Abdülazîz b. Yahyâ el-Kinânî’nin Hayat Hikâyesi Ve el-Hayde ve’l-i‘tizâr fi’r-reddi ‘alâ men kâle bi-halki’l-Kur’ân Adlı Eseri Bağlamında Halku’l-Kur’ân Meselesi (original) (raw)
Related papers
DergiPark (Istanbul University), 2011
Klâsik belâgat kitaplarında Fahreddîn er-Râzî'nin ve belâgat alanında Abdülkāhir el-Cürcânî'nin kitaplarını esas alarak meydana getirdiği eseri Nihâyetü'l-îcâz'ın adlarına neredeyse hiç rastlanmamaktadır. Bu durum akla çeşitli sorular getirmektedir: Acaba Râzî'nin belâgat alanında kayda değer hiçbir görüşü yok mudur? Veya onun kendine mahsus birtakım görüşleri vardır da sonraki belâgatçiler tarafından mı dikkate alınmamıştır? vs. Makalede bu gibi sorulara cevap verebilmek için Râzî'nin Nihâyetü'l-îcâz'da Abdülkāhir el-Cürcânî'ye itirazda bulunduğu meseleler tespit edilerek kısaca anlatılmış, ardından sonraki belâgatçilerin önde gelenlerinden Sekkâkî, Kazvînî, Teftâzânî ve Seyyid Şerîf Cürcânî'nin o konularla ilgili değerlendirmeleri sunulmuştur. Böylece Râzî'nin, kendine mahsus görüşlerde, sonraki belâgatçiler tarafından, tenkit edilmek sûretiyle bile olsa, dikkate alınıp alınmadığı ortaya konulmaya çalışılmıştır.
DergiPark (Istanbul University), 2021
Mustafa ÖZKAT 1 ÖZET ġairliğinden ziyade Ģârih ve ilim adamı olarak devrinde iyi bir Ģöhret kazanmıĢ olan Ahmed Hayâtî Efendi, 1751 yılında Elbistan"da doğmuĢtur. Köklü bir aileye mensup olan Hayâtî, Elbistan ve Ġstanbul"da iyi bir eğitim almıĢ ve dedesinin vefatı üzerine genç yaĢta Elbistan müftülüğüne atanmıĢtır. 10 yıl sürdürdüğü bu görevinden sonra Ayasofya ve Köprülü Darülhadis Medreselerinde müderrislik, Saraybosna ve Bağdat kadılıkları gibi pek çok devlet memuriyetlerinde bulunmuĢtur. Eser verebilecek ve Ģerh yapacak düzeyde Arapça, Farsça ve Türkçeye vâkıf olan Ahmed Hayâtî, zamanının her anını verimli kullanmayı bilmiĢ; dil, edebiyat, mantık ve din konularında yirmi civarında eser kaleme almıĢ çok yönlü bir Ģahsiyettir. Özellikle Tuhfe-i Vehbî şerhi ile adından söz ettiren Ahmed Hayâtî, 3 ġubat 1814"te Ġstanbul"da vefat ettiğinde, yaklaĢık 400 kitap barındıran kütüphanesini de bir kültür mirası olarak bırakmıĢtır. Bu makalemizde, Ģairin hayatı ve eserleri hakkında bilgi verildikten sonra, bugüne kadar gün yüzüne çıkmamıĢ bir eseri tanıtılmaya çalıĢılacaktır. Kütüphane kayıtlarına "Saçaklı-zâde Mehmed b. Ebî Bekr Mar'aĢî" adlı bir müellife mal edilerek "Manzûme-i "İlm-i Kur"ân" adıyla geçmiĢ olan söz konusu eserde (Milli Kütüphane, No: 06 Mil Yz A 7499/3, vr. 15 b-17 b) herhangi bir baĢlık bulunmamaktadır.
