Hicrî Dördüncü Asırda Meçhul Râvi Yaklaşımı: Ukaylî Örneği (original) (raw)

Müslim b. Kureyş Dönemi Selçuklu-Ukaylî İlişkileri

Seljuqs-Uqaylid Relations in Muslim b. Kuraysh Period, 2020

Ukayliler 990 ile 1096 yillari arasinda Musul ve cevresini idare eden Arap asilli bir kabiledir. Ukayliler tarihinin onemli sahsiyetlerinden biri de Muslim b. Kureys’tir. Muslim b. Kureys’in 1061-1085 yillari arasinda Musul merkezli Ukaylileri yonettigi gorulmektedir. Bu donemde Muslim b. Kureys, yapmis oldugu faaliyetlerle dikkat cekmektedir. Nitekim onun donemi Ukaylilerin en parlak donemi olup, olumunden kisa sure sonra bolgedeki hâkimiyetlerini kaybetmislerdir. Muslim, idaresinin ilk yillarinda Buyuk Selcuklu Devleti Hukumdari Tugrul Bey’e tabi idi. Tugrul Bey’in vefati ve Selcuklularda baslayan iktidar mucadelesiyle Muslim, Musul cevresinde hâkimiyet sahasini genisletmeye basladi. Bu sirada Selcuklu sultani olan Alp Arslan’a biat ettigi gibi, kiz kardesiyle de evlenerek onun teveccuhunu kazandi. Boylece yeni bolgeler sultan tarafindan ona iktâ olarak verildi. Netice itibariyle bolgedeki etkinligi hukuki anlamda da guclendi. Fakat Malazgirt mucadelesi ve yasananlar Alp Arslan’in...

OSMANLI DÖNEMİNDE SÜVEYŞ KANALINDAN ALINAN MÜRÛR-U RESMİYE UYGULAMASINA DAİR BİR LAYİHA (1873)

“TARİHİN İZİNDE BİR ÖMÜR” PROF. DR. NURİ YAVUZ’A ARMAĞAN, 2019

Süveyş kanalının stratejik özelliği, coğrafi keşifler sürecinde ticaret yollarının yön değiştirmesiyle ön plana çıkmaya başlamıştır. Yaşanan bu süreçte Portekiz, Hint Okyanusuna Ümit Burnundan ulaşmayı başarıp, zenginleşirken, Akdeniz havzasının güçlü devletleri Osmanlı ve Venedik siyasi ve ekonomik güç kaybına uğramıştır. Özellikle dönemin güçlü devleti olan Osmanlı bu sürecin neden olduğu ekonomik kayıpları önleme adına Süveyş’te kanal açma girişimlerinde bulunmuş fakat amacına ulaşamamıştır. XVIII. yüzyılda, Mısır ve çevresindeki rekabete Fransa dahil olmuş ve kanal açma girişimleri tekrar gündeme gelmiştir. Bu dönemde Osmanlı kanal açma girişimini yinelerken, Fransa da Mısır’ı işgali döneminde bu konuda önemli incelemeler yaptırmıştır. XIX. yüzyılda ise Mısır meselesinin gündemde olduğu süreçte Fransızların yine Mısır valisi Mehmet Ali Paşa’yı kanal açma hususunda zorladıkları görülmüştür. Ancak gerek Mehmet Ali Paşa gerekse ondan sonra gelen Abbas Paşa siyasi koşullar nedeniyle temkinli davranarak bu girişimleri ertelemeyi başarmışlardır. Aynı zamanda ilgili dönemin Osmanlı devlet adamı Mustafa Reşit Paşa da kanal projesinin ön plana çıkmaması yönünde tavır göstermiştir. Ancak meydana gelen siyasi gelişmeler ve Mısır valisi Sait Paşa’nın ülkesini kalkındırma isteğinde olması Süveyş’te kanalın açılamasını kaçınılmaz hale getirmiştir. Bunun sonucunda vali olmadan önce görüşmeler yaptığı Fransız diplomat Ferdinand de Lesseps’e 1854 yılında kanal açma ruhsatını ve imtiyazını vermiştir. Bu bağlamda kaleme alınan bu layihada, kanalın açılması ile beraber gemilerin geçiş vergilerinin ne şekilde düzenleneceği, gemilerin kapasite durumlarının vergi alınmasında hangi oranda etkili olacağı konularının gündeme geldiği ve tartışıldığı anlaşılmaktadır. Hatta Süveyş kanalı meselesi Avrupa basınında yer almış özellikle bu konuda Mösyö Bartelmi’nin bu girişime karşı çok ciddi muhalefetinin gündeme geldiği belirtilmiştir. Süveyş kanalının işleyişinden sorumlu olan meclisin yayınladığı nizamnamenin gemilerin kanaldan geçerken mevcut kapasite tonilatosu üzerinden geçiş vergisinin alınması konusunun uzun süren tartışmalara yol açtığı anlaşılmaktadır. Ayrıca Ferdinand de Lesseps’e rakip olarak görülen Mesajri Maritem Kumpanyasının geçiş vergisi uygulamaları konusunda muhalif fikirler, eleştiriler ve iddialar ileri sürdüğü ve bu konuda Mısır valiliği ve Osmanlı Devletinin bu kumpanyaya karşı protestolara başvurduğu dile getirilmiştir. Süveyş kanalının inşası sırasında kumpanyanın faaliyetleri bağlamında hissedarı olan şahısların, geçiş vergisi uygulamasındaki sıkıntıların yarattığı olumsuz koşullardan dolayı ekonomik yönden sıkıntılar yaşadığı da ifade edilmiştir.

