KENDİSİ ve ŞİİRİ OTEL ODALARINDA UNUTULMUŞ BİR ŞAİR: İLHAMİ BEKİR TEZ ve YARIM KALAN BİR AŞK HİKÂYESİ: SESİYE (original) (raw)
Related papers
BATI BASINININ ODAĞINDA KUZEY AFRİKALI BİR ŞEYH: ŞEYH AHMED ŞERİF SENUSİ
ESOGÜTD, 2019
Özet Şeyh Ahmed Senusi’nin Senusiyye Tarikatı’nın başına geçtiği andan itibaren Avrupa devletleri tarafından yakından izlendiği gerek bu devletlerin gerekse Osmanlı Devleti’nin istihbarat kayıtlarından anlaşılmaktadır. Zira Şeyh Ahmed Senusi, Allah yolunda ölmeyi ve İslam düşmanlarına karşı birlik olmayı öğütleyen bir önder olarak onlar için tehlike arz etmekteydi. Şeyh Ahmed Senusi’nin yalnızca devletlerin gizli istihbaratları tarafından değil, basın aracılığı ile kamuoyu tarafından da ilgiyle takip edildiği görülmektedir. Özellikle Türkiye’de bulunduğu dönemde sıklıkla haber konusu edilmiştir. Bu çalışmada Amerika, İngiltere, Avusturalya, İskoçya, Yeni Zelanda gibi basın organları İngilizce dilinde yayın yapan ülkelerin gazetelerinde Şeyh Ahmed Senusi ile ilgili çeşitli konularda çıkan haberler irdelenerek, haberlerin doğru olup olmadığı, hangi amaçla yapıldığı ve bu haberlerle kamuoyunda herhangi bir algı yönetimi yapılıp yapılmadığı tespit edilmeye çalışılacaktır. A NORTH AFRICAN SHEIKH AT THE FOCUS OF THE WESTERN PRESS: SHEIKH AHMAD SHARIF SENUSSI Abstract It is understood from records of European states and the Ottoman Empire's intelligence records that Sheikh Ahmad Senussi was closely watched by European states from the moment he was elected head of the Senusiyya sect. For Sheikh Ahmad Senussi was a danger to them as a leader who advised to die on the path of Allah and unity against the enemies of Islam. Sheikh Ahmad Senussi is seen not only by the secret intelligence of the states, but also by the public through the press. Especially in the period that he is found in Turkey he often has been the subject of news. In this study, English newspapers published in countries such as America,England, Australia, Scotland, New Zealand, including news about Sheikh Ahmed Senusi will be discussed. As a result, it will be tried to determine whether these news are true, what purpose it is made for, and whether there is any perception management in the public with these news.
BATI’NIN FİKRÎ MEYDAN OKUMALARI BAĞLAMINDA ELMALILI M. HAMDİ YAZIR’DA ÜÇ TERİM: AKIL, İLİM, FELSEFE
Elmalılı M. Hamdi Yazır Sempozyumu Akdeniz Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, 2-4 Kasım 2012, 2015
Sonuç Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, klasik dinî tedrisatta yetişmiş, dinî ilimleri bihakkın öğrenmiş, öğretmiş bir on dokuzuncu yüzyıl alimidir. On dokuzuncu yüzyıl, Batı ile ilişkimizin bir mütekabiliyet ilkesinden uzaklaşarak, tek yönlü bir maruz kalmaya, etkilenmeye ve teslim olmaya dönüştüğü çağdır. Böyle netameli bir atmosferde entelektüel faaliyetini sürdüren Elmalılı; 1- Batı’ya bigane kalan molla/alim grubundan değildir. Batı’yı imkanları ölçüsünde tanımaya çalışmış, bu amaçla Fransızca öğrenmiş, Batı felsefesini tetkik etmiştir. 2- Batı’ya hasmane bir tutum takınan alim grubundan da değildir. Zihninde, biri tevhid ve evrensel kardeşlik ilkelerine doğru ilerleyen, evrenin sırlarını çözen bir bilim üreten bir Batı ve diğeri ilhad, pozitivizm, Doğu’ya zulüm gibi yanlışlarla malûl olan diğer Batı olmak üzere iki Batı vardır. 3- Konumuz olan akıl, ilim ve felsefe terimlerini tanımlarken klasik tanımlara sadık kalmış, bu terimleri klasik epistemolojinin ve psikolojinin konusu olan teknik birer terim olarak ele almıştır. Bununla birlikte bu terimleri her ele alışında, Batı’nın hayaleti Elmalılı’nın gözettiği bağlama müdahil olmuş, terimler ideolojik (mesela “ilerlemeci”) içerikler kazanmışlardır. 