Osmanlı İmparatorluğu’nun 17. Yüzyılda İran Sınırındaki İdarî ve İktisadî Pratiği: Şüregel Livâsı Örneği (original) (raw)

Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı Devleti'nin İran'da Cihad-ı Ekber Faaliyetleri

2502110377 Tez Danışmanı: DOÇ.DR. İLYAS TOPSAKAL İSTANBUL 2016 III ÖZ BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI'NDA OSMANLI DEVLETİ'NİN İRAN'DA CİHAD-I EKBER FAALİYETLERİ RIDVAN AYAYDIN Birinci Dünya Savaşında İtilaf Devletleri'ne karşı Avrupa cephelerinde savaşa tutuşan Almanya, Fransa cephesindeki Marne'de durdurulduktan sonra, 2 Ağustos 1914'te yaptığı gizli anlaşma ile yedeğe aldığı Osmanlı'yı müttefiki olarak savaşa sokmaya karar vermişti. Osmanlı, dönemin en güçlü Müslüman devleti olması hasebiyle Halifeliği elinde bulundurduğundan, İtilaf Devletleri'nin sömürgelerindeki Müslümanlar, halifenin çağrısı ile cihada davet edilerek ayaklandırılmak istendi. Böylece İtilaf devletleri Avrupa cephelerine sömürgelerinden asker takviyesi yapamayacak ya da Avrupa cephelerindeki askerlerini sömürgelerinde çıkan isyanları bastırmak üzere oralara kaydırarak, Almanlara Avrupa'da kilitlenen cepheleri kendi lehlerine açma imkânı vereceklerdi. Osmanlı da İtilaf Devletleri'ne ittifak teklif etmesine rağmen aldığı olumsuz cevabı, İtilaf Devletleri'nin kendisini aralarında savaş sonrası paylaşacakları şeklinde yorumlayarak, Almanya'nın yanında savaşa dâhil olmuştu. Kaybettiği toprakları da geri alabilme ümidiyle Cihad-ı Ekber ilan etti. Cihad-ı Ekber'in asıl hedeflerinden birisi İngiliz sömürgesindeki Hindistan Müslümanlarını ayaklandırmak olduğundan, oraya ulaşabilmek için İran'a girmek bir zaruret olmuştu. Osmanlı ve Almanya etkili kuvvetlerle İran'ı geçememesine rağmen karadan ulaşabildiği tek müslüman komşusu olması, diğer Müslüman ülkelere ulaşım için gerekli olan donanmasının da zayıf olması ve sahada aktif olarak, sefir başta olmak üzere ataşemiliteri ve subayları ile çalışabilme imkânı bulduğu için Cihad-ı Ekber faaliyetleri İran'da yoğun olarak etkin oldu. Osmanlı sınırına yakın Kürt ve Türk aşiretlerinden mücahid topladı ve Ruslara karşı küçük müfrezelerle zaman zaman etkili savaşlar verdi. Halife ve cihad gibi İslam dinine ait kavramları dünya çapında siyaseten kullanıp, dünyanın en güçlü ordularına sahip Almanya ile müttefik olarak ondan destek alsa bile, müslim ve gayrimüslim bütün insanoğlunun eylemlerinin altında yatan sonsuzluk ve ebedi iktidar iddiasına Allah dışındaki bütün varlıklar gibi Osmanlı Devleti de yenik düştü.

Osmanlı İran İlişkilerinde Serhat Eyaletlerinin Rolü (1722 1725) - Nazlı Hilal CİNEMRE

Osmanlı-İran İlişkilerinde Serhat Eyaletlerinin Rolü (1722-1725)

Ottoman-Iran relations have attracted the attentions of historians have been the subject of many researches from the beginning until today. Among the reasons for this; The influence of Iran in internal disorder of the Ottoman Empire, sectarian activities of Iran, the Safavids seeing Anatolia as a spreading area, land domination between the two states, border disputes and economic concerns can be listed. The years of 1722-1725 were a period when the relations between the Safavid Dynasty, ruled in Iran, and the Ottoman Empire were intense in terms of political, social and military aspects. One of the main sources to be consulted for this period is the Mühimme Notebooks. In these books, the developments between the two states and preparations before the campaign, the shipment of ammunition, soldiers and grain, the orders sent to the administrators and the Russian-Ottoman relations are also included. In this study, by examining the numbers of 130, 131, 132 Mühimme Notebooks, the above-mentioned issues were researched. The purpose of this study is to reveal the duties of Erzurum, Van and Trabzon, which are the border provinces in the relations between the Ottoman Empire and Iran, by means of archive sources and to shed light on from the past to the present.