X. ve XI. Asırda Musul, Halep ve Bunlara Mücâvir Yerlerde Ukaylî Hakimiyeti

Bingöl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2016

Uqaylid that was called Banu Uqaylid, Al-ı Musayyab or Banu al-Musayyab, is an Arab emirate who dominated Mosul and Aleppo in tenth and eleventh centuries. Inhabiting in the desert among Tihama, Najd and Hejaz before Islam, Uqaylids spreaded towards to the Damascus and al-Djazira region after spread of Islam. Uqaylids who settled in the upper regions of Mosul and Habur, set up an alliance with the Umayyads. They participated to the riots occurred against to Abbasid with the supporters of Umayyad after the revolution of Abbasid. After the weakening of the central authority of Abbasid, independent and semi-independent states began to be emerged in al-Djazira and Bilad al-Sham. Uqaylids had been in the service of Hamdanids who were founded by profiting from the chaos in al-Djazira region and after death of Mosul Hamdanids' last amir Abu Taghlib in 979, taking the advantage of management occasion in Mosul; they established a new Mosul-based emirate. From the date of their establishment, Uqaylids managed the political-military struggles or alliances with the cities located in their surrounding such as Marwanids, Mirdasids, Numayrids, Buwayhids, Fatimids and Abbasids. After the date of Saljuk's entry into Baghdad in 1055, they sometimes took part in Saljuk and sometimes against them, according to time and circumstances. Muslim, Uqaylids' Amir headed for northern Syria then seized Aleppo in 1080. After Saljuk ruler Suleiman Shah's Conquest of Antioch in 1084, Muslim and Suleiman Shah were confronted. The struggle between two parties resulted in Muslim's death and the destruction of Uqaylids. After these events, the Great Saljuk ruler Malik shah came to al-Djazira and Syria then he subordinated Uqaylids, who were maintaining the management of the cities named Aleppo, Caber, Hit, ʿUkbara, Hadisa and ʿAna, to the Saljuk.

Hanefî Usûlündeki Temel Yaklaşımlar Hicri Altıncı Asrın Ortalarına Kadar

2018

Bu makalede fikih usulunun klasik donemi denilen hicri dorduncu asir ile altinci asrin ortalarina kadar olan suredeki Hanefi usul gelisimi ele alinacak ve Hanefi usul yaklasimlari arasindaki gorus farkliliklari tespit edilecektir. Hanefi usul dusuncesinin tesekkulu ve olgunlasmasinda Irak ve Mâverâunnehir âlimlerinin etkin oldugu gorulur. Irak Hanefi usul âlimleri i‘tizali egilimde olmakla birlikte genel sistemlerinde, mezhep imamlarinin fikhi mesailine ve selefleri olan Hanefi âlimlerin esaslarina dayanirlar. Mâverâunnehir Hanefileri ise Sunni inanc esaslarina bagli iki farkli usul yaklasimina sahiptir. Bunlardan ilki Irak usul anlayisini Sunni elekten gecirerek surduren yaklasim, digeri ise Irak Hanefi usul anlayisindan ayri olarak Semerkant-Mâturidi cevrelerce tesekkul ettirilen yaklasimdir. Ancak bu usul anlayisi uzun bir fetret doneminden sonra altinci asirda yeniden tesis edilmistir. Irak Hanefi usul anlayisini surduren birinci yaklasim fikih agirlikli iken, Semerkant-Mâturidi...

