Bir İsmailî Daisi ve Âliminin Hayatına Dair Kesitler: Hamîdü’d-Dîn el-Kirmânî (original) (raw)

CEMÂLÜDDÎN el-KÂSİMÎ'NİN HAYATI ve İLMÎ KİŞİLİĞİ

GİRİŞ Geçen yüzyılın sonları ile halen içinde yaşadığımız yirminci yüzyılın başları bir çok bakımdan dönüm noktası sayılabilecek son derece önemli bir tarihi zaman dilimini ifade etmektedir. Sözü edilen bu müstesna dönem, İslam ilim ve düşünce tarihi açısından oldukça mühim simalar çıkarmakla da temayüz etmiştir. Sayıları, yazık ki, bir hayli az ama etkileri oldukça fazla olan bu şahsiyetler, bir yandan İslam klasik ilim geleneğinin son halkasını meydana getirirken, öbür yandan da İslam ilim ve fikir hayatında değişik ve yepyeni bir anlayışın ilk temsilcileri niteliğini taşımaktadırlar. Hemen her alanda son derece köklü değişmelerin ve alabildiğine hızlı gelişmelerin yaşandığı yirminci yüzyıl ile ilk kez yüzyüze gelen bu kişiler, kaçınılmaz olarak bu yüzyılın, hem nicelik hem de nitelik bakımından oldukça büyük ve önemli problemlerini de ilk defa göğüslemek durumunda kalmışlardır. Geçmiş ile gelecek arasında bir köprü görevi görmüş bu çınar şahsiyetler, yaşadıkları döneme de adeta damgalarını vurmuşlar-dır. Sözü edilen bu mühim ve güzide simalardan biri de, hiç kuşkusuz Cemâlüddîn el-Kâsimî'dir. Şu var ki, anılan bu niteliklerine rağmen Kâsimî, ilim dünyasında ve bilhassa Türkiye'de pek tanınmış, gereği gibi anlaşılmış bir kimse değildir. Bunun sebebi, onun hayatı ve ilmi kişiliğini konu edinen akademik ve kapsamlı bir çalışmanın şimdiye kadar gerçekleştirilmemiş olmasına bağlanabilir. Gerçi, Kâsimî hakkında Arapça yazılmış irili ufaklı pek çok makale, hatta bir kaç da telif eser mevcuttur. Ama bunlar dahi ifade et-tiğimiz gerçeği değiştirici nitelikte değildir. Nitekim bu çalışmaların bir kısmı, dönemin bariz ve önde gelen simalarından birisi olarak onun sadece genel bir tanıtımını hedef almış, dolayısıyla etraflı araştırmalara dayanmamıştır. Bir diğer kısmı ise, konuyu objektif ve nesnel ölçüler çerçevesinde değil, tam tersi tamamen hissî ve indî değerlendirmeler içerisinde ele almıştır 1. 1 Sözü edilen bu çalışmaların ikinci grubunda yer alanlara örnek olarak Mahmûd Mehdî el-İstanbûlî'nin " Şeyhu'ş-Şâm Cemâlüddîn el-Kâsimî " adlı eseri ile Zâfir el-Kâsimî'nin babası hakkında yazdığı " Cemâlüddîn el-Kâsimî " adını taşıyan kitabı gösterilebilir. İstanbûlî, adı geçen eserinde

Abdülazîz b. Yahyâ el-Kinânî’nin Hayat Hikâyesi Ve el-Hayde ve’l-i‘tizâr fi’r-reddi ‘alâ men kâle bi-halki’l-Kur’ân Adlı Eseri Bağlamında Halku’l-Kur’ân Meselesi