4- Bu terimleri ele alırken izlediği stratejiler; a) Batılı bilgi ve akla meşruiyet kazandırmak, b) ama bu meşruiyete rağmen bu bilgi ve aklı vahiy ile sınırlamak, c) İslam’ın terakkiye mani olmadığını, aksine terakkinin garantisi olduğunu, çünkü çağdaş bilim ve felsefenin İslam’ın önerdiği değerler hattına geldiğini savunmak, d) bu sebeple Batı’nın tanınmaya ve hatta çoğu kez bilimsel açıdan takip edilmeye değer olduğunu vurgulamak, e) bu arada, Batılı yeni değerlerin arka planında bulunduklarını sezdiği İslam’la çatışan perspektifleri sorgulama neticesinde, bize özgü bir tefekkür tarzını muğlak da olsa savunmak, benimsemek. 5- Bu özellikleriyle Elmalılı, çağdaşı olan İslamcılarla benzeşmektedir. Ama geleneksel bilgiye ve özellikle geleneksel hayat görüşüne duyduğu güçlü itimat (ve bunun neticesinde, “fıkh-ı mutlak” terimine, çağdaş felsefedeki nübüvvet bahsinin eksikliğine dikkat çekmesi; fıkıh-kelam-tasavvufun üçünü birden hesaba katmaya özen göstermesi; çağdaş bilimsel gelişmelerin İslamîleştirilmesi yönünde dinî ilimleri bir tür ideolojik aygıt gibi konumlandırması) sayesinde bize özgü bir tefekkür tarzını arayışıyla birçok çağdaşından da ayrılır.
HAŞİM NEZİHİ OKAY’IN ŞİİRLERİ VE ŞİİR ANLAYIŞINDAKİ DÖNÜŞÜMLER
1904 yılında Amasya’da dünyaya gelen Haşim Nezihi Okay, eğitimine burada başlamış, 1924 yılında Trabzon Muallim Mektebi’nden ve ardından 1930 tarihinde İstanbul Darülfünun Edebiyat Fakültesi’nden mezun olmuştur. Anadolu’nun çeşitli yerlerinde edebiyat öğretmenliği yapmış olan Haşim Nezihi, aynı zamanda çeşitli dergilerde şiirler ve yazılar yayımlamıştır. Ayrıca halkevlerinin çalışmalarına katılmış, halk bilimi üzerine çalışmalar yapmıştır. Haşim Nezihi’nin Akşam Şarkıları, Ilgar, Ömrümün Yaprakları, Atatürk ve İnkılap Şarkıları adlı şiir kitaplarının yanı sıra halk edebiyatına ve âşıklara dair kitapları da vardır. Genç yaşlarından itibaren şiir sanatına ilgi duyan Haşim Nezihi, şiirlerini farklı dergilere göndererek yayımlamıştır. Şiirlerinde Divan edebiyatından, halk edebiyatından faydalanırken, özellikle Divan şairlerine nazireler yazmayı ihmal etmemiştir. Hem aruz ölçüsüyle hem de hece ölçüsüyle şiirler kaleme alan Haşim Nezihi, diğer taraftan Ahmet Haşim, Yahya Kemal, Faruk Nafiz, Fazıl Hüsnü gibi şairlerin etkisi altında kalmıştır. Bu bildiride söz konusu etkiler ışığında, Haşim Nezihi’nin ilk şiirlerinden itibaren şiir anlayışındaki dönüşümler belirlenecek ve değerlendirilecektir. Anahtar Kelimeler: Haşim Nezihi Okay, edebiyat, şiir
OTEL ODALARI ŞİİRİNDE YALNIZLIK VE KİMSESİZLİK
Giriş Oteller, yalnız ve kimsesiz bireylerin konakladıkları zorunlu seçimlerin ve ayrışmaların mekânlarıdır. Özellikle kimsesiz ve huzursuz bireylerin toplumdan yalıtılmış bir şekilde yalnızlıklarıyla baş başa kaldıkları otel odaları, yalnız bireylerin umutsuzlukla çepeçevre kuşatıldıkları kaçış alanlarıdır. Otel odalarının basık ve soğuk atmosferine mahkûm olan bireylerin 'boşluk içinde asılı kaldıkları' duygusu, otel metaforu etrafında kurgulanan şiirlerde özellikle mekân-insan ilişkisi bağlamında ele alınır. Zira topluma yabancılaşan bireylerin otellerin dar ve kasvetli odalarında kendi gerçeklikleriyle yüzleşmeleri, aynı zamanda toplumsalın sınırları dışına terk edildiklerinin bir göstergesidir. Bu kaçış, kimi zaman özgür olmayı ve toplumsalın verili kabullerinden kaçmayı yansıttığı gibi kimi zaman da zorunlu bir seçime dönüşür. Yalnızlık ve kimsesizlikle ev yaşamından uzak kalan modern bireyler, aidiyetlerini oteller aracılığıyla bir mekâna iletmek arzusundadırlar. Oteller, modern bedenlere ait mekânlar olma özelliklerinin yanı sıra kent yaşamının da gösterge birimlerinden birisidir.
