Sabuhi Ahmed Dede'nin İhtiyarat-ı Sabuhi'sindeki Reddiye Kullanımları Üzerine Bir İnceleme (original) (raw)
Related papers
2021
Sabûhî Ahmed Dede 16. yüzyılın sonları ile 17. yüzyılın ilk yarısında yaşamış şâirlik özelliği de bulunan önemli bir Mevlevî şeyhidir. Konya Mevlevîhânesi’nde tedristen geçtikten sonra önce Şam, ardından Yenikapı Mevlevîhânesi’nde şeyhlik vazifesini gerçekleştirmiştir. Konya yıllarında Türkçe Dîvânı’nı, Şam yıllarında İhtiyârât-ı Sabûhî’sini yazmıştır. İhtiyârât-ı Sabûhî son yıllarda ilim dünyasının dikkatini çekmiş bir eser olarak görünmektedir. Ancak eserin tam bir transkripsiyonlu metni bugüne kadar hazırlanmamıştır. Bu çalışmada Sabûhî Ahmed Dede’nin hayatı ve edebî kişiliği ile ilgili detaylı bilgi vermekten ziyade esere odaklanılmış, İhtiyârât-ı Sabûhî’nin nüshaları tespit ve temin edilerek nüsha soyağacı çıkarılmış ve bunlar arasında kol başı olan nüshalar ile tenkitli metin oluşturulmuştur. Sabûhî Ahmed Dede, İhtiyârât-ı Sabûhî’de anlaşılması güç olan beyitler ile âyet ve hadîs içeren beyitleri, ayrıca Mesnevî’nin dîbâce bölümlerini şerh etmiştir. Şerh metodolojisinde bu açıklamaya uygun bir şekilde âyet ve hadîs iktibasları ile dini kıssalara yoğun bir şekilde yer vermiştir. Mesnevî’nin dîbâce bölümlerinin şerhinde ise kelime anlamları ve gramer açıklamaları yoğunlaşmaktadır. Eser Türkçe kaleme alınmış olmakla birlikte manzum bölümlerde Farsça, iktibas yapılan bölümlerde de Arapça yoğun bir şekilde kullanılmıştır. Mesnevî’yi öğretmek amacıyla yazılmış olmasına rağmen Türkçe bölümlerdeki Arapça ve Farsça kelime ve terkiplerin yoğunluğu talebelerin belli bir eğitim seviyesinde olduklarını göstermektedir. Ayrıca şerh metodunda bir düzenin olmaması, Mesnevî’de bulunan ancak şerh edilmeyen beyitlerden kelime anlamlarının verilmesi, bağlaç kullanımlarının çokluğu, kimi yerde cümlelerin yarıda kalması ya da anlamlı cümle oluşmaması eserin konuşama dili özellikleri ile yazıldığına işaret etmektedir. İhtiyârât-ı Sabûhî, şerh geleneği içerisinde Mesnevî şerhleri arasında özellikle âyet ve hadîs içeren beyitler ile talebeler tarafından anlaşılmadığı düşünülen beyitlerin şerhine yer vermesi ve bu amacı gerçekleştirmek için kullandığı şerh yönteminin özgünlüğü, sanat kaygısından uzak üslubu, belli bir eğitim düzeyini gerektiren dil kullanımı ile farklı bir yere ve öneme sahip bir eser olarak dikkat çekmektedir.