Hicri Üçüncü Asırda İslami İlimler, 2023

II./VIII. yüzyılda ilim ve irfanın başkenti olan Bağdat’ta Beytü’l-Hikme’nin inşasıyla tercüme faaliyetlerinin kurumsallaşmaya başladığı müşâhede edilmektedir. Antik Yunan-Hint-Fars/İran kaynaklı felsefe ve mantık (helenistik kültür) birikiminin devlet desteğiyle Arapça’ya aktarılmaya başlandığı görülmektedir. Söz konusu köklü medeniyetlere ait birikim sistematik olarak Arap diline ve İslâm medeniyetinin iç bilgi ağına aktarıldığında, Abbâsîlerin başkenti Bağdat’ta birçok açıdan köklü değişikliklerin doğmasına sebep olduğu anlaşılmaktadır. Bu köklü değişiklikler, maddi ve toplumsal koşullar; ekonomiden tarıma, kural tarzlarına, demografiye, ticarete, iklime ve kamu sağlığına kadar her şey İslâm coğrafyasında, hicrî üçüncü asırda bir Abbâsî Rönesansı’nın olduğu sonucunu göstermektedir. Bununla birlikte bu gelişmelere ve değişmelere bakarak Arap, acem ve Batılı araştırmacıların “Abbâsî Rönesansı” gibi bir terim kullanmadıkları gözlenmektedir. Bize göre İslâm dünyasında Abbâsîlerin başlattıkları bu kökten değişim, “Abbâsî Rönesansı” olarak addedilmelidir. İslâm coğrafyasında başlayan bu değişim ve gelişim hareketinin sonuçlarından biri olarak İslâm toplumunda sosyo-kültürel dinamiklerin de etkisiyle lafız ve anlam olgusunun ortaya çıkışıyla birlikte ‘ilâhî hitâbın ezelîliği veya yaratılmışlığı’ ve dolayısıyla Mu‘tezile’nin doktriner ilkesi, halku’l-Kur’ân meselesi devletin resmi makamlarınca tartışma konusu olmuştur. Çok yönlü bir problem olarak halku’l-Kur’ân meselesinin siyasi amaçlarla devlet otoriterleri tarafından benimsenmesiyle muhaliflerin siyasi ve toplumsal baskılar altında kaldıkları anlaşılmaktadır. İslâm fikir-düşünce geleneğinde halku’l-Kur’ân meselesi bağlamında ilk mihne (212-234/817-848), Abbâsî İmparatorluğu döneminde gerçekleşmiştir. İkinci mihne dönemi (445-455/1053-1063) ise Büyük Selçuklu Devleti’nin ilk hükümdarı Tuğrul Bey (öl. 455/1063) döneminde vuku bulmuştur. İslâm tarihinde halku’l-Kur’ân konusunda cereyan eden ilk tartışmaları içeren ve modern döneme kadar ulaşan en eski eser, Abdülazîz b. Yahyâ el-Kinânî’ye (öl. 240/854) isnâd edilen el-Hayde ve’l-i‘tizâr fi’r-reddi ‘alâ men kâle bi-halki’l-Kur’ân adıyla bilinen çalışmadır. Çalışmamızın konusu olan el-Hayde isimli eser, halku’l-Kur’ân meselesine dair tarihsel bir belge niteliği taşımaktadır. Eserin müellifi olan Kinânî de bu dönemde vuku bulan tartışmaların canlı şahididir. Bu eser ayrıca halku’l-Kur’ân edebiyatının temel klasiklerinden biri olma özelliğiyle temayüz etmektedir. Söz konusu eserin “mihne” dönemini başlatan Me’mûn (öl. 218/833) dönemine ait olması ve Kur’ân’ın yaratılmış olup olmadığını savunan tarafların delillerini ve delillerin tartışmasını içermesi sebebiyle, halku’l-Kur’ân nazariyesini anlamaya katkı sunması açısından önemi açıktır. Bu sâiklerden hareketle elinizdeki çalışmada ilk olarak Abdülazîz b. Yahyâ el-Kinânî’nin hayat hikâyesi, ilmî kişiliği ve eserleri ele alınmaktadır. Daha sonra halku’l-Kur’ân te’lîf türünün temel klasiği haline gelen ve bu alanın en eski kaynağı olma özelliğine sahip olan el-Hayde ve’l-i‘tizâr isimli eserin tanıtımına yer verilmekte, bu risâle bağlamında halku’l-Kur’ân meselesinin neliği incelenmekte ve tartışmanın ana konusu olan noktalar değerlendirilmektedir.