Ortaçağ'Da Şüregel'İn Tari̇hi̇ Coğrafyasi

Adiyaman University Journal of Social Sciences, 2013

Doğu Anadolu'nun Erzurum-Kars bölümü içinde yer alan en eski yerleşim yerlerinden olan Şüregel, tarih boyunca bölgenin en önemli kültür ve ticaret merkezi olmuştur. Şüregel, Ortaçağ tarihi boyunca bu özelliğini korumuş ve egemen olmak isteyen birçok devletin mücadele alanı haline gelmiştir. İklimi elverişli, toprakları verimli, akarsuları bol bir coğrafi sahada kurulan herhangi bir siyasi teşekkülün gelişme ihtimali yüksektir. Başka bir deyişle coğrafi faktörler olumlu ya da olumsuz yönden tarihi olayları etkilemektedir. Kars'ın Şüregel bölümü ve bu alanın içinde kalan Anı şehri de coğrafyanın verdiği avantajları ticari, kültürel açılardan olumlu yönde değerlendirirken siyasi bütünlük oluşturamaması nedeniyle güçlü krallıklar kuramamıştır. Anadolu'yu doğuyu batıya, kısmen de kuzeyi güneye bağlayan yolların kavşağında kurulan ve yerleşme tarihi boyunca farklı devletlerin hâkimiyetinde kalan Şüregel, sosyo-ekonomik ve kültürel özellikleriyle önemli bir yerleşim merkezi olmuş ve kendine özgü bir form kazanmıştır. Bu çalışmada ortaçağ boyunca Şüregel'in coğrafyasının sosyo-kültürel, ekonomik ve siyasi özellikleri değerlendirilmiştir.

Avrasya’nın Soğuyan Sınırları: Küçük Buzul Çağ’ın Osmanlı-İran Hudut Bölgesine Etkisi (Prof. Dr. Halil İnalcık’ın Mirası: Osmanlı Devleti’nin Kuruluşundan Cumhuriyet Türkiyesi’ne Uluslararası Tarih Araştırmaları Sempozyumu, Yalova, 27-28 July, 2024).

“Küçük Buzul Çağ” olarak adlandırılan süreç Osmanlı İmparatorluğu’nda tarımsal verimde düşüşlere yol açtı. Daha az miktarda yiyeceğin üretilmesiyle imparatorluğun genelinde bir stres birikirken imparatorluğun güvenlik tehditleri ile karşı karşıya kalan sınırlarındaki halklar yeni yükler üstlenmek zorunda kaldı. Küçük Buzul Çağ’ın Osmanlı İmparatorluğu’nun özellikle doğudaki hudut bölgelerini ne şekilde etkilediği sosyal ve siyasî tarih açısından önem arz etmektedir. Anadolu ve İran platolarının tarihsel olarak birbirleriyle rekabet halinde olması sebebiyle İran’ın söz konusu iklimsel krize sosyal ve iktisadî olarak ne şekilde tepki verdiği Osmanlı merkezi tarafından yakından takip edilmiştir. Bu çerçevede bilhassa konar-göçer aşiretlerin Suriye, Doğu Anadolu ve İran platosunu birbirine bağlayan hatlardaki geçiş frekanslarının yoğunluğu çevre tarihi okumaları açısından önemlidir. Kuzey Avrasya’da XI. yüzyılda ortaya çıkan ve bölgeyi etkileyen soğumanın sonraki dönemlerde siyasî-idarî yapıların ortaya çıkmasında etkili olduğu bilinirken XVII. yüzyılda yaşanan Küçük Buzul Çağ’ın etkilerinin sadece Anadolu ve Suriye’deki aranması yeterli değildir. Bu çalışma, Anadolu ve İran platolarında egemenlik kuran devlet ve halkların iklimsel kriz dönemlerine ne türler çözüm ürettiklerini, bu halkların yerleşik ve konar-göçer sosyal yaşam tarzlarının söz konusu krizlerin yönetim süreçlerine ne yönde etki ettiğini irdelemeyi hedeflemektedir.

