Nizam-ı Cedid’in Anadolu’da Uygulanmasına Dair Bir Teftiş Raporu (1806) (original) (raw)

Sultan’ın Mutlakıyeti ve Müttefikleri, Nizam-ı Cedid Dönemi Üzerine Bir İnceleme

Sultan’ın Mutlakıyeti ve Müttefikleri, Nizam-ı Cedid Dönemi Üzerine Bir İnceleme, 2024

Türkiye'nin son 250 yıllık değişim ve dönüşüm tarihinin bütünü, modernleşme-batılılaşma paradigması içinde kavranılmaktadır. Nizam-ı Cedid hareketi de batılılaşmanın ve batı kurumlarının Osmanlı toplum ve devlet hayatına tesirinin başlangıcı olarak ele alınmasıyla programlı bir modernleşme hareketi bağlamında değerlendirilir. Bu yaklaşımın yansıması da ilgili dönemin, İmparatorluğun klasik döneminin anlam-değer kabulleri ve tavırlarından keskin bir dönüşümü ihata ettiği varsayımıdır. Bu çalışmada ise Nizam-ı Cedid ile ortaya çıkan reform sürecinin Osmanlı İmparatorluğu'nun klasik döneminin siyasal ideolojisi ile gösterdiği bütünlüklü ilişkinin mahiyeti ortaya konulmaktadır. Bu dönemin ana karakteri ise reform siyaseti aracılığıyla sultan mutlakıyeti tekrar kurulmaya çalışılırken, bu çabanın sahiplerinin Osmanlı siyasası içindeki müttefikleriyle birlikte oluşturmak istediği yapının doğurduğu siyasal gerilimlerle şekillenmiştir. Böylece siyasal kamplaşmanın taraflarının iktidar sahipliği ve iktidar araçlarını kullanmak için verdiği mücadelenin çatışmacı mahiyeti, reform taraftarları ve karşıtları olarak siyasal aktörleri konumlandırmaktadır. Dolayısıyla bu döneme modernleşme üzerinden atfedilen ilerici-gerici, aydınmuhafazakâr dikotomilerinin oturduğu retoriğin, klasik dönemin siyasal ideolojisinden kopmanın değil, Osmanlı siyasasının kendi içindeki mevzi çatışmalarının siyasal söylemi içinde anlam kazandığı ifade edilebilir. Bu çerçevede Nizam-ı Cedid dönemi, İmparatorluğun klasik ile yeni arasında kurmaya çalıştığı dengeli ilişkide kendine özgü bir dönüşüm siyasetinin takip edildiği bir dönem olarak ortaya çıkmaktadır. Çalışma, bütün bu süreci hem sultan mutlakıyetinin kuruluşunu hedefleyen kadronun kullandığı siyasal retorikleri ve icraatları hem de muarızların karşılıklarıyla, Nizam-ı Cedid döneminin kendine özgü doğasını Osmanlı siyasası içinde konumlandırmaya çalışmaktadır.

OSMANLI TARİHİ ARAŞTIRMALARI I Nizâm-ı Cedit’ten Meşrutiyet’e

Osmanlı Devleti’nin Demokratikleşme Süreci, 2018

Yakınçağ diye adlandırılan dönem Osmanlı Devleti’nin en zor yıllarını içine almaktadır. Altı yüz yıldan fazla bir süre ayakta kalan Osmanlılar, son yüz yıla gelindiğinde ise içte ve dışta büyük sorunlarla karşı karşıya gelmişler, ‘fetih ruhu’yla veya gaza bilerek Viyana önlerine kadar gittikleri Avrupa’dan geri çekilmek zorunda kalmışlardı. Geri çekilme ve zayıflama çok boyutlu ve karmaşıklaşacak birçok sorunu da beraberinde getirmiştir. Bu sorunlardan birisi de Batı Türklüğü’nün bu son hanedan devletinin ve imparatorluğun mirasının kimin kimlerle ve nasıl paylaşılacağı ve yönetileceği olacaktı. 19. yüzyılın başlarından itibaren daha etkili olarak Batı’ya açılan, Avrupa’yla tanışan, Avrupa’yı basın ve yayın yoluyla, entellektüel olarak takip eden, yabancı dil bilen aydınlar yetiştiren ve Avrupa’da değişik sebeplerle bulunan Osmanlı aydını, kötü idarenin, idareyi ıslah ederek aşılacağı fikrini geliştirmiştir. Bu fikir doğrultusunda Osmanlı Devleti’nde bir “yönetim sorunu” olduğu kanaatine varmışlar ve nasıl bir idare olursa toplumun daha iyi yönetileceğinin çabası içine girmişlerdir. Bu çaba ordunun ıslahı, Avrupa’da ortaya çıkan yeniliklerin takip edilmesi, bürokrasinin ıslahı, eğitim kurumlarının batılı tarzda modernizasyonu ve maliyenin düzeltilmesi gibi benzeri pek çok konu Devletin devamı için aydınların çözmesi gereken işler olarak ortaya çıkmıştır. Osmanlı aydınının problem ettiği konulardan birisi de bu gün demokrasi olarak nitelendirdiğimiz yönetim tarzının yani Meşrutiyet’in Osmanlı devlet idaresine hâkim kılınma çabasıdır.

