler eserin başında zikredildikten sonra cümleler halinde 14’e ayrılmış ve teker teker ele alınmıştır. “قول/kavl” olarak zikredilen bu 14 ifade 14 “قبس/kabes” ile izah edilmektedir. 14 kavl ve kabes çiftinden müteşekkil bu bölümden sonra ise 14 kabesi açımlayan 14 “تنبيه/tenbîh” gelmektedir. Bu tenbîhlerde daha çok kabes kısmında zikredilen kavram ve ifadelere dair başta tefsir kaynakları olmak üzere muhtelif eserlerden istifade ile geniş izahatta bulunulmaktadır. (Anahtar Kelimeler: Tefsir, Osman b. Davud, el-Karsî, Tefsîru’l-Müşkilât, Ehlikitap) ............. ABSTRACT - Uthman ibn Dawood was born in 1100/1689. He is one of the scholars of Kars (a city located in northeastern Turkey). Because in his works he mentions his name as “Uthman ibn Dawood al-Qarsi” (عثمان بن داود القرصى). He also lived in Erzurum (a city located in northeastern Turkey) and Constantinopolis (Istanbul). He wrote his work Tafseer al-Mushkelāt wa Kāshef al-Uglūtāt (تفسير المشكلات وكاشف الاغلوطات) in Istanbul at the age of 40. So it can be said that Uthman ibn Dawood lived in Istanbul for forty years. Bursali Mehmed Tahir mentions in his book Ottoman Authorities that Dawood al-Qarsi (d. 1169/1756) who writer of Sharh al-Amselah (شرح الأمثلة) is father of Uthman al-Qarsi who writer of Tafseer al-Mushkelāt. But Dawood was born in 1099/1687. Uthman and Dawood were born almost the same year. It is therefore impossible for Dawood to become the father of Uthman. Uthman died in 1188/1774. His known works are Meftāh al-Fātiha (مفتاح الفاتحة) and Tafseer al-Mushkelāt. At the introduction of Tafseer al-Mushkelāt, he mentions the work Meftāh al-Fātiha that he wrote at the age of 30. For this reason, some researchers have mentioned this book in their works as Meftāh al-Fātiha. Tafseer al-Mushkelāt was written to reveal the inaccuracy of some of the information that a man named Valiyyuddin (ولى الدين) mentioned in the first part of his work. In this work Valiyyuddin claims that Majus and Jewry is not ahl al-Kitāb (people of the divine book). These expressions of Valiyyuddin were mentioned in full at the beginning of Tafseer al-Mushkelāt. Then these expressions are divided into 14 sentences. These 14 sentences are mentioned under headings qawl (قول). It is explained by 14 qawl, 14 qabas (قبس) in the work. The tanbeeh (تنبيه) titles in the last part of the work reveal the concepts mentioned in qabas titles. Especially in tanbeeh titles, there are extensive explanations with various Tafseer Books. (Keywords: Tafseer, Uthman ibn Dawood, al-Qarsi, Tafseer al-Mushkelāt wa Kāshef al-Uglūtāt, Ahl al-Kitāb)
Helal Ürün ve Hizmetler 2, 2018
ÖZET / ABSTRACT - Tayyib kelimesi habis kelimesinin zıttı olup temiz, leziz, güzel, hoş manaların... more ÖZET / ABSTRACT - Tayyib kelimesi habis kelimesinin zıttı olup temiz, leziz, güzel, hoş manalarına gelen bir sıfat-ı müşebbehedir. Kök bakımından tyb fiilinden müştak olan kelime, Kur’ân’da kırk altı defa zikredilir. Rüzgâr, toprak, belde, hayat ve selam kelimeleri tayyib sıfatının Kur’ân’da nitelediği kelimelerden bazılarıdır. Tayyib kelimesi Kur’ân’da gıda bağlamında da geçmekte ve istifadeye konu olan gıdalarda aranması gereken bir vasıf olarak belirtilmektedir. Ancak gıdadaki tayyib vasfın, diğer bir ifadeyle tayyib gıdanın neyi ifade ettiği tavzihe muhtaç bir konudur. Bir gıdanın tayyib olup olmadığını tespitte, kelimenin mana alanı ile İslâm’ın can, mal, din, akıl ve neslin muhafazasına dönük temel ilkelerini dikkate almak gerekmektedir. Tayyib vasfının nasslarda haram kılınmamış olma ve akıl-ruh-beden sıhhatine