Osmanlı Devleti’nin İran Meşrutiyeti Üzerindeki Tesiri Hakkında Bir Mütalaa

Journal of History School

siyasi ve içtimai alanda İran'ı etkileyen Osmanlı, İran meşrutiyeti konusunda da oldukça önemli bir etkiye sahipti. Meşrutiyet, Kanun-ı Esasi, kanun hükümeti, meclis gibi pek çok kavram da bu süreçte Osmanlı'dan ödünç alınmış ve tartışılmıştır. İran Meşrutiyeti'nin fikrî oluşumu sürecinde etkili olan Osmanlı, meşrutiyetin ilanında ve daha sonra yaşanan iç savaşta da etkili olmuştur. Meşrutiyetin ilanından önce İranlı aydınların toplandığı bir merkez hüviyetinde olan İstanbul, Meclis-i Mebusan'ın bombalanmasından sonra yaşanan iç savaşta, İranlı entelektüellerin karargâhı hâline gelmiştir. Ayrıca İstanbul'da faaliyet yürüten ve zaman zaman Osmanlı yöneticilerinden de destek gören Encümen-i Saadet'in İran Meşrutiyeti'ni yeniden elde edilmesi hususunda ortaya koyduğu çaba dikkate değerdir. Bu çerçevede Encümen-i Saadet'in Osmanlı elitleriyle kurduğu ilişki ve encümen bünyesindeki İranlı aydınların İstanbul'daki siyasi ve fikrî mücadelesi önemli dinamiklerdir. Diğer taraftan meşrutiyetin korunması konusunda Tahran'da görev yapan Osmanlı Devleti'nin diplomatları Şemseddin Bey ve Cemil Said Bey yoğun çaba sarf ederken, iç savaşta Osmanlı ordusu da meşrutiyetçilere destek sunmuştur. Çalışmamızda Yeni Osmanlılar'dan Jön Türklere ve Osmanlı Devleti'nin Tahran'da görev yapan diplomatlarına kadar bir bütün olarak Osmanlı Devleti'nin, İran Meşrutiyeti'nin oluşum sürecine katkısı ortaya konulmaya çalışılmaktadır.

