Özlem Kahya Nizam | Suleyman Demirel University (original) (raw)
ULUSLARARASI GÖÇ/SIĞINMACILIK/MÜLTECİLİK by Özlem Kahya Nizam
Asian and Pacific migration journal, Dec 1, 2023
Afrika'dan Türkiye'ye Sığınmacı Göçünün Sosyolojik Görünümleri: Somalili Kadın Sığınmacılar Örneği, 2020
Türkiye’de Mültecilik, Zorunlu Göç ve Toplumsal Uyum: Geri Dönüş mü, Birlikte Yaşam mı?, 2020
Öz: 2011 yılından bu yana Suriyelilerin Türkiye'ye zorunlu göçü, Türkiye'yi kitlesel bir göç akın... more Öz: 2011 yılından bu yana Suriyelilerin Türkiye'ye zorunlu göçü, Türkiye'yi kitlesel bir göç akını ile karşı karşıya bırakmıştır. Başlangıçta, ülkelerindeki durum düzeldiğinde geri dönecekleri düşünülen Suriyeliler, hem siyasal hem de toplumsal alanda "misafir" söylemi ile birlikte ele alınmıştır. Ancak süreç içerisinde, Suriye'deki durumun düzelmemesi ve yakın zamanda düzeleceğine dair olan öngörünün sorgulanması, nüfusları yaklaşık 4 milyona ulaşan Suriyelilerin Türkiye'deki kalıcılıklarına ilişkin tartışmaları beraberinde getirmiştir. Akademik çalışmalarda da toplumsal bütünleşme, toplumsal uyum, birlikte yaşama gibi temalar çerçevesinde konuya yoğun bir ilgi oluşmuştur. Son yıllarda sosyoloji alanında yapılan çalışmalarda ise, Suriyeliler, farklılaşan özelliklerine referansla, Simmel, Park ve Bauman'ın geliştirdiği yabancılık teorileri bağlamında "yabancı" kavramı ile özdeşleştirilerek ele alınmaya başlamıştır. Bu çalışmada, yabancı teorilerinin ortaya çıktığı ulusal durumlar ve Türkiye deneyiminin dinamikleri çerçevesinde "yabancı" kavramının Suriyeliler için kullanımının ne derece uygun olduğu tartışılmaktadır. Bu makalenin temel iddiası, yabancılık tartışmalarının ortaya çıktığı ülkelerin uluslararası göç ve göçmenlik deneyiminin Türkiye'ninkinden oldukça farklı olduğu ve Suriyelilerin sosyolojik anlamda "yabancı" olarak tanımlanıp tanımlanamayacağını anlamak için uzun bir tarihselliğe ihtiyaç duyulduğudur. Abstract: Since the year 2011, forced migration of the Syrians to Turkey has had the country confronted a massive influx of immigration. Initially, the Syrians, who were supposed to return when the situation in their country to be improved, were dealt with the "guest" discourse in both political and social spheres. But in the process, failing the improvement of the situation in Syria and questioning the prediction about finding a remedy in the near future has raised a question related to the persistency of the Syrians whose population has reached about 4 million in Turkey. In academic studies, there has also been an intense interest in the subject within the framework of themes such as social integration, social cohesion and living together. In recent years, in the studies carried out in the field of sociology, the Syrians, who are identified with the concept "stranger" with the reference of their differentiating characteristics, have started to be discussed in the context of theories of alienation developed by Simmel, Park and Bauman. In this study, the use of the concept "stranger" for the Syrians is discussed within the frame of national situations in which alienation theories emerge and dynamics of Turkey's experience. The main claim of this article is that the experience related to international migration and immigration of the countries where theories of alienation emerged is quite different from that of Turkey and a sound historicity is needed to understand whether the Syrians to be defined as "stranger" in the sociological concept.
Türkiye 1980’lerden itibaren uluslararası göç sürecinde hem hedef, hem de transit ülke konumundad... more Türkiye 1980’lerden itibaren uluslararası göç sürecinde hem
hedef, hem de transit ülke konumundadır. Son yedi yıldır
Suriye’de meydana gelen olaylar nedeniyle Suriye’den Türkiye’ye
kitlesel bir mülteci göçü gerçekleşmiştir. Ancak Türkiye’de
mülteci statüsü, sadece Avrupa kökenli olan kişilere verildiğinden,
Avrupa ülkelerinden gelmeyen kişiler; “geçici koruma, ikincil
koruma ve şartlı mülteci” statüsü adı altında tanımlanmaktadır.
Türkiye’de Afganistan, Somali ve İran gibi ülkelerden gelen kişiler
“şartlı mülteci” olarak adlandırılırken, göçün kitlesel olma niteliği
bağlamında Suriye’den gelen 3,5 milyon kişi “geçici koruma
statüsü sahibi kişiler” olarak adlandırılmaktadır. Bu makalede
Türkiye’de mülteci çocuk emeğinin sosyolojik görünümleri
Şanlıurfa örneğinde ele alınmaktadır. Araştırmalar Türkiye’de
bulunan Suriyelilerin yaklaşık yarısının çocuk olduğunu ve bu
çocukların eğitim süreçlerinin dışında kalarak istihdamda yer
aldıklarını ortaya koymaktadır. Suriye sınırında yer alan Şanlıurfa
ise, İstanbul’dan sonra Türkiye’de Suriyeli mültecilerin en fazla
yaşadığı ikinci kent iken, Suriyeli sayısının nüfusa oranı
bakımından birinci sıradır. Saha araştırması 2018 yılı Ocak-Şubat
aylarında yapılan çalışma, sanayide ve hizmetler sektöründe
çalışan ve yaşları 15-17 arasında değişen toplam 20 Suriyeli
mülteci çocukla gerçekleştirilmiştir. Araştırmada derinlemesine
görüşmeler yoluyla mülteci çocuk işçiliğinin koşulları çocukların
gözünden anlaşılmaya çalışılmıştır. Suriyeli çocukların çocuk olma
ve çalışma arasındaki ilişkiyi nasıl anlamlandırdıkları ve çocuk
emeğinin savunmasız halleri tartışılmıştır.