zararı bulunmama bakımından gıdaya; algılanış biçimi (hissiyat), kullanım miktarı ve temin sureti bakımından da ferde bakan iki yönü bulunmaktadır. Asli yahut arızi tüm maddi zararlar, gıdanın kullanım hükmünde haram yönlü değişime sebep olurlar. Ancak insana bağlı birçok değişken, maddi zararın kati bir delile istinat etmesini zorlaştırmaktadır. Bu da zararı nedeniyle habis hale geldiği iddia edilen gıdalara haram hükmü vermeye manidir. (Anahtar Kelimeler: Kur’ân, Gıda, Helâl Gıda, Tayyib, Habis) ............. ABSTRACT - The word tayyib (pl. ṭayyibāt), which is the opposite of the word khabīth (pl. khabā’ith), means sanitary, zestful and nice. The word tayyib, derived from the verb ṭyb, is mentioned forty six times in the Qur’an. Wind, land, town, life and salute are the words described by tayyib in the Quran. The word tayyib is also used in the context of food. The attribute tayyib is a feature that must be found in foods other than the forbidden foods. Determining whether a food is tayyib or not khabīth requires knowledge of the meaning of tayyib. It is also necessary to take into account the basic principles of Islam to protect human health. There are two aspects of tayyib attribute. The first one is related to food and the other to human. A food must not be forbidden to be tayyib. It must also not be harmful to health. Personality aspects of tayyib attribute is perception, quantity and procurement. Islam bans food that is harmful to health. However, it is difficult to ascertain that the food is harmful to health because of many human-related variables. For this reason, it is not possible to give the provision of haram (forbidden) to food that is harmful to health. (Keywords: Qur’ān, Food, Halāl Food, Tayyib, Khabīth)
Kilis 7 Aralık Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017
ÖZET / ABSTRACT - Hicrî ikinci senede farz kılınan orucun ilk dönemdeki eda keyfiyeti ile oruca d... more ÖZET / ABSTRACT - Hicrî ikinci senede farz kılınan orucun ilk dönemdeki eda keyfiyeti ile oruca dair inen son ayetlerdeki orucun eda keyfiyetinin farklılık arz ettiğine dair rivayetler bulunmaktadır. Oruç hükümlerinin zikredildiği yegâne Kur’ân pasajı Bakara 183-187 tetkik edildiğinde de Ramazan orucunun tedrîce mütevakkıf bir inzâli olduğunu ifade eden bu rivayetler ile ayetler arasında bir paralellik olduğu görülmektedir. Orucun gerek vaktinde gerekse keyfiyetinde meydana gelen dönüşümün tüm aşamalarını Kur’ân ayetlerinde bulabilmenin ne derece mümkün olduğu, buna imkân bulunamadığı noktalarda Hadis ve Tefsir kaynaklarının nasıl bir açılım sağladığı bu makalenin araştırma alanını oluşturmaktadır. Kaynaklardaki muhtelif rivayetleri sistematik bir şekilde derleyerek oruç ibadetinin nüzul sürecini kurgulamak böylece ilgili ayetlerin nüzulünün otantik bağlamını tespite çalışmak araştırmanın esas amacını teşkil etmektedir. Araştırma sonucunda, orucun ilk döneminde Müslümanların yatsı vaktinden ertesi günün akşamına kadar oruç tuttukları ve evvelden oruç tecrübeleri olmadığı için miskin doyurmak ile oruç tutmak arasında muhayyer bırakıldıkları görülmüştür. Bu dönemden sonra ise ilk etapta fidye muhayyeriyeti kaldırılmış, hasta ve yolcu dışındakilerin Ramazan ayının tüm günlerini oruçlu geçirmeleri irade buyurulmuştur. Müslümanların Ramazan ayı boyunca yatsıdan akşama kadar oruç tutmada zorlanmaları üzerine de ikinci etapta orucun günlük süresi tan yerinin ağarmasından akşama kadar olacak şekilde düzenlenmiş ve Ramazan orucu bugünkü halini almıştır.
(Anahtar Kelimeler: Ramazan, Oruç, Teşrî, Sıyâm, Savm)
.............
