Çözümlemeden Tedaviye: Wittgenstein "Felsefesi" Üzerine Notlar (original) (raw)

ÇÖZÜMLEMEDEN TEDAVİYE: WITTGENSTEIN “FELSEFESİ” ÜZERİNE NOTLAR / From Analysis to Therapy: Notes on the “Philosophy” of Wittgenstein - Harun TEPE (Posseible Düşünme Dergisi Cilt:7 No:13)

Wittgenstein kişiliğiyle olduğu kadar görüşleriyle de aykırı bir filozoftur. Geleneksel felsefenin kalıplarını zorlayan görüşleriyle hep bir eleştiri filozofu olmuş, yeri geldiğinde kendi görüşlerini de eleştirmekten geri durmamıştır. Onun görüşleri genellikle iki döneme ayrılmakla birlikte, kimi zaman üç ya da daha fazla döneme ayrıldığı da olmuştur. Tractatus'ta mantıkçı pozitivizm çizgisinde bir felsefe eleştirisi yapan Wittgenstein, felsefe önermelerinin yanlış değil, tümüyle anlamsız olduğunu söyler. Dünya şeylerden değil olgulardan oluşmaktadır. Olguların resimleri de tümcelerdir. Bu tümceler ise tümüyle doğa bilimlerini oluşturmaktadır. Felsefede böyle tümceler bulunmaz. Felsefeye kalan dünyaya ilişkin hiçbir şey söylememek, sadece dilin çözümlemesini yapmaktır. Daha sonra bu dil görüşündeki yanlışları gören Wittgenstein, dilin farklı amaçlarla ve hep bir yaşam biçimi içinde kullanıldığı görüşüne ulaşır. Bu görüşünü de dil oyunları ve yaşam biçimi kavramları çerçevesinde ortaya koyar. Felsefeye düşen farklı dil oyunlarının söz konusu olduğunu ve bunların farklı amaçlarla oynandığını, ama bunun hep bir yaşam biçiminin içinde yaşandığını göstermesidir. Felsefe dilin kullanımına karışmamalıdır, onu olduğu gibi bırakmalıdır. Bu nedenle filozofları kullandıkları felsefi terimleri günlük dille sınamaya çağırır. Felsefe dilin kullanımına karışmadan, felsefede kullandığımız dilin düşünmemizi nasıl sakatladığını ortaya koyarak iyileşmeye kapı aralar. Çözümlemeden sadece olanı göstermeye giden yolda Wittgenstein hep bir dil filozofu, bir felsefe karşıtı olarak kalır. Ama felsefe 21. yüzyılda onun açtığı bu yolda yürüyüşünü sürdürür.

Wittgenstein'ın Sınır Çeken Felsefesi Doğrultusunda Günümüzde Felsefenin İmkanı

0309160004 Ders: Wittgenstein: Felsefe Sorunları Danışman Prof.Dr. Cengiz Çakmak İSTANBUL, 2020 ÖZET Bu çalışmamızda bir 20. Yy filozofu olan Wittgenstein'ın birinci ve ikinci dönemindeki dil, anlam ve felsefe anlayışlarından ve iki önemli eseri olan Tractatus Logico-Philosophicus ve Felsefi Soruşturmalarındaki görüş ayrılıklarından bahsedeceğiz. Bunu yaparken, dilin dünya ve felsefe ile olan ilişkisine, anlamın inşa sürecine ve unsurlarına, anlam, dünya, dil üçlüsüne ve felsefenin bu bağlamdaki komuna bakacağız. Filozofun bu alandaki anlayışını değerlendirdikten sonra, kendi bağlamında felsefenin imkanından ve günümüzde felsefenin imkanından eleştirel bir tarzda bahsedeceğiz.

