SÖMÜRGECİLİKTEN YENİ SÖMÜRGECİLİĞE: KÜRESEL REKABETTE SAHRAALTI AFRİKA (original) (raw)

SÖMÜRGECİLİKTEN GÜNÜMÜZE FRANSA’NIN AFRİKA POLİTİKALARINA GENEL BAKIŞ

"Kara Kıta" olarak anılmasına ve genellikle "çöl, açlık ve hastalıklar" gibi olgularla hatırlanmasına rağmen Afrika kıtası yer altı zenginlikleri, pek çok yerindeki verimli toprakları, kültür çeĢitliliği ve benzeri özellikleriyle özellikle birkaç yüz yıllık süreçte dıĢarıdaki milletlerin ve medeniyetlerin odağında olmuĢtur. Afrika, Nil yatağında geliĢen medeniyeti, Roma döneminde Kartaca"da yapılan savaĢlar, Ġslamiyet"in doğuĢundan sonra Arapların Kuzey ve Kuzeydoğu bölgelerine yaptıkları seferler, Osmanlı Türkleri"nin fetihleri ile tarihte yerini aldıktan sonra 1 belki de tüm bu sayılanlardan daha fazla iz bırakacak bir döneme girmiĢtir. Dönem dönem kıtayı ziyaret eden kölecilik, ticaret, balıkçılık gibi meselelerde kıtayla etkileĢime gelen Avrupa 18.

FRANSIZ SÖMÜRGECİLİĞİ DÖNEMİNDE KUZEY AFRİKA'DA ARAP DİLİ VE EDEBİYATINA GENEL BİR BAKIŞ

Eğer günün birinde halk yaşamaktan yana iradesini koyarsa, kader buna uymaktan başka bir şey yapamaz. " (Tunus'lu şair Ebu'l-Kâsım eş-Şâbbî) Özet Fransızlar Kuzey Afrika ülkelerini (Cezayir, Tunus, Fas) işgal ettikten sonra, buralarda katı bir Fransızlaştırma siyaseti uyguladılar. Bu siyasetin karşında en zorlu engelin Arapça olduğunu anlayan işgalciler, bu dile karşı sistemli bir yok etme faaliyeti başlattılar, her türlü zulüm ve baskıyla geleneksel medrese sistemini çökerterek Arapçayı eğitim-öğretimden uzaklaştırdılar. Müslüman halkın elinden gelen direnci gösterdiği mücadelede Fransızlar, uzun süre Cezayir'in sadece şehirlerinde ve kuzey kısımlarında başarılı oldular. Tunus ve Fas'ın işgal çok sonraya denk geldiği için, buralarda daha sınırlı bir başarı sağladılar. Fransız emperyalizmi çok uzun bir zaman diliminde büyük bir çaba sarfetmesine rağmen, Kuzey Afrika ülkelerinde, özellikle Cezayir'de Arapçayı bir süre sahneden uzaklaştırdı, fakat tamamen yok etmeyi başaramadı. Bütün bunlara rağmen bu bölgede Arapça düşünen, Arapça yazan büyük edebiyatçılar ve fikir adamları yetişti. Ancak, Doğudaki Arapların bu bölgeyi görmezlikten gelerek, edebiyat tarihlerinde, antolojilerde, ders kitaplarında yeteri kadar yer vermemeleri neticesinde, Arap Dünyasının batısında çok zor şartlar altında yetişen bu usta kalemler, hak ettikleri saygıyı göremediler.

