Şehrin Hayaletleri (original) (raw)
Related papers
Hayaletler ve Bir Şehir Musallatbilimi
Argonotlar, 2024
Bu yazıda 23 Ağustos-12 Eylül tarihleri arasında Barın Han'da gösterilmiş olan "Yıkıntılar Arasında" sergisi aracılığıyla sanatın kalıntı bellekle ilişkisini ele alıyorum.
Şehri Hayal Etmek: İstanbul Tahayyülleri
Yıllık: Annual of Istanbul studies, 2020
İstanbul, kat kat, üst üste yığılmış tarihler, kimlikler, kültürlerle biçimlenmiş bir şehir. İstanbul'un çok katmanlılığı sadece tarihselliğinden kaynaklanmaz. Bugün içinde yaşarken de farklı hayatları, birbirinden uzak dünyaları, benzersiz insan portrelerini hem katmanları arasında hem de yan yana tutar. Bu hâli sadece şehrin büyük ya da kozmopolit oluşuyla da açıklayamayız. İstanbul, birbirine değen, birbirinden uzak, birbirini acıtan, birbirini aşkla seven, birbirinden kıyasıya nefret eden, umursamaz, hassas, nasırlı, kırılgan hayatların şehridir. Tarihte de böyledir bu. Şehre yapılanların şiddeti ise yüzyıllar geçtikçe artar. Bugün bu karmaşanın içinde bir uyum yakalamak, yükselen gökdelenlerin arasında nefes almak, tarihsel doku, sembolik binalar birer birer yıkılır ya da işlevleri dönüştürülürken şehirle barışık olmak gittikçe zorlaşmaktadır. Oysa şurası da bir gerçektir ki küsülen şehir değil, şehri değiştiren zihniyet olmalıdır. Nasıl ki şehri hayal eden de arzu nesnesine dönüştüren de onu yapan, yıkan ve tahayyül eden öznenin bakışıdır; şehre yüklenen anlamlar da bağlamdan ve siyasetten bağımsız değildir. Biz de bu dosyada İstanbul'u, şehrin de bir failliği olduğunu görmezden gelmeden ama daha ziyade onu dillendiren, temsil eden bakışa odaklanarak ele almaya çalıştık.
Terkedilmiş Kentler Hayalet Mekanlar
i 21. yüzyılın başına geldiğimiz bu dönemde artık Türkiye'de nüfusun büyük çoğunluğu kentsel alanlarda yaşıyor (Ülke nüfusunun % 75'i il ve ilçe merkezlerinde yaşamaktadır -TÜİK verisi). 70 milyonu geçen ülke nüfusunun (31 Aralık 2008 tarihi itibarıyla Türkiye nüfusu 71.517.100 kişidir -TÜİK verisi) neredeyse yüzde otuzu (%30) üç büyük kentte yaşıyor; İstanbul (%17.8), Ankara (%6.4) ve İzmir (%5.3). Kent sakinlerinin şehir yaşamı içerisinde sakin ve temiz bir havayı solumayı arzu ettikleri, mevcut, yoğun yapılaşmış kentsel dokunun dışında da başka bir mekanı deneyimlemek istedikleri kentsel alanlara ihtiyaçları hızla artıyor. Bu ihtiyaçları karşılamaya çalışan yerel yönetimler gerek mevcut bir takım kent içi park alanları ile açık alanları yeniden düzenleme ihtiyacı duyuyorlar, gerek yeni kentsel açık alan üretimi için çaba gösteriyorlar.
Hayaletler, modern toplumların ayrılmaz parçaları, kurucu çelişkileri veya fark unsurlarıdır. Modern toplum bir kez olup bitmiş bir yapı ve çelişkisiz bir egemen bütünlük biçiminde tahayyül edilir. Oysa modern toplumun ilk sosyologlarından biri olan Georg Simmel “Toplum nasıl mümkün olur?” sorusunu toplum olmayanın fark(lılığ)ı sayesinde diyerek cevaplıyordu. Simmel’in yorumunu radikalleştirerek söylersek, modern toplumlar çelişkilerini ya da içsel farklılıklarını oluşturan hayaletlerle “bütünlük” kazanırlar. Manifesto’nun kâhince başlangıcında belirtildiği gibi komünizm bir hayalet olmaya devam ediyor. Bunun yanı sıra modern toplumlar karmaşıklaştıkça baskı araçları da daha karmaşık hale geldi ve öncekilerle ilişkili başka hayaletler görünmeye başladı. Fenomen çoğuldur: “Hayaletler” vardır. Ekonomik eşitsizliklerin yanı sıra kültürel eşitsizliklerin üzerinde dolaşan hayaletler. İşte, hiç kimse bu hayaletlere Frantz Fanon’dan daha çarpıcı bir biçimde dikkat çekmemiştir. Fanon’un “Üçüncü Dünya’nın Marx’ı” olarak anılmasının nedenlerinden biri de bu olsa gerek. Buradaki “Marx” ve “Üçüncü Dünya”, bazen kesişen, bazense birbirinden ayrı duran bölüşüm ve tanınma sorunlarıyla ilişkili ekonomik ve kültürel eşitsizlikleri anlatır. “Üçüncü Dünya’nın Marx”ı ise hayaletlerin büyüyerek varlıklarını sürdürdüklerini: Fanon’un hayaletleri dolaşmaktadır. Nerede?