Özet: Bu çalışmada, ülkemizdeki Avrupa kökenli olmayan mülteciler olan ve " şartlı mülteci " olar... more Özet: Bu çalışmada, ülkemizdeki Avrupa kökenli olmayan mülteciler olan ve " şartlı mülteci " olarak tanımlanan mültecilerin, hukuksal statülerinden kaynaklı dışlanma süreçlerinin beraberinde getirdiği dezavantajlılık ve bunun toplumsal yaşam ve ilişkilere olan etkisi tartışılmaktadır. Çalışmanın verileri 2014 yılında, Isparta'da, Afganistanlı, İranlı, Somalili ve Sudanlı 15 mülteci ile yapılmış derinlemesine görüşmelerden elde edilmiştir. Araştırma sonuçlarına göre, makro düzlemde, Avrupa kökenli olmayan bu kişilerin mülteci statüsünün sağladığı haklardan doğrudan dışlanması söz konusudur. Bu dışlanma sonucu, barınma, sağlık, istihdam gibi temel insan hakları sahip olunan değil, " bağışlanan " hizmetlere dönüşmektedir. Bu durum mikro düzlemde ise, sığınmacı-mülteci-şartlı mülteci gibi farklı tanımlamaların beraberinde getirdiği kavram kargaşasının da etkisi ile Türkiye geneli yerel politika uygulamalarında Avrupalı olmayan mülteciler arasında din, milliyet, etnisite, cinsel yönelim vb. temelli ayrımcılığı yeniden üreten süreçlere karşılık gelmektedir. Sonuç olarak, ülkelerindeki dezavantajlı konumlarını gittikleri ülkelere de taşıyan mülteciler için Türkiye'deki yaşamlar, haklardan uzak " hakka " bırakılmış yaşamlar olmaktadır. Abstract: In this study, the impact of the deprivation of refugees called as " conditional refugees " due to their non-European origin from their basic human rights on their social life and relations in Turkey is discussed. Data used in this study have been gathered with in-depth interviews with 15 Afghani, Iranian, Sudanese and Somalian refugees carried out in Isparta in 2014. According to the results, those who are not European are deprived from the rights granted by their refugee status at the macro level. As a result of this deprivation, the provision of basic services in the areas of accommodation, healthcare and employment as basic rights seems to be carried out as " favors " rather than services resulting from " basic rights. " At the micro level, this situation is experienced as a process of reproduction of the discrimination, based on religion, nation, ethnicity and sexual orientation in the local government practices in Turkey in accordance with the various descriptions such as conditional refugee and asylum seeker.
Bu makalenin amacı Türkiye'de mültecilere yönelik yerleşim politikalarının tarihselliği temelinde... more Bu makalenin amacı Türkiye'de mültecilere yönelik yerleşim politikalarının tarihselliği temelinde uydu kent uygulamasının özgünlüğünü tartışmaktır. 1950'li yıllarda başladığı belirtilen ancak özgün ve yaygın uygulama modeli olarak 2000'li yıllarda 20 civarında kent ile başlayan uydu kentlerin sayısı 2011'de 51'e, günümüzde ise 62'ye kadar yükselmiştir. Uydu kentlerin en önemli özelliği, küçük/orta ölçekli kentler olmasıdır. Isparta, Burdur, Konya ve Denizli gibi görece muhafazakâr Anadolu kentlerindeki bu uygulama ile toplumsal kontrolün hızlı ve denetlenebilir niteliği, kamusal güvenlik kurumları aracılığıyla da işlevselleştirilmektedir. Bu bağlamda mültecilerin ontolojik güvenliği daha belirlenebilir olmakta, kentlerde kentin mekânsal sıkışmışlığı ve yerel halkın benzeşikliği, gelen mültecilerin sosyal ve kamusal-asayiş kontrolünü kolaylaştırmaktadır. Özellikle mültecilerin ırk, tensel ve inanç farklılıkları yerel toplumsal ilişkilerde daha görünür olmakta, toplumsal farklılaşmalar yeni çatışma alanlarını öne çıkarmaktadır. Bu makalede, Isparta örneğinde, uydu kent uygulaması 2014 yılında tamamlanan saha çalışmasının ve Isparta'da yapılan diğer mülteci araştırmalarının bulguları ışığında, güvenlik sorunsalı temelinde tartışılmaktadır.
Onlar (mülteciler) yer değiştiriyor değildir, yeryüzündeki yerlerini yitiriyorlar. Zygmunt Bauman... more Onlar (mülteciler) yer değiştiriyor değildir, yeryüzündeki yerlerini yitiriyorlar. Zygmunt Bauman Öz Günümüzde mültecilerin büyük bir kısmı kentsel mekânlarda yaşamakta; bu nedenle de mültecilere ilişkin tartışmalar " kent mültecileri " olgusu etrafında yapılmaktadır. Bu tanımlama mültecilerin sadece mekânsal yerleşimlerine referans vermekle kalmayıp; aynı zamanda onların " yerleşik " le olan birlikteliğine/paylaşımına vurgu yapmaktadır. Bu çalışma, Türkiye'de " kent mültecileri " olgusunu görünür kılan Suriyeli mültecilerin en yoğun yaşadığı kentlerden biri olan Gaziantep'in Şahinbey ilçesine bağlı İstiklal Mahallesi'nde gerçekleştirilmiştir. Alan araştırması kapsamında mahallede yoksulluk yardımlarından yararlanan 10 Türkiyeli ile görüşülmüştür. Yoksul yerlinin gözünden yoksul yabancı/mülteci ile ortak yaşam/gelecek beklentilerini sorgulayan bu araştırmada, kent mültecileri Türkiye'de yurttaşlık haklarının yanı sıra mültecilik haklarından da yoksun olmanın beraberinde getirdiği riskler ve " yabancı " olma deneyimi ile kentsel mekânlarda korunmasızlık ve savunmasızlık halleri incelenmiştir. Abstract Today, many of the refugees live in urban areas, that is why the discussions about refugees are focused on the " urban refugees " phenomenon. This description does not only refer to the refugees' settlement in terms of location, but also lays emphasis on their togetherness/communion with the " settled ". This study is conducted in İstiklal Street, Şahinbey District in Gaziantep, which is one the cities that makes the " urban refugees " phenomenon visible and is populated mostly by Syrian refugees. 10 Turkish citizens who receive poor relief were interviewed within the scope of field study. In this study, which looks at the expectations of life/future with the poor foreigner/refugee with the eyes of the poor settled, the risks which come along with the lack of civil rights and refugee rights, and the states of vulnerability and helplessness in such cities have been questioned.