Wittgenstein'da Dil ve Felsefe li kisi[#15450]-

"Wittgenstein dilin göstergelerinin belli bağlamlar oluştura rak olgu durumları üzerine konuşmasının, her zaman anlamlı söylemlerin olanağını verebileceğini düşünmez. Önermenin anla mı olgu durumundan bağımsız olarak kurulan bir yapıdır. Öner me olgu durumunun anlamlı resmi olarak mantıksal değişmezler, ayraçlar ile kurulur. Oysa bir olgu durumunda ne mantıksal de ğişmezler vardır, ne de ayraçlar. Önerme içinde anlamın ifade edilebilmesinin temel koşulu olan göstergeler isteğe bağlı olarak seçilmişlerdir. Bir olgu durumunun resmi herhangi bir dil göster gesiyle kurulabilir. Wittgenstein için anlamın belirgin olabilmesi için seçilen bir göstergenin neyi gösterdiğinin tanımlanması gere kir. Wittgenstein yalın göstergeleri, başka gösterge bağlamlanyla (önermelerle) tanımlar. Adların tanımlanması dünyadaki hangi nesneye işaret ettiğinin tanımlanmasıdır. Anlamın olanağı, anla mın en küçük birimlerini oluşturan göstergelerin açımlanmış ol malarını gerektirir.

Wittgenstein’da Zihin-Beden İlişkisine Yerelden Bir Bakışla Eleştirel Tutum Alma Çabası

