Garzan Ve Raman Yöresi̇ Efsane Ve Halk İnanişlarinda Dağ Ve Su Kültü (original) (raw)

Orta Çağ Bati Kaynaklarina Göre Selahaddi̇n Eyyûbi̇

Journal of International Social Research

Öz Selahaddin Eyyûbi, Batıda bilinen adıyla "Saladin" elde ettiği askeri başarılar ve sahip olduğu kişiliği ile Haçlı Seferleri tarihinin en meşhur karakteridir. O, elde ettiği askeri başarıları ile Haçlıların ilerleyişini durdurmuş, dağınık haldeki Müslümanları bir çatı altında toplayarak güçlü bir devlet kurmuştur. Sahip olduğu olağanüstü kişiliği ile de çağının hem İslam hem de Hristiyan dünyası tarafından hayranlık derecesinde saygı duyulan bir figür olmuştur. Selahaddin, ölümünden kısa süre sonra İslam dünyasında unutulmaya yüz tutsa da onun adı Batı'da yaşamaya devam etmiştir. Batıdaki Selahaddin algısı zamanla tarihsel gerçeklerden kopmuş ve yerini güçlü bir efsanevi karaktere bırakmıştır. Bu çalışmada dönemin Batılı kaynaklardaki Selahattin Eyyûbi imajı ve bu imajın dönüşümü incelenmiştir.

Issai’Lerin Özümsenmesi̇ Ve Uygulanmasinda Başarinin Sağlanmasi

2012

Yuksek Denetim Kurumlari (YDK’lar), etkin ve kaliteli denetimler araciligiyla iyi yonetime yaptiklari katkidan dolayi kamu mali yonetim sisteminde onemli bir rol oynamaktadir. Denetimlerde kalitenin artirilmasi ve YDK’larin hesap verebilirlik ve guvenirliklerinin guclendirilmesinde, uluslararasi kabul gormus standartlara uygun denetim yapilmasi prensibi oncelikli bir husustur. Bu baglamda “Uluslarararasi Yuksek Denetim Kurumlari Standartlari (ISSAI’ler)” nin olusturulmasi ve gelistirilmesi, beraberinde getirdigi cesitli fayda ve zorluklar ile tum dunya YDK’lari icin buyuk onem arz etmektedir. Bu makale genel olarak ISSAI cercevesinin ortaya cikisini ve bu cercevenin kabul edilmesi ve uygulanmasinda gerek Turk Sayistayi gerekse diger YDK’larin bakis acisini ortaya koymaktadir. Her bir YDK’nin ulusal mevzuati, yetki alani, kurumsal yapisi ve kaynaklari gibi farkli etkenlerden dolayi soz konusu surec cok da kolay olmadigindan, makalede ISSAI’lerin dogru sekilde anlasilmasi ve uygulanma...