ŞAİRİN SAKLI BAHÇESİNİN ŞİİRE YANSIMALARI: POETİK VE ESTETİK AÇIDAN KLASİK TÜRK ŞİİRİNDE HAYAL
Öz Şair; duygu, düşünce ve arzularını hayal gücünün yardımıyla dönüştürerek sanatsal ve estetik bir kalıpta sunan kişidir. Başta teşbih ve mecaz olmak üzere edebî sanatları kullanarak iç ve dış âlemden aldıklarını sanatsal boyutta tekrar inşa eder. Bu süreçte şairin duygu, düşünce ve tasarılarına yön veren hayal gücüdür. Klasik Türk şiirinde hayal, şiirin başlangıcı ve şairin beslendiği önemli bir kaynaktır. Zira şairler hakkında değerlendirmelerde bulunan tezkire yazarları hayali güzel söz ve şiiri netice veren bir değer olarak görürler. Tezkirelerde kullanılan dile bakarak hayal gücünün güzeli tarif eden, güzeli arayan estetik değerlendirmeler için bir ölçüt olduğunu söylemek mümkündür. Klasik Türk şiirini kendi sistemi içerisinde değerlendirmek, şairlerin hayal kavramına bakışları ve hayal gücüne yönelik değerlendirmelerini dikkate almamızı gerektirir. Bu bağlamda, klasik Türk şiirinde hayal kavramının çeşitli teşbih ve mecazlarla kullanıldığı görülür. Hayalin hazine, gül bahçesi, deniz ve sultan gibi kavramlarla ilişkilendirildiği bu teşbihlerde şairin hayale atfettiği değer ya da işlevi bulmak mümkündür. Şairlerin çeşitli benzetme ve mecazlar çerçevesinde şiirdeki yerine işaret ettikleri hayal, klasik Türk şiirinde poetik ve estetik bir değere sahiptir. Abstract Poet is the one who offers his feelings, thoughts and desires in an artistic and aesthetic mold by converting them with the help of imagination. He rebuilds the materials received from internal and external world in artistic dimension by using literary arts especially including similes and metaphors. In this process, the power of imagination shapes the poet's feelings, thoughts and designs. In classical Turkish poetry the imagination is the beginning of the poem and an important source that the poet is fostered. Because the authors of tezkires who had assessments about the poets see the imagination as a value that results the good word and poetry. Looking at the language used in tezkires it can be said that the imagination is a criterion for aesthetic considerations that defines and seeks the beauty. Evaluating the classical Turkish poetry in its system requires us to take into account the assessments and the concept of view of the poets over the imagination. In this context, the concept of imagination is seen in classical Turkish poetry used with a variety of similes and metaphors. In these similes which the imagination is associated with the concepts like treasue, rose garden, sea and sultan it is possible to find the value and the function of imagination that the poet attributed to. The imagination that the poets pointed out its place in poetry under various similes and metaphors has a poetic and aesthetic value in classical Turkish poetry. Giriş İnsana yeni umutlar, yeni heyecanlar veren hayal gücü insan için önemli olduğu gibi sanat açısından da ayrı bir öneme sahiptir. Zira hayal, sanatın ortaya çıkması ve ilerlemesinde itici güçtür. Sanatçı; iç ve dış âlemde duygu, idrak ve hissini derinleştiren; bulduklarını dönüştürerek ses, renk, kelime gibi çeşitli estetik kalıplarda ifade eden kişidir. İç ve dış âlemin yeniden inşa edilip farklı bir gerçeklikle sunulduğu sanat eseri, sıra dışı özellikler gösteren olağanüstü bir hayal gücüne dayanır. Sanatsal gerçekliğin şekillenmesi, sanat eserinin ortaya çıkması büyük ölçüde hayal gücünün imkânlarına bağlıdır. 1 " Hayal " , sözlükte " insanın kafasında tasarlayıp canlandırdığı şey. " (Devellioğlu, 1997: 346), " Bir şeyin gerçeği zannedilen veya gerçeğine benzeyen, benzetilen görüntüsü " (Durusoy, 1998: 1) diye tanımlanır. " Tahayyül " , hayal etme eylemi; " mütehayyile " ise hayal gücü anlamında kullanılan terimlerdir. Klasik Türk şiirinde Arapça bir sözcük olan " hayal " in çoğulu " hayâlât " ve aynı kökten gelen " muhayyel " ve " tahayyül " sözcükleri hayal ile birlikte sıklıkla geçer. Hayal, kimi zaman gerçek dışı, asılsız iş anlamlarını ifade eder. Ahmet Paşa'nın " Hayâl-i bâtıla bakma basîret ehli isen " (Ahmet Paşa Divanı, 1992: 111) dizesi ile Nâilî'nin " Düşdük cünûn-ı aşk ile vehm ü hayâle biz " (Nâilî Divanı, 1990: 138) mısraı hayal kavramının " kuruntu, asılsız iş " anlamlarıyla kullanımına birer örnektir. * Yrd. Doç. Dr., Bartın Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü. 1 Esrar, imkân ve imkânsızlık sınırlarını kaldırmasıyla insanın önünde yeni bir buut oluşturur. Bazı sanatçıların esrara olan düşkünlükleri, esrarın gerçek âlemden kaçışla birlikte insanı hayalin uçsuz bucaksız âlemlerinde gezdirmesine bağlanabilir. Hatta şiir, müzik, dans, tiyatro gibi sanat dallarının ilk icracılarından olduğu kabul edilen şamanlardan bazılarının esrime deneyimi için esrar kullandıkları bilinmektedir.