2024

Dil ve düşünce arasında ayrılmaz bir ilişki olup bunun nasıl ve ne tür bir ilişki olduğu sorunsalının bir boyutu da zihin ve beden iliş- kisi arasındaki problem ile ilişkili olmaktadır. Felsefenin önemli bir sorunu olan ruh-beden tartışması günümüzde zihin-beden tartış- masına evirilmiş ve bu soruna dair çözüm ise biyopsikososyal bir anlatı üzerinden anlaşılmaya çalışılmıştır. Bu soruna dair çözüm önerileri Fizikalist, monist ya da düalist bağlamlarda taraflar oluş- turmuştur. Bu üç görüş temelinde bazı düşünürler zihin-beden ilişki- sine dair açıklayıcı ya da betimleyici tutum almışlardır. Oysa bu soru- nun bir dil ve anlam sorunu olduğunu söyleyerek dilin mantığına dayanan ve zihin beden ilişkisini düşünme ve dil ilişkisine dönüştür- meye çalışan Wittgenstein’ın yaklaşımı bu soruna farklı bir açıdan yaklaşmaktadır. Bu çalışma genelde zihin-beden ilişkisine özelde dil-düşünme ilişkisine ve felsefenin, -ki Wittgenstein için bütün felsefe dil eleştirisi’dir-, yerlileşmesi ve yerelleşmesi bağlamında ise kalbi mantık, kalbi ve akli idrak kavramları bağlamında bir tutum alarak Wittgenstein’ın yaklaşıma eleştirel bir analiz yapmayı amaç- lamaktadır. Bu bağlamda çalışmanın ana ekseni Wittgenstein’ın görüşlerinin ele alınması olurken özel ekseni ise Alparslan Açıkgenç hocanın ve Hüseyin Sarıoğlu hocanın yaklaşımlarını ele almak olacaktır. İnsan varlığının, varoluş sürecini etkileyen ve şekillendiren bazı yapısal zorunlu içine doğuşlar bulunmaktadır. İnsan ilkin anlamlı ve onun için kurulmuş bir yaşama doğmaktadır. Bu yaşamın zorunlu içeriği onun mekân olması manasına gelmektedir. İnsan adeta mimari mükemmelliğe hedefli/arzulu bir mekâna doğmaktadır. Bu mekân bir mimar tarafından olmasa da birçok mimar tarafından ta- sarımlanmıştır (Burada mimardan kastımız teolojik bir ifade olmayıp bizatihi özne olarak insan ve insanın toplumsallaşma sürecinde ürettiği yapılardır). Aile, akraba, din, kültür, devlet gibi mimarlar tarafından bireyin varolma biçimi yapısal ve zorunlu bir içerik kazanmıştır. Heidegger bu içine doğuşu başka bir kavram ile karşılamaktadır. Ona göre insan hazır bulunuş ile bir şeyleri keşfetmektedir. Nitekim her türlü deneyimimiz ister ilk deneyim olsun isterse de artsüremli olsun bir hazır bulunan şeyi keşfetmeye yöneliktir, ki bu şey verili olarak orada bulunmaktadır. Wittgenstein’ın, “Nesneler bize verilmişse, bununla zaten bütün nesneler verilmiştir” ifadesi insanın bir olgu dünyasına ve bu olgu dünyasının nesnesinin bize bir olanaklılık ve kesinlik içinde verili olduğunu ifade etmektedir. Bir çocuğun tama- men merak ile yöneldiği soba, dokunmaya çalıştığı oyuncak, tadına bakmaya çalıştığı ağaç kabuğu ya da zeminde bulduğu taşın verili bir anlamı bulunmaktadır. Deneyimleyen çocuk için nasıl bir deneyim olduğu ya da deneyimlediği şeyin ne türden bir içeriği olduğu, tek başına o şeyin insanın etkin tarafını açığa çıkarması deneyimleyen ve deneyimlenen ilişkisinin hazır bulunuşluğu içerdiği bir zemin açısından bağımsız değildir. Deneyimlenen şeyin ne olduğu ikincil bir öneme sahip olmakta ve asıl olarak deneyimleyenin verili olan şeyden ne alması gerektiği bir değerler sistemi örtük olarak kurulmaktadır. Çocuğun deneyimlediği şeye dair heyecanından bahsetmediğimiz yapısal bir dönüşümü amaç edinen, verili ve hazır bulunuş anlamı içeren içine doğma, bireyi kuran ve onu bir anlamda bir şey için varolması gerektiğine bağımlı yapan bir varoluş yolculuğu yaşamın biçimi yapmaktadır. Verili anlamın ve kurulu deneyimin deneyimle- yen bireyi için tek yönlü bir yolculuk olan bu sürecin deneyimleyen açısından kendiliğinden bir anlamı da bulunmaktadır, ki bu sayede çocuk irade sahibi olabilmektedir. Bir açıdan dış motivasyonun başka bir yan anlamı da bulunmakta ve kendisinde iç motivasyonu taşı- maktadır. Pratik anlamın ve bireyin mekâna doğmasının anlamı böylece hem iç deneyim yani kavrama ve anlamlandırma hem de dış de- neyim yani rıza gösterme ve razı olma anlamı bulunmaktadır. Birey bir yere ve bir şeye aitlik üreten varoluş sürecinde anlamı ve anlamlandırmayı dil üzerinden kurmaktadır. Dil sayesinde her türlü deneyimini kendi zihninde sistemli, mantıklı ve anlamlı bir içeriğe dönüştürmekte ve bu şekilde kimlik edinmektedir. Kısaca in- san varlığının varolma sürecinin içeriği dil ile sağlanmakta ve korunmaktadır denilebilir. Bu bağlamda dil hem insanda içkin bir imkân hem de onu kuran bir olanak olarak dış deneyimden edinilen bir olanak olmaktadır. Bu aşamaya kadar insanın varolma sürecinin nasıl kurulduğuna dair analiz anlaşılır olmakla birlikte bu açıklama insanın anlaşılmasında tek başına yeterli olmamaktadır. Zira insan bir yaşama doğmakta, yaşam içinde dış deneyim ile karşılaşmakta ve her deneyimlediği şeyi bir iç deneyime çevirmektedir. Birey iç dene- yimlediği şeyi kendisi için kimlik olarak zihninde bir içeriğe dönüştürmektedir. Bu dönüşümün bireyde bir gelişim süreci üretmekte ve tarihsel bir anlam kurmaktadır. Yani birey tarihsel bir varlıktır da denilmesi gerekmektedir. O deneyimi hazır bularak esasında deneyim ile beraber tarihsel bir anlamı ve dili edinmektedir. Wittgenstein haklı olarak bu biçimde varoluşa “dilimin sınırları, dünyamın sınırlarını imler” diyerek ifade etmiştir. Dünyamız içinde ben de olan bir bütünlük olup beni, başkasını, ötekini içeren dil ile kurulan bir olgudur. “Dünya olgular toplamıdır” diyerek ve yine bütün doğru temel tümcelerin verilmesi, dünyayı tam olarak betimler, ifadesi ile insanın as- lında bir hazır bulunuş ile deneyimi keşfettiğini belirtmiştir. İnsan varlığının varoluş biçiminin kuruluşuna dair analizin ilk aşaması onun bir dile doğduğunun açığa çıkarılması iken ikinci aşaması bu dilin aynı zamanda dünyanın kendisi olduğuna işaret edil- mesidir. Üçüncü bir diğer aşama ise dilin insanı nasıl kurduğunun analizidir. Nitekim insan bir mekâna doğarken, ki bu mekân olguların bütünüdür, mekânı dil ile kurmakta ve deneyimlediği her türlü şeyi dil ile doldurarak nesneleştirmektedir. Oysa insanın kendisini dene- yimlemesi konusu bir sorunu içinde taşımaktadır. Öyle ki bu çalışmanın ana sorununu da bu teşkil etmektedir. İnsan akıl sahibi bir varlık olarak kendi varlık yapısında bulunan olanakları varoluşu sürecinde deneyim ile açığa çıkarmakta ve adeta keşfetmektedir. Bu keşfediş aynı zamanda insanın kimliğini ve benliğini de oluşturmaktadır. Bu açıdan şimdi bir sorun açığa çıkmaktadır. İnsanın benliği nedir ve benlik dediğimiz şeyin fark edildiği yer neresidir. Bu konuya dair analizi daha da netleştirmek adına tarihsel olan soruyu çağımızın gelişmeleri de göz önüne alarak açığa çıkarmamız gerekmektedir. İnsan nasıl bir varlık yapısına sahiptir. Tarihsel açıdan zihin-beden sorunu olarak adlandırılan bu problemin analizi bu çalışmanın ilerleyişini şekillendirecek ve Wittgenstein’ın dil açımlaması bağlamında sorun analiz edilmeye çalışılacaktır. Değerlendirme sürecinde ise bu açımlamaya yerelden bir itiraz ve açıklama olacak şekilde Alparslan Açıkgenç’in ve Hüseyin Sarıoğlu’nun tutumu ile mesafeli bir duruş sergilenecektir.

