Çıraklıktan Uzmanlığa Bilgiden Bilginliğe: Bir Sumer Okul Metninde (Edubba C) Muallim-Talebe İlişkisi (original) (raw)

Hoca-Talebe-Kitap Esaslı Bir Eğitim-Öğretim Metodu Olarak Kıraât-Arz

Uluslararası İslam Eğitimi Kongresi 2019 Bildiriler Kitabı , 2019

Hadis ilmini, İslamî ilimler içerisinde öğrenimi ve öğretimi konusunda çeşitli metodlar geliştirerek bunların uygulanması hususunda vazgeçilmez kurallara sahip bir disiplin şeklinde sunmak mümkündür. Hatta geliştirdiği önemli prensipler ve ayrıntılarını tartıştığı zengin literatürle eğitim-öğretim yöntemlerini, metodolojisinin merkezine koyduğu söylenebilir. Zira nakledilen herhangi bir hadisin sıhhatini tespit etmek, ilgili rivayetin hangi yöntemle alındığı ile doğrudan bir ilişkiye sahiptir. Hadis rivayet lafızları vasıtasıyla formülize edilen bu ilişki, her hadis için ciddi bir önem arz etmekte ve rivayetin güvenilir yöntemlerden biriyle alınıp alınmadığı tespit edilebilmektedir. Söz konusu yöntemler arasında hoca-talebe-kitap üçlüsünün bir bütün şeklinde etkin olduğu ve hadis alma-nakletme usullerinin en muteber kabul edilenlerinden biri olan “kıraât-arz” metodu, bu tebliğin konusunu teşkil etmektedir. Kıraât, hadis talebesinin, önceden elde ettiği hadisleri tashih için hadis otoritesi bir şeyhe sunması anlamına gelirken arz ya bizzat râvînin kendisinin ya da bir başka şahsın, şeyhe hadislerini okuması manasındadır. Hadislerin günümüze kadar güvenilir yöntemlerle intikali ve anlaşılıp yorumlanması konusunda önemli bir fonksiyon icra eden kıraât-arz yöntemi, özellikle yazıya geçirilmiş rivayet malzemesine yönelik bir teminat hükmündedir. Hadis alimlerinin hadislerin sonraki ne- sillere güvenilir bir şekilde aktarılması konusunda geliştirdikleri bir yöntem olarak kıraât-arz metotunun uygulanması, mevcut hadis literatürünün şekillenmesinde önemli bir katkı sağlamıştır. Hadis ilminin erken dönemlerinden itibaren dikkate alınan ve özellikle hadislerin tedvini ve tasnîfi aşamasında sıklıkla kullanılan bir yöntem olarak kıraât ve arzın önemine, uygulanma şekillerine, hoca-talebe ilişkisi üzerindeki etkisine, yazılı telifatın ortaya çıkmasını sağlama gibi pratik sonuçlarına yoğunlaşmayı amaçlayan bu çalışmada hadis usulü eserleri baş- ta olmak üzere, bu konuda kaleme alınan müstakil çalışmalara müracaat edilecektir. Bilginin sadece korunmasını ve nak- ledilmesini esas almayıp özellikle hoca tarafından denetimini de mümkün kılan bu yöntem, günümüzde de pekçok özelliği sebebiyle yeniden hatırlanmalı ve belli yönleri itibariyle eğitimin çeşitli kademelerinde örnek alınmalıdır. İlgili eğitim-öğ- retim yönteminin hoca-talebe-kitap birlikteliğini nasıl tesis ettiğinden hareketle bu metodun orijinal veçheleri ön plana çıkarılacak, böylece farklı disiplinlerin eğitim-öğretiminde de uygulanma imkanına sahip olup olmadığı tartışılacaktır.

