Karşılaştırmalı Yargı Kararları Işığında Haberleşmeye Saygı Hakkı (original) (raw)
Related papers
Avrupa insan hakları mahkemesi içtihatlarında Bilgi Edinme Hakkı
2007
The right to freedom from torture recognised in international human rights treaties. The prohibition of torture has today become a jus cogens qualifi ed norm of international law. The conventions include the prohibition of torture and other ill treatments just after it and of inhuman and degrading treatment and punishment. The expression of "ill treatment" is often used to defi ne inhuman treatments out of torture. Even though torture has been considered to be at the same statue with ill treatments in international laws, it certainly is separated from ill treatment methods in many aspects. In the fi rst article of United Nations Convention Against Torture and Other Cruel, Inhuman or Degrading Treatment or Punishment 1984 defi ned torture and included the elements distinguishing the other forms of ill treatment. The European Convention of Human Rights, in the third article, regulated the prohibition of torture and other ill treatments under the same article and subordinated it to the same conclusion. The European Court of Human Rights defi nitely mentions the separation between torture and other treatments. However, in the convention, neither torture was defi ned nor distinguishing standards from other treatments were stated. Using also the defi nition of the United Nations Convention, the Court resorts to defi ne torture and identify its elements. This article aims to focus on the concept of torture and its elements in the case-law of the European Court and then decicions which have been described as torture by the Court will be evaluated. As the concept of torture is not inclued in Turkish Criminal Law, explanation regarding this issue will not be taken into consideration. KEY WORDS Torture, ill-treatment, prohobition of torture, inhuman treatment, degrading treatment, cruel treatment, inhuman punishment, degrading punishment. Convention Against Torture.
Anayasa Mahkeme Kararlarının Resmi Gazetede Yayımı ile Bağlayıcılığı Arasındaki İlişki
Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 2005
Anayasa Mahkemesi kararlarının Resmi Gazete'de yayımı ve bu kararların baglayıcılığı ile yayımı arasındaki ilişki, üzerinde yeteri kadar durulmayan bir konudur. Oysa Anayasa Mahkemesi'nin, henüz gerekçesi yazılmadan açıklanan ve bu açıklamayla baglayıcı oldugu kabul edilen kararları vardır. Aynca Mahkeme'nin hiç yayımlanmayan kararları da söz konusudur. Oysa, Anayasa'nın 153. maddesinin son fıkrası çok açıktır. Bu maddeye göre, "Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazete'de hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri baglar." Görüldügü gibi düzenlemede, yayımlanması gereken Mahkeme kararları arasında bir aynma gidilmemiştir. Bu kısa çalışmanın amacı, Anayasa'nın diger ilgili hükümleri de göz önünde bulundurularak, yayımlanmadan açıklanan ya da hiç yayımlanmayan Anayasa Mahkemesi kararlarının, 153. maddenin son fıkrası da dikkate alınarak nasıl degerlendirilebilecegi üzerinde düşünülınesini saglamaktır.
İdarî Yargılama Usulünde Bilirkişilik Müessesesi
7. Türkiye Lisansüstü Çalışmalar Kongresi Bildiriler Kitabı - 1, 2019
Bilirkişilik müessesesi, usul kanunlarında düzenlemiş olmakla beraber bu müesseseye ilişkin herhangi bir tanıma usul kanunlarında kanun koyucu tarafından yer verilmiş değildir. İdarî Yargılama Usul Kanunu (İYUK), bilirkişilik müessesesine ilişkin Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na (HMK) atıf yapmıştır. 2016 yılında kabul edile- rek yürürlüğe giren Bilirkişilik Kanunu ile kanun koyucu özel olarak bu müesseseyi düzenlemiştir. Bu düzenlenin yapılması ile İYUK’ta da çeşitli değişiklikler yapılmış ve yapılan değişikliklerle HMK’ya yapılan atıf devam etmiş- tir. Ayrıca 2016 yılında İYUK’ta yapılan söz konusu değişiklikler ile Bilirkişilik Kanunu’na da atıf yapılmıştır. 2016 yılında yapılan bu değişiklerle idare mahkemelerinin, bölge idare mahkemelerinin ve Danıştay’ın her iki kanunu da dikkate alması gerekecektir. Bu çalışmada İYUK ve HMK arasındaki ilişki bilirkişilik müessesesi üzerinden in- celenecek olup özellikle Danıştay tarafından verilen bazı kararlarda bilirkişilik müessesesi ile ilgili olarak yüksek mahkemenin nasıl bir yaklaşım sergilediği üzerinde durulacaktır. Ayrıca söz konusu kanun değişikliği ile idarî yar- gıda görülen davalar bakımından maddî gerçeğe ulaşma meselesinin nasıl bir boyut kazandığı sorgulanacaktır.