Ei̇nstei̇n’A Göre Bi̇li̇m, Di̇n Ve Felsefe: Di̇n Felsefesi̇ Açisindan Bi̇r Çözümleme

Felsefe Dünyası, 2012

Hiç şüphesiz ki, Albert Einstein (1879-1955), sadece 20. yüzyılda değil, bilim ve düşünce tarihinde de gelmiş ve geçmiş en büyük bilim adamı ve dâhilerden birisidir. Onun sıra dışı bir kimliğe ve kişiliğe sahip olmasında üstün zekâsı ve bitmek tükenmek bilmeyen çalışma azmi yanında ortaya koyduğu bilimsel teoriler ve bu teorilerin altında yatan derin felsefî anlayış etkili olmuş olsa gerektir. 1 Bu bağlamda Einstein'ın fizik kadar olmasa bile gençlik döneminden itibaren felsefeyle de yakından ilgilendiği bilinmektedir. Onun ilmî ve fikrî düşünceleri üzerinde Alman felsefe geleneğinin ve özellikle bu geleneğin önde gelen filozoflarından Immanuel Kant'ın (1724-1804) etkisi oldukça büyüktür. 2

Ludwig Wittgenstein Felsefesine Kısa Bir Giriş

Demir Kapı Dergisi, 2024

Ludwig Wittgenstein, 20. YY.’ın en büyük filozoflarından biridir. Gerek felsefesi gerekse de metodları ile geleneksel felsefeden kesin bir çizgi ile ayrılır. Çoğu filozof, kendilerine özgü konularda yine kendilerine özgü düşüncelerle felsefeye yeni terimler kazandırmak suretiyle felsefe disiplinini daha ileri bir noktaya çalışmışlardır. Ne var ki Wittgenstein, dili kullanarak felsefeyi tamamen yok etmeye çalışmıştır. Ona göre, felsefe ve felsefi problemler tamamen dilin yanlış kullanılmasından ötürü ortaya çıkmıştır. Ne var ki, analitik bir filozof olduğu için Wittgenstein’ı anlamak zordur. Zira analitik felsefe, kıta felsefesine nazaran daha çok bilimle beslenir. Bu yüzden Wittgenstein’ın eserlerini anlamak için mantık ve matematik bilgisine ihtiyaç vardır. Çoğu felsefe tarihçilerinin düşüncelerine göre, Wittgenstein'ın felsefesi, erken ve geç dönem olarak ikiye ayrılmaktadır. Wittgenstein’ın erken döneminin eseri olan Tractatus Logico-Philosophicus ve geç dönemini yansıtan Felsefi Soruşturmalar, onun bu konudaki görüşlerini kavrama konusunda en iyi şekilde ışık tutan kaynaklardır. Bu çalışmada, Wittgenstein’ın felsefesinin daha kolay anlaşılması için basit terimler ile felsefesi anlatılmaya çalışılmıştır.

