Deneyimden Tekniğe Benjaminci Dönüşüm: Edward Said'in "Entelektüel" Perspektifi Işığında Bir Değerlendirme (original) (raw)
Related papers
Edward Said'in Entelektüele Bakış Açısı
Şarkiyatçılık alanında yaptığı çalışmalarıyla alana farklı bir soluk getiren ve entelektüel bilincini eylemselliğe dökerek bir entelektüelin nasıl olmasına dair hayatından somut örnekler sunan Edward Said 1 Kasım 1935 yılında Batı Kudüs'te dünyaya geldi. Filistinli Arap-Hristiyan bir ailenin çocuğu olan Said, ailesiyle birlikte 1947 yılında göç ederek Kahire'ye yerleşti. Mısır'da önce Kahire Amerikan Okulu'nda ve ardından Kahire Victoria Koleji'nde eğitim gördü. 1951 yılında ise asıl gelişimini sağlayacağı ve akademik eserlerini üreteceği Amerika Birleşik Devletleri'ne giderek Massachusetts'teki Mount Hermon School'da orta öğrenimini tamamladı 3. Lisans eğitimini Princeton Üniversitesi'nde gören Said, akademiye giden yoldaki bir diğer adımı olan yüksek lisansını Harvard Üniversite'sinde tamamladı. Aynı üniversitede İngiliz edebiyatı
FLSF Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi
Bu çalışmada Walter Benjamin’in deneyim (Erfahrung) düşüncesi, Hegelci bir tema olarak, “çağını yeniden düşünmek” bağlamında yansıtılacaktır. Benjamin’in düşüncesi bir bütün olarak takip edildiğinde, özellikle tekniğe dair görüşleriyle sanat kuramına ilişkin yorumlarında sabit ve özcü bir deneyim fikrine yerleşmekten kaçındığı, bunun yerine çağın dönüşümlerine açık bir diyalektik okuma benimsediği izlenebilir. Bu metinde Benjamin’in erken dönem deneyim görüşündeki dönüşümde var olduğu düşünülen çift anlamlılığın sınaması yapılmakta; sorunlara yaklaşımının süreklilik ya da kopuş olmaktan ziyade hem süreklilik hem kopuş şeklinde iç içelik arz eden bir çözümleme çabası olduğu savlanmaktadır. Dış dünyadaki nesnel dönüşümleri diyalektik bir hamleyle içeren geçişli okumasında Benjamin, bu anlamda “çağının çocuğu” olarak görünmektedir. Geçmişin şimdi ve buradalığa dair bir bilinçle eleştirisinin entelektüel tavrın ayırıcı vasfı olduğu ön-varsayımıyla, Benjaminci entelektüel bilincin Edward...
Walter Benjamin Düşüncesinde Teknik
Felsefe Arkivi – Archives of Philosophy, 2020
Walter Benjamin Düşüncesinde Teknik: İmkanlar, Eleştiri ve Politik Eylem // Technique in Walter Benjamin's Thought: Possibilities, Criticism and Political Action ABSTRACT The purpose of this article is to indicate the dimensions of Walter Benjamin’s conception of "technique". It is argued that the only way to understand his problematic technique is by considering the concepts of experience and political action. The present article emphasizes the philosopher’s transitivity of technical understanding through a wide range of reflections including Benjamin’s thoughts on Scheerbarts to "second technique" (zweite Technik), from his idea of collective corpus (Leib) to his understanding of experience (Erfahrung), and from the canonic feature of architecture in modern time to revolutionary action. We focused on the common issues in the texts of Benjamin entitled "Experience and