ABSTRACT - There are some reports that there was a difference between the way of practicing of fasting during the early Islamic period, which was obliged upon all adult Muslims on 2nd century of Hegira and the fasting explained in the last āyāt (verses) in the Qur’an about the fasting. Upon inspection of al-Baqarah 183-187, the only passages in the Qur’an which mention the rules of fasting it seems that there is a coordination between those reports which state that the fasting of Ramadan had been obliged in a gradual process and the aforementioned āyāt. This article focuses on the degree of possibility to find out the whole steps of the change of form in terms of timing and condition of fasting from the āyāt in Qur’an, if it is not possible at some points, to see the new directions the sources of Hadith and Tafsir provide in this sense. The main aim in this article is to rebuild the process end of which fasting practice became an obligation by systematically bringing together the various reports in the related sources and as a result to ultimately determine the authentic context that the related āyāt revealed. Consequently it was discovered that, during the early period of fasting the Muslims were fasting in a period starting from a little after sunset until the next evening and were allowed to choose between providing food to a poor and fasting since they were not used to fasting before. Afterwards, the choice of providing food to a poor was abolished and all Muslims apart from those who were ill and on travel were ordered to fast the whole Ramadan. Due to the hardship the Muslims then experienced in fasting from a period starting from sunset until the sunset in the next day, there made a second arrangement in the duration of daily fasting starting from daybreak to the same evening as it is today.
(Keywords: Ramadan, Fasting, Enactment, Siam, Sawm)
İslâmî İlimler Dergisi, 2016
ÖZET / ABSTRACT - Odak alanını nüzûl dönemi Mekke vasatı ile sınırlandıran bu çalışma, Allah’a in... more ÖZET / ABSTRACT - Odak alanını nüzûl dönemi Mekke vasatı ile sınırlandıran bu çalışma, Allah’a inanan ve birtakım ritüelleri yerine getiren Mekkelilerden bir kısmının ahiret inancına sahip olmamaları ile hayra engel olmaları arasındaki ilişkiyi Kur’ân’dan hareketle ele almaktadır. Mekke müşriklerinin ahirete inanmamaları sebebiyle iyi ve kötü amellerinin karşılığını bu dünyaya hasrettikleri; mal, evlat gibi imkânlara sahip olarak iyi bir yaşam sürmenin, amellerin Allah katında kabul gördüğünün; bu gibi imkânlardan yoksun olmanın ise Allah katındaki kötü durumun göstergesi olduğuna dair bir inanç besledikleri araştırmada ulaşılan sonuçlardır. Mekke müşriklerinin sosyo-ekonomik durumu kötü olan kişilere olumsuz davranmalarının sebebinde, onların bu kötü durumlarının Allah’ın iradesi gereği olduğu ve birtakım yardımlarla onların durumlarını iyileştirmenin Allah’ın iradesine karşı gelmek olacağına dair sahip oldukları bir inancın varlığı da çalışmada ulaşılan bir başka sonuçtur. Kendileri yardımda bulunmadıkları gibi, yardıma teşvik etmemeleri ve hayra engel olmaları bu inanç ile anlam bulmaktadır. Ahiret inancına sahip olmamanın hayra engel olmayı intaç etmesinin arka planındaki bu tasavvuru deşifre eden Kur’ân; varlık içinde yaşamanın, Allah tarafından razı olunmanın bir göstergesi olduğu inancını, geçmişte helak edilen pek çok kavmin kendilerinden daha varlıklı olduğu olgusuyla reddetmiş, sahip olunan imkânların imtihan vesilesi olduğunu vurgulayarak sosyo-ekonomik durumu kötü olanların iyileştirilmesi gerektiğine dair buyruklarını defalarca yinelemiştir.
(Anahtar kelimeler: Mekke Müşrikleri, Ahiret, Sevap-Ceza, Sosyo-ekonomik Hayat, Hayrı Engellemek)
.............