Çevrilemeyenlerin Lügati: Bir Felsefe Sözlüğü

University Press, 2014, 1344 sayfa. Sözlüklere ve lügatlere olan ihtiyacımızın onların içerdikleri şeylere bakışımızı değiştirdikçe yenilendiğini söyleyebiliriz. Felsefenin en temel kavramlarını ifade eden kelimelerin dahi aynı dil ailesinde olsa bile birbirine tam çevrilemezliği bir müddettir düşünürlerin üzerine eğildikleri bir konudur. Çevrilemeyenlerin Lügati bu yaklaşıma dair tartışmaların ortaya çıkardığı bir ürün olarak görülebilir. Lügat on yılı aşkın bir emeğin sonucunda "Vocabulaire européen des philosophies: Dictionnaire des intraduisibles" [Avrupa Felsefe Terimleri Dağarcığı-Tercüme Edilemeyenlerin Sözlüğü] ismiyle ilk kez Fransızca olarak Fransa Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi yöneticilerinden eskiçağ felsefesi uzmanı Barbara Cassin editörlüğünde ve onun sunuşuyla 2004 yılında Le Robert ve Seuil tarafından basılmıştır. 1500 sayfadan fazla olan bu basımda Alain Badiou, Étienne Balibar, Catherine Malabou gibi dünyaca ünlü felsefecileri de içeren 150 yazar katkıda bulunmuştur. Fransızca baskıda ilk madde Abstraction son madde ise Wunsch'tur. Adından da anlaşılacağı üzere 'çevrilemeyen' madde başlığı varolduğu dilde bırakılmış ve maddenin hemen altına Yunanca ve Latince gibi klasik ve Almanca, İngilizce, Fransızca gibi belli başlı modern Avrupa dillerindeki çeviri alternatifleri verilmiştir. Bu madde başlıkları ve çeviri alternatifleri Katalanca, İbranca, Rusça gibi dillere de genişlemektedir.

Dil Felsefesi Bağlamında Wittgenstein'in Tractatus Logico-Philosophicus İle Felsefi Soruşturmalar Döneminin Karşılaştırılması

Uluslararası Anadolu Sosyal Bilimler Dergisi, 2018

Dil felsefesinin 20. yüzyılın başından başlayarak felsefenin temel çalışma alanı olduğu kabul edilmektedir. Dil felsefesi; değişik söyleme olanaklarını çözümleyen, anlamı anlamlandırmaya çalışan, anlamın nasıl oluştuğunu, dile nasıl iletildiğini araştıran, dil gerçeklik ilişkisini açıklayan, dil-iletişim ilişkisini veren, dil görüngüsünün kavranmasında belirleyici boyutları ele alan bir disiplindir. Bu alan üzerinde yapılan sistematik çalışmalar her ne kadar eski olmasına rağmen, Dil Felsefesi 20. yüzyılda ortaya çıkan yeni bir felsefe disiplinidir. Çünkü felsefe tarihinde eskiçağdan beri dil ve dil problemleri dolaylı ya da doğrudan çoğu filozofu ilgilendiren önemli bir konudur. Bu makalede dil felsefesinin belli bir alanına yani dil ve anlam sorununa vurgu yapılarak Josef Johann Ludwig Wittgenstein'ın (1889-1951) birinci dönem Tractatus Logico-Philosophicus ile ikinci dönem olarak adlandırılan Felsefi Soruşturmalar eserleri arasındaki temel ayrımlar nelerdir? sorusuna yanıt aranmıştır. Ayrıca iki dönem arasındaki argümanlar ve özel dil sorunu üzerindeki farklılıklar göz önüne alınarak bir karşılaştırma yapılmıştır.