Poverty", "Capitalism as Religion" and "The Work of Art in the Age of Mechanical Reproducibility". At the same time, we stress why the technical question and technicality are central issues in order to understand other Benjamin texts. We use the thematic continuity and differentiation thesis as a method instead of disengagement in his writings. Our essential thesis in this article is that according to Benjamin, a true political organization is an action which puts an end to the domination of the first technique over the second technique. In other words, Benjamin's conception of technique implies on the one hand a radical criticism of the existing order and on the other hand a political moment where all the phantasmagorias of the masses dissolve. In this context, the phantasmagorias, made visible through urban space, are at the same time possibilities for a revolutionary action in order to actualize the hidden forces of humanity. Keywords: Walter Benjamin, technique, experience, political action, second technique
İbnü'l-Arabî: Entelektüel Geleneğe Açılan Kapı
Bu çalışma, ilimler tasnifi yazım geleneğinde yer alan belirgin ayrımlardan akıl-vahiy ilişkisinin, İbnü'l-Arabî özelinde, entelektüel ile nakledilen bilgi ayrımı açısından değerlendirilmesini konu edinmektedir. Müellife göre her iki yaklaşım arasındaki temel ayrım, bilginin elde edilme yönteminde gizlidir. "Entelektüel" bilgi, dışarıdan yardım olmaksızın insanın benliğiyle erişilebildiği bilgiyken "nakledilen" ise vahiy gibi benliğin dışarıdan edindiği bilgidir. Bu bağlamda benlik ve öze yönelişe dair özgün temellendirmeler yapan müellif, taklit ve tahkikin ayrımına da dikkat çekmektedir. Chittick, kavramlar arası farklılıklara hassasiyetle açıklık getirmeye çalışırken ayrıca "Nefsini bilen Rabbini bilir" vecizesine atıfla gerek arif ve âlim ayırımı üzerinden bu tasnifi zenginleştirmekte gerekse 'arefe fiilinin dilde karşılığı olmamasından dolayı maksadın ihmal edilmesini vurgulamaktadır. Bunun sonucu olarak da bu vecizeyi "Nefsini tanıyan Rabbini tanır" olarak çevirmeyi tercih etmektedir. Sonuç olarak bu çalışma; hakîkate erişme konusunda entelektüel mirasın öncü ismi İbnü'l-Arabî üzerinden önemli anekdotlar sunarak hakîkate erişme konusunda gerekli eylem içinsürecivemotivasyonunuaçıklamaktadır. Ayrıca Prof. Dr. William C. Chittick'e gerek makalenin Türkçeye kazandırılmasındaki izni gerekse çeviri sürecindeki görüşmelerimize ayırdıkları vakitlerden dolayı kendilerine teşekkür ederim.
Entelektüellerin tarihsel karakteri: Kısa bir bakış
Toplumlar tarih boyunca kendilerine hep bir yol gösterici, bilgin, âlim çıkarmıştır. Entelektüeller toplumlarda demirci, kılıç ustası, dağların başında oturan yaşlı bir fakir olarak biçimsel olarak karşımıza çıkmıştır. İşlev ve rol olarak tüm toplumlarda-ilkel topluluklar dâhil-insan birlikteliği için özsel bir önem taşımıştır. Bilgiyi arama ve hakikati ortaya çıkarmada önemli rol üstlenen entelektüeller; gerçeği, toplumun, devletin ve hâkim söylemin yüzüne çarpmak görevini üstlenmiş bir tarihsel sınıftır.