MAD 1806 Işığında Osmanlı Surreleri: Rûmiyye-i Cedîde’nin Kuruluşu ve Siyasi-Hukuki Tahlili

Osmanlı Araştırmaları

The cash subsidies sent to the people of Haramayn and Quds which are generally known as ŝurre have been studied from different perspectives. In these studies, it has been assumed that after the establishment of the Ottoman rule in Egypt two big ŝurres were maintained by the Ottomans, i.e. the old ŝurre of the Mamluks and the ŝurre of Ottomans from Istanbul. The reason for this assumption was that the Ottomans made formally no change concerning the ŝurre of the Mamluks, that there were many endowments for the benefit of the people of Haramayn founded in Anatolia before and after the Ottoman conquest of the Egypt and that the Ottomans began to send regularly subsidies to Haramayn before this time. The document MAD 1806 which was prepared by the newly appointed superintendent for the endowments of Haremayn contains the total numbers of the revenues of the Haramayn Endowments in the Ottoman Empire except Egypt from 997/1589 to 998/1590 and a report attached to the document which contains a summary of a discussion triggered by sending a new ŝurre to Haramayn. In this article, I will examine the report of Habeşî Mehmed Ağa by taking into account its judicial aspects and checking the sums of the revenues of the Haremayn Endowments given by Mehmed Ağa. I will show that there was not a big ŝurre from Istanbul before that time.

David Nicolle - Osmanlı Ordusunda Nizam-ı Cedid (1793 1826)

Fransızların Mısır'ı işgali; Osmanlı idaresinin Ruslar ve İngi lizlerle ittifak kurması; birleşik Osmanlı-Rus donanmasının Yedi Adalar'ı Fransızlardan alması; Yanya valisi Tepedelenli Ali Paşa'nın İnebahtı, V6nitsa ve Butrint'i Fransızlardan kur tarması. 1799 Napolyon'un Filistin istilası ve Akka'da yenilgiye uğraması (�3 Mart-�ı Mayıs) üzerine orduyu Mısır'da bırakarak Fransa'ya dönüşü. 1800 Mısır'a girmeye çalışan Osmanlı ordusunun başarısızlığa uğ raması.

Belgrad-I Dârü’L-Cihâd’Da Osmanli Hâkimiyetinin Yeniden Tesisi (1739)

2018

Tuna ve Sava hattinda gecmiste cereyan eden mucadelelerde stratejik ustunluk, Belgrad Kalesi’nin hâkimiyetinden gecmekteydi. Belgrad Kalesi’ni elinde tutan guc, sadece onemli bir sinir karakoluna sahip olmamis ayni zamanda, sinirlarinin hinterlandindaki guvenligi de tesis etmisti. Belgrad Kalesi’ndeki hâkimiyet mucadelesi, 16. yuzyilin baslarindan 19. yuzyila kadar belki de en fazla Osmanli-Habsburg munasebetlerini etkilemistir. Bu calisma, Turk ve Avusturya belgelerinin verileri perspektifinde, Belgrad Kalesi’nin Osmanli hâkimiyetine girisinde etkili olan amilleri kapsamaktadir. Calismada, kalenin taraflarca ne denli onemli oldugu, taraflarin zayif ve guclu yanlari uzerinde durulmus, kusatmadan sonra kaleyi ele geciren Osmanlilarin kaledeki hâkimiyeti tesis etme sureci izah edilmistir.

Genç, B. (2021). Khorsabad/Dūr-Šarrukin Kazısı ve Asar-ı Atika Nizamnamelerine Etkisi. Anadolu Araştırmaları-Anatolian Research, 25, 117–139.