Özellikle 2000 sonrası dönemde Türkiye'ye yönelik sığınma hareketlerinde önemli bir artıĢ olduğu ... more Özellikle 2000 sonrası dönemde Türkiye'ye yönelik sığınma hareketlerinde önemli bir artıĢ olduğu görülmektedir. Türkiye, artık sadece yakın çevresinde meydana gelen olaylardan kaçan kiĢiler için değil, aynı zamanda Asya ve Afrika gibi bölgelerde meydana gelen olaylardan kaçan kiĢiler için de hedef ülke konumundadır. 1951 Cenevre SözleĢme'sine konulan coğrafi çekinceden dolayı sadece Avrupa ülkelerinden gelen kiĢilere mülteci statüsü tanıyan Türkiye, Avrupa dıĢından gelenleri ise, -geçici sığınmacı‖ adı altında misafir etmektedir. -Sığınma statüsü baĢvuru sahibi‖ ya da -geçici sığınmacı‖ olarak adlandırılan bu kiĢiler, üçüncü bir ülkeye yerleĢtirilene kadar ĠçiĢleri Bakanlığı tarafından belirlenen ve -uydu kent‖ adı verilen kentlerde serbest ikamete tabi tutulmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti her ne kadar bu kiĢileri geçici olarak görse de, üçüncü ülke iĢlemlerinin oldukça uzun sürdüğü ve sığınmacıların bekleme sürelerinin 7-8, hatta 10 yıla kadar uzadığı bilinmektedir. Isparta, sığınmacıların yerleĢtirildiği uydu kentlerden bir tanesidir ve 2012 yılında örnek uygulamaları ile ön plana çıkmıĢtır. Bu çalıĢmada Isparta'nın baĢarılı bir uydu kent olmasının nedenleri, Isparta'da sığınmacılara yönelik yapılan sosyal yardımlar, destekler ve hizmetler doğrultusunda anlaĢılmaya çalıĢılmıĢtır. Sığınmacılık sürecinin temel aktörleri olan kamu bürokratlarının sığınma politikası ve uydu kent uygulamasına yönelik bakıĢ açıları da yapılan görüĢmeler sonucunda ortaya konmaya çalıĢılmıĢtır.
Turkey has signed on condition that "geographical limitation" the 1951 Geneva Convention. Therefo... more Turkey has signed on condition that "geographical limitation" the 1951 Geneva Convention. Therefore, Turkey has given refugee status only for Europen asylum seekers. On the contrary, Non-Europen asylum seekers come to Turkey for the status and due to Geneva Convention, Turkey has to provide international protection for them. Turkey allow to stay to them Süleyman Demirel Üniversitesi FEF, ozlemkahya@sdu.edu.tr.
UYDU KENTLERDEN SINIR KENTLERE TÜRKİYE’DE KENT MÜLTECİLERİ VE GÜNDELİK YAŞAM DENEYİMLERİ Günümüzd... more UYDU KENTLERDEN SINIR KENTLERE TÜRKİYE’DE KENT MÜLTECİLERİ VE GÜNDELİK YAŞAM DENEYİMLERİ
Günümüzde mültecilik olgusu tüm dünya ülkeleri tarafından daha fazla deneyimlenen ve küresel boyut kazanan bir olgu haline gelmiştir. 2014 yılı tüm dünyada yerinden edilen insanların sayılarının tahmin edilemeyecek kadar çok arttığı, yerinden edilmenin en çok görüldüğü yıl olmuştur. 2014 yılı sonuna kadar, zulüm, işkence, çatışma, şiddet ve insan hakları ihlallerinden dolayı yaşadıkları yerleri terk etmek zorunda kalan kişi sayısı 59,5 milyondur. Bu insanlardan 19,5 milyonu mülteci, 1 milyon 800 bini sığınmacı, 38 milyon 200 bini ise ülke içerisinde yerinden edilmiş kişi statüsüne sahiptir. Bu kişilerin 8 milyon 300 bini son bir yıl içerisinde ülkelerini terk etmiştir. 2013 yılında 51 milyon 200 bin kişi olan yerinden edilen kişi sayısını Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) , II. Dünya Savaşı’ndan sonra bile görülmemiş bir rakam olarak açıklamıştır (UNHCR Global Trends, 2014).
Türkiye de bu süreçte mülteci üreten coğrafyalara yakın olması ve Avrupa’ya bağlanan köprü olarak tanımlanan coğrafi konumunun da etkisiyle hem transit ülke hem de hedef ülke olarak yoğun mülteci göçüyle karşı karşıya kalan bir ülke olmuştur. BMMYK’nın 31 Ağustos 2015 tarihli son istatistiklerine göre Türkiye’de 106 bin 824 Iraklı, 49 bin 251 Afganistanlı, 20 bin 713 İranlı, 4 bin 186 Somalili ve 10 bin 657 de diğer ülkelerden olmak üzere yaklaşık 200 bin mülteci yaşamını sürdürmektedir (http://www.unhcr.org.tr/uploads/root/tr(25).pdf ). Türkiye 2011 yılında başlayan ve 2014 yılında şiddetini artıran Suriye’deki iç savaş nedeniyle kitlesel bir mülteci hareketi ile de karşı karşıya kalmıştır. 25 Ağustos 2015 tarihli istatistiklere göre Türkiye’de 1 milyon 938 bin 999, yaklaşık 2 milyon Suriyeli mülteci bulunmaktadır (http://data.unhcr.org/syrianrefugees/country.php?id=224). Çeşitli gerekçelerle kayıt yaptırmayan ve düzensiz göçmen durumunda olan kişilerin de varlığı göz önüne alındığında bu rakamın çok daha fazla olduğu söylenebilir. Görüldüğü gibi Türkiye’nin konumu, çok kısa sürede binlerle ifade edilen mülteci sayısının milyonlarla ifade edildiği bir ülke konumuna dönüşmüştür . Coğrafi konumunun özgünlüğü göz önünde bulundurulursa, ülkenin mülteci çekme potansiyeli daha iyi anlaşılacaktır.