Karşılaştırmalı Hukukta Yasak Ağacın Meyveleri
Anayasaya aykırı şekilde toplanan delillerin ceza yargılaması dışında tutulmasına ilişkin modern prensibin kaynağı, Warren’in son zamanlarındaki Amerika Birleşik Devletleri Yüksek Mahkemesinin (USSC) içtihatlarından gelmektedir. Bu yıllarda Yüksek Mahkeme, kademe kademe ceza yargılamasında sanıkların korunmasına dair hükümler içeren Federal Anayasanın 4., 5., 6. ve 8. Değişiklerini geniş kapsamlı koruma içeren 14. Değişikliğe dahil etmekte ve federe devletlerin bu düzenlemelere uymasını sağlamaktaydı. Böylece Birleşik Devletler Yüksek Mahkemesi, kendisini yüksek temyiz mahkemesinden Birleşik Devletler yargı alanı içerisinde adaletten sorumlu ulusal anayasa mahkemesine dönüştürdü. Bu bağlamda, dönüm noktası niteliğinde olan mahkeme kararları: 1)Mapp v. Ohio kararı , 1914 yılından bu yana federal Mahkemeler tarafından zaten dışlama kuralı olarak uygulanan 4. Değişikliğin federe devletler üzerinde bağlayıcı olmasına vesile oldu; 2)Wong Sun v. United States kararı , önceki anayasal ihlaller ile nedensellik bağı olan türemiş delillere ilişkin dışlama kuralını tekrar ifade etti ; 3)Massiah v. United States kararı , devlet kurumlarına yapılan itiraf ve kabullerin ceza yargılamasından dışlanmasını öngördü; ve 4)Miranda v. Arizona kararı , kişinin kendini suçlamama hakkını güvence altına alan 5. Değişikliğe aykırı olarak şüpheliye sessiz kalma hakkının ve avukata danışma hakkının tavsiye edilmediği ya da bu haklardan gerçek anlamda feragatin bulunmadığı durumlarda gözaltı soruşturmasında elde edilen itiraf ve kabullerin ceza yargılanmasından dışlanması gerekeceğini belirtti. Bu önem arzeden kararlar, özellikle Mapp ve Miranda, Hakim Burger başkanlığındaki Yüksek Mahkeme tarafından dışlama kuralına bazı sınırlamalar getirildiğinden ötürü yurt dışında son derece etkili olmuştur. Yasak ağacın meyvesi doktrininin başlıca istisnaları, kaçınılmaz keşif(inevitable discovery) , bağımsız kaynak(independent source) ve 4. Değişiklikteki ihlaller için iyi niyet(good faith) olarak bilinmektedir. Amerikan Yüksek Mahkemesinin daha önceki kararlarında, 5. Değişikliğe direkt aykırılıktan ya da delil değerinin yetersizliğinden ötürü gönülsüz itirafların (involuntary confessions) federal mahkemelerden dışlanmasını öngörmüştür. Mahkeme, sonraki kararlarında, tüm vakıanın değerlendirilmesinden sonra kanunun öngördüğü bir ihlalin varlığı itirafların ceza yargılanmasından dışlanması gerektiğini ifade etmiştir. Ancak bu karar, çığır açan bir içtihat oluşturmamıştır. İngiltere-Galler ve birçok Kara Avrupası ülkesi, ispat edici değeri bulunmayan ya da insan hakları göz ardı edilerek icbar ve benzeri yollar ile elde edilmiş gönülsüz itiraflarını dışlamaya ilişkin kuralları zaten tanımışlardır. Modern dışlama kurallarının Kara Avrupası hukukundan ziyade Anglo Sakson hukuku geleneğine sahip ülkelerde gelişmesi sürpriz olarak görülebilir. İngiltere, Birleşik Devletler ve diğer Anglo Sakson hukukunu benimseyen ülkelerin genelinde mahkemeler delillerin nasıl elde edileceğini sorgulamamış fakat kabul edilebilirliği(admissibility) ilgi