Osmanlıda Hoca-Talebe İlişkisine Güzel Bir Örnek: Şeyhülislam Sadi Çelebi ve Amasyalı Kızıl Molla

Seyhülislâm Sadî Çelebi (d. 945/1539) was the qadi of Istanbul for ten years in the period of Suleiman the Magnificent and was assigned to the position of the tenth Shaykh al-Islām of the Ottoman State after the death of Ibn Kemal Pasha (d. 1534). Sa„dî Çelebi who was the one of the most important canonists and annotators who the Ottoman Empire raised served in various madrasas and raised many students. He continued his classes with students also in the periods in which he carried out administrative duties such as the position of qadi of Istanbul and Shaykh al-Islām.Amasyalı Kızıl Molla (Abdurrahman b. Seydî Ali) (d. 983/1575) was one the students of Sadî Çelebi, even his favorite one. The paths of Kızıl Molla and Sa„dî Çelebi crossed in the Madrasa of Vezir Mahmud Pasha in Istanbul. Sa„dî Çelebi placed a particular importance to his education and assigned Molla Cuma who was another student of his to raise him. Kızıl Molla minded this value which his teacher gave to himself and showed a great example of faithfulness by respecting the memory of his teacher even after his death and collecting the notes he took in his classes into a book. It was stated that Kızıl Molla made a great contribution to the three works of his teacher Sadî Çelebi.The first of them is about the annotation which Sadî Çelebi wrote on Kâdî Beyzâvî‟s commentary. And it was said that the missing part of this annotation manuscript between the Surah Al-Fatihah and the Surah Hud was completed by Abdurrahmân b. Seydî Ali. The second one is the annotation which Sadî Çelebi wrote on Ġnâye which is the interpretation of the book of Hidâye. This printed annotation was also collected into a book by Kızıl Molla before Sa„dî Çelebi could do it after his death. And the third one, Çelebi‟s work called HâĢiye alâ Kâmûsul-Muhît, was collected into a book also by Kızıl Molla. In this paper, we will discuss the life of Abdurrahman b. Seydî Ali, his work and especially his contributions on the three works of his teacher Sa„dî Çelebi. The purpose of the research is to discuss the teacher-student relationship in the Ottoman madrasa system with a good example and to bring to light the life of Amasyalı Kızıl Molla and his work.

Hoca-Talebe Değil, İki Meslektaşın İlişkisi: İbnü’l-Arabî ve Sadreddin-i Konevî | Feyza Ketenci

bu sayısında, anılan bu coğrafî mekâna ruh veren kıymetlerimizin en önemlilerinden Sadreddin-i Konevî'ye misafir oluyor. Geleneğimiz, Konevi nisbesini bir isim gibi algılamış olduğundan, yapılan her bir "Konevî" atfı, akla hemen onu getirmiştir. Konevî'nin yaşamış olduğu döneme gelinceye kadar Konya siyâsî, sosyal, ilmî, fikrî ve sâir birçok yönden çok değerli ilim ve fikir insanları yetiştirmişti. İslâm dünyasının kalbinin attığı mühim merkezlerden birisiydi. Fakat bu kutlu belde hicrî 7., milâdî 13. asırda çok yönlü bunalım ve sarsıntının da odağında yer almış, Moğol ve Haçlılar gibi dış, Babaîler gibi iç sıkıntıların tesiri kendisini bütün gücüyle hissettirmişti. Böylesi bir kriz çağında, İslâm dünyasının muhtelif bölgelerinden gelen adanmış dimağların burada karar kılıp ve yine burada ilim, sanat ve düşünce üretmeleri, halka ümit aşılamaları bir tesadüf olmasa gerektir. Muhyiddin İbnü'l-Arabî, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Hacı Bektâş-ı Velî, Ahî Evran ve Yunus Emre gibi her biri kendi alanında kurucu bir kimliğe sahip şahıslar yaşadıkları asırda sadece yerel ve bölgesel değil, evrensel bir dil geliştirdiler. Kadim pek çok disiplinin imkânlarından istifade edilerek, onların mezcinden oluşan bu yeni düşünce ekolünün temsilcilerine "Muhakkık" veya "Ehl-i Tahkik" denilmiş, ortaya koydukları düşünce sistemi de "Tasavvuf Metafiziği" olarak adlandırılmıştır. Muhyiddin-i Arabî'nin bir talebesi ve takipçisi olarak Sadreddin-i Konevî, üstâdının görüşlerini sadece sistematik bir hâle getirmekle kalmamış, aynı zamanda daha üst bir dil ve bakış açısıyla onları yeni bir forma büründürmüştür. O yüzden İbnü'l-Arabî "En Büyük Kurucu" (Şeyh-i Ekber) sayılırken "Konevî" de "Büyük Kurucu" (Şeyh-i Kebîr) kabul edilmiştir. Sadreddin-i Konevî, çağdaşı Mevlânâ ve Hacı Bektâş-ı Velî ile yakınlık kurmuş; Hacı Bektaş'tan, yetiştirdiği bir talebesini Konya'ya göndermesini istemişti. İslâm tarihinin yetiştirdiği abide şahsiyetlerden birisi olan Sadreddin-i Konevî'nin eserlerinin en azından önemli bir kısmı dilimize kazandırıldı, düşünce dünyası hakkında önemli çalışmalar yapıldı. Bununla birlikte, bizzat kaleme aldığı, okuduğu ve okuttuğu kitapları dergâhının kütüphanesine vakfetmesine, zaman içerisinde muhtelif ilave ve çıkarımların