Türkiye’nin önemli oranda mülteci alan bir ülke konumuna gelmesi, mültecilere ilişkin hukuksal çözümlerin yanında mekânsal çözümler de üretmesini zorunlu kılmıştır. Bu çalışmanın konusu da Türkiye’nin mültecilere yönelik uyguladığı yerleşim politikalarıdır. Türkiye’de bulundukları süre içerisindeki mekânsal yerleşimleri yasal düzenlemelere göre gerçekleştirilen mültecilerin kentsel mekânlarda yerleşimleri zorunludur. Bu nedenle de bu çalışmada mültecilerin mekânsal yerleşimlerine referans verilerek mülteciler kent mültecileri (urban refugees) olarak tanımlanmıştır. Çalışma, kent mültecilerinin yerleşim pratiklerinin onların gündelik yaşam deneyimlerini nasıl dönüştürdüğü sorunsalına odaklanmaktadır. Çalışmanın temel varsayımı, mültecilerin devlet tarafından belirlenen farklı kentsel yerleşim pratiklerinin gündelik yaşam deneyimlerini farklılaştırdığıdır. Mültecilik, temel bir insan hakkıdır. Bu nedenle de mültecilerin Türkiye’deki gündelik yaşam deneyimlerinin niteliği hem mültecilerin insan onuruna yakışır bir yaşam sürebilmeleri açısından hem de Türkiye’nin uluslararası sorumlulukları açısından önemlidir.
Yüksek Lisans Tezi by Özlem Kahya Nizam
Books by Özlem Kahya Nizam
SOSYOLOJİDE ARAŞTIRMA YÖNTEMLERİ: NİCEL VE NİTEL ARAŞTIRMA
Papers by Özlem Kahya Nizam
Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Nov 30, 2017
Asian and Pacific migration journal, Dec 1, 2023
Afrika'dan Türkiye'ye Sığınmacı Göçünün Sosyolojik Görünümleri: Somalili Kadın Sığınmacılar Örneği, 2020
Türkiye’de Mültecilik, Zorunlu Göç ve Toplumsal Uyum: Geri Dönüş mü, Birlikte Yaşam mı?, 2020
Öz: 2011 yılından bu yana Suriyelilerin Türkiye'ye zorunlu göçü, Türkiye'yi kitlesel bir göç akın... more Öz: 2011 yılından bu yana Suriyelilerin Türkiye'ye zorunlu göçü, Türkiye'yi kitlesel bir göç akını ile karşı karşıya bırakmıştır. Başlangıçta, ülkelerindeki durum düzeldiğinde geri dönecekleri düşünülen Suriyeliler, hem siyasal hem de toplumsal alanda "misafir" söylemi ile birlikte ele alınmıştır. Ancak süreç içerisinde, Suriye'deki durumun düzelmemesi ve yakın zamanda düzeleceğine dair olan öngörünün sorgulanması, nüfusları yaklaşık 4 milyona ulaşan Suriyelilerin Türkiye'deki kalıcılıklarına ilişkin tartışmaları beraberinde getirmiştir. Akademik çalışmalarda da toplumsal bütünleşme, toplumsal uyum, birlikte yaşama gibi temalar çerçevesinde konuya yoğun bir ilgi oluşmuştur. Son yıllarda sosyoloji alanında yapılan çalışmalarda ise, Suriyeliler, farklılaşan özelliklerine referansla, Simmel, Park ve Bauman'ın geliştirdiği yabancılık teorileri bağlamında "yabancı" kavramı ile özdeşleştirilerek ele alınmaya başlamıştır. Bu çalışmada, yabancı teorilerinin ortaya çıktığı ulusal durumlar ve Türkiye deneyiminin dinamikleri çerçevesinde "yabancı" kavramının Suriyeliler için kullanımının ne derece uygun olduğu tartışılmaktadır. Bu makalenin temel iddiası, yabancılık tartışmalarının ortaya çıktığı ülkelerin uluslararası göç ve göçmenlik deneyiminin Türkiye'ninkinden oldukça farklı olduğu ve Suriyelilerin sosyolojik anlamda "yabancı" olarak tanımlanıp tanımlanamayacağını anlamak için uzun bir tarihselliğe ihtiyaç duyulduğudur. Abstract: Since the year 2011, forced migration of the Syrians to Turkey has had the country confronted a massive influx of immigration. Initially, the Syrians, who were supposed to return when the situation in their country to be improved, were dealt with the "guest" discourse in both political and social spheres. But in the process, failing the improvement of the situation in Syria and questioning the prediction about finding a remedy in the near future has raised a question related to the persistency of the Syrians whose population has reached about 4 million in Turkey. In academic studies, there has also been an intense interest in the subject within the framework of themes such as social integration, social cohesion and living together. In recent years, in the studies carried out in the field of sociology, the Syrians, who are identified with the concept "stranger" with the reference of their differentiating characteristics, have started to be discussed in the context of theories of alienation developed by Simmel, Park and Bauman. In this study, the use of the concept "stranger" for the Syrians is discussed within the frame of national situations in which alienation theories emerge and dynamics of Turkey's experience. The main claim of this article is that the experience related to international migration and immigration of the countries where theories of alienation emerged is quite different from that of Turkey and a sound historicity is needed to understand whether the Syrians to be defined as "stranger" in the sociological concept.