ve ispat değeri faktörleri açısından incelemişlerdir. Diğer yandan, Kara Avrupası Ceza Kanunları, delillerin toplanması ve ceza soruşturması sırasında yapılması gereken diğer hususlar konusunda oldukça katı kurallara yer vermiştir. Ayrıca, soruşturma evresinde bu kurallara aykırı yapılan fillerin meyvelerinin kabul edilemeyeceği öngörülmüştür. Bunun anlamı, bu normlara aykırı yapılan fiillerin meyveleri, ceza soruşturmasının yanında ceza kovuşturmasından da dışlanmasıdır. İlk dönemlerdeki Kara Avrupası hukuku kanunlarının detaylı şekilde kodifike edilmesi girişimi, ceza yargılaması düzenlemelerinde olayın değerlendirilmesi aşamasında ayrıntılı ve şekli delil kurallarının oluşmasını sağladı. Kara Avrupası hukuku ceza yargılamasında hakimlik mesleğini yapmayanların yargılamaya katılma müessesi (lay participation) kaldırıldığı zaman, yeni oluşan mahkemelerin meşruluğunun sağlanması için soruşturma ve yargılama organları üzerinde sert bir sınırlandırmaya gidilmiştir. Ön soruşturma sırasında kanıt olarak gösterilen bilgi ve belgeler, kanunun öngördüğü şekilde toplanmadığı sürece delil niteliği taşımamaktaydı. Hakimler, delillerin iki şahit içermediği veya sanığın itirafının diğer deliller ile uyuşmadığı sürece mahkumiyet kararı veremezdi. Hakimler jüri gibi meşruluğa sahip olmadıklarından ötürü kararlarını gerekçeli olarak vermek zorundaydı. Birleşik Devletlerde dışlama doktrininin gelişiminin ilk zamanlarının, Kara Avrupası hukuku doktrininden ayrılmasının en iyi açıklaması, Amerikan Yüksek Mahkemesinin kademeli olarak federal anayasa mahkemesine dönüşmesi ve anayasa hukukunun mahkum olan kişiler lehine değişmesi olarak gösterilebilir. Bunun yanında, Amerikan Yüksek Mahkemesinin, temel savunma haklarını dikkate almayan federal devletlerin ceza sistemlerindeki adaletsizliklere karşı ve özellikle Afrika kökenli Amerikalı sanıklar lehine mücadeleye başlamasında, 1950 ve 1960’larda yaşanmış sivil haklar hareketinin itici güç olduğu inkar edilemez. Amerikan ceza muhakemesi hukuku devrimi, Birleşik Devletler Yüksek Mahkeme Başkanı Warren görevde olduğu 1960 ve 1970’lerde meydana gelirken, Avrupa’da bu devrim İkinci Dünya Savaşı bitimi sonrasında soykırım ve stalinisme tepki olarak doğmuş ve sonucunda Avrupalıları, vatandaş haklarını hükümete karşı korumak konusunda teşvik etmiştir. Bu gelişmelerin hemen ardından, Uluslararası İnsan Hakları Beyannamesi, İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına ilişkin Avrupa Konvansiyonu ve Sivil ve Siyasi Haklara ilişkin Uluslararası Sözleşme ilan edilmiştir. 20. Yüzyılın karanlık ilk yarısından çıkan ülkeler devletin keyfiliğine ve terörüne karşı vatandaş haklarına öncelik veren yeni anayasalar düzenlemişlerdir. Avrupa’da bir diğer paralel yenilikte anayasa mahkemelerinin kuruluşu olmuştur. Anayasa mahkemeleri, Almanya, İtalya, İspanya ve neredeyse tüm eski Warsaw Paktı ülkeleri tarafından benimsenmiştir. Böylece, bu ülkeler anayasal yargı sistemi için yüksek mahkeme liderliğindeki mahkemeler dışında özel yetkili mahkeme seçmişlerdir. 