Zorba mutsuzdur. Haksızlık ve kötülük mutluluk getirmez. Platon'un, Devlet diyaloğunun II. Kitabında yer alan ve Gyges Söylencesi'nin temel savı olarak bilinen bu sözü binlerce yıl sonrasında insanlığın durumu için ne söylemektedir? Burada, zorba'nın mutsuzluğu, doğal düzenden kopuşa işaret eder. Ruhtaki birliğin ve bütünlüğün parçalanmışlığıdır. Diğer yandan, mutluluğa bir tanım getirecek olursak, eudaimonia olarak mutluluk, doğanın kendine özgü düzenini ve şeylerin doğasını anlamaktır. Bu düzen, çıkarlar, koşullar, bireysel varoluşu kendi üzerine kapatan ve bencilleştiren her tür eğilim ve yönelimden uzaktır. Mutluluk, bir bütün olabilmek ve hakikatin doğasına ait olabilmek için bizi doğanın kendine özgü görkemli düzeninden uzaklaştıran her şeyden geriye çekilmektir. Modern çağda, modern kent yaşamı içerisinde zorba, tek bir kişinin adı olmadığı gibi, bir iktidar ya da yönetim biçiminin adı da olamaz. Zorba her yerde ve her şeyde hüküm sürmektedir. Ama en önemlisi de uzun yıllardır insanı tek temel ve üstün değer olarak gören tavır ve düşünme biçimindedir. Bu nedenle, hümanizm, batılı ussal hesaplayıcı düşünme, teknoloji, her tür ideoloji, devlet, yasa, kapitalizm zorbanın yeryüzündeki tarihsel uzantılarıdır. Peki, modern teknoloji çağında doruğuna ulaşan bu zorbalık tarihinin kökeni nedir? Eğer tüm süreç, başından ulaştığı sona değin insanın soyut, metafizik ve nesnel bir özne olarak merkeze alınmasında noktalanmakta ise o halde, öncelikle insan varoluşunun kökenine ve onun yeryüzü, doğa ya da onu kuşatan çevre ile nasıl ilişkilendiğine bakılmalıdır. Bu, oldukça eski bir öyküdür. Ancak izleri hala varlığını korumaktadır. Platon'un Protagoras diyalogunda derinlikli olarak yorumlanan bu söylence bize insan varoluşunun yeryüzündeki yeri ve anlamını göstereceği gibi, aynı zamanda, onun yeryüzü için kaçınılmaz bir tehlike olduğunu açımlamaktadır. Peki, tehlike nedir? Aesychlus'un çarpıcı tragedyasında, Prometheus'un ızdırabı tehlikenin anlaşılması için yol gösterici olacaktır. Prometheus'un acısı, onun bitmek bilmeyen ızdırabı bugün modern teknoloji olarak varlığını duyuran ızdırap, acı ve zorbalığın kaynağını gösterir. İnsan olmak, günümüz şartlarında, hala bu acı ya da ızdırabın nasıl dindirileceğini çözme çabasıdır. Bu, ayrıca, modern çağın tüm mutsuzluk ve sıkıntı söyleminin de kökenidir. Bu kökenini * Yrd. Doç.Dr. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümü 71 derinlikli olarak anlayabilmek için, Prometheus'a ve onun insanlığa armağan ettiği yenilikler ya da icatların ardından kendi ızdırabı ile nasıl baş edeceğini bilememesi ve çektiği sıkıntının nedenine yönelmeli ve onun, günümüzde izlerini koruyan öyküsünü, içinde bulunduğumuz çevre krizi ile ilişkisinde değerlendirmeliyiz. Peki, o zaman şöyle başlayalım: Prometheus insana "ne" armağan etmiştir ve bu armağan, insan varoluşunda hangi nitelikle örtüşür? İnsana armağan edilen, güneş alan binalar inşa etmenin bilgisinden, yıldızların konumunu anlamaya, sayılarla hesap yapmaya ya da harflerle yazı yazmaya kadar her şeyin bilgisini kuşatan bir "bilgi"dir. Antik Yunan düşüncesi için bu bilgi tekne'dir. İnsanı kutsallaştıran ve doğal düzende ayrıcalıklı bir yere oturtan hastalıklara çare bulmaktan yerin altından maden çıkarmaya değin tüm yetileri tekne'dir. Kısacası, insana özgü her sanat (tekne), Prometheus'un