Tereddüde Reddiye: Şeyhî'nin "İkisi de" Gazeli
Tereddüt Kitabı, Kitabevi Yayınları, 2022
Şeyhî’nin “dedim dedi ik’si de” redifli gazeli bir müracaa gazeldir. Yani “dedim - dedi” şeklinde karşılıklı konuşmalardan oluşur. Şiirde âşık mevkiindeki anlatımı yapan özne, sevgiliye genellikle onun güzellik unsurlarına dair iki seçenekli sorular yöneltmekte ve daima aynı cevabı almaktadır: “İkisi de”. Sorular, her beyitte çeşitlenirken cevap aynı kalmaktadır. Âşığın sorularının sebebi hitap ettiği sevgiliye hayranlığıdır. Bu hayranlık; âşığın sevgiliyi nasıl niteleyeceğini, onun güzelliğini ne ile vasfedeceğini bilememesinden kaynaklı bir hayret merkezli tereddüdü doğurmakta, bu hâl de âşığı sevgiliye “bu mudur yoksa şu mu?” türünden ikili sorulara sevk etmektedir. Sevgili ise âşığın bu tereddüdünü tatlı bir mukabele ile gidermekte ve “ikisi de” diyerek, kendini yormamasını, aklına gelecek çeşitli güzelliklerin kendisinde zaten olduğunu söylemektedir. Öyle ki sevgilinin bu cevaplarında âşık daha fazla seçenek sunsa “hepsi de” diyecek bir eda sezilir. Dolayısıyla buradaki “ikisi de” aslında “hepsi de” gibidir. Zira güzellik kemal derecesinde olunca eksiklik kabul etmemektedir. Âşığın gözünde sevgili müstesna bir güzel olmalıdır. Onu tam manasıyla güzel görebilmesi için de onda eksiklik görmemeli, onun güzelliğinde tereddüde düşmemelidir. Sevgili de verdiği cevaplarla bu tereddüdü giderir. Güzellik ve aşk tereddüt kabul etmez. İkisi de tereddüdü reddeder. Zira aşkın kemal noktası güzelliğin de tamamlandığı noktadır. Şeyh Gâlib’in Hüsn ü Aşk’ta dediği gibi aşk ve hüsn (güzellik) hakikatte birbirinin aynıdır: “Kim Aşk Hüsün’dür ayn-ı Hüsn Aşk” (2006 : s. 380). Yani “ikisi de” birdir. Bu birlik gözün ve dudağın; saçın ve boyun bir can ve tende bütünlük oluşturmasıdır. Can ve ten bir bütündür, ayrı değildir. Böylece bu şiir, görünürdeki beşeri aşk anlatımının ardında vahdet eksenli bir aşk anlayışının tezahürü olarak okunabilir. Sevgilinin verdiği “ikisi de” cevabı; aslında hepsi bir, hepsi tek, hepsi “Hüsn-i Mutlak”a ait güzelliğin tezahürleridir şeklinde düşünülebilir. Tasavvufi manada da beşeri manada da aşk bir bütünlük hâli olup tereddüt ve parçalanmışlığı kabul etmez. Burada âşığın tereddüdünün şüphe merkezli değil hayret ve hayranlık merkezli olduğuna da dikkat çekmek gerekir. Zira şüphe de aşkın kabul etmediği bir şeydir. Âşık ise can ve teniyle bağlı olduğu sevgiliye hayranlığından kaynaklı “can mı ten mi?” türünden sorular sormakta ve adeta sevgili tarafından “irşâd” edilmekte, aldığı her cevapla da heyecanına heyecan hayranlığına hayranlık katmaktadır. Şeyhî’nin “ikisi de” gazeli, bir nevi tereddüde reddiye ve âşığın parçalanmış gönlünün sevgilinin nefesiyle tamamlamasının şiiridir. İkilik bazen şaşkınlıkta bazen de gözdeki şaşılıktadır. Sahih nazarla bakıldığında “ikisi de” Bir’dir!
Reddu’l-Hadîs min Ciheti’l-Metn İsimli Çalışma Hakkında Bazı Mülahazalar
Rize İlahiyat Dergisi, 2023
Hadisçilerin metin tenkidi konusu günümüzde hayli tartışma konusudur ve hadislerin muhafazası noktasında büyük önem arz eden bir meseledir. Bu araştırma notunun amacı konuyla alakalı son dönemde yazılmış dikkat çeken bir araştırmanın tanıtımını yapmak ve daha çok, sorunlu gördüğümüz yerlerini eleştirmektir. Bu yazıda Mu’tez el-Hatîb isimli araştırmacının Reddu’l-hadîs min ciheti’l-metn, dirâse fî menâhici’l-muhaddisîn ve’l-usûliyyîn isimli aslı 2009 senesinde hazırlanmış bir doktora tezi olan çalışması hakkında bazı mülahazalarımız kaydedilmiştir. Mu’tez el-Hatîb bu çalışmasında muhaddislerin ve fıkıh usulcülerinin metin tenkidi yöntemlerini tahlil etmek ve karşılaştırmak istemiştir. İncelediğimiz eser usul kitapları hakkında tatminkâr seviyede malumat sunmakta ve titiz ve dikkatli bazı tahliller içermektedir. Ancak muhaddislerin metin tenkidi faaliyetleri hakkında önceki araştırmalara herhangi bir katkı sağlamamış ve yeni bir bulgu ortaya koyamamış olması eserin en önemli eksikliğidir. Ayrıca müellif muasır çalışmaları mütekaddim/müteahhir ayrımı yapmamakla eleştirmekle beraber kendisinin bu ayrıma birçok yerde riayet etmeden oldukça hatalı istidlallerde bulunduğu görülmektedir. Yine, yazarın pek çok yerde geç dönem merkezli değerlendirmeler yapıp bunları tüm muhaddislere genellemesi ve muhaddisler ve fukahanın yöntemlerine dair tezat teşkil eden tespitler yapması da sorunludur. İçerdiği zengin malumat sebebiyle öğretici sayılabilecek eserin metin tenkidi konusunda alt yapısı bulunmayan okuyucu için aynı zamanda yanıltıcı olabileceğini de belirtmekte fayda vardır.
