Hanefî Usûlündeki Temel Yaklaşımlar Hicri Altıncı Asrın Ortalarına Kadar (original) (raw)

Osmanlı Hukûk-ı Âile Kararnâmesi’nde Hanefî Mezhebinin Görüşü Dışında Kanunlaştırılan Fıkhî Görüşler Ve Analizi

Bingöl Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2021

Osmanli Devleti, Hanefi mezhebinin goruslerini uygulama konusunda uzun sure israrci olmustur. Ilk donemlerinden itibaren Osmanli Devleti, genelde Hanefi mezhebinin goruslerini ihtiva eden muteber fikih ve fetva kitaplarini yasama ve hukuk islerinde kullanmistir. Bu nedenle diger mezheplerin goruslerine mumkun mertebe muracaat edilmemistir. Hukuk-i Âile Kararnâmesinde yuzyillarca tavizsiz bir sekilde uygulanan Hanefi mezhebinin bazi goruslerinden vazgecilip diger Sunni mezheplerin gorusleri kanunlastirilmistir. Bu nedenle Hukuk-i Âile Kararnâmesinde Hanefi mezhebinin gorusleri disinda kanunlastirilan fikhi goruslerin tespiti ve duzenlemenin yapilis gerekcelerinin tespiti onem arz etmektedir. Bundan dolayi kanun cikarilirken Hanefi mezhebi disinda yararlanilan gorusleri tespit etmek ve bu goruslerin kabulune yol acan etkenleri irdelemek benzeri calismalar icin yol gosterici olacaktir. Bu nedenle Osmanli Devleti’nin son donemlerinde yapilan hukuki calismalarin bu acidan degerlendirilme...

Cessâs’ın Bir Yazması Işığında Hânefî Fıkıh Usûlü Yaklaşımının Analizi

Bu makalenin amacı, Cessas'ın usule dair orijinal yaklaşımının bir panoramasını sunmaktır. Eğer Şafii'nin Risale'si, İslam hukukunun sistemleştirilmesi konusunda ilk girişim olarak kabul edilmeli ise, Cessas'ın eserinin, fıkıh usulünün akılcı bir şekilde açıklanması konusunda yeni bir evreyi ortaya koyması açısından tarafımızca bilinen ilk eser olduğu da ifade edilmelidir. Cessas'ın eserine, beyan kavramına ait yeni bir teori ile başlaması dikkate değerdir. Eserinde gerçek ve mecazi mana (hakika ve mecaz) ve toplumsal anlaşma (müvada'a'listilah) gibi fikirleri kullanması, metodolojik bir buluş ve kıyas teorisinin evriminde yeni temel kurallar ortaya koyan yeni bir bakış açısı getirir. Dikkati çeken diğer bir nokta, Cessas'ın, orijinal kryas teorisinin doğal sonucundan başka bir şey olmayan delilü'l-hitdb kavramını analiz etmesidir. Cessas'ın tipik HanefiMu'tezill yaklaşımı, bildiğim kadarıyla bu tür·analizlerin ilk örneğidir. Asla formüle edilmemiş olmasına rağmen, Cessas'ın tezinin temelinde, aklın nassa önceliği (el-'akl qable'n-nass) şeklindeki Mu'tezill prensibin yattığının tespit edilmesi mümkündür. Bu çalışmada, iki usul (usuleyn) olan usulü'l-fikh ve usulü'd-din arasında çarpıcı bir etkileşimin olduğu görülebilir.

Hanefî Mezhebi̇nde İsti̇krâ: Usûlün Teşekkülü Ve Küllî Kâi̇deleri̇n Tesi̇si̇ Bağlaminda Bi̇r Değerlendi̇rme