armağanıdır. Peki, eğer durum bu denli utkulu bir biçime sahipse o halde, Prometheus neyin ızdırabı içindedir. Aeschylus onun acısını oldukça çarpıcı bir biçimde betimlemekle birlikte, bu acının kaynağı hakkında pek de bir şey anlatmaz. Prometheus, bilindiği gibi, Tanrı Zeus'a başkaldırır. Çünkü Zeus, insan türünün büyük bir hata olduğunu düşünmektedir ve onu başka bir türle değiştirmeye karar vermiştir. Öykünün bu düz anlatımının yanı sıra ve ayrıca, bizim için burada büyük bir değer taşıyan çok daha derinlikli anlatımına Platon'un Protagoras diyaloğunda rastlamaktayız. Burada, Protagoras'ın bu eski söylenceyi derinlikli olarak açımlaması ilgi çekicidir. Protagoras, öyküyü şöyle anlatır: Tanrılar ölümlüleri yarattıktan sonra Prometheus ve kardeşi Epimetheus'a her bir ölümlü yaratığa en iyi biçimde yaşaması için gerekli olan donanımı vermekle görevlendirir. Prometheus düşünce öncesini, Epimetheus ise düşünce ardını temsil eder. Epimetheus, Prometheus'u bu görevi kendi başına yapabileceğine ikna eder ve görevini tamamladıktan sonra da kendisini sınamaya çağırır. Epimetheus, kimi hayvanlara hızlı koşmayı, kimilerine uçabilmeyi, kimilerine ağaçtan, kimilerine köklerden beslenmeyi, dolayısıyla her birine kendi yaşamını sürdürmek için gerekli yetileri verir. Ancak insana sıra geldiğinde Epimetheus bunun ne olacağını düşünebilecek kadar zeki ve bilge olmadığı için onunla ne yapacağını bilemez ve Prometheus'tan yardım ister. Prometheus, insana bakar ve onun ne derece çıplak, savunmasız, silahsız, fiziksel güçten yoksun bir yaratık olduğunu düşünür. Bunun üzerine ona en yakışacak şeyin gün ışığı gibi yeryüzünü aydınlatacak ve daimi bir şey olması gerektiğine karar verir. Hephaestus ve Athena'dan sanatların bilgeliğini ateşle birlikte çalar ve onu insana armağan etmek için muhafaza eder. 72 İnsan, böylece, gündelik yaşamın bilgeliğiyle tanışmakla birlikte politike tekne'ye (yurttaşlık ve sitenin bir parçası olmanın bilgeliği ki Antik Yunan için bu en değerlidir) sahip değildir. Çünkü o hala Zeus'tadır. Prometheus tam da bu nedenle ızdırap çekmektedir. Bir yandan insana en iyi biçimde yaşaması için gerekli olanı vermiştir. Diğer yandan bunun önemli bir kısmını Zeus'ta bırakmıştır. Politike tekne olmadan insan hem kendisi hem diğer yaratıklar hem de yeryüzü için bir tehlikedir. Bu, bugün adına çevre krizi denilen kaçınılmaz durumun kökeni olan bir tehlikedir. Teknolojik baskı, düzen ya da kontrol, yurttaşlık ve şehrin bilgeliği olmaksızın hastalık saçar. Bir arada yaşamanın erdemi ve bilgeliğine yani ethos'una uzak düştüğünde teknoloji en büyük tehlikedir. Zeus, tüm insan türünü tamamen ortadan kaldırmaya hazırlanmışken Prometheus bize hala çözemediğimiz bir soru bırakmıştır: İnsanlığın öyküsü. Bu nedenle, kendini bir kayaya zincirleyerek kartalın her gün ciğerinden bir parça almasına ve ziyafet çekmesine izin verir. Bunu gören Zeus onun acısına son verebilnek için insana politike tekne'yi vermek üzere Hermes'i yollar. Hermes, insanlar arasındaki saygı, hak ve adaletin sanatını yeryüzüne getirmiştir Böylece şehirler kurulur ve düzenlenir, insanlar birbirine dostluk ile bağlanır. Ancak bu konuda da hala bazı güçlükler vardır. Hermes, Zeus'a politike tekne'yi tüm insanlara eşit olarak mı yoksa diğer sanatlarda olduğu gibi bu sanatın ilgili olduğu kişilere mi vereceğini