Türkiye 1980’lerden itibaren uluslararası göç sürecinde hem hedef, hem de transit ülke konumundad... more Türkiye 1980’lerden itibaren uluslararası göç sürecinde hem
hedef, hem de transit ülke konumundadır. Son yedi yıldır
Suriye’de meydana gelen olaylar nedeniyle Suriye’den Türkiye’ye
kitlesel bir mülteci göçü gerçekleşmiştir. Ancak Türkiye’de
mülteci statüsü, sadece Avrupa kökenli olan kişilere verildiğinden,
Avrupa ülkelerinden gelmeyen kişiler; “geçici koruma, ikincil
koruma ve şartlı mülteci” statüsü adı altında tanımlanmaktadır.
Türkiye’de Afganistan, Somali ve İran gibi ülkelerden gelen kişiler
“şartlı mülteci” olarak adlandırılırken, göçün kitlesel olma niteliği
bağlamında Suriye’den gelen 3,5 milyon kişi “geçici koruma
statüsü sahibi kişiler” olarak adlandırılmaktadır. Bu makalede
Türkiye’de mülteci çocuk emeğinin sosyolojik görünümleri
Şanlıurfa örneğinde ele alınmaktadır. Araştırmalar Türkiye’de
bulunan Suriyelilerin yaklaşık yarısının çocuk olduğunu ve bu
çocukların eğitim süreçlerinin dışında kalarak istihdamda yer
aldıklarını ortaya koymaktadır. Suriye sınırında yer alan Şanlıurfa
ise, İstanbul’dan sonra Türkiye’de Suriyeli mültecilerin en fazla
yaşadığı ikinci kent iken, Suriyeli sayısının nüfusa oranı
bakımından birinci sıradır. Saha araştırması 2018 yılı Ocak-Şubat
aylarında yapılan çalışma, sanayide ve hizmetler sektöründe
çalışan ve yaşları 15-17 arasında değişen toplam 20 Suriyeli
mülteci çocukla gerçekleştirilmiştir. Araştırmada derinlemesine
görüşmeler yoluyla mülteci çocuk işçiliğinin koşulları çocukların
gözünden anlaşılmaya çalışılmıştır. Suriyeli çocukların çocuk olma
ve çalışma arasındaki ilişkiyi nasıl anlamlandırdıkları ve çocuk
emeğinin savunmasız halleri tartışılmıştır.
Özet: Bu çalışmada, ülkemizdeki Avrupa kökenli olmayan mülteciler olan ve " şartlı mülteci " olar... more Özet: Bu çalışmada, ülkemizdeki Avrupa kökenli olmayan mülteciler olan ve " şartlı mülteci " olarak tanımlanan mültecilerin, hukuksal statülerinden kaynaklı dışlanma süreçlerinin beraberinde getirdiği dezavantajlılık ve bunun toplumsal yaşam ve ilişkilere olan etkisi tartışılmaktadır. Çalışmanın verileri 2014 yılında, Isparta'da, Afganistanlı, İranlı, Somalili ve Sudanlı 15 mülteci ile yapılmış derinlemesine görüşmelerden elde edilmiştir. Araştırma sonuçlarına göre, makro düzlemde, Avrupa kökenli olmayan bu kişilerin mülteci statüsünün sağladığı haklardan doğrudan dışlanması söz konusudur. Bu dışlanma sonucu, barınma, sağlık, istihdam gibi temel insan hakları sahip olunan değil, " bağışlanan " hizmetlere dönüşmektedir. Bu durum mikro düzlemde ise, sığınmacı-mülteci-şartlı mülteci gibi farklı tanımlamaların beraberinde getirdiği kavram kargaşasının da etkisi ile Türkiye geneli yerel politika uygulamalarında Avrupalı olmayan mülteciler arasında din, milliyet, etnisite, cinsel yönelim vb. temelli ayrımcılığı yeniden üreten süreçlere karşılık gelmektedir. Sonuç olarak, ülkelerindeki dezavantajlı konumlarını gittikleri ülkelere de taşıyan mülteciler için Türkiye'deki yaşamlar, haklardan uzak " hakka " bırakılmış yaşamlar olmaktadır. Abstract: In this study, the impact of the deprivation of refugees called as " conditional refugees " due to their non-European origin from their basic human rights on their social life and relations in Turkey is discussed. Data used in this study have been gathered with in-depth interviews with 15 Afghani, Iranian, Sudanese and Somalian refugees carried out in Isparta in 2014. According to the results, those who are not European are deprived from the rights granted by their refugee status at the macro level. As a result of this deprivation, the provision of basic services in the areas of accommodation, healthcare and employment as basic rights seems to be carried out as " favors " rather than services resulting from " basic rights. " At the micro level, this situation is experienced as a process of reproduction of the discrimination, based on religion, nation, ethnicity and sexual orientation in the local government practices in Turkey in accordance with the various descriptions such as conditional refugee and asylum seeker.
Bu makalenin amacı Türkiye'de mültecilere yönelik yerleşim politikalarının tarihselliği temelinde... more Bu makalenin amacı Türkiye'de mültecilere yönelik yerleşim politikalarının tarihselliği temelinde uydu kent uygulamasının özgünlüğünü tartışmaktır. 1950'li yıllarda başladığı belirtilen ancak özgün ve yaygın uygulama modeli olarak 2000'li yıllarda 20 civarında kent ile başlayan uydu kentlerin sayısı 2011'de 51'e, günümüzde ise 62'ye kadar yükselmiştir. Uydu kentlerin en önemli özelliği, küçük/orta ölçekli kentler olmasıdır. Isparta, Burdur, Konya ve Denizli gibi görece muhafazakâr Anadolu kentlerindeki bu uygulama ile toplumsal kontrolün hızlı ve denetlenebilir niteliği, kamusal güvenlik kurumları aracılığıyla da işlevselleştirilmektedir. Bu bağlamda mültecilerin ontolojik güvenliği daha belirlenebilir olmakta, kentlerde kentin mekânsal sıkışmışlığı ve yerel halkın benzeşikliği, gelen mültecilerin sosyal ve kamusal-asayiş kontrolünü kolaylaştırmaktadır. Özellikle mültecilerin ırk, tensel ve inanç farklılıkları yerel toplumsal ilişkilerde daha görünür olmakta, toplumsal farklılaşmalar yeni çatışma alanlarını öne çıkarmaktadır. Bu makalede, Isparta örneğinde, uydu kent uygulaması 2014 yılında tamamlanan saha çalışmasının ve Isparta'da yapılan diğer mülteci araştırmalarının bulguları ışığında, güvenlik sorunsalı temelinde tartışılmaktadır.