Çokluğun Bilimi Olarak Halk Sosyolojisi Yapmak

Küresel kapitalist hegemonyanın her geçen gün açık şiddetini ve her türlü demokratik potansiyeli bastırdığı günümüz İmparatorluk koşullarında, sosyal bilim yapmanın da bu tahakkümün bir parçası olup olmadığından emin olmalıyız. Bu çerçevede bazı sorular sorulabilir? Sosyal bilim pratiği küresel kapitalist iktidar ilişkileri içerisinde nerede konumlanmaktadır? Nasıl bir sosyal bilim pratiği küresel kapitalizme karşı bir şekilde gerçekleştirilebilir? Yaptığımız veya yapmakta olduğumuz sosyal bilimsel aktiviteler, temel olarak hangi amaca hizmet ediyor? Küresel kapitalist hegemonya ile sosyal bilim pratiği arasındaki eklemlenme nasıl oluşuyor? Küreselleşme koşulları altında sosyal bilim yapmanın özellikle de Üçüncü Dünya ülkesi koşullarında siyasal anlamı nedir? Kuzey'deki sosyolojinin niteliği ve temel sorunsalları ile Güney'deki sosyolojinin sorunsalları niteliksel olarak birbirinden farklı olmak zorunda mıdır? Yoksa bunun aksine egemen kapitalist hegemonyaya bağlı olarak dünyanın birçok coğrafyasında aynı bilimsel paradigmaların egemen olduğu ve uygulandığı bir sosyal bilime doğru mu gidiyoruz? Eğer durum böyleyse, " yerel " olguların kavranmasında metropolitan, Kuzey kökenli daha çok da Amerikan ve Avrupa merkezli sosyal kuramların yerel olguların açıklanmasında doğrudan kullanılmasının " kültürel emperyalizm " ve " tektipleştirme " bağlamında anlamı nedir? Bu sorular çerçevesinde bu makalede ele alınmaya çalışılan temel sorunsal, Negri ve Hardt'ın çalışmalarında geliştirilen küresel kapitalist hegemonyayı tarif etmek için kullanılan mparatorluk koşulları altında sosyal bilim yapmanın mparatorluğun dışarısına çıkmayı ne kadar mümkün kıldığını belirlemektir. Alatas'ın belirttiği üzere " tutsak akıl " sendromundan kurtulmak için biz Üçüncü Dünya sosyal bilimcileri olarak ne yapmamız gerekir? Ürettiğimiz kavramların, algılama biçimlerinin Batı dünyası ile uyumlu olması gerekir mi? Bu anlamıyla Raewyn Connell'ın Güney teorisi içerisinde gördüğü yaklaşımlar, her ne kadar doğrudan sosyolog kökenli yazarlar tarafından geliştirilmese de, Batılı hegemonyaya karşı bir karşı-hegemonik süreç başlatmakta ve alternatif bir söyleme dayanmaktadırlar. Bu yönde Burawoy bir Güney sosyolojisinin olup olmadığını ve eğer varsa Güney sosyolojisinin temel göstergelerinin neler olduğunu sormaktadır. Güney sosyolojisi Batılı hegemonyayı ve akademik bağımlılık ilişkilerini ters yüz etmektedir. Akademik bağımlılık ilişkileri temel olarak azgelişmiş toplumlardaki bilimsel işleyişin, gelişmiş toplumlardaki bilimsel işleyişe bağımlı olduğu anlamına gelmektedir. Buna göre azgelişmiş ülkelerdeki sosyal bilimciler, gelişmiş ülkelerdeki bilimsel prensipleri, araştırma metodlarının ve kavramlarının pasif alıcısı konumundadır (Alatas, 2006-60-63). Üçüncü Dünyadaki sosyal bilimciler, araştırmaların parasal açıdan desteklenmesi, makalelerinin ve kitaplarının yayınlanması ve yeteneklerinin gelişmesi anlamında Batılı bilimsel kuruma, bu sosyal bilim iktidarına bağımlı haldedir. Bu anlamda Alatas'ın tutsak akıl kavramı bu bilimsel iktidarın görevli memurlarının içinde bulundukları koşulu tanımlamak için devreye sokulmaktadır. Alatas bu zihinsel durumu radikal bir şekilde eleştirmekte ve yaratıcı ve eleştirel bir tahayyül yeteneğine sahip olan bilimsel pratiği inşa etmek gerektiğini ifade etmektedir. Çünkü Alatas'a göre tutsak akıl temelde yaratıcı değildir ve Batılı düşünce sistemine bağımlıdır. Tutsak akıl temelde bir zihinsel durumu ifade eder ya da daha doğrusu Üçüncü Dünya aydınının içerisinde bulunduğu zihniyet dünyası hakkında bizlere bir fikir verir. Tutsak akıl mevcut toplumunun sorunlarını çözebilecek analitik bir düşünme kapasitesine sahip değildir ya da böyle bir amacı söz konusu değildir. Kendi toplumunun özgün değerlerinden, tarihsel birikiminden tamamıyla uzaklaşmış hatta yabancılaşmış durumdadır. Tutsak akıl kavramı ile Batıdan-zehirlenmiş insan (Westoxicated man) kavramı arasında bu anlamda yakın bir anlam yoğunluğu mevcuttur.