sorar. Yanıt, hepsine aynı oranda dağıtması gerektiğidir. Eğer yalnızca bazıları ya da belli bir sınıf bu sanata sahip olur ve diğerleri olmazsa bu durumda site olarak şehir ya da yurttaş olmak başarılamaz. Şehirler düzenlenemez ve biçimlendirilemez. Yurttaşlık erdemi ve politika sanatı herkes içindir. Ancak diğer yandan erdem tek bir şey değildir. Bilgelik, ölçülülük, cesaret, adalet, dindarlık gibi pek çok biçimi vardır. Sokrates, bu erdemlerin yalnızca onlara sahip olabilene ait olduğunu, eşit dağıtılmadığını savunur. Bazısı cesurdur; bilge değildir. Bazısı dindardır ama adil değildir. Eğer Protagoras, yurttaşlık sanatını herkes için görmekte ise onu öğretebilir demektir ve dolayısıyla da onun bilgisine sahip demektir. Ancak, her daim olduğu gibi, Protagoras da Sokrates'in itirazları karşısında dayanamaz ve bu sanatı tanımlayamaz. Peki, hiç umut yok mudur? Politik bilgelik olamaz mı? Yurttaşlık sanatını açıklamak ya da öğretmek olanaksız mıdır? Bunlar oldukça güç ve derinlikli sorulardır. Çevre krizi, çevrebiliminin tam da bu etik ve politik değerlerle ilintilendirilme çabasını anlatır. Modern dünyadaki yanlış, eksik ya da yıkıcı yaklaşımları çözümler. Ancak diğer yandan tüm bu sorunların ve sıkıntıların modern dünya ile sınırlanması da olanaksızdır. İnsan varoluşu ve onu kuşatan çevre ya da doğa arasındaki ilişki ve bu ilişkinin nasıllığı sorunu yeryüzü tarihinin en eski açmazıdır. Protagoras'ın "insan her şeyin ölçüsüdür" sözü daha en başından POSSEIBLE DÜŞÜNME DERGİSİ / JOURNAL OF THINKING SAYI: 3 ISSN: 2147-1622 73 bu konuda derin bir yanılgı olarak kendini açar. Çünkü değer yargıları insan bilincinde konumlandırıldığında onun dışındaki tüm canlı ya da cansız şeylerle ilgili doğrular, yanlışlar, yargılar, değerler de insan merkezci bir temele oturtulmuş olacaktır. O halde, ihtiyacımız olan değerler konusunda yeni bir düşünme yoludur. Ancak bu düşünme yolu artık yalnızca ve doğrudan değerlerle ilintili de olamaz. Bir arada ve her bir türün, cinsin, farklılığın kendi değerinde açığa çıkmasına izin veren ve temelinde saygıya dayalı bir düşünme biçimi ve dolayısıyla bir tavır olmalıdır. Peki, o halde, değer nedir? Değeri tanımlarken özellikle insan ve çevre ya da doğa ilişki bağlamında iki temel tanım yapmak olanaklıdır. Bunlar, araçsal değer ve özsel değer ya da öz-değeridir. Sorun insan-olmayan habitatın değersiz görülmesinin aksine öz değere sahip olarak görülmemesindedir. İnsan dışındaki tüm şeyler, canlı ya da cansız çevre yalnızca öz-değer yani insanın değeri için ve ona hizmet eden ya da onun işine yarayan bir şey olarak değerlidir. Bu nedenle de özünde yani kendi varlığında bir değer taşımayıp yalnızca bir araç olarak değerli görülür. Burada, aracın yöneldiği amacı belirleyen de her daim insan varoluşunun kendisidir. Kant ahlakı düşünüldüğünde bu tavrın etik açılımı net olarak görülmektedir. Kant ahlakı için, ahlaksal özne, ussal varlık ve usu amaç edinen varlık olarak yalnızca insandır. İnsan, kendi amacını kendinde taşır. Bu amaç, her bir ussal varlığın bir diğerini aynı gerekçeyle amaç edindiği bir amaçlar krallığında temellenir. Ancak söz konusu olan bu insan merkezci tutumun yalnızca bireylerin öz değeriyle aşılması olanaklı değildir. Daha bütünlükçü bir bakış gerekir. Bu bağlamda, Peter Singer ya da Tom Regan'ın hayvan hakları konusundaki çabaları oldukça...