Fıkhi Hükümlerde Hikmet Boyutu Kaffâl eş-Şâşî Örnegi

Fıkhi Hükümlerde Hikmet Boyutu Kaffâl eş-Şâşî Örnegi, 2016

Kaffâl Mehâsinü’ş-Şerîa isimli eserinde şer’î hükümlerin vaz’ına esas teşkil eden hikmetlerin tespit ve izahına çalışmış ve Şâfiî fıkıh sistematiği çerçevesinde furû-ı fıkhın tamamını bu açıdan okumaya tabi tutmuştur. Böylece Kaffâl, hükmün zahirî yönü ile derûnî yanı arasındaki ilişkiyi gözler önüne sermeye çabalamış, bu yönlerden birini devre dışı bırakan yaklaşımları kabul edilebilir bulmamıştır.

Şâri̇hleri̇n Müteşâbi̇h Ri̇vayetlere Yaklaşimi -İbnü'L-Mülakkin Örneği̇

The Journal of Academic Social Science Studies, 2015

Kur'ân'da ve bazı hadis rivayetlerinde müteşâbih veya haberî diye de isimlendirilen vech, yed, istivâ, kadem, ityân, sâk vb. sıfatlar işlenmiştir. Farklı âlimler ve değişik mezhepler, içinde bulundukları sosyal, siyasi, itikâdi vb. şartlar içerisinde sözkonusu sıfatlar hakkında bazı yaklaşımlar sergilemişlerdir. Bu yaklaşımlar kimi zaman muhalif düşüncede olanları etkileyen, bazen de onlardan etkilenen bir mahiyet arzetmiştir. Onlardan kimi bu sıfatları yorumlamaksızın kabul etmiş ya da manalarını Allah'a havale edip O'ndan başkasının bunların manalarına vakıf olamayacaklarını benimsemiş, diğer bazı kişi veya mezhepler de teşbîh ifade eden bu sıfatları yorumlayarak te'vîl yoluna gitmişlerdir. Biz de bu makalemizde Buhârî'nin el-Câmiü's-Sahîh'i üzerine yazdığı etTavdîh li-Şerhi'l-Câmii's-Sahîh adlı eseri çerçevesinde İbnü'l Mülakkın'ın konuya yaklaşımını tespit etmeye çalışacağız.

İbn Âbidîn’in “Şerhu Ukûdi Resmi’l-Müfti” Adlı Risalesinin İftâ Usulü Bakımından Değerlendirilmesi

IV. Uluslararası Şeyh Şa’ban-ı Veli Sempozyumu, 2017

İftâ usulü kavramı, karşılaşılan fıkhî bir meseleye fetva verirken uyulması gereken ilke ve metodolojiyi ifade etmektedir. Fetva vermenin ciddiyet ve mesuliyet gerektiren bir çaba olması belirli kurallarının olmasını gerekli kılmaktadır. Fıkıh kitaplarını incelediğimizde Hanefî, Malikî, Şâfiî ve Hanbelî mezheplerinde mukallidlerin uymaları gereken iftâ usulünün her mezhebin kendi sistematiğine ve oluşum sürecine bağlı bir şekilde tespit edildiği görülmektedir. Hanefî mezhebi son dönem fakihlerinden olan Muhammed Emin b. Ömer İbn Âbidîn (1252/1836) Şerhu Ukûdü Resmi'l-Müfti adlı risalesinde Hanefîlerde uyulması gereken iftâ usulü konusunu ele almıştır. Bu eserde ictihad seviyesinde olmayan bir fakihin fetva verirken dikkat etmesi gereken ilkeler ve esaslar özlü bir şekilde sunulmuştur. Bu risale incelendiğinde genel kabul görmüş ve herkes tarafından kabul edilen ilkelerin yanında; tenkit, tartışma ve müzakereye açık yaklaşımların da olduğu görülmektedir. Bu tebliğde; Şerhu Ukûdü Resmi'l-Müfti adlı risale esas alınarak iftâ usulünde olması gereken ilkelerin tespiti ve isabetli görülmeyen görüşlerin tenkidinin yanında iftâ usulüne dair şahsî kanaatimizin temellendirilmesi hedeflenmektedir.