Sabuhi Ahmed Dede nin Ilim ve Hikmet Anlayısı
Felsefe ve Hikmet birbirlerini tamamlayan yakın kavramlardır. Batı dünyasında felsefe tabiri kullanılırken İslâm dünyasında felsefe kelimesi yerine daha çok hikmet kelimesi kullanılır. Ancak sûfîler arasında genelde durum tam tersidir. Sûfîler felsefe ile hikmet arasına keskin çizgiler çekerler, hikmet ile felsefenin, hâkim ile filozofun aynı şey olmadığını dile getirirler. Bu sûfîlerden biri de Mevlevî şeyhi olan ve Yenikapı Mevlevihane'sinde şeyhlik yapmış Mesnevi şarihi Sabûhî Ahmed Dede'dir. Sabûhî, İhtiyarat-ı Sabûhî adlı Mesnevi şerhinde Hikmet-Felsefe, Hâkim-Filozof ayrımına değinmiştir. Felsefe ve filozoflara karşı olumsuz düşüncelere sahiptir. Amacımız Sabûhî Dede'nin felsefe ve filozoflara karşı tavrının gerekçelerini tespit emek ve değerlendirmelerde bulunmaktır. Sabûhî ilim ve hikmetin çeşitli yönlerine değinmiş, mihenk taşı olarak ilimde, insanın ahiretine katkı sağlama ve dini ilimler olması kıstasıyla sınırlamıştır. İnsanın bildiği ile amel etmesini önemser. Kişinin bildiği ile amel ettiğinde kişiye bilmediklerinin öğretileceği düşüncesini benimser. Sabûhî kişinin eylem haline getirdiği, dini ve ahiretine fayda sağlayan bilgileri, Allah'ın o kişiye bilmediklerini öğreteceği düşüncesinden hareketle hikmet kavramıyla ilişkilendirir. Sabûhî Ahmed Dede hikmet üzerinde durur, görüşlerini dile getirir ve hikmet ehlini ikiye ayırır. İlkine "hukemâ-yı felâsife" derken ikinci grubu "hukemâ-yı ilâhiyye" diye tesmiye eder. Makbul olanın "hukemâ-yı ilâhî"ye verilen hikmet olduğunu söyler. Bu çalışmamızda Mesnevî-yi Manevi şarihi Sabûhî Ahmed Dede'nin ilim ve hikmete dair görüşlerini, tenkitlerini, tespitlerini ortaya koyup görüşleri üzerinde değerlendirmelerde bulunmayı düşünüyoruz.
Turkish Studies - Language and Literature, 2021
XIV. yüzyılın önde gelen şairlerinden Ahmedî de Hz. İsa’nın çeşitli özelliklerine telmihte bulunan şairlerden biridir. Dîvân’ında yer verdiği olağanüstü özellikler gösteren şahıslardan biri de, hemen her mucizesiyle şairlerin dikkatini çekmiş olan Hz. İsa’dır. Klasik Türk edebiyatında henüz başka bir örneğine tesadüf edilmemiş olan “ʿÎsî” redifli kasidesinde ve Dîvân’da yer alan diğer bazı beyitlerinde Ahmedî, Hz. İsa’nın pek çok mucizesinden söz etmiştir. Genellikle Kur’an-ı Kerim kaynaklı olduğu dikkat çeken bu mucizelerin yanı sıra şair, mitoloji ve dinler tarihi zemininde okumaya müsait beyitler de söylemiştir. Kasidede ve Dîvân’da yer alan Hz. İsa ile ilgili bazı beyitlerde, Kur’an ve peygamberler tarihi eserlerinin yanı sıra kanonik İnciller, apokrif metinler ve de bilhassa mitoloji kaynakları ışığında değerlendirilmesi gereken bir muhtevanın olduğu dikkat çekmektedir. Şairin Hz. İsa’ya dair bazı tasavvurları, muhtelif kültürlerin mitolojisinde yer alan ve Hz. İsa ile ilişkilendirilen Temmuz (Dumuzi) tipi ölen ve dirilen bahar tanrılarına dair sembolleri hatırlatmaktadır. Bu çalışmada da Ahmedî’nin “ʿÎsî” redifli kasidesi ve Dîvân’ında yer alan bazı beyitleri, dinler tarihi kaynakları ve mitolojik veriler ışığında açıklanmaya çalışılmıştır.