SÖMÜRGECİ BÜYÜK GÜÇLERİN AFRİKA KITASINDAKİ YAKLAŞIM PRENSİBİ VE TÜRKİYE-AFRİKA İLİŞKİLERİ

Afrika'nın zengin yeraltı ve yerüstü kaynaklarına sahip oluşu ve dünya üzerindeki konumundan dolayı güçlü devletler kıtaya büyük önem vermişlerdir. 1990'lı yıllardan itibaren büyük güçler rekabet alanlarını Afrika'ya yöneltmeye başlamışlardır. Avrupa Birliği (AB), Çin ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) başta olmak üzere büyük güçler, kıtadan en büyük payı kapmak amacıyla birbirleriyle yarışmaktadırlar. Bölgesel güç olmak isteyen Türkiye'nin ise Afrika'yı göz ardı etmesi mümkün değildir. Bu çalışma üç ana bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde, Afrika kıtasının önemi hakkında bilgi verilmiş, Afrika kıtasının sömürgeci devletler için önemi anlatılmıştır. İkinci bölümde, sömürgeci büyük güçler olan Britanya İmparatorluğu, Fransa, Çin ve Amerika'nın bu kıtaya yaklaşım prensipleri ve kıta üzerindeki faaliyetleri ele alınmıştır. Üçüncü ve son bölümde ise Türkiye ve Afrika'nın ilişkileri ele alınmış, Türkiye'nin Afrika ile ilişkileri ele alınmış, Türkiye'nin Afrika ile ilişkileri hakkındaki faaliyetleri incelenmiştir. Giriş: Günümüzde Afrika, hem coğrafi konumuyla hem de sahip olduğu yeraltı ve yerüstü kaynaklarıyla büyük öneme sahip bir kıtadır. Bu kıtada petrol, doğalgaz, kömür gibi enerji bakımından önemli ve krom, platin, kobalt, demir gibi silah teknolojileri bakımından önemli olan doğal kaynaklar bolca bulunmaktadır. Afrika, 1 milyarı aşkın nüfusu ile insan kaynakları bakımından da önemli bir kıtadır. Kıta, doğal kaynaklara, nüfus potansiyeline, geniş araziler ve dünyanın hızlı büyüyen ülkelerine sahiptir. Bu nedenle kıta, ekonomik açıdan hızla büyüme gösteren ve hızla serbest ticaret kültürüne alışan, tüketici bir kitle olma yolundadır. Bu özellikleri son yıllarda Afrika'yı üzerinde hem kıta dışı devletler, hem de kıta devletleri arasında derin mücadelelerin yaşandığı yeni bir etkinlik alanına dönüştürmüştür. Afrika, sahip olduğu bütün bu özellikler nedeniyle ABD, AB ülkeleri, Rusya, Çin, Hindistan gibi enerji ihtiyacı olan başta gelişmiş ülkelerin, kıtanın stratejik konumundan istifade etmek isteyen diğer devletlerin ve bölgesel bir güç olma yolunda ilerleme iddiasındaki Türkiye'nin ilgi alanına girmiştir. Türkiye, kıta üzerinde çeşitli siyasi, ticari, askeri vb. 3 anlaşmalar yaparak etkili olmaya çalışmakta ve bunu sağlamak için yeni bir Afrika politikası geliştirmektedir. 1. AFRİKA JEOPOLİTİĞİNİN ÖNEMİ VE ÖZELLİĞİ: Konumu itibariyle hem kuzey, hem de güney yarımkürede toprakları bulunan Afrika kıtası coğrafi olarak stratejik bir konuma sahiptir. Ümit Burnu, Süveyş Kanalı, Cebelitarık Boğazı, Aden Körfezi gibi önemli bağlantı ve kontrol noktalarına sahip olmasının yanı sıra konum olarak Avrupa'nın güney sarmalında, petrol zengini Körfez ülkelerinin yakınında bulunması, buranın önemini daha da artırmaktadır. Kıtanın kuzeyinde Akdeniz havzasının bulunması, Avrupa'yla sınırdaş konumda bulunmasına neden olmaktadır. Kıta, büyük ölçüde yeraltı ve yerüstü kaynak rezervlerine sahiptir. Bu rezervler, platinyum, tantal, altın, elmas, kobalt, magnezyum ve fosfalttır. 1 Ayrıca silah ve uzay sanayis, gibi stratejik öneme sahip alanlarda kullanılan krom, platin, kobalt gibi madenlerin büyük oranda rezervleri bulunması kıtanın önemini daha da artırmaktadır. Kıta, birçok endüstri dalında kullanılan bakır, kurşun, demir, alüminyum, kobalt, boksit gibi madenler açısından da oldukça zengindir. 