Journal of International Social Research, 2019

Öz Hanefi fıkıh usûlü, kurucu imamların vefatından sonra mezhebin kurumsallaşmasına paralel olarak hicri dördüncü asırda teşekkül etmiştir. Bu teşekkül sürecinde özellikle üçüncü ve dördüncü asır fakihlerinin önemli katkıları bulunmaktadır. Söz konusu fakihler, mezhep birikimi üzerinde gerçekleştirdikleri istikrâî incelemeler neticesinde fıkıh usûlünün konu, ilke ve üslup itibariyle olgunlaşmasını sağlamışlardır. Mezhebin fıkıh anlayışının sembolü olan küllî kâidelerin olgun formlarına kavuşması da benzer şekilde fakihlerin cüz'î hükümler üzerinde uyguladıkları istikrâî faaliyetler neticesinde gerçekleşmiştir. Bu çalışmada mezhebin usûlünün teşekkülünde ve küllî kâidelerin tesisinde istikrânın rolü genel hatlarıyla incelenecektir. Ayrıca Hanefi mezhebinde istikrâ merkezli ilkesel fıkıh anlayışına dair bir değerlendirme yapılacaktır. Çalışmamızın, Hanefi mezhebinde istikrânın rolüne dair soruların cevaplanmasına katkı sağlamasını temenni ediyoruz.

Hanefî Mezhebinin Kuruluş Aşamasındaki Etkisi Bakımından Hammâd b. Ebî Süleyman

Hicrî İkinci Asırda İslami İlimler, 2022

Fıkhi mezheplerin teşekkül süreci irdelendiğinde mezheplerin daha ziyade Hicri III. Asırdan itibaren sistematik bir hal aldığı gözlemlenmektedir. Bununla birlikte günümüzde müntesibi bulunan fıkıh mezheplerinin hükme ulaşmadaki yöntem ve usullerinin Hz. Peygamber (s.a.s)'e kadar bir silsile halinde dayandığı görülmektedir. Hanefîlik özelinde düşünüldüğünde her ne kadar mezhebin kurucu imamı İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (ö. 150/767) hicri II. Asır ile ilişkilendirilebilirse de ilmi geleneğinin aynı asırda yaşamış müçtehitlerden neşet ettiği görülmektedir. Nitekim sonraki dönemlerde kendi adı ile anılacak olsa da İmâm-ı Âzam'dan önceki silsilede Hanefîliğin neşet ettiği ekol Kufe (Ehl-i Rey) Ekolü olarak isimlendirilmiştir. Bu ekolün hicri I. ve II. Asırda bulunan temsilcilerinin bu anlamda Hanefîliğin ortaya çıkmasına etki ettiği görülmektedir. İmâm-ı Âzam'ın yetiştiği ilim halkası düşünüldüğünde bu etki kolaylıkla göze çarpmaktadır. Bu ekolün temsilcileri arasında sahabe döneminden başlayarak Abdullah b. Mes'ud (ö. 32/652-53)-Alkame b. Kays (ö. 62/682)-İbrahim en-Nehaî (ö. 96/714)-Hammâd b. Ebî Süleyman (ö. 120/738)-İmam-ı Âzam Ebu Hanife sayılmaktadır. İmâm-ı Âzam'ın hocası Hammâd'ın ders halkasında 20 yıla yakın tedriste bulunduğu, hocası hayatta iken onun olmadığı zamanlarda ders halkasına önderlik ettiği düşünüldüğünde Hammâd b. Ebî Süleyman'ın Hanefîliğin teşekkül sürecindeki önemi anlaşılmaktadır.

Hanefî Usûlünde İcmâ;Ebû Zeyd Ed-Debûsî Ve Alâuddîn Es-Semerkandî’Ni̇n Yaklaşimlarinin Mukayesesi̇

2019

Islam hukuku ilminin en onemli kaynaklarindan biri olarak kabul edilen Icmâ Hz. Peygamber’in vefatindan sonra ortaya cikan sorunlari cozmede kullanilan delillerden biridir. Her ne kadar musluman âlimlerin cogunlugu tarafindan bir hukum tespiti icin huccet olarak kabul edilse de icmâ’in bir huccet olmadigini savunan âlimler de vardir. Icmâ’in Huccet oldugunu savunan âlimler ise icmâ’in mahiyeti ve bilgi degeri hususunda bazi konularda ihtilaf ederler. Her ikisi de Hanefi mezhebine mensup olan Ebu Zeyd ed-Debusi (o. 430/1039) ve Alâuddin es-Semerkandi’de (o. 539/1144) icmâ konusuna dair bircok konuda benzer gorusleri savunurken bazi hususlarda ayrisirlar. Bu iki âlimden biri olan Debusi Irak Hanefi usul geleneginin tesis edilmesinde onemli katkilari olan bir âlimdir. Semerkant Hanefi usul geleneginin en onemli temsilcilerinden biri olan Semerkandi ise basta Debusi olmak uzere Irak Hanefi usul gelenegini bircok konuda elestirir. Bu calismada Hanefi usul anlayisinin olusmasinda onemli ...