Reddiye Metinlerinde Dil ve Üslûp: Minhacu's-Sünne Örneği
e-Makalat Mezhep Araştırmaları Dergisi
İsmail Akkoyunlu verdiği ayrıştırıcı ve ötekileştirici dili nedeniyle hem Şiî-Sünnî ilişkilerine etki etmiş hem de günümüzde dahi referans kaynağı olarak kendisini var kılmayı başarmıştır. Bu nedenle makalemizde İbn Teymiyye'nin Minhācu's-Sünne adlı Şiîlik reddiyesinde tercih ettiği ayrıştırıcı dil ve üslûp; metin tenkidi, mezhebî aidiyet ve mezhepler arası ilişkiler açısından analiz edilecektir.
Öz Muhammed b. Yusuf es-Senûsî, IX. (XV.) yüzyıl Kuzey Afrika'sının önemli Eşʻarî kelâmcılarındandır. Onun başta kelâm ve tasavvuf olmak üzere ilâhiyât ilimlerinin pek çoğunda eserler kaleme aldığı bilinmektedir. Bu ilimlerin arasında mantık ilminin de yer almış olması onun, "istidlâl" konusunda söz sahibi olduğunu göstermektedir. Senûsî'nin Ümmü'l-berâhin adlı risâlesi "Lâilâhe illallah Muhammedün Resulullah" sözünün bütün akîdenin kaynağı olduğu inancını delillendirmek maksadıyla yazılmıştır. Allah'ın varlığı ve sıfatlarının ispatı için kullandığı istidlâller yanında o, risâlesinde "Muhammedün Resulullah" sözüne dayanarak peygamberlerde bulunması gereken özellikleri de ortaya koymuş ve sıdk, emânet ve tebliğ olarak saydığı bu özellikleri çeşitli delillerle ispatlamaya çalışmıştır. Senûsî, bu sözün kapsamına diğer peygamberlere, meleklere, semavî kitaplara, âhiret gününe inanmanın da girdiğini savunur. Ona göre bunun sebebi, Hz. Peygamber'in bütün bunları tasdik etmeyi din olarak getirmiş olmasıdır. O, "Ümmü'l-berâhin"de peygamberlerin sahip oldukları sıfatlarla ilgili istidlâllerini daha çok hulfî kıyâsa dayandırmıştır. Bunun yanında muʻcize ile istidlâl, iki aslı bir sonuca göre düzenleme, zincirleme kıyâs, matvî kıyâs formlarını da kullanmıştır. Abstract Muhammad b. Yusuf al-Sanusi is one of the most important Ash'ari theologist in the 15th century North Africa. It is known that he wrote in most of the theological sciences which mainly in theology and mysticism. The fact that logic science is also included among these sciences, reflects the level of development in terms of "istidlal". Senûsî's booklet named "Umm al-berahin" was written with the purpose of proving the belief that "There is no God but Allah and Muhammad is his messenger" is the source of all faith. In addition to the inferences about Allah and His attributes he also explained the attributes that must be found in the messengers based on the word "Muhammad is His messenger" and also tried to prove these features, which are considered to be truthfulness, rescript and notification, with various arguments. According to Sanusi, who defends the opinion that belief to the Hereafter, other prophets, angels, sacred books were entering this context, this is because the Prophet brought religion as a means to attest to all this. He based his inferences about the messengers adjectives on the inverse analogy in "Umm al-barahin". Besides, he used "inference by using miracle", "arrangement two original according to a result", "chained analogy", "arrangement according to two original results" and "abbreviated analogy" forms.