1990’lı yıllarda Latin Amerika, soğuk savaşın bitimine müteakiben artık sol akımları yok etme gibi ana bir maksada hizmet etmeyen Birleşik Devletler destekli diktatörlük yıllarından çıktığı için Avrupa ve Birleşik Devletlerde olduğu gibi yeni bir anayasa ve ceza yargılaması sistemi reformu gerçekleştirmiştir. Avrupa, Latin Amerika ve de daha az derecede olsa da Japonya, Kore, Tayvan ve Güney Afrika gibi diğer yeni demokrasilerin normal mahkemeleri ve anayasa mahkemeleri, Amerikan Yüksek Mahkemesinin içtihatları ile oluşmuş kurallara aşinadırlar. Bu mahkemeler, Amerikan Yüksek Mahkemesi içtihatlarını, özel yaşam, insan onuru, kişinin kendi aleyhine tanıklık yapmama hakları ile ilişkili olan yeni anayasal prensipleri ve bu prensiplere aykırı toplanan delillerin dikkate alınmama ihtimalini yorumlarken kullanmaktadırlar. Bu makale, ilk olarak modern kanunlar, anayasalar ve mahkeme içtihatları tarafından öngörülen dışlama kuralları hakkında özet bir inceleme sunacaktır. Sonrasında, bu kuralların polis soruşturmaları sırasında insan onuru ve sessiz kalma hakkı, kişinin konutunda özel yaşam hakkı ve haberleşme hakkının anayasal ihlalinden kaynaklanan delillerin dışlanmasında nasıl yorumlandığı anlatılacaktır. Anayasaya aykırı kolluk kuvveti mensuplarının fiillerinin kullanılıp kullanılamayacağı kararı konusunda, ister ciddi anayasal ihlaller için kategori şeklinde dışlama kurallarına sahip isterse de hakime geniş takdir yetkisi veren ülke olsun, kanuni hükümlerin iptali veya esnek denge testleriyle maddi gerçeğin araştırılmasının, yasak ağacın meyvesi doktrini ile ilgili anayasal haklardan daha üstün tutulduğu sonucuna ulaşılacaktır. Sonuç olarak, kanaatimize göre, hukuku icra eden kamu görevlilerinin idari elverişlilik yada hukuksal alternatiflerin eksikliğinden ötürü kasıtlı olarak kanun ve anayasal prosedürleri aksatmaya devam edecekleri ve mahkemelerin bu tür davranışlara maddi gerçeğin ortaya çıkarılması amacıyla göz yumacakları beklenmektedir.
2019
Öz Şüpheli/sanığın beyanları, salt maddi gerçeğin araştırılması faaliyeti değil, aynı zamanda savunma hakkının kullanıldığı en önemli ceza muhakemesi işlemleridir. Bu nedenle ifade alma ve sorgu, bazı yükümlülüklerle birlikte hakları da içinde barındırır. Her ne kadar ceza muhakemesinin klasik ve temel konularından biri olsa da uygulamada, ifade alma ve sorguda kronikleşmiş bir çok ihlalin yaşanması da klasik sorunlar olarak ortaya çıkmaktadır. Bu kapsamda yaptığımız çalışmada, söz konusu sorunların yasa değişiklikleri ve yargı kararlarındaki durumu incelenecektir. Anahtar Kelimeler: Maddi gerçek, savunma hakkı, ifade alma, sorgu. Abstract The statements of the suspect/defendant are the most important criminal proceedings not only for the investigation of material truth but also implementation of the right to defense. Questioning/ interrogation are classical and basic issues of criminal judgment that both includes some obligations and rights. In practice, many violations take place in questioning/interrogation. In this study, the status of the these chronic violations will be examined within the scope of the changes in the Code no. 5271 and judicial decisions.