KURAN'DA EKSİKLİK OLDUGU İDDİALARIBAGLAMINDA BAZI SURELERLE İLGİLiRİVAYETLER ÜZERİNE BİR DEGERLENDİRME(Ahzab, Muavvizeteyn, Kunut ve Nurayn Rivayetleri)

DergiPark (Istanbul University), 2006

Kafi'sinin konumunun, Buhari ve t;Aüslim'in sahihleri ile Sünenlerin Ehl-i sünnet nazarındaki konumu ile aynı olmadığını; onlara göre, bunlardaki tüm hadislerin sahih sayıldığını söylemektedir. Bkz. Caferiyan, RasOı, UkzDbetü tahrifi'l-Kur'an, (Kum, 1413), 75. Caferiyan ya Ehl-i sünnet'in bu eserlerdeki rivayetler ile ilgili kanaatini bilmediğinden veya mezhebini savunma heyecanıyla böyle söylemi� olsa gerektir. Çünkü Buhad'nin eseri de dahil olmak üzere hepsindeki rivayetlerin eıe�tiriye açık tutulduğunu, bu alanla me�gul olan herkes bilir. Ayrıca, Bu eserlerin hiçbirinde yukarıda örnekleri verilen boyutta tahrif olarak algılanacak rivayetler bulunmamaktadır. Caferiyan ayrıca, el-Kafi'de bulunan 16.199 hadisten 9.480 tanesinin sened yönünden zayıf olduğunu ve tahrif ile ilgili rivayetleri aktaranların Gulat'tan olduğunu, Ehl-i sünnet alimlerinin Gu!at ile mutedir İmamileri karı�tırdıklarını belirtmekte ve onlara yönelik tenkitleri aktarmaktadır. Bkz., Caferiyan, age., 76-79, 117-118.

Mutezilî Ahlâk Nazariyesinde Bilgi-Değer Münasebetine Bir Bakış

2018

Mu‘tezili kelâmcilarin ortaya attiklari ahlâk nazariyesi Ortacag Islâm dunyasinda onemli bir yer isgal eder. Bundan dolayi, bu makale bilgi-deger munasebeti sorununa ayrilmistir. Es‘ari kelâmcilarin aksine, Mu‘tezililer, bilgi-deger munasebetinden yola cikmak suretiyle, din gonderilsin ya da gonderilmesin, iyi, kotu ve zorunlu gibi bazi objektif deger terimlerinin akil kanaliyla bilinebilirligi tezini one surmuslerdir. Mu‘tezililer, ahlâki degerler alaninda nesnelciligi savunurlar, ancak onlarin savundugu ve zorunlulugunu butunuyle Tanri’dan alan bu turden bir nesnelcilik anlayisini, deyim yerindeyse, “ilâhi nesnelcilik” diye nitelendirmek mumkundur. Onlarca, degerler daha baslangicta hem nesneler âlemine hem de insan anligina sadece Tanri tarafindan yerlestirilmistir. Mu‘tezililere gore, hem akil hem de nakil iyi ve kotu gibi deger kavramlarini bilme hususunda iki asil kaynaktir. Iste bu nedenledir ki, Mu‘tezililerin savundugu akil “kismi akilcilik”olarak kabul edilebilir. Sonuc it...