Kemâlüddin El-Endicânî Ve Sıdku’l-Kelam Fî İlmi’l-Kelam Adlı Eseri

Ehl-i sünnet, hicri III. asırdan sonra İslam toplumlarının çoğunluğu tarafından benimsenen itikadi mezhep olmuştur. İlk dönemlerde bir çok fırkayı içine almakla birlikte sonraki dönemlerde Ehl-i sünnet ile Eş’âri ve Mâturîdî mezhepleri kastedilmiştir. Eş’ârilik, İslam tarihi boyunca bilinen ve çoğunluk tarafından benimsenen bir mezhep olmakla birlikte Mâturîdîlik için aynı durum söz konusu değildir. Bunun başlıca nedeni, Mâturîdîliğin neş’et ettiği coğrafyanın İslam medeniyetinin teşekkül ettiği ortamdan uzak olması ve bu mezhebin çok tanınmamış olmasıdır. Ancak son dönemlerde Mâturîdîliğe yönelik çalışmalarda belirgin bir artış görülmektedir. Ülkemiz başta olmak üzere bir çok İslam ülkesinde Mâturîdî kelamcılar, görüşleri ve eserlerine ilişkin çalışmalar yapılmaktadır. Bu bağlamda Mâturîdî kelamcıların eserleri tahkik edilerek ilim dünyasına kazandırılmıştır. Bunlardan bir tanesi de döneminin önde gelen Mâturîdi kelamcılarından olan Kemalüddîn el-Endicânî ve Sıdku’l-kelam fî ilmi’l-kelam adlı eseridir. Bu çalışmada, Kemalüddîn el-Endicânî’nin Sıdku’l-kelam fî ilmi’l-kelam eserinin Kelam ilmindeki yeri ve önemi ortaya konulacaktır. Mâturîdî mezhebine mensup bir Kelamcı olan el-Endicânî (726-777) hicri VIII. yüzyılın Maveraünnehir bölgesinde önde gelen alimlerdendir. Günümüzde Özbekistan sınırları içerisindeki Fergana bölgesinin bir şehri olan Endican’da doğmuştur. Çalışmamızda müellifin yaşadığı bölge, İslam’ın yayılışı, hicri VIII. asırda bölgenin siyasi, ilmi ve dini durumu, müellifin hayatı, kişiliği, telif amacı ve eserin muhtevası hakkında bilgi verilecektir.

YAHYÂ EL-HİMMÂNÎ: HAYATI, İLMİ FAALİYETLERİ VE NİTELİKLERİ

Amasya Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi (ASOBİD), 2024

Hârezmli alimler, ilmi faaliyetleri ve eserleri vasıtasıyla Orta Çağ’da İslam biliminin gelişimine önemli katkılar sağlamışlardır. Onlardan biri olan Yahyâ el-Himmânî, dini ilimlerde hadis sahasında temayüz etmiş ve Müsned edebiyatının öncüleri arasına girmiştir. Bu makale Yahyâ el-Himmânî’nin detaylı bir biyografisidir. Onun nesebi, etnik menşei, ailesi, tahsili, hocaları, talebeleri, mezhebi ve el-Müsnedü’l-kebîr başlıklı kitabı hakkında bilgiler ihtiva etmektedir. Çoğu akranı olan hadis alimlerinin Yahyâ el-Himmânî’ye yönelttikleri ithamlara ve eleştirilere değinmektedir. Çünkü ona karşı takınılan menfi tavır Yahyâ el-Himmânî’nin hadis ilminde belki de hak ettiği şöhretini ve itibarını gölgelemiştir ve naklettiği hadislerin Kütüb-i Sitte külliyatı içinde yer bulmasını engellemiştir. Elbette ki Yahyâ el-Himmânî’nin lehinde ileri sürülen müspet görüşlere de çalışmada yer verilmiştir. Bu suretle makale, II-III/VIII-IX. yüzyıllara tanıklık eden Müslüman bir muhaddisin portresini çizmekte ve dönemin ilmi atmosferini de Yahyâ el-Himmânî örneğinde yansıtmaktadır. Araştırma tabakat ve rical edebiyatı başta olmak üzere, dönemin muteber kaynaklarında İslamî nakil usullerine göre aktarılan farklı rivayetler esas alınarak gerçekleştirilmiştir.

İsâmuddîn el-İsferâyînî’nin Hayatı ve Eserleri

Harran İlahiyat Dergisi, 2021

Saygin ve ilim ehli bir aliden gelen Isâmuddin el-Isferâyini, Isferâyin kentinde dogmus, kucuk yasta ilim tahsilini tamamlamis, cok yonlu bir âlimdir. Soyu, fikih ve kelam alaninda onemli katkilari bulunan ve bu alanlarda onemli eserler telif eden Ebu Ishak Ruknuddin Ibrahim b. Muhammed b. Ibrâhim el-Isferâyini’ye dayanmaktadir. Baba tarafindan dedesi Arabsâh ve babasi Muhammed b. Arabsâh buyuk âlim olmalarinin yani sira kadilik vazifesini de yerine getirmislerdir. Keza anne tarafindan dedesi Dâvud el-Hâfi de hem buyuk bir âlim hem de bas vezirlik yapmis bir devlet adamidir. Isferâyini’nin neslinden de buyuk âlimler cikmis ve genellikle bunlar, Isferâyini’nin ʻIsâmuddin veya el-ʻIsâm lakabina nisbetle "el-ʻIsâmi" nisbesi ile taninmislardir. Isferâyini ise daha cok "ʻIsâmuddin", "el-ʻIsâm", "Mollâ ʻIsâm" lakaplari ve Isferâyini nisbesi ile taninmistir. Ilk egitimini babasi ve dedesi Dâvud el-Hâfi’den alan Isferâyini, daha sonra Herât kentine ge...