Onlar (mülteciler) yer değiştiriyor değildir, yeryüzündeki yerlerini yitiriyorlar. Zygmunt Bauman... more Onlar (mülteciler) yer değiştiriyor değildir, yeryüzündeki yerlerini yitiriyorlar. Zygmunt Bauman Öz Günümüzde mültecilerin büyük bir kısmı kentsel mekânlarda yaşamakta; bu nedenle de mültecilere ilişkin tartışmalar " kent mültecileri " olgusu etrafında yapılmaktadır. Bu tanımlama mültecilerin sadece mekânsal yerleşimlerine referans vermekle kalmayıp; aynı zamanda onların " yerleşik " le olan birlikteliğine/paylaşımına vurgu yapmaktadır. Bu çalışma, Türkiye'de " kent mültecileri " olgusunu görünür kılan Suriyeli mültecilerin en yoğun yaşadığı kentlerden biri olan Gaziantep'in Şahinbey ilçesine bağlı İstiklal Mahallesi'nde gerçekleştirilmiştir. Alan araştırması kapsamında mahallede yoksulluk yardımlarından yararlanan 10 Türkiyeli ile görüşülmüştür. Yoksul yerlinin gözünden yoksul yabancı/mülteci ile ortak yaşam/gelecek beklentilerini sorgulayan bu araştırmada, kent mültecileri Türkiye'de yurttaşlık haklarının yanı sıra mültecilik haklarından da yoksun olmanın beraberinde getirdiği riskler ve " yabancı " olma deneyimi ile kentsel mekânlarda korunmasızlık ve savunmasızlık halleri incelenmiştir. Abstract Today, many of the refugees live in urban areas, that is why the discussions about refugees are focused on the " urban refugees " phenomenon. This description does not only refer to the refugees' settlement in terms of location, but also lays emphasis on their togetherness/communion with the " settled ". This study is conducted in İstiklal Street, Şahinbey District in Gaziantep, which is one the cities that makes the " urban refugees " phenomenon visible and is populated mostly by Syrian refugees. 10 Turkish citizens who receive poor relief were interviewed within the scope of field study. In this study, which looks at the expectations of life/future with the poor foreigner/refugee with the eyes of the poor settled, the risks which come along with the lack of civil rights and refugee rights, and the states of vulnerability and helplessness in such cities have been questioned.
Özellikle 2000 sonrası dönemde Türkiye'ye yönelik sığınma hareketlerinde önemli bir artıĢ olduğu ... more Özellikle 2000 sonrası dönemde Türkiye'ye yönelik sığınma hareketlerinde önemli bir artıĢ olduğu görülmektedir. Türkiye, artık sadece yakın çevresinde meydana gelen olaylardan kaçan kiĢiler için değil, aynı zamanda Asya ve Afrika gibi bölgelerde meydana gelen olaylardan kaçan kiĢiler için de hedef ülke konumundadır. 1951 Cenevre SözleĢme'sine konulan coğrafi çekinceden dolayı sadece Avrupa ülkelerinden gelen kiĢilere mülteci statüsü tanıyan Türkiye, Avrupa dıĢından gelenleri ise, -geçici sığınmacı‖ adı altında misafir etmektedir. -Sığınma statüsü baĢvuru sahibi‖ ya da -geçici sığınmacı‖ olarak adlandırılan bu kiĢiler, üçüncü bir ülkeye yerleĢtirilene kadar ĠçiĢleri Bakanlığı tarafından belirlenen ve -uydu kent‖ adı verilen kentlerde serbest ikamete tabi tutulmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti her ne kadar bu kiĢileri geçici olarak görse de, üçüncü ülke iĢlemlerinin oldukça uzun sürdüğü ve sığınmacıların bekleme sürelerinin 7-8, hatta 10 yıla kadar uzadığı bilinmektedir. Isparta, sığınmacıların yerleĢtirildiği uydu kentlerden bir tanesidir ve 2012 yılında örnek uygulamaları ile ön plana çıkmıĢtır. Bu çalıĢmada Isparta'nın baĢarılı bir uydu kent olmasının nedenleri, Isparta'da sığınmacılara yönelik yapılan sosyal yardımlar, destekler ve hizmetler doğrultusunda anlaĢılmaya çalıĢılmıĢtır. Sığınmacılık sürecinin temel aktörleri olan kamu bürokratlarının sığınma politikası ve uydu kent uygulamasına yönelik bakıĢ açıları da yapılan görüĢmeler sonucunda ortaya konmaya çalıĢılmıĢtır.
Turkey has signed on condition that "geographical limitation" the 1951 Geneva Convention. Therefo... more Turkey has signed on condition that "geographical limitation" the 1951 Geneva Convention. Therefore, Turkey has given refugee status only for Europen asylum seekers. On the contrary, Non-Europen asylum seekers come to Turkey for the status and due to Geneva Convention, Turkey has to provide international protection for them. Turkey allow to stay to them Süleyman Demirel Üniversitesi FEF, ozlemkahya@sdu.edu.tr.