"İstanbul’u Şehvetle Hayal Etmek"
1-Pierre Loti'yi meşhur eden ilk romanı Aziyadé (1879), -2-yazarın 1876'da İstanbul'da yaşadığı büyük aşk üzerine temellendirilmiş, yarı-otobiyografik bir eser olarak bilinmektedir ama, François Le Targat'ya göre kitabın asıl kadın kahramanı adını başlığa vermiş olan Çerkes kızı değil, İstanbul şehrinin kendisidir. 1 Yarın tartışacagımız, Alain Robbe-Grillet'nin ilk uzun metraj filmi L'Immortelle (1963) -3-için de aynı şey söylenebilir. Eleştirmen Eric Young, başrollerdeki sanatçıları birer birer medhettikten sonra "ama asıl yükü İstanbul şehri çekmektedir" der. 2 Gerçekten de İstanbul, gerek arka plân olarak, gerekse bizatihi, Batı sanat ve edebiyatında sıklıkla bir cinsellik mekânı -4-olarak temsil edilmiş; haremler, hamamlar, oğlanlar, ve daha nice öğeler aracılığıyla bazen olumlu, bazen olumsuz, ama hep doygun bir cinsellikle özdeşleştirilmiştir.
Şehrin insan ile ilişkisini kuran ve insana kendini sürekli hatırlatan şehir unsurları bulunmaktadır. Bunların arasında kitabeler önemli bir yer tutmaktadır.
2018
Şehirlerin Ruhu meselesine geçmezden evvel, öncelikli olarak "Şehir nedir?" sorusuna cevap aramak gerekmektedir. Sonrasında "ruh"un ne'liğini tartışmak daha anlamlı hale gelecektir. Bu açıdan şehir ve ruh kavramlarını açıklayarak konuya girmek istiyorum. Şehir kelimesinin Farsça asıllı olduğu malumdur. Köken olarak Farsiyi Bastanî denilen kadim dönem Farsça'sına kadar geri gitmekte olup, temelde xşeora kavramına dayanmaktadır. Bu kavram güç, kudret, egemenlik, hâkimiyet anlamına gelmekteydi. Partça ile Orta Farsçada şehr şekline dönüşerek ülke, vatan, yurt, şehir, medine, dünya anlamında kullanılmıştır. Ancak yine aynı dönemde şeiora kelimesinin de bu kavramdan türeyerek ev, vatan, ikamet yeri manasında, kullanıldığı görülmektedir. Kavram zamanla güç, kudret ve yönetimin uygulandığı mekân için de kullanılır olmuştur. Sanskritçede ise güç, kudret, üstünlük anlamında kşetre kelimesi kullanılıyordu. Bu iki kelime arasında da bir bağın bulunduğu anlaşılmaktadır. Günümüz Farsçasında kullanılan kişver yani ülke kelimesi de aynı köktendir. Ayrıca modern Farsçada kullanılan şehr, şehristan, şehriyar, şehriyari, şehrban, şehrbani, şehrdar, şehrdari, şehrvend, şehrevendi kelimeleri de şehir kelimesiyle aynı kökten türemiştir. 1
Universus Sosyal Araştırmalar Merkezi, 2020
Tarihsel materyalist yöntem bize tarihin bitmediğini, hiçbir toplumsal olgunun sadece kendi başına mutlak olarak devrime ya da totaliterliğe yol açmayacağını, bunun için insanın aktif özne olduğunu söyler. Bu durumda bu virüs ve virüse bağlı karantina durumu da tek başına ne bizi özgürleştirecek ne de yıkıma götürecektir. İnsan, tarih boyunca kimi kendi eliyle hazırladığı kimi dışsal birçok yıkıcı durumdan daha iyi ve daha eşit bir dünyaya uyanabilmeyi başardı. Bu gerçeği unutmadan, insana dair umutları kaybetmeden, ama buradaki aktif rolümüzü de görmezden gelmeden hareket eder; toplumsal ve kültürel alışkanlıklarımızı, kapitalist üretimin istediği şekilde değil de insani ihtiyaçlarımıza, gerçek gereksinimlerimize göre yeniden düzenleyebilirsek bu süreç bir fırsat olabilir. Evet, ölüm başucumuzda; ama hayatı yeşertecek olan da yine biziz.
Yeditepe Fatih Kültür Sanat Yaşam Dergisi, 2023
İstanbul… Başlı başına birçok uygarlığın hayalini kurduğu ve kuşattığı o güzelim şehir. Fatih’e kadar Yunanlılar, Romalılar, İranlılar, Avarlar, Bulgarlar, İslavlar, Ruslar, Araplar ve Türkler tarafından 29 defa kuşatılmış, 7 defa düştükten sonra ancak 1453 yılında İstanbul’un fethiyle Bizanslıların elinden çıkarak sahip değiştirmiştir. Bizans’ın mukadderatının bu kadar geç değişmesini temin eden etken şüphesiz şehrin dayanıklılığıyla nam salmış surlarıydı. Ta ki Fatih’e kadar. Istanbul… A magnificent city that has been the subject of dreams and sieges by numerous civilizations throughout history. Until the era of Fatih Sultan Mehmet, it was besieged 29 times by the Greeks, Romans, Persians, Avars, Bulgars, Slavs, Russians, Arabs, and Turks, and fell seven times before finally being captured in 1453 during the conquest of Istanbul, which marked the city's transition from Byzantine rule. The key factor delaying this change in Byzantium's fate was undoubtedly the city's renowned fortifications, celebrated for their resilience—until the time of Fatih Sultan Mehmet.