HZ. ALİ’NİN MENKIBEVÎ HAYATINA DAİR BİR DESTAN: DÂSTÂN-I EJDERHÂ VE İSLÂMÎ DÖNEM ANADOLU TÜRK KÜLTÜRÜNE YANSIMALARI*

turkısh studıes, 2013

Türkler, İslâmiyet’i kabul etmelerini müteakip yeni bir inanç ve kültür yapısına da kapı aralamışlardır. İslâmiyet’le adeta özdeşleştirdikleri şahsiyetleri ise sözlü gelenek çerçevesinde kahramanlık hikâyeleriyle anmışlardır. Bu minvalde özellikle Hz. Muhammed, dört halife ve sahâbeler, bu menkîbelerin vazgeçilmez karakterleri olagelmişlerdir. Çalışmamızın konusunu teşkil eden Hz. Ali de söz konusu kahramanlık temalı hikâyelerde, destanlarda, menkîbelerde Hz. Muhammed’in damadı, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in babası olarak yiğit, cengâver nitelikleri ile ön plana çıkarılmıştır. Bu gelenek İslâmî Dönem Türk Tarihi’ne ait eserlerle yazıya aktarılmıştır. Hz. Ali’nin cesaret ve yiğitliğinin anlatıldığı cenknâmelerden biri olan Dâstân-ı Ejderhâ da bu türden bir eserdir. Destan, mesnevî tarzında kaleme alınmış olup, aynı zamanda efsane ve masal türlerinin kimi özelliklerini de göstermektedir. Dâstân-ı Ejderhâ adı verilen eserde, uzak bir ülkeden Hz. Muhammed’in huzuruna gelen Müslümanların şikâyet ettikleri ejderhâdan ve Hz. Muhammed’in görevlendirmesiyle sahabelerin Hz. Ali öncülüğünde ejderhâ ile yaptığı savaştan ve ejderhâyı mağlup etmesinden bahsedilmektedir. Burada Hz. Ali, kahraman şahsiyetiyle olağanüstü güçleri bünyesinde barındıran ve bu sayede din düşmanı olarak tasvir edilen ejderhâya karşı koyan ve mücadeleden çekinmeyen bir yapıya sahiptir. Destanda Hz. Ali’nin bu uğurda ölümü bile göze alabileceğine vurgu yapılmak suretiyle Müslümanları gâzaya teşvik etme amacı güdülmüştür. Ayrıca hakikatte dinin İslâm dini olduğu ve asî olanların hazin bir son ile ortadan kaldırılacağı vurgusu ile gâzilere gazâ ve cihad ülküsü kazandırmak amaçlanmıştır. Çalışmamızda öncelikle Dâstân-ı Ejderhâ adlı eserin mevcut nüshaları temin edilerek metin karşılaştırması yapılmış ve orijinal metin ortaya konulmaya çalışılmıştır. Destanın Anadolu ve Balkanlardaki yansımaları ele alınmış, daha sonra söz konusu risalenin İslâmî dönem Türk kültür tarihindeki yeri ve değeri ile ilgili bir değerlendirme yapılmıştır.

Buhârî’nin Kitâbü’l-Îmân’ı Üzerine Hanefî Bakış Açısı -Bedrüddîn el-Aynî Örneği

Marife Dini Araştırmalar Dergisi, 2018

İmanla ilgili hususlar erken dönemlerden itibaren îtikâdî ve amelî fırkalar arasında ihtilaf konusu olmuştur. İman-amel, büyük günah-iman ilişkisi konusunda ilk defa Hâricilerin görüş belirtmesi ile gündeme gelen “İman” meseleleri, diğer fırka mensuplarının da tartışmaya dâhil olması ile birlikte farklı boyutlar kazanmıştır. Bu bağlamda hadis edebiyatının tasnîf döneminden itibaren ilgili eserlerde “İman” bölümlerine yer verilmiş ve konu üzerinde farklı değerlendirmeler yapılagelmiştir. Bu değerlendirmelerden biri de hanefî-mâtürîdî yaklaşımıdır. Bu yaklaşımın iman mevzuundaki açıklamaları her dönemde dikkatleri çekmiş ve birçok açıdan inceleme konusu olmuştur. İşte bu makalede bahse konu yaklaşımın önemli temsilcilerinden biri olan Türk asıllı muhaddis Aynî’nin Umdetü’l-Kârî adlı Buhârî şerhi, Buhârî’nin el-Câmiu’s-Sahîh’inin “İman” bölümü özelinde ele alınarak irdelenmeye çalışılmıştır.