17. Yüzyılda Osmanlı Tasavvuf Ritüelinde Semâ, Deveran ve Müziğin Püritanizmle İmtihanı

The Trial Of Semâ, Deveran And Music By Puritanism In The Sufism Rituals During The 17 th Century Semâ has a special significance in the tradition of Islamic and Ottoman sufism. In the manner of hundred years of traditionalist elitism, both Ulema and Sufis have constantly discussed the place of music and semâ in the rituals in which God's name is cited. However by the 17 th century , such arguments grew in a scale which would distract the public order. As the case turned to a crisis in the Ottoman history, The Kadizâdelis movement which based their claims on the fundamentalist renditions of Mehmed Birgivî adopted a sharp attitude against the use of music and semâ in such rituels. In 1665, this puritan movement not only succeeded the abolishment of semâ but also started a criticism over sufi and public traditions over rituals. Under such harsh criticisms, the Sufis raised their concerns. Though the fundamentalist arguments mention music and semâ, the main critics aimed at the practices and mysticism of the Sufi tradition. The clash between the two sides does not only reflect the different perceptions of the Islamic rituals in the Ottoman Empire but also is an important case for cultural anthropology. When such clashes reached to a point to distract public peace and order, the main figures were punished harshly during the era of Koprulu Mehmed Pasha and such measures virtually ended the conflict. This article aims to analyze the theological and mystical roots of the arguments claimed by both sides through their interpretation of music and semâ. The societal and mystic dimension of music in relation with cultural history would also be emphasized. 1836'da İstanbul'a gelen ve tecrübeli bir gezgin olarak bu şehirde kaldığı dokuz ay boyunca, tüm ola-naklarını seferber ederek köşe bucak gezen Julia Pardoe, Galata Mevlevihanesi'nde tanık olduğu bir semâ törenini kitabında anlatırken, Avrupa'da " Dönen Derviş " ler olarak anılan bu tarikat mensuplarının durumlarını oldukça gerçekçi biçimde tasvir etmekteydi. Ona göre sadece dua ederken çıkan nefeslerin ya da düşkün insanlık için meleklerin kopardığı nağmeli feryatları andıran, bastırılmış bir hüznü içeren ve bir bulutun ardından keder sesleri gönderir gibi gelen boğuk sesli çalgıların melankolik avazelerinin boz-duğu derin sessizlik; semâhaneyi dolduran kalabalığa gözlerini bir an dahi çevirmeyen cemaatin kesif ve sofuca kendinden geçmişliği, korodaki dervişlerin derin, dolgun ezgileri; hatta Yaradan'a uysalca ibadet ettikleri bu aydınlık ve periler diyarına benzer ibadethaneyle kendi sakin ve vecd halindeki görüntülerinin arasında bir tezat bulunuyordu. Miss Pardoe, Türklerin dini açıdan son derece müsamahakâr olduğunu ileri sürerek, her birinin kendine özgü kaideleri olan, astroloji ve musiki mevzularında malumat sahibi olan tarikatların bütün Müslümanlardan hürmet gördüklerini kaydetmişti. 1 19. yüzyılda Tanzimat reformlarının 1-Bu metin çeşitli defalar Türkçe'ye çevrilmiştir. Burada kullanılan nüsha yapılan en son ve eksiksiz tercüme-dir. Bu konuda bkz. Pardoe 2010: 38-41.

19. Yüzyıl Boyunca Osmanlı Topraklarındaki İranlılar ve Meşrutiyet Dönemindeki (1906-1912) Siyasi Faaliyetleri

Denge , 2017

Özet: Türk- İran ilişkilerinin tarihi çok boyutludur. Bu boyutluluk içinde ve 19. Yüzyıldan 20. Yüzyıla yaşanan süreçte Osmanlı topraklarında çeşitli amaçlarla gelen İranlıların varlığı ve bunlara dayalı İran'daki siyasal gelişmelere etki eden muhalif faaliyetler, çok dikkati çekmemiş ve Türkçe literatürde işlenmemiş konulardır. Ancak bu konularla bağlantılı gelişmeler, Çağdaş İran tarihine damga vuran gelişmelerdir. İran devlet ve toplumun içinde bulunduğu düşkünlüğü aşma ve siyasal değişim arayışlarıyla bağlantılı Anayasacılık Hareketi, Osmanlı Tanzimat, I. Meşrutiyet ve Kanun-i Esasi'den ilhamla, İran siyasal elitlerin ve aydınların en önemli siyasal hedefini belirlemiştir. 19. Yüzyılın ortalarından itibaren anayasalı monarşi arayışı 1906'daki Meşrutiyet İnkılabını doğurmuştur. Bu siyasal hareketin Osmanlı yüzü olan Osmanlı topraklarındaki İranlılar ve bunların siyasal aydınlanma faaliyetleri ve Meşrutiyetin geri kazanılmasındaki rolü, Türk- İran ilişkilerinin farklı bir boyutunda görülmelidir. Bu çalışma, siyasi rekabet, bölgesel hegemonya kurma, Şii- Sünni çatışması ve kültürel üstünlük iddiaları dışında, Türk-İran ilişkilerinde farklı bir yönünü gündem getirme iddiası taşır. Anahtar Kelimeler: Osmanlı topraklarındaki İranlılar, Anayasacılık Hareketi, Encümen, Jöntürk, Meşrutiyet, Ahter Gazetesi, Saadet-i İraniyan.