Walter Benjamin'de Dönüştürücü bir Güç olarak Tarihsel Eleştiri
Zenodo (CERN European Organization for Nuclear Research), 2018
'in, bir tarih felsefecisi olmamasına rağmen, düşüncesinin temelini köktenci bir tarih anlayışı ve eleştirisi oluşturur. Benjamin'in, içinde yaşadığı çağı kavramaya ve dönüştürmeye dönük eleştirisi, onun son derece özgün görünen, alegorik dünya kavrayışı ve mesiyanik dil anlayışları bağlamında gerçekleşir. Tarih eleştirisi, teknoloji ve ilerleme gibi ana motiflerin zamanı homojenleştirerek çağı cehenneme çeviren etkisine yönelerek tarihin akışında devrimci bir anı uyandırmaya çalışır. Bu bağlamda düşünürde ve onun eleştirel misyonunda dile gelen ya da açığa çıkan, yeniden yorumlayıcı ve kurtarıcı bir gücün harekete geçirilmeyi bekleyen olanağıdır. Bu çalışma Benjamin'in eleştirel anlayışını onun dil ve alegorik dünya kavrayışı bağlamında nasıl ele aldığını ana hatlarıyla serimlemeye çalışacaktır.
Marjinal Entelektüel Edward Said ve Somurgeciliğin Görünmeyen Okulu Oryantalizm
ESKİYENİ, 2007
BAYRAM ALi ÇETiNKAYA Ooç.Or., Cumhuriyet Ün ı iversitesi ilahiyat Fakültesi "Onların her şeylerini tahrip ettik, felsefeleri, dinleri mahvoldu. Artık hiçbir şeye inanmıyorlar. De rin bir boşluğa düştüler. Anarşi ve intihar için olgun hale geldiler. Özellikle Fransa'da daha da ileri gitmenin zamanı gelmiştir. Gerçekten kalkındırıcı bir Müslü man pcflitikas ı düşünülmeli ve problemler b_u politikanın aracı lı ğı ile çözülmelidir. Ölmek istemediği için islam toplumunun özel şekilleri modern dünyanın gereklerine uydurulmalıç!ır. Gelenekse l kültürlerinin, ortak yaşam kurallarının ve inananlar dünyasına ai~ değerleri n savunulmas ı s ıras ın da Batı sosyal nizarnının ne dereceye kadar Müslümantarla bir araya gelebileceği düşü nülmelidir. [Jacques Waardenburg, L' lslam Dans le Miroir de L'Occident, 2181' Edward Said, dini, dili, ırk ı , rengi, cinsiyeti ve etnik kökeni ne olursa olsun insanlar için özgürlük isteyen ve 'öteki' yara~manın gara- ... .....
Di̇nî Tecrübeni̇n Nesnelli̇ği̇ Üzeri̇ne
2010
Dini tecrübe, hem felsefe hem de ilahiyat alanında tartışılan önemli bir konudur. Dini tecrübenin önemi, Tanrı-insan-alem ilişkisini canlı tutmasından kaynaklanır. Herhangi bir dini tecrübe yaşayan insan, bu tecrübenin sonucunda ondan etkilenir, hayatına yön vermeye ve hayatını düzene sokmaya başlar. Ayrıca dini tecrübe, dinin maneviyat boyutunu oluşturarak dinin dinamik bir yapı içinde devam etmesini sağlar. Bu çalışmada dini tecrübenin mahiyeti, özellikleri ve imkânı ele alınmıştır. Böyle bir tecrübe yaşayan insanın yoğun duygu halinin psikolojik sorunlarla ilgisinin olup olmadığı, bu tecrübenin başkalarına aktarılması ve özellikle de dini tecrübenin nesnel bir bilgi sunma problemi üzerinde durulmuştur.