Usul-i Cedit Eğitim ve Selim Sabit’in Elifba Risalesi

Dil ve Edebiyat Araştırmaları/Journal of Language and Literature Studies, 2018

Anadilde okuma yazma öğretimi son dönem Osmanlı eğitim tarihinin en önemli meselelerinden biridir. Arapça, Latince ve İbranice din dili olmaları bakımından Müslüman, Hıristiyan ve Yahudiler arasında birinci derece önem arz etmiştir. Martin Luther, İncil'i Almancaya tercüme ettikten sonra Almanlar kendi dillerini fark etmeye başladılar ve zamanla anadilde okuma yazma öğretimi Kuzey Avrupa ülkelerinde kurumsallaştı. Osmanlı sahasında modern okulların açılmasıyla anadilde okuma yazma öğretiminin önemi fark edildi. Lakin bu alanda bir eğitim sistemi geliştirmek mümkün olmadı. Bu açıdan Selim Sabit'in Elifba Risalesi adlı kitabı, eğitimde yenileşme tarihinde eşsiz bir yere sahiptir. 1838'de kaleme alınan Maarif-i Umumiye Layihası'nda dile getirilen fikirlerden biri ana dilde okuma ve yazmanın kolaylaştırılmasıydı. Bu fikir 1838'de dile getirildi fakat okuma yazma öğretimindeki zorluğu ortadan kaldıracak ilk eser ancak 1858'de yayımlanabildi. Mehmet Rüştü'nün Nuhbetü'l-Etfal'i ise ana dilde okuma yazma öğretimini kolaylaştıran ilk eser olma ayrıcalığına sahiptir. Bu alanda yayımlanmış ikinci eser Selim Sabit'in Elifba Risalesi'dir. Bu makalede Elifba Risalesi, sahip olduğu nitelikler ve eğitim tarihimizdeki yeri açısından ele alınmaktadır.

Talebeliği Bırakmadan Talebe Yetiştiren Hoca: Hakkı Zafer Toprak

Kadim, 2023

Zafer Toprak’la Boğaziçi Üniversitesi Atatürk Enstitüsü yüksek lisans mülakatında tanıştım. Hoca dersleri ziyaretleri ayrı bir vecd içinde geçerdi. Sıraserviler Caddesi No:49’da bulunan Yeni Hayat Apartmanı ikinci katındaki evinde misafirlerini kendi ağırlar, çayınızı kahvenizi o servis eder, sizin hizmet etmenize bile razı olmazdı. Hoca, alanı ile ilgili binlerce kitap, dergi ve efemera toplayan, kitaplarını tek tek plastik bir kapla elle kaplayan bir araş¬tırmacıydı, bir koleksiyoner değildi. Hocamız da bizim gibi koleksiyona karşıydı. O sadece Türkiye gibi kütüphanelerin kıt olduğu bir memlekette hayatı boyunca elde ettiği maddi imkânı ile kitaplarına sığınak, kendine çalışma mekânı ve malzeme temin ediyordu.