UYDU KENTLERDEN SINIR KENTLERE TÜRKİYE’DE KENT MÜLTECİLERİ VE GÜNDELİK YAŞAM DENEYİMLERİ Günümüzd... more UYDU KENTLERDEN SINIR KENTLERE TÜRKİYE’DE KENT MÜLTECİLERİ VE GÜNDELİK YAŞAM DENEYİMLERİ
Günümüzde mültecilik olgusu tüm dünya ülkeleri tarafından daha fazla deneyimlenen ve küresel boyut kazanan bir olgu haline gelmiştir. 2014 yılı tüm dünyada yerinden edilen insanların sayılarının tahmin edilemeyecek kadar çok arttığı, yerinden edilmenin en çok görüldüğü yıl olmuştur. 2014 yılı sonuna kadar, zulüm, işkence, çatışma, şiddet ve insan hakları ihlallerinden dolayı yaşadıkları yerleri terk etmek zorunda kalan kişi sayısı 59,5 milyondur. Bu insanlardan 19,5 milyonu mülteci, 1 milyon 800 bini sığınmacı, 38 milyon 200 bini ise ülke içerisinde yerinden edilmiş kişi statüsüne sahiptir. Bu kişilerin 8 milyon 300 bini son bir yıl içerisinde ülkelerini terk etmiştir. 2013 yılında 51 milyon 200 bin kişi olan yerinden edilen kişi sayısını Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) , II. Dünya Savaşı’ndan sonra bile görülmemiş bir rakam olarak açıklamıştır (UNHCR Global Trends, 2014).
Türkiye de bu süreçte mülteci üreten coğrafyalara yakın olması ve Avrupa’ya bağlanan köprü olarak tanımlanan coğrafi konumunun da etkisiyle hem transit ülke hem de hedef ülke olarak yoğun mülteci göçüyle karşı karşıya kalan bir ülke olmuştur. BMMYK’nın 31 Ağustos 2015 tarihli son istatistiklerine göre Türkiye’de 106 bin 824 Iraklı, 49 bin 251 Afganistanlı, 20 bin 713 İranlı, 4 bin 186 Somalili ve 10 bin 657 de diğer ülkelerden olmak üzere yaklaşık 200 bin mülteci yaşamını sürdürmektedir (http://www.unhcr.org.tr/uploads/root/tr(25).pdf ). Türkiye 2011 yılında başlayan ve 2014 yılında şiddetini artıran Suriye’deki iç savaş nedeniyle kitlesel bir mülteci hareketi ile de karşı karşıya kalmıştır. 25 Ağustos 2015 tarihli istatistiklere göre Türkiye’de 1 milyon 938 bin 999, yaklaşık 2 milyon Suriyeli mülteci bulunmaktadır (http://data.unhcr.org/syrianrefugees/country.php?id=224). Çeşitli gerekçelerle kayıt yaptırmayan ve düzensiz göçmen durumunda olan kişilerin de varlığı göz önüne alındığında bu rakamın çok daha fazla olduğu söylenebilir. Görüldüğü gibi Türkiye’nin konumu, çok kısa sürede binlerle ifade edilen mülteci sayısının milyonlarla ifade edildiği bir ülke konumuna dönüşmüştür . Coğrafi konumunun özgünlüğü göz önünde bulundurulursa, ülkenin mülteci çekme potansiyeli daha iyi anlaşılacaktır.
Türkiye’nin önemli oranda mülteci alan bir ülke konumuna gelmesi, mültecilere ilişkin hukuksal çözümlerin yanında mekânsal çözümler de üretmesini zorunlu kılmıştır. Bu çalışmanın konusu da Türkiye’nin mültecilere yönelik uyguladığı yerleşim politikalarıdır. Türkiye’de bulundukları süre içerisindeki mekânsal yerleşimleri yasal düzenlemelere göre gerçekleştirilen mültecilerin kentsel mekânlarda yerleşimleri zorunludur. Bu nedenle de bu çalışmada mültecilerin mekânsal yerleşimlerine referans verilerek mülteciler kent mültecileri (urban refugees) olarak tanımlanmıştır. Çalışma, kent mültecilerinin yerleşim pratiklerinin onların gündelik yaşam deneyimlerini nasıl dönüştürdüğü sorunsalına odaklanmaktadır. Çalışmanın temel varsayımı, mültecilerin devlet tarafından belirlenen farklı kentsel yerleşim pratiklerinin gündelik yaşam deneyimlerini farklılaştırdığıdır. Mültecilik, temel bir insan hakkıdır. Bu nedenle de mültecilerin Türkiye’deki gündelik yaşam deneyimlerinin niteliği hem mültecilerin insan onuruna yakışır bir yaşam sürebilmeleri açısından hem de Türkiye’nin uluslararası sorumlulukları açısından önemlidir.
SOSYOLOJİDE ARAŞTIRMA YÖNTEMLERİ: NİCEL VE NİTEL ARAŞTIRMA
Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Nov 30, 2017
Pamukkale University Journal of Social Sciences Institute, 2020
Bir araştırma ya da çalışmayı bilimsel kılan en önemli öğelerden biri bilimsel araştırmanın yönte... more Bir araştırma ya da çalışmayı bilimsel kılan en önemli öğelerden biri bilimsel araştırmanın yöntemine uygun araştırma tekniklerinin belirlenmesidir. Araştırma teknikleri bir araştırma, çalışma ya da projenin, veri toplama, düzenleme, veri işleme, yorumlama ve veri paylaşımına ilişkin araçlardır. Bu nedenle araştırmalarda doğru tekniklerin belirlenmesi ve uygulanması oldukça önemlidir. Bu çalışma son yıllarda sosyal bilimlerde disiplinler arası bir süreçte giderek yaygınlaşan içerik ve söylem analizi tekniklerini ele almakta ve açıklamaktadır. Çalışmada ilk olarak içerik analizinin türleri (nicel, nitel ve karma içerik analizi) ele alınmıştır. Her türün özellikleri, hangi araştırmalar için kullanımının daha uygun olduğu, araştırma sürecinin nasıl yürütüleceği ve tamamlanacağı gibi konular tartışılmıştır. Sonraki aşamada söylem analizi ve eleştirel söylem analizi tekniklerine yer verilmiştir. Söylem Analizi başlığı altında en yaygın kullanılan iki tür (Foucaultcu ve van Dijkcı) söylem analizi ele alınmıştır. Hem içerik hem de söylem analizinin her türüne ilişkin yapılmış uygulamalı çalışmalardan örneklerle konu açıklanmıştır.