Yusufefendizâde'nin Mi‘râciyye İsimli Eserinde Hadis Kullanımı
Amasya İlahiyat Dergisi, 2024
Mi‘rac hadisesi vuku bulduğu andan günümüze Müslümanların gönül dünyasında ve ilmî hayatında derin etkiler bırakmış; hadis, tefsir, siyer, tarih, mûsiki, edebiyat eserlerinde konu detaylıca işlenmiştir. Bu bağlamda Anadolu coğrafyasında ve Türk kültüründe mi‘rac hadisesini anlatmak için Mi‘râciyye adında edebî eserler kaleme alınmıştır. Türk edebiyatında mi‘rac, ilk kez Satuk Buğra Han Destanı’nda işlenmiş, mi‘râciyyelerin ilk örneği on ikinci yüzyılda Hakîm Ata tarafından yazılmıştır. Anadolu’da ilk müstakil mi‘râciyye on beşinci yüzyılın başında Ahmedî tarafından kaleme alınmış, sonraki dönemlerde hemen her şair divanında mi‘râciyyeye yer vermiştir. Bu eserlerde mi‘rac anlatısı şakk-ı sadr hadisesinin safha safha tasvir edilmesiyle başlar. Yolculuğun başlangıç noktası genelde Ümmü Hânî’nin evidir. Cebrâil’in burakı cennetten getirişi ve burakın detaylı tasviri mi‘râciyyelerin en önemli özelliklerindendir. Sonrasında Hz. Peygamber’in Mescid-i Aksâ’ya yoluculuğu, orada diğer peygamberlere namaz kıldırması ve onlardan üstünlüğü dile getirilir. Hz. Peygamber’in Kudüs’ten tekrar semaya yükselişi esnasında bastığı taşın onun ardından hareket etmesi ve havada asılı kalması mucizelerden biri olarak nakledilir. Bunu gökyüzünde dolaşma, sema katlarında diğer peygamberlerle tanışma, cennet, köşkler, ırmaklar ve cehennem hayatı tasvirleri takip eder. Akabinde Resûlullah’ın Allah ile mülâkatı ve rabbi katındaki değeri, namazın mi‘racda farz kılınması, Hz. Peygamber’in dönüşte hadiseyi ashabına müjdelemesi, müminlerin kabulü ve müşriklerin inkârı gibi hususlar işlenir. Söz konusu eserlerin en güzel örneklerinden birini 1656-1754 yılları arasında yaşayan Osmanlı âlimlerinden Yûsufefendizâde Abdullah Hilmi telif etmiştir. O, İstanbul’da doğmuş ilmiye sınıfına mensup bir aile ortamında yetişmiştir. Dedesi devrin önde gelen âlimlerinden Amasyalı reîsülkurrâ Yûsuf Efendi, babası ise şeyhülkurrâ Mehmet Efendi’dir. Yûsufefendizâde ilim öğrenmeye babasının yanında başlamış daha sonra Kara Halil Efendi ve Süleyman Fâzıl Efendi gibi dönemin önde gelen hocalarından hadis ve tefsir dersleri almıştır. Dedesi ve babasından devraldığı ilmi mirasa sahip çıkan Yûsufefendizâde, bir asırlık ömründe İslami ilimlerin farklı dallarına dair elliden fazla eser telif etmiş, pek çok öğrenci yetiştirmiştir. Yûsufefendizâde yaşamı boyunca önemli vazifeleri üstlenmiş; sarayda Sahîh-i Buhârî müderrisliği, reîsülkurrâlık, şeyhülkurrâlık gibi görevleri deruhte etmiştir. Hadis ilmi açısından Yûsufefendizâde’nin değeri onun “Umdetü’l-muhaddisin ve şeyhü’l-muhaddisin” unvanlarıyla anılarak hadis alanında haklı bir şöhrete kavuşmasıdır. O, kırk yıl emek vererek Buhârî’nin Sahîh’ine otuz ciltlik bir şerh yazmış, Müslim’in Sahîh’ine yazdığı şerh ise vefatı üzerine yarım kalmıştır. Onun Arapça olarak yazdığı ve Millet Kütüphanesi, Ali Emîrî Efendi, nr. 222’de yazma halinde yer alan Mi‘râciyye adlı eseri, mi‘rac konusunda çok sayıda rivayeti barındıran, dönemin hadis kullanımına dair fikir veren ve hadislerle kurgulanan bir eserdir. Yûsufefendizâde, “Samed olan Rabbinin inayetine muhtaç fakir Yûsufefendizâde olarak bilinen Ebû Muhammed Abdullah b. Muhammed