ABSTRACT - This study deals with the relationship between some meccans who believe in Allah, fulfilling some religious ritual but having no faith in afterlife and their hindering of the good according to Qur’anic perspective by solely focusing on Mecca during the revelation period. Some results of the study are that Meccan mushreks/polytheists due to hereafter disbelief were just expecting reward of their good and bad deeds only in this world. That they believed if one lives a comfortable life with having some money and children this means your deeds has been approved by Allah and if one is in a totally opposite condition in his/her life their interpritation was that you are in unfavourbale position before Allah. One of the other results reached in this study is that the reason why polytheists of Mecca displayed wrong attitude towards the poor people was because they believed in that their bad situation was under God’s will. Therefore should someone wanted to help those poor people this would be something against the the God’s will. Consequently their inaction in helping the poors and promoting the others around for the same purpose as well as their hindering relief efforts is then meaningful in terms of their above stated belief. The Qur’an notice us about the real reason why those people tried to hinder the good was because their hereafter unbelief. Qur’an also reject their belief that living with a wealthy life represents God mercy on them narrating that many destroyed tribes was wealthier then those people in Mecca. The Qur’an emphasize that whatever you have is your exam in your life. Thus, the Qur’an repeat the command to improve the socio-economic condition of the poor over and over again.
(Keywords: Meccan Mushreks, Hereafter, Reward-Punishment, Socio-economic Life, Hindering of the Good)
Dârülfünûn İlahiyat Sempozyumu Tebliğleri, 2010
ÖZET - Manisalı Mehmet Emin Efendi’nin oğlu olup 1878’de İstanbul’da doğmuştur. 1901’de Dârülmual... more ÖZET - Manisalı Mehmet Emin Efendi’nin oğlu olup 1878’de İstanbul’da doğmuştur. 1901’de Dârülmuallimîn’i, 1905’te Dârülfünûn’un Ulûm-i Âliye-i Dîniyye Şubesi’ni birincilikle bitirmiş ve altın Maarif Madalyası ile ödüllendirilmiştir. Aynı zamanda Bayezid Camii dersiamlarından Çarşanbalı Ahmet Efendi’nin dersine devam ederek 1901’de icazet almıştır. Ayrıca Hukuk Fakültesi’nde okutulması şart olan derslerin imtihanlarını vererek aliyyülâlâ (pekiyi) derecede tasdikname alma hakkı kazanmıştır.
Fatih Camii’nde yıllarca dersiâmlık yapan Şevket Efendi, Vefa İdadî Mektebi, Medresetü’l-Kudât, Medresetü’l-Vâizîn, Medresetü’l-Eimme ve’l-Hutabâ, Medresetü’l-İrşâd, Dârü’l-Hilafeti’l-Aliyye ve Süleymaniye Medreseleri’nde Ulûm-ı Diniyye, Malumat-ı Medeniyye, Fıkıh, Fıkıh Tarihi, Ferâiz ve İntikal Kanunu, Ahkâm-ı Nikâh dersleri okutmuştur. 1908’de Mekteb-i Mülkiye’ye Mecelle muallimi, 1910’da Mekteb-i Hukuk’a Ahkam-ı Vesâyâ ve Ferâiz muallimi olarak atanmıştır. 1926’da ise Dârülfünûn İlahiyat Fakültesi Tefsir ve Tefsir Tarihi müderrisliğine getirilmiş, 1933’te Fakülte’nin kapatılmasıyla da Edebiyat Fakültesi İslam Tetkikleri Enstitüsü Tefsir Tarihi Kürsüsü’ne Ordinaryüs Profesör olarak atanmıştır. 1936’da emekliye ayrılan Şevket Efendi ömrünün sonuna kadar avukatlık yapmıştır.
Tevcih-i Cihat Nizamnamesi’nin tanzimi, Mecelle-i Ahkam-ı Adliyye’nin tadili, Kanun-i Medenî’nin tercüme edilmesi, Hukuk-ı Aile Kararnamesi’nin tedvini ve Ahkam-ı Şahsiyye komisyonlarında üye olarak görev yapmıştır. Halife Abdülmecîd’in imamlığı ve Fatih Camii’nde hatiplik görevlerinde bulunmuş, 1916’da Huzur derslerine muhatap olarak atanmıştır. 1951’de İstanbul’da vefat etmiştir.
Tefsir’e dair Fatiha ve Diğer Bazı Sûrelerin Tercümeleri, Kâdı Beyzâvî ile Ebussuûd Arasında Bir Mukayese isimli eserlerinin yanında, Usûl-i Fıkıh, Hulâsatü’l-Ferâiz, Ferâiz Risalesi, Ahkâm-ı Nafaka adlı eserleri İslam Hukuku’na dair kaleme aldığı eserleri arasındadır.