Bir İsmailî Daisi ve Âliminin Hayatına Dair Kesitler: Hamîdü’d-Dîn el-Kirmânî
e-Makâlât, 2022
Hamîd al-Dîn al-Kirmânî Muzaffer Tan Öz İsmâilî davet başlangıçtan beri İsmâilîliğin en temel özelliklerinden birini oluşturmuştur. Hicri üçüncü asrın ortalarından itibaren organize olmuş halde ve büyük bir gizlilik içerisinde yürütülen İsmâilî davet önceleri Muhammed b. İsmîil'in şahsında somutlaşan beklenen Mehdi adına yapılırken, Fâtımîlerin kurulmasından sonra imamlar/halifeler adına yapılmıştır. Fâtımîler döneminde davetin yapısı belli bir hiyerarşi temelinde çok daha organize bir hal almıştır. Bu anlamda İslam coğrafyasının belli başlı bölgelerine çok sayıda dai gönderilerek Fâtımî propagandası yapılmıştır. Bu bölgeler arasında özellikle öne çıkan Irak bölgesi olmuştur. Abbâsî devletinin başkenti ve dönemin cazibe merkezi olan Bağdat bu anlamda davetin en yoğun olduğu yer olarak karşımıza çıkar. İsmâilî davet yapılanmasının önde gelen temsilcileri arasında Ebû Hâtim er-Râzî (ö. 322/933), Muhammed b. Ahmed en-Nesefî (ö. 332/943), Kadı
Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 23/2, 156-174, 2023
It is readily apparent that the first independent treatise written about the essence of the divine quotations revealed in the integrity of the Qur’ān is al-Amīr Muhammad b. Ismâ‘īl as-San‘ānī’s work called al-Izāh wa al-bayān fî tahkīki ‘ibārāt al-kasas al-Qur’ān. The second distinct work on the subject is Muhammad Bakhīt al-Mutī‘ī’s work entitled Husn al-bayān fī izālati ba‘d shubah waradat alā al-Qur’ān, which is the research subject of this article. Bakhît, one of the last period Ottoman scholars is a prolific and versatile schoolman who worked as the grand muftī of Egypt for almost eight years, studied the tradition of Ahl as-sunna by converting and enhancing it, and proved his scientific maturation in various disciplines by writing a total of thirty-two works in many fields, especially in tafsir, fiqh and kalam. Bakhīt states that he wrote this treatise based on a question from someone about the belonging of a divine quotation attributed to Prophet Yakūb in the style of qāla, which is one of the most used styles in the Qur’ān’s narration. He intellectualizes the essence of the embedded speakers (al-kalām al-mahkī) in Qur’ān with a question-answer method. The relationship between divine speech and human speech is emphasized between the lines of the treatise. In the context of divine quotations, Bakhīt asks some questions. We can convert them as follows: “Do the narrative speech and the embedded speakers incorporated in the integrity of Qur’ān belong to God or to the speaker who originally said it? If such words concerning the human speech are truly divine speech and are expressions from God, how is it possible to find such passages in the Qur’ān by attributing them to beings other than Allah? If such passages are human words, as the Qur’ān clearly indicates, is it possible that the Qur’ān as a whole is divine speech?” By asking with similar questions, he introduces the subjects that dealt with in his treatise. It is seen that this work, which is the second independent work written in this field and involving some inspiring evaluations about the nature of the divine quotations, hasn’t been the subject of any academic work. In the present study, which is written in order to eliminate this deficiency in one aspect, first of all, Bakhīt’s life story, scientific personality and works are examined. Subsequently, the issues that Bakhīt raised about the nature of the divine quotations in the mentioned treatise are discussed, and the evidences he draws are transformed into propositions and evaluated in detail. To put it briefly, according to Bakhīt, such quotations are both the speech of God in regards to wording and the speech of human beings in terms of meaning. Bakhīt tries to justify this approach with rational and narrative evidence. In other words, while discussing the subject throughout the treatise, he adopts an analytical and inferential/rational method. We can signal some assertions mentioned by him in the treatise, as follows: First: While God quotes from the archaic communities in the Qur’ān, he imitates their words in the Arabic language. In other words, God does not extract the words of archaic times in their original language and word for word (hikāya al-lafz), instead, imitates them with the meaning of the word (hikāya al-mana). This shows that divine quotations are different from each other in terms of reproduction (hikāya) and reproduced (mahkī). Second: All Arabic words consist of the letters of the alphabet called hurūf al-hacā, and all Arabic sentences are composed of these words. In this case, syllables are parts of words; words become parts of sentences and sentences become parts of the book. Since there are letters, words and sentences in every work, the basic principles that determine the belonging of a word or work to an author are natural faculty and unique arrangement. Accordingly, the fact that some of the sentences in a work belong to another person does not necessitate attributing the book as a whole to someone other than its author. Therefore, the presence of quotations from archaic times in the Qur’ān should not necessitate that it be a human word as a whole. Third: The past, present and future tenses express a temporal dimension for the speech of human beings. There is no temporal dimension such as past-present-future for God’s attribute called interior speech (al-kalām an-nafsī), which is devoid of sound and letter. On the other hand, the words attributed to human beings in the form of qāla in the Qur’ān, namely pronounced speech (al-kalām al-lafzī) are the projection of the word in God’s eternal knowledge. Therefore, the fact that divine quotations from archaic times does not prevent it being divine speech. In the head, although it is possible to accept that the approach of Bakhīt chimes in with the integrity of the Qur’ān in terms of quotations from archaic times, it is observed that some of the propositions he put forward in his treatise are weak evidence.