der ki” şeklindeki ifadeleri ile eserin kendisine ait olduğunu açıkça beyan etmektedir. Eserin dili Arapçadır. Nesih yazı biçimiyle yazılan eser tek cilt halinde, 210x132-154x83 mm. boyutlarında, 16 yapraktan müteşekkildir ve sayfalarda 19 satır bulunmaktadır. Yûsufefendizâde, bir gün isrâ âyetini teemmül ederken mi’rac hadisesi ile alakalı bir eser yazma fikri ve bu konudaki rivayetleri derleme arzusunun gönlüne doğduğunu, bunun üzerine bu eseri telif ettiğini belirtmektedir. Eser konuyla alakalı birkaç ayet, hadis kaynaklarında mi‘rac hadisesiyle ilgili tahrîc edilen haberler, tarih, tefsir, siyer ve megâzî kaynaklarındaki rivayetlerle zenginleştirilerek oluşturulmuş, eserde mi‘rac hadisesi detaylıca ortaya konulmuştur. Yûsufefendizâde’nin hadis ilmindeki şöhreti de dikkate alındığında eserin hadis ilmi açısından çalışılması önem arz etmektedir. Bu makalede Yûsufefendizâde’nin Mi‘râciyye adlı eserindeki hadis kullanımı incelenmekte, hadis ilmine dair yaklaşımı ortaya konulmakta, tercih ettiği hadislerin kaynakları tespit edilerek rivayetlerin sıhhatine dair bilgi verilmektedir. Bununla birlikte şu somut sorulara da cevap aranmaktadır: “Mi‘râciyye’deki hadis kullanımı dönemin hadis anlayışı hakkında hangi fikirleri vermektedir?”, “Yûsufefendizâde rivayet tercihlerinde hadislerin sıhhat durumunu dikkate almış mıdır?”, “Yûsufefendizâde’nin hadis anlayışına etki eden müellif ya da kaynaklara dair ipuçları nelerdir.” Yûsufefendizâde genellikle hadisleri sahâbî ravisini zikretmeden senedsiz olarak nakletmekte, sadece sahih hadisleri kullanma gibi bir yaklaşımı görülmemekte daha çok mi‘raca dair zihnindeki kurguya göre rivayet tercihlerinde bulunmaktadır.
KAVÂİD-İ FIKHİYYE BAĞLAMINDA SUYÛTİ’NİN EL-EŞBÂH VE’N-NEZÂİR İSİMLİ ESER
Akademik Platform İslami Araştırmalar Dergisi, 2022
Fıkıh ilminin olgunlaşmasıyla birlikte fıkhî miras, farklı bakış açılarıyla incelenmeye başlamıştır. Buna bağlı olarak da kavâid, fürûk, eşbâh ve'n-nezâir, tahrîcü'l-fürû 'ale'l-usûl, nevâzil, vâkıat gibi konuları ele alış tarzı, amaç ve işlevleri hem muhtevâ yönünden hem de teknik açıdan birbirinden farklı yazım türleri ortaya çıkmış ve zamanla kavâid düşüncesini ele alan zengin bir literatür meydana gelmiştir. Ortaya çıkan bu alt edebî türler, fıkıh ilminin dinamik yapısına işaret etmekle beraber, hükümlere ulaşmada büyük bir kolaylık sağlayarak fıkıh ilminin ilkesel yönünü göstermesi açısından büyük bir önemi haiz olduğu söylenebilir. Fer'î meseleler arasındaki benzerlik ve farklılıkları konu edinen eşbâh ve'n-nezâir ilmi de bu yazım türlerinden biridir. Fıkıh ilmi açısından Şâfiî fakihlerin öncülüğünde ortaya çıktığı bilinen "el-Eşbâh ve'n-Nezâir" isimli çalışmalar, kavâid düşüncesine yeni bir boyut kazandırarak fıkıh ilminin gelişimine katkı sunmuştur. Kavâid düşüncesine kazandırılan bu boyutun sınırlarını göstermesi açısından Celâleddin es-Suyuti'nin (v. 849-911/1445-1505) kaleme aldığı el-Eşbâh ve'n-nezâir isimli eserinin incelenmesi, son derece önemlidir. Bu çalışmada fıkıh ilmi açısından el-Eşbâh ve'n-nezâir geleneği hakkında özet bilgilere yer verilip Suyuti'nin eseri teknik ve muhteva açısından incelenecektir. Ardından Suyuti'nin eserinin kavâid düşüncesinde edindiği konum hakkında değerlendirmelerde bulunulacaktır.