Hanefî Usul Düşüncesinde Fâsid İstidlâl Çeşitlerinden Mefhûm-i Muhâlefet

Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2020

All rights reserved ŞEVKET TOPAL  AYHAN ŞEN  14 RTEÜİFD Hanefî Usul Düşüncesinde Fâsid İstidlâl Çeşitlerinden Mefhûm-i Muhâlefet * Öz: Hanefî usulünde mefhûm-i muhâlefet, fâsid bir istidlâl yöntemi olarak değerlendirilir. Hanefî usulcülere göre mefhûm-i muhâlefet, Şâri'in sözlerinde geçerli bir istidlâl yöntemi değildir. Zira Şâri'in sözünde zikredilen sıfat, şart, sayı vb. kayıtların, bu kayıtların olmadığı yerde hükmün de olmadığını gösterme dışında başka bir amacının olmadığı iddia edilemez. Şâri'in sözünde zikredilen kaydın birçok amacı olabilir. Buna karşılık Hanefiler mefhûm-i muhâlefeti insanların sözlerinde geçerli bir istidlâl yöntemi olarak kabul ederler. Zira insanların sözlerinde zikredilen kaydın, bu kaydın olmadığı yerde hükmün de olmadığını gösterme amacı yoksa bu kaydın zikredilmesinin bir faydası olmaz. Şafiî usulcülere göre ise mefhûm-i muhâlefet hem Şâri'in sözlerinde hem de insanların sözlerinde delildir. Bu husus mefhûm-i muhâlefetin delâleti hususunda Hanefîlerle Şafiî usulcüler arasındaki temel farkı yansıtır. Bu makalede mefhûm-i muhâlefeti kabul edenler, reddedenler, mefhûm-i muhâlefeti kabul edenlerin ve reddedenlerin delilleri, mefhûm-i muhâlefetin çeşitleri ve Hanefîlerin mefhûm-i muhâlefet ile amel ettikleri yönündeki iddialar ile bu iddialara verilen cevaplar ele alınacaktır.

Hanefi̇lerde Rumuz Gelenegi̇ Ve Kullanilişi

Bilimname

Hanefî mezhebi kaynaklarının bize ulaşmasında İmam Muhammed ve Ebû Yusuf öne çıkmaktadır. İmam Muhammed ve sonraki alimlerin eserleri uzun ve tafsilatlıydı. Sonra bu eserleri ihtisar etmek için yeni metinler ve fetva kitapları yazıldı. Metinlerin ve fetva kitaplarında fakih isimleri veya eser isimlerini kısaltmak için rumuzlar kullanılmıştır. Rumuzlarla ilişkili olarak karşımıza kısaltmalar ve naht kelimeleri de çıkmaktadır. Rumuzları klasik eserlerde görmek mümkündür. Kısaltmalar ise günümüzde sıklıkla görülmektedir. Bu araştırma sadece Hanefî mezhebindeki fıkıh kitaplarıyla sınırlandırılmıştır. Tespitimize göre Hanefî mezhebinde rumuzları ilk kullanan fakih el-Hidâye adlı eseriyle tanınan Burhânüddîn Alî b. Ebî Bekr b. Abdilcelîl el-Fergânî el-Mergînânî'dir. Rumuz kullanan son Hanefî fakihi ise Muhammed Emîn b. Ömer b. Abdilazîz el-Hüseynî ed-Dımaşkî'dir. Rumuz kullanan fakihler, rumuzları kullanma sebeplerini hangi anlamlarda kullandıklarını eserlerinin başlarında anlatmaktadırlar. Bazıları mezhep imamlarını, bazıları kitap isimleri ve bazıları da fakih isimlerini rumuz kullanarak eserlerini kaleme almışlardır. Mergînânî, Kitabu't-Tecnîs ve'l-mezîd eserinde fetva kitap isimlerini, İbnü's-Sââtî, Mecmau'lbahreyn ve mülteka'n-neyyireyn isimli eserinde imamların isimlerini ve İbn Âbidîn'in Reddü'l-muhtâr ale'd-Dürri'l-muhtâr isimli eserinde kitap isimleri için rumuz kullanmıştır. Rumuz kullanmanın en önemli sebebi kısaltma, istinsah yoluyla eser ve müellif hakkındaki bilgileri söz konusu eserin okuyucularına aktarılmasıdır. Bu işlem onlara istinsah konusunda ve kullanılan kâğıttan tasarruf konusunda kolaylık sağlamaktadır. Tespit edebildiğimiz kadarı ile rumuz kullanan bazı fakihler kullandıkları rumuz sayısında aşırıya gitmişler, bazıları ise sayısı onu geçmeyecek kadar az rumuz kullanmışlardır. Bu, bir çeşit metin içi atıf gibi kullanılmaktadır. Günümüzde de akademik çevreler tarafından kısaltmalar kullanılmaktadır.