Buhârî’nin Kitâbü’l-Îmân’ı Üzerine Hanefî Bakış Açısı -Bedrüddîn el-Aynî Örneği
Marife Dini Araştırmalar Dergisi, 2018
İmanla ilgili hususlar erken dönemlerden itibaren îtikâdî ve amelî fırkalar arasında ihtilaf konusu olmuştur. İman-amel, büyük günah-iman ilişkisi konusunda ilk defa Hâricilerin görüş belirtmesi ile gündeme gelen “İman” meseleleri, diğer fırka mensuplarının da tartışmaya dâhil olması ile birlikte farklı boyutlar kazanmıştır. Bu bağlamda hadis edebiyatının tasnîf döneminden itibaren ilgili eserlerde “İman” bölümlerine yer verilmiş ve konu üzerinde farklı değerlendirmeler yapılagelmiştir. Bu değerlendirmelerden biri de hanefî-mâtürîdî yaklaşımıdır. Bu yaklaşımın iman mevzuundaki açıklamaları her dönemde dikkatleri çekmiş ve birçok açıdan inceleme konusu olmuştur. İşte bu makalede bahse konu yaklaşımın önemli temsilcilerinden biri olan Türk asıllı muhaddis Aynî’nin Umdetü’l-Kârî adlı Buhârî şerhi, Buhârî’nin el-Câmiu’s-Sahîh’inin “İman” bölümü özelinde ele alınarak irdelenmeye çalışılmıştır.
Kemâlüddin El-Endicânî Ve Sıdku’l-Kelam Fî İlmi’l-Kelam Adlı Eseri
Ehl-i sünnet, hicri III. asırdan sonra İslam toplumlarının çoğunluğu tarafından benimsenen itikadi mezhep olmuştur. İlk dönemlerde bir çok fırkayı içine almakla birlikte sonraki dönemlerde Ehl-i sünnet ile Eş’âri ve Mâturîdî mezhepleri kastedilmiştir. Eş’ârilik, İslam tarihi boyunca bilinen ve çoğunluk tarafından benimsenen bir mezhep olmakla birlikte Mâturîdîlik için aynı durum söz konusu değildir. Bunun başlıca nedeni, Mâturîdîliğin neş’et ettiği coğrafyanın İslam medeniyetinin teşekkül ettiği ortamdan uzak olması ve bu mezhebin çok tanınmamış olmasıdır. Ancak son dönemlerde Mâturîdîliğe yönelik çalışmalarda belirgin bir artış görülmektedir. Ülkemiz başta olmak üzere bir çok İslam ülkesinde Mâturîdî kelamcılar, görüşleri ve eserlerine ilişkin çalışmalar yapılmaktadır. Bu bağlamda Mâturîdî kelamcıların eserleri tahkik edilerek ilim dünyasına kazandırılmıştır. Bunlardan bir tanesi de döneminin önde gelen Mâturîdi kelamcılarından olan Kemalüddîn el-Endicânî ve Sıdku’l-kelam fî ilmi’l-kelam adlı eseridir. Bu çalışmada, Kemalüddîn el-Endicânî’nin Sıdku’l-kelam fî ilmi’l-kelam eserinin Kelam ilmindeki yeri ve önemi ortaya konulacaktır. Mâturîdî mezhebine mensup bir Kelamcı olan el-Endicânî (726-777) hicri VIII. yüzyılın Maveraünnehir bölgesinde önde gelen alimlerdendir. Günümüzde Özbekistan sınırları içerisindeki Fergana bölgesinin bir şehri olan Endican’da doğmuştur. Çalışmamızda müellifin yaşadığı bölge, İslam’ın yayılışı, hicri VIII. asırda bölgenin siyasi, ilmi ve dini durumu, müellifin hayatı, kişiliği, telif amacı ve eserin muhtevası hakkında bilgi verilecektir.