Turkiye’de 1980’lerde sivil toplum alaninda orgutlenen feministler, kadina yonelik siddeti, ozel ... more Turkiye’de 1980’lerde sivil toplum alaninda orgutlenen feministler, kadina yonelik siddeti, ozel alani ve aileici siddeti tartismaya acmislardir. Toplumsal cinsiyet esitsizligi temelinde ortaya cikan kadina yonelik siddetin suc sayilmasinin yaninda, koruyucu ve onleyici calismalara onculuk etmislerdir. 1990’li yillarda geleneksel toplumsal cinsiyet rollerini benimseyen ve inanc temelinde kamusal alanda kadinlarin yer alislarini artirmaya calisan Islamci “kadinci” ve muhafazakâr orgutler de bu surece dâhil olmuslardir. Bu calismada sivil toplumda kadinlarin orgutlenme surecleri ele alinmakta, kadina yonelik siddetle mucadele veren, farkli degerleri ve orgutlenme dinamikleri olan iki sivil toplum kurulusu karsilastirilmaktadir. Ilki, feminist ilkeler temelinde orgutlenen Mor Cati; kadin dayanismasini, yatay orgutlenmeyi ve kadinlar adina politika uretmeyi esas almaktadir. G eleneksel cinsiyet rollerinin yol actigi toplumsal cinsiyet esitsizlikleri temelinde kadina yonelik siddeti ele ...
Ozet: Bu calismada, ulkemizdeki Avrupa kokenli olmayan multeciler olan ve “sartli multeci” olarak... more Ozet: Bu calismada, ulkemizdeki Avrupa kokenli olmayan multeciler olan ve “sartli multeci” olarak tanimlanan multecilerin, hukuksal statulerinden kaynakli dislanma sureclerinin beraberinde getirdigi dezavantajlilik ve bunun toplumsal yasam ve iliskilere olan etkisi tartisilmaktadir. Calismanin verileri 2014 yilinda, Isparta’da, Afganistanli, Iranli, Somalili ve Sudanli 15 multeci ile yapilmis derinlemesine gorusmelerden elde edilmistir. Arastirma sonuclarina gore, makro duzlemde, Avrupa kokenli olmayan bu kisilerin multeci statusunun sagladigi haklardan dogrudan dislanmasi soz konusudur. Bu dislanma sonucu, barinma, saglik, istihdam gibi temel insan haklari sahip olunan degil, “bagislanan” hizmetlere donusmektedir. Bu durum mikro duzlemde ise, siginmaci-multeci-sartli multeci gibi farkli tanimlamalarin beraberinde getirdigi kavram kargasasinin da etkisi ile Turkiye geneli yerel politika uygulamalarinda Avrupali olmayan multeciler arasinda din, milliyet, etnisite, cinsel yonelim vb. ...
Kentlerde gunumuzde yasanan esitsizler ile mulksuzlesme surecleri karsisinda kentliler; Lefebvrec... more Kentlerde gunumuzde yasanan esitsizler ile mulksuzlesme surecleri karsisinda kentliler; Lefebvreci anlamda kent haklarini kullanmayi ve yasam alani olmasi gereken kentlerde soz sahibi olmayi istemektedirler. 27 Mayis 2013 tarihinde Istanbul‟da, Gezi Parki‟nda baslayan eylemler de, cevreci bir durusla ve kamusal bir kent mekâninin ozellestirilmemesi ve ticarilestirilmemesi istegiyle bir kentsel protesto, bir meydan hareketi olarak baslamistir. Ancak daha sonra, sermayeye ve iktidara karsi yeni bir sosyal hareket bicimine burunmustur. Bu yazida, Gezi Hareketi‟ne katilanlarin gozunden Gezi‟nin mekânsal ve sinifsal baglamda yeni bir sosyal hareket olma niteligi, kent hakki kavrami uzerinden tartisilmaktadir. Calismanin verisi, eylemin aktif katilimcilari arasinda yer alan 6 grubun temsilcileriyle gerceklestirilen derinlemesine gorusmelere dayanmaktadir
Journal of International Social Research, 2016
Süleyman Demirel Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2019
Öz: 2011 yılından bu yana Suriyelilerin Türkiye'ye zorunlu göçü, Türkiye'yi kitlesel bir göç akın... more Öz: 2011 yılından bu yana Suriyelilerin Türkiye'ye zorunlu göçü, Türkiye'yi kitlesel bir göç akını ile karşı karşıya bırakmıştır. Başlangıçta, ülkelerindeki durum düzeldiğinde geri dönecekleri düşünülen Suriyeliler, hem siyasal hem de toplumsal alanda "misafir" söylemi ile birlikte ele alınmıştır. Ancak süreç içerisinde, Suriye'deki durumun düzelmemesi ve yakın zamanda düzeleceğine dair olan öngörünün sorgulanması, nüfusları yaklaşık 4 milyona ulaşan Suriyelilerin Türkiye'deki kalıcılıklarına ilişkin tartışmaları beraberinde getirmiştir. Akademik çalışmalarda da toplumsal bütünleşme, toplumsal uyum, birlikte yaşama gibi temalar çerçevesinde konuya yoğun bir ilgi oluşmuştur. Son yıllarda sosyoloji alanında yapılan çalışmalarda ise, Suriyeliler, farklılaşan özelliklerine referansla, Simmel, Park ve Bauman'ın geliştirdiği yabancılık teorileri bağlamında "yabancı" kavramı ile özdeşleştirilerek ele alınmaya başlamıştır. Bu çalışmada, yabancı teorilerinin ortaya çıktığı ulusal durumlar ve Türkiye deneyiminin dinamikleri çerçevesinde "yabancı" kavramının Suriyeliler için kullanımının ne derece uygun olduğu tartışılmaktadır. Bu makalenin temel iddiası, yabancılık tartışmalarının ortaya çıktığı ülkelerin uluslararası göç ve göçmenlik deneyiminin Türkiye'ninkinden oldukça farklı olduğu ve Suriyelilerin sosyolojik anlamda "yabancı" olarak tanımlanıp tanımlanamayacağını anlamak için uzun bir tarihselliğe ihtiyaç duyulduğudur.