Hanefi Mezhebinde Meşâyih Kavramsal ve Kronolojik Bir Araştırma

Sonçağ Akademi, 2023

Hanefi mezhebinde meşâyih, Ebû Hanîfe ve öğrencile-rinin ardından en önemli otorite olarak karşımıza çık-maktadır. Kurucu imam ve talebelerinden sonraki oto-riteyi temsil eden bir kavram olarak meşâyih kelimesi, esasında geniş bir fakihler topluluğunu ifade etmekte-dir. Başka bir ifadeyle ilk dönem Hanefi fakihler ara-sında yetkin ve itibar sahibi olanların fıkhî faaliyetleri-nin önemi ve mezhebe etkisi, onların meşâyih olarak anılmalarıyla vurgulanmış ve böylece mezhepte kurucu imam ve talebelerinden sonra üçüncü bir otorite mer-kezi oluşmuştur. Sonraki dönemde mezhepteki görüşle-rin zâhirü’r-rivâye, nâdirü’r-rivâye ve fetâvâ şeklinde bir ayrımla hiyerarşik bir yapıya kavuşması, meşâyihin mezhep içerisindeki rolü sebebiyledir. Bu açıdan değer-lendirildiğinde her ne kadar kurucu imam Ebû Hanîfe’ye nispetle Hanefi mezhebi olarak anılsa da bu mezhebin gerek onun talebeleri gerekse sonraki dönem takipçileri tarafından geliştirilen kolektif bir yapı arz ettiği rahatlıkla söylenebilir. Bu çalışma, Hanefi mezhebindeki meşâyih kavramını ve bu kavramla ilgili meseleleri, kavramsal ve kronolo-jik bir takiple araştırmayı hedeflemektedir. Daha önce doğrudan ya da dolaylı olarak meşâyihe dair yapılan diğer çalışmalardan alınan ilhamla, meşâyihle ilgili zih-nimizi meşgul eden soruların cevapları belli bir düzen ve tertip çerçevesinde aranarak bu araştırmada meşâyih kavramına dair genel bir tasavvur oluşması için müte-vazı bir katkı amaçlanmaktadır.

Hicrî Dördüncü Asırda Meçhul Râvi Yaklaşımı: Ukaylî Örneği

Hicrî Dördüncü Asırda Meçhul Râvi Yaklaşımı: Ukaylî Örneği, 2022

Bu makale, meçhul râvi anlayışının hicrî dördüncü asırdaki gelişimini incelemeyi amaçlamaktadır. Bu çerçevede meçhul râvi tespitinin hicrî dördüncü asırda aktif bir şekilde devam edip etmediği, meçhul râviler belirlenirken hangi ölçütlerin kullanıldığı ve münekkidin bu bağlamda kullandığı terminolojinin ne olduğu gibi hususlar irdelenecektir. Bunun yanı sıra münekkidin tespit ettiği râvilerin bölgeleri ve isnatlarının karakteristiğine odaklanarak meçhul râvi profiline ilişkin daha net bir resim çizilecektir. Bu bilgiler ışığında, hadis ve ricâl tenkit tarihine ilişkin anlatılarda meçhul râvilere bir yer tayin edilmeye çalışılacaktır. Makalede hicrî dördüncü asırda telif edilen Ukaylî’nin (ö. 322/934) ayrıntılı ve sistematik özelliğe sahip Kitâbü’d-Duʻafâ isimli eseri esas alınmıştır. Nihaî olarak, meçhul râvi anlayışının mezkûr yüzyılın gerek yaklaşım gerekse terminoloji bakımından hicrî üçüncü asırda teşekkül eden bir anlayışın devamı niteliğinde olduğu görülmektedir.