AFYONKARAHİSAR İLİ PAZARAĞAÇ KASABASI DÜĞÜN ÂDETLERİ̇

Journal of International Social Research, 2019

Öz İnsan hayatındaki üç geçiş döneminden biri olan evlenme töreni, eski Türk toplumları da dâhil olmak üzere, Türklerin en renkli ve çeşitli uygulamalarla bezeli kültürünü yansıtmaktadır. İlk çıkış noktasının belli olmadığı birçok âdet, gelenek, görenek ve töreye düğün törenlerinde titizlikle riayet edilir, aksi takdirde aileye huzursuzluk, mutsuzluk ve uğursuzluk taşıyacağına inanılır. Yeni kurulacak olan ailenin birliği, mutluluğu ve beraberliği için uğurlu ve mübarek sayılan her türlü ritüel gerçekleştirilir. Eski Türk inançlarının izlerini taşıyan düğün âdetleri zamanla gelişen teknolojiye, değişen kültürel yapıya ve sosyolojik beklentilere göre şekil değiştirmiş; bazılarından tamamen vazgeçilirken bazıları en eski halleriyle uygulanmaya devam etmektedir. Bu çalışmamızda Afyonkarahisar'ın Çay ilçesine bağlı bir belde belediyesi olan Pazarağaç kasabasının düğün âdetlerini bu çerçevede değerlendirdik. Kaynak kişilerimizin anlatımlarından yola çıkarak ve yazılı kaynaklarla desteklediğimiz bilgileri eski ile yeninin mukayesesini yapmak suretiyle ele aldık. Kız isteme töreni, nişanlılıktaki ev ziyaretleri, saç kesme(kâkül) töreninde geline sucuk takılması, kına gecesinde gelinin ağlatılması gibi âdetler halen uygulanırken; gelin hamamı, güveyi giydirme, ailenin gençlerden habersiz söz kesmesi gibi âdetler uygulanmamaktadır. Çalışmamızda söz konusu âdetler ayrıntıları ile anlatılırken sosyolojik ve ekonomik değerlerin âdetler üzerindeki etkilerine de değinilmiştir.

İKLİM KRİZİ ÇAĞINDA ÇEVRE HABERCİLİĞİ

Literatürk Academia, 2023

İçinde yaşadığımız dönemde kapitalizmin getirdiği üretim ve tüketim biçimi, iklim krizi başta olmak üzere birçok çevre sorununun yoğun ve şiddetli yaşanmasına neden olmuştur. Antroposen çağ doğal kaynakların hızla tükenmesini ve kirlenmesini beraberinde getirmiş, gezegeni yavaş yavaş yok olmaya terk etmiştir. Böylesi bir tehlikeyi önlemenin ilk yolu sorunun ciddiyetini, ekonomik, siyasi ve toplumsal yönleriyle bütüncül bir biçimde aktarmaktan geçmektedir. Medyadan, çevre sorunlarını bilimsel bir temelde topluma sunması, çevresel bilincin oluşmasında rol alması beklenmektedir. Ancak medyanın içinde bulunduğu ekosistem, çevre sorunlarının kamu yararı gözeten, bilimsel ve çözümcü bir perspektifte ele alınmasını zorlaştırmıştır. Bu kitapta, çevre haberciliğinin “neden nitelikli bir tutum sergileyemediği” sorusuna yanıt aranmış, nitelikli bir çevre haberciliği yürütülmesinde yaşanan sorunlar incelenmiştir. Çevre haberciliğinin küresel alanda ve Türkiye’deki uygulama örneklerine değinilmiş, tarihsel izlek çerçevesinde mukayeseli bir tespit ortaya konmuştur. Kitap, kalıcı ve istikrarlı bir performans sergileyemeyen çevre haberciliğinin ne tür önerilerle geliştirilebileceği üzerine kafa yormuş, “nesli tükenmemesi gereken bir gazetecilik türü” olduğunu gün yüzüne çıkarmıştır.

Akdeni̇z Bölgesi̇ni̇n Bati Yarisindaki̇ Kiyi Alanlarinda Nüfus

2009

Koycegizin batisindan baslayarak, Gazipasa'nin dogusuna kadar uzanan kiyi alanlari cok sayida kucuklu, buyuklu akarsulari, ovalari, yer yer ovalari kesen yukseltileri, koylari, korfezleri, plajlariyla cok zengin dogal potansiyele sahip olan kiyi alanlari, basta ziraat ve turizm olmak uzere bircok ekonomik faaliyetin gelisebilmesine imkan tanimaktadir. Yerlesme tarihi paleolitige kadar inen bolgede insanin dogal sartlara hakimiyeti ve bu potansiyeli yonlendirmesi, kullanmasina bagli olarak nufus zaman zaman artmis, bazen azalmistir. Ilkcaglarda buyuk bir dinamizmin goruldugu bolgede son yillarda nufusun ozellikle tarim ve turizm sektorlerindeki gelismelere bagli olarak hizli bir artis gosterdigi gozlenmektedir. Bu kiyi alanlarindaki dogal potansiyelin zarar gormemesi, surekliliginin saglanabilmesi icin koruma- kullanma dengesinin muhafaza edilerek, kiyi alanlarinin kullaniminda surdurulebilirlilik ilkesinin esas alinmasi gerekmektedir.