ESKİŞEHİR’DE SEYYİD BATTAL GAZİ KÜLTÜ ODAĞINDA GELİŞEN ANIT TÜRBE MİMARİSİNE BİR BAKIŞ
Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, Yıl: 9, Sayı: 117, Haziran 2021, s. 1-17, 2021
Bu makalede Eskişehir’in Seyitgazi ilçesinde 1464-65 yıllarında yeniden inşa edildiği anlaşılan Seyit Battal Gazi Türbesi’nin Battal Gazi Kültü olarak tanımlayabileceğimiz inanışın, bölgede daha sonraki yıllarda inşa edilmiş anıt türbelerin mimarisine etkisi ele alınmaya çalışılmıştır. Seyit Battal Gazi Türbesi (1464) ile birlikte ele aldığımız türbelerin inşa faaliyetlerini, bölgenin dini, sosyal ve siyasal yapısına bağlı olarak değerlendirebiliriz. Özellikle 15.-16. yüzyıllarda bölgedeki zaviyeler (Öncelikle Seyid Battal Gazi Külliyesi), ihya edilmiştir. Bu yapılara (Mihaloğulları ailesinin özel ilgisine paralel), Osmanlı başkentinin sosyal ve siyasi politikalarına bağlı olması muhtemel, büyük yatırımlar yapıldığını görmekteyiz. Seyid Battal Gazi Külliyesi’nde yapılan onarım ve ilaveler ile Sücaeddin Veli Külliyesi ve Üryan Baba Zaviyesi’nin inşası buna örnek teşkil eder. Sonuç olarak; bölgede inşa edilen Şeyh Sücaeddin Türbesi, Üryan Baba Türbesi, Demirtaş (Mürvet Ali) Paşa Türbelerinin sekizgen prizma biçimli gövdeleri, kubbe örtüleri ve mimari kuruluşlarıyla Battal Gazi Kültü’nün anıtsal yapısı olan Seyit Battal Gazi Türbesi’nin formunu bir anlamda tekrar etmesine neden olarak, Seyid Battal Gazi Kültü’nün başat bir rol oynadığı söylenebilir.
KENT(Lİ)LEŞME PRATİĞİNDE YENİ BİR OLGU: TAZİYE EVLERİ ve FARKLILAŞAN SOSYO-KÜLTÜREL PRATİKLER
_______________________________________________________________________________ ÖZET Bütün dünyada olduğu gibi Türkiye'de de kentleşme süreciyle birlikte toplumsal yaşamın birçok alanında yapısal farklılaşmalar gerçekleşmektedir. Modernleşmenin belirgin bir yüzünü temsil eden kentleşme dinamiği, kırsal yaşamın aurasında şekillenen yaşam pratiklerini kendine özgü normlar çerçevesinde yeniden biçimlendirmektedir. Kente taş(ın)an nüfus, kentin normatif düzeni içinde ekonomik, siyasal, toplumsal, kültürel ve dinsel alanlarda kente tutunma anlamında farklı stratejiler geliştirmeye çalışmaktadır. Bu bağlamda ekonomik yaşam, siyasal tercih, sosyalleşme biçimi, kadın-erkek ilişkileri, aidiyetler, dinsel tutum ve pratikler gibi birçok alanda belirgin bir biçimde yeni tarzlar oluşmaktadır. Bu çalışmanın amacı, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde geleneksel yaşam kalıpları içinde yerleşik bir karakter kazanmış bir sosyo-dinsel ritüelde, taziye geleneğinde, kentleşme süreciyle birlikte gerçekleşen aşınmaları ve yine kentleşme mantığının bir sonucu olarak ortaya çıkan " taziye evleri " oluşumunu sosyolojik açıdan analiz etmektir.