Musul'a Fransa konsolosu olarak atanan Paolo Emilio Botta ile 19. yüzyılın son çeyreğinde Mezopotamya Arkeolojisi'nde önemli değişimler yaşanmaya başlar. Botta'nın Musul çevresinde yaptığı araştırmalar sırasında Khorsabad köyünden gelen bir kişi, bir tepenin üzerine inşa edilmiş kabartmalarla bezeli taşlar ve yazıtlardan bahseder. Kuyunjik'teki üç ay süren yorucu çalışmalardan sonra Botta, 20 Mart 1843'te bir grup işçisini Khorsabad'a göndererek kazıya başlatır. Ancak Botta'nın Musul'daki çalışmalarında bir süre sonra bazı problemler baş göstermeye başlar. Özellikle vilayetteki Mehmed Paşa'nın çeşitli engeller oluşturduğu görülmektedir. Bu bağlamda Botta'nın kazı izin ve belgelerini, Musul Paşası'nın engellerini ve Botta'nın Khorsabad'ta yaşadığı hikâyenin ayrıntılarını, arka planını ve konu ile ilgili yazışmalarını öğrenmek için Osmanlı Arşivi'nde araştırmalarda bulunduk. Botta'nın Khorsabad'da yaşadığı problemler, kazı iznine ve kazı evi inşasına dair şartlar, Botta'nın bahsettiği ve köy evlerinin yanında bir kale gibi çizilerek İstanbul'a gönderilen kazı evinin planı ve köylülerin Botta'nın çalışmalarına ve kazı evine karşı sunduğu dilekçeler gibi belgelerle karşılaştık. Bu makalede söz konusu belgeler üzerinden Botta'nın kazı dönemlerini, izin belgelerini ve karşılaştığı problemleri yeniden okumaya çalışarak bu dönemin nasıl ele alındığını ve nasıl değerlendirildiğini anlamaya çalıştık. Özellikle Khorsabad bağlamında Botta'ya verilen kazı iznini ve maddelerini gözden geçirerek sonraki Asar-ı Atika Nizamnameleri'ne katkısını irdeledik.

Eyyüp Yılmaz, Moğol İstilâsı Sürecinde Kübrevî Bir Derviş: Necmeddîn-i Dâye’nin Gözüyle Ortaçağ Anadolu’suna Dair Bazı Değerlendirmeler, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Nisan 2022 (54): 45-62

Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, 2022

Orta Asya’dan gelen bir kasırga gibi önlerine çıkan devletleri ve son derece gelişmiş şehirleri harap eden Moğol istilâsı nedeniyle yaşanan göçlerin Anadolu sûfîliği üzerinde de oldukça etkili olduğuna dair genel değerlendirmelere rağmen bu sürecin nasıl gerçekleştiği henüz aydınlatılmış değildir. İstilâ hareketiyle birlikte Anadolu’ya hangi şeyh ve dervişlerin geldiği sorusu da kesin bir cevaba kavuşmamıştır. Ayrıca Anadolu’nun dinî-tasavvufî çehresini değiştiren zümrelerin bu coğrafyada nasıl bir iktidar, toplum ve tasavvuf yapısıyla karşılaştıkları da cevap bekleyen bir diğer soru olarak önümüzde durmaktadır. Mezkûr sorulara bazı cevaplar aranan bu çalışmada, Necmeddîn-i Dâye’nin hayatı ve Anadolu hikâyesi merkeze alınmıştır. Zira istilâ sürecini tecrübe eden Kübrevî derviş, Selçuklu Sultanı I. Alâeddin Keykubad’a sunduğu Mirsâdü’l-İbâd adlı eserinde Moğollar zamanında neler yaşadığını, Anadolu’ya neden göç ettiğini, göç esnasında hangi güzergâhtan geçtiğini nakletmesi bakımından müstesna bir konuma sahiptir. Onun bu konumunu perçinleyen bir diğer husus ise Anadolu’nun dinî-tasavvufî hayatına dair bazı değerlendirmelerde bulunmasıdır. Yeni bir yaşamın idamesi için geldiği Selçuklu Anadolu’sundan bir süre sonra ayrılan Necmeddîn-i Dâye, Mermûzât-ı Esedî adlı eserini ise Erzincan hâkimi Alâeddin Dâvudşah’a sunmuştur. Bu eserinde geçen betimleyici ifadeler her ne kadar şahsî mülahazalar olsa da bir dervişin nazarından Ortaçağ Anadolu’sunda oluşan mezkûr yapıyı anlamamıza katkı sağlamaktadır. Dolayısıyla onun bu hususta bizlere aktarmış olduğu her bir satır ayrı bir önem taşımaktadır. Ancak buna rağmen Necmeddîn-i Dâye’nin Anadolu hikâyesine dair bazı hususlar karanlıkta kalmaktadır. Bu çalışmada çağdaş ve modern araştırmaların yanı sıra kültür tarihi kaynakları addedilen menâkıbnâmelerden hareketle hikâyenin cevap bekleyen bazı yönleri de aydınlatılmaya çalışılmıştır.