Eleştirinin Eleştirisi: Bilgi Tanımı Bağlamında Hüsâm Çelebi’nin Hatibzâde Tenkidi

Eskiyeni, 2022

Since the early period of Islamic thought, studies on the subject of existence, knowledge, and value have been made by theologians. While some theology-philosophy books started with the subject of existence, some of them started with the subject of knowledge. It is known that knowledge is closely related to faith. Due to this close contact, theologians have built their philosophy of knowledge around titles such as the definition, limits, sources and possibilities of knowledge. Rather than discussing faith, which has a predominant subjective aspect, the field of knowledge, which is a more objective field, has been highlighted. Thanks to the transfer of faith to the knowledge field, people were able to conduct their discussions on rational grounds. It is foreseen that the issue will be inconclusive when faith is discussed alone. Every person is free to believe anything, regardless of right or wrong, but the same freedom does not exist in the field of knowledge. Knowledge has an objective and controllable structure. Therefore anyone who is trying to convey his or his/her belief to others should definitely explain his/her belief on a rational basis. Belief should be brought closer to knowledge in order to spread the sharing of faith. Belief cannot be examined, but knowledge cannot be ruled out. The close relationship of knowledge with belief should not be overlooked. On account of this for theologians faith and belief consist of affirmation. So what is knowledge, what does it mean to know? Is knowing the same as believing? Is the person who says he knows something different from the person who says he believes something? All these questions seem to necessitate the definition of knowledge as well as belief. The definition of knowledge changes according to schools and scholars in Islamic thought. Some scholars claim that absolute knowledge cannot be defined by counting its self-evident (badīhī). However, according to the great majority, knowledge is theoretical and therefore its definition can be made. In the history of kalām, many definitions of knowledge have been made and criticized. In the article, the definition of knowledge as “an adjective that obliges to differentiate” will be investigated. According to this definition, another important feature of knowledge is that differentiation is not likely to contradict. In the final analysis, the category of knowledge is an adjective. Through the agency of this adjective, the subject knows. Knowledge is a separate activity. For something known to be knowledge, it must be certain and not otherwise likely. An imprecise comprehension is not considered knowledge according to theologians. This kind of knowledge definition, which was presented perfectly in the theological books of the late period, was criticized by Khaṭībzāde (d. 901/1496) from ten aspects. Ḥusām Çelebi (d. 926/1520), on the other hand, found all ten criticisms of Khaṭībzāde weak in different aspects. Çelebi found all ten criticisms of Khaṭībzāde weak in different aspects. In the article, first Khaṭībzāde’s criticisms will be explained in order, then Çelebi’s counter-criticism will be examined and strengths and weaknesses in the statements of both will be pointed out.

Halide Edip’te Eğitim Fikri ve Onun Talim ve Terbiye İsimli Eseri

OPUS Uluslararası Toplum Araştırmaları Dergisi, 2019

Halide Edip, who was a prominent female author in literature and philosophy during 2nd Constitutional Monarchy Period, worked for the establishment of girls' schools in early constitutional monarchy. Her utopian novel "New Turan", which is considered her most important work on women's movement, women established schools in Erzurum in addition to Istanbul. Halide Edip, after the declaration of the 2nd Constitutional Monarchy, wrote significant number of educational articles in newspapers and journals such as Tanin, Musavver, Turkish Land, etc. Education of women was very important for her. Because, it is not possible for women to benefit from any women's rights without education. She considered women as the first teacher of future generations. After the declaration of the 2nd Constitutional Monarchy, a new type of people was required for the new administration. For the new type of people; 1. New education and instruction 2. Teachers and mothers who would conduct the new education were required. However, the Turkish women were not ready for this change. Halide Edip authored her book titled "Education (Talim ve Terbiye)" during the years when she worked as a teacher in Istanbul Girls' Teacher Training School (Darülmuallimat). The manuscript was written by adding her own ideas to the Turkish translation of the book "The Psychological Principles of Educational Science" by the English educator Horn. In addition to her general ideas on education, Halide Edip provided certain recommendations for teachers in her book "Education". One of these recommendations was about the textbooks. According to her, the book is and should be a guide. It should never be an "order" that should be memorized. When a teacher does not agree even with certain issues mentioned in a textbook, she or he should have the courage to express this in the classroom during instruction. "A true teacher is not a teacher of the books, but a teacher of the truth." The textbooks should be only one of the tools that the teacher utilizes.