EMSÂLÜ'L-KUR'AN BAĞLAMINDA HAKÎM ET-TİRMİZÎ'NİN EL-EMSÂL MİNE'L-KİTÂB VE'S-SÜNNE ADLI ESERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ IN THE CONTEXT OF AMTHAL AL-QURAN, AN ASSESSMENT OF AL-AMTHAL MIN AL-KITAB WA AS-SUNNAH OF HAKIM ET-TIRMIDHI

dergİabant (AİBÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi), 2016

Öz Emsâlü'l-Kur'an, Kur'an üslubunun önemli özelliklerinden birisidir. Bu sebeple konuyla ilgili çalışmalar erken dönemde başlamıştır. Hakîm et-Tirmizî'nin "el-Emsâl mine'l-Kitâb ve's-Sünne" isimli eseri de bu çalışmalardan birisidir. Önemli bir mutasavvıf olan Hakîm bu çalışmasında konuyu büyük ölçüde işârî-bâtınî yorum kapsamında değerlendirmiştir. Bu makalede, önce Emsâlü'l-Kur'an'ın kavramsal çerçevesine, Kur'an üslubu açısından önemine ve konuyla ilgili erken dönemde telif edilen başlıca eserlere yer verilmiştir. Sonra da Hakîm'in ilgili kitabının bu anlamda önemine vurgu yapılarak eser muhteva açısından değerlendirilmeye çalışılmıştır. İki ana bölümden oluşan eserin birinci bölümünde Kur'an'da geçen bazı emsallerin konu edinildiği, ikinci bölümde ise hadislerde, bazı rivayetlerde ve âlimlerin kullandığı halk arasında yaygın olan emsaller üzerinden yorumlar yapıldığı görülmüştür. Giriş bölümündeki açıklamalardan da anlaşılacağı üzere Hakîm'in işârî-bâtınî ağırlıklı bir yorumu tercih ettiği tespiti yapılmıştır. Abstract Amthâl al-Quran is one of the important characteristics of the Quranic style. Therefore, studies about the subject have begun in the early dates. The book of Hakim et-Tirmizi called al-Amthal min al-Kitab wa as-Sunnah is one of these studies. Hakim who is a well-known sufi is to assess the subject on a large scale within the scope of ishari-batıni commets. In this article, first of all, the conceptual framework of Amthal al-Quran, its importance in terms of the Quranic style and some books regarded the subject written in the early times have been dealt with. Then, emphasizing the importance of the relevant book of Hakim in this sense, the book has been tried to be evaluated in terms of the content of it. The book has two chapters. In the first, some amthals in the Quran have been dealt with, and comments about amthals prevailing in hadiths, some narrations and among public has been given. As understood from the explanation in the introduction, it has been found that Hakim has prefered a comment ishari-batıni oriented.

Abdülkerîm el-Cîlî’de Din ve İnanç: İmân ve İnkâr Üzerine Farklı Bir Yaklaşım

DergiPark (Istanbul University), 2003

Vahdet-i vücûd geleneği, mistik tecrübeden hareketle Allah-insan ve kâinat arasındaki ilişkiyi açıklamaya çalışır. Bu doktrinin bazı teorik ve pratik sonuçları vardır ki, bunlardan en önemlileri, din, iman ve inkâr konularıdır. Söz konusu doktrinin en önemli simalarından biri olan Abdülkerîm el-Cîlî de, doktrininin sonucu olarak inanç ve ibadet kavramlarına değişik yorumlar getirmektedir. Ona göre bütün varlık, Allah'a ibadet etmek için yaratılmışsa, bu, hangi inanca sahip olursa olsun, herkesin gerçekte Allah'a ibadet etmekte olduğunu gösterir. Buna göre bütün din ve inançlar, Allah'a ibadetin şu ya da bu şekildeki formundan ibarettir ve bunun bir sonucu olarak cehennemde azaba maruz kalanlar, içinde bulundukları halden memnun olacaklar ve azaptan lezzet alacaklardır.