KUR’ÂN-I KERÎM’DE TECEDDÜT ve SÜBÛT MANASI İÇİN YAPILAN ‘UDÛL ÇEŞİTLERİ

2019

Arap dilinde ismin kalicilik ve devam anlamlarina; fiilin ise yeni olma, degisim, yenilenme anlamlara delâlet ettigi kabul edilmektedir. Bu sebeple duraganligin oldugu, degisimin olmadigi, sabit ve kalici olan durumlarin ifadesinde isim kalibi kullanilmaktadir. Degisim, olus, yenilik gibi hareket iceren durumlarin ifadesinde de fiil kalibi kullanilmaktadir. Bazen anlatimda hareket veya kaliciligi ifade eden cumleden tam ziddi durumu ifade eden baska bir cumleye gecisler olmaktadir. Boyle gecislerde, kullanilan kaliplar da degismekte ve baglama uygun kalip kullanilmaktadir. Bu calismada oncelikle calisma icerisinde yer alan kavramlar ele alinacaktir. Kavramlar incelenirken delalet ettikleri anlami bulunduran unsurlara da yer verilecektir. Bu unsurlardan ismin kalicilik, fiilin yenilenme anlamlarina delâletlerinden soz edildikten sonra iki anlam arasindaki farktan dolayi kaliplar arasinda meydana gelen gecisler soz konusu edilecektir. Bu durumun neticesinde dogal olarak subut ve devam...

Ahmed Cevdet Paşa'nın İlm-i Kıyâfet ile İlişkisi Hakkında Bir Değerlendirme

III.ULUSLARARASI OSMANLI ARAŞTIRMALARI KONGRESİ (7-9 EYLÜL), 2022

İlm-i kıyâfet, klasik İslâm ilimleri arasında insanların dış görünüşlerine göre karakter özelliklerini tanımlamaya çalışan bir uğraşı olmuştur. Uzun yıllar biriken tecrübe ve ortak bilincin ürünü sayılan ilm-i kıyâfet, modern fizyonomi ve psikolojinin gelişmesiyle birlikte daha az rağbet edilen bir öğreti hâline gelir. Meseleye bilim, kültür ve edebiyat tarihi açısından bakıldığında, kadim bir geleneğin temsilci olarak ilm-i kıyâfetin mevcut Osmanlı literatürünü ne ölçüde etkilediği ve yakın dönemde yazılan eserlerde bu ilimden ne kadar faydalanıldığı önemli sorular olarak belirmektedir. Bu bağlamda çalışmanın amacı, 19. yüzyılın âlim ve bürokratı Ahmed Cevdet Paşa’nın eserlerinde ilm-i kıyâfeti nasıl kullandığını somut örneklerle göstermek ve Kıyâfetnâme adlı müstakil çalışmasını ilk defa ayrıntılı bir incelemeye tâbi tutmaktır. Böylece Cevdet Paşa’nın ilm-i kıyâfeti kullanarak yazdıklarını değerlendirirken dönemin estetik anlayışı, işe alım kriterleri, ruh hâlleri ve hatta insan türleri (poligenist bir yaklaşımla) hakkında bir fikir edinilebilecektir. Ayrıca Cevdet Paşa’nın eserlerinde yer verdiği karakterleri iyi ya da kötü yönde tanımlarken ilm-i kıyâfet hükümlerine göre bir inşa yarattığı da bu çalışmanın önemli tespitlerinden olmuştur. Nihayetinde, klasik İslâm tedrisatından geçmiş yakın dönem Osmanlı entelektüellerinden biri olarak Cevdet Paşa’nın ilm-i kıyâfeti büyük ölçüde benimsediği ve yazdıklarına da bunu yansıttığı sonucuna varılmıştır.