2 Afrika, 1885 yılında Berlin Antlaşması ile "medenileştirme" adı altında sömürgeci güçler tarafından paylaştırılmıştır. II. Dünya Savaşı'ndan itibaren sömürgeci yönetimlerin çekilmeye başlamasıyla ülkeler, yavaş yavaş bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. 3 Sömürgecilik döneminin bitmesinin ardından kıtaya olan ilgi, Soğuk Savaş döneminin getirdiği nitelikte ideolojik çatışma alanında sınırlı kalmıştır. Sovyetlerin dağılmasıyla başlayan süreçte, Afrika, dünya arenasındaki önemini yitirmiş ve ülkeler kaderine terk edilmiştir. Yıllarca açlık, susuzluk, yönetim eksikliği, çatışmalar gibi sorunlarla mücadele eden ve bir türlü gelişme gösteremeyen Afrika, XXI. yüzyıla girilirken, özellikle Sahraaltı ülkelerinde yeni bulunan petrol gibi doğal kaynakların etkisiyle hızla büyümeye başlamıştır. 4 Bu ekonomik gelişmelerin etkisiyle ABD, Çin ve AB, kıtada üstü örtülü bir doğal kaynak rekabeti içine girmişlerdir. Bu ülkelerin yanı sıra Türkiye, Hindistan, Brezilya, Rusya ve İsrail'in de dâhil olduğunu söylemek mümkündür. 5 2. SÖMÜRGECİ BÜYÜK GÜÇLERİN KITAYA YAKLAŞIMLARI: Sömürgeci büyük güçler ve bölgesel bir güç olma yolunda ilerleme iddiasındaki Türkiye Afrika'nın doğal kaynaklarından ve coğrafi konumundan yararlanmaktadır. Britanya İmparatorluğu'nun Afrika ile ilişkisi Süveyş Kanalı'nın inşası ile başlamıştır. Fransa kolonyalist faaliyetlerle sömürgecilik politikası uygulamıştır. Ülkeler bağımsızlıklarını kazansalar da Fransa'nın etkisi hala sürmektedir. Amerika özellikle Afrika'nın petrol rezervleri için ilişkilere önem vermektedir. Çin'in ise Afrika'da sömürgeci politika uygulamaması, kıtaya destekler verilmesi ve yatırımlar yapması, Afrika'nın Çin'e sıcak bakmasını sağlamaktadır. 2.1. Britanya İmparatorluğu'nun Afrika Kıtasındaki Faaliyetleri: Süveyş Kanalı, ticari bakımdan önem arz eden Asya kıtasıyla, özellikle Sanayi Devrimi'nden sonra buharlı gemilerin kullanılmasıyla birlikte dünya ticaretinde önemi artan Avrupa kıtasını birbirine bağlamış, Avrupa'dan Hindistan'a giden deniz yolunu neredeyse yarı yarıya kısaltmıştır. 6 Süveyş Kanalı'nın inşası, dünya ticaretinin seyrini değiştirmiş ve bu bölgenin diğer boğazlardan daha önemli hale gelmesine yol açarak 7 Yakın Doğu ve Afrika'nın stratejik ve jeopolitik önemini arttırmıştır. 8 Süveyş Kanalı'nın açılmasıyla burası Britanya'nın Hindistan ile olan bağlantısının ana noktası haline gelmiş 9 ve Mısır, Britanya'nın evrensel imparatorluğunun merkezini oluşturmuştur. 10 Fransa'nın bu kanala egemen olmasının, önce Mısır'a yerleşmesi ve nihayetinde Kızıldeniz'de egemen durumuna gelerek ve istikrarın sağlanması, ulusal, bölgesel ve kıtasal güvenliğin temin edilmesi ve sağlık, kadın, gençlik vb. politikaların ön plana çıkması gibi hususlara öncelik verildiği görülmüştür. 29

KÜRESELLEŞME SÜRECİNİN YENİ EVRESİNDE DEĞİŞEN BÖLGESEL GELİŞME PARADİGMASI

Bölgesel Gelişme ve Bölge Planlamada Yeni Yaklaşımlar Konferansı, 2009

1980 başlarından bu güne dek geçen sürede dünyada önemli değişimler yaşandı. Bir yandan Fordist üretim biçimine dayalı sanayi üretimi önemli sarsıntılar geçirdi ve esnek üretim biçimleri giderek yaygınlaştı. Öte yandan, 1980 öncesinde özellikle gelişmiş ülkelerde benimsenen sosyal refah devletinin kurumları önemli daralmalar yaşadı ve devletin ekonomik alandaki sorumluluğunu azaltıcı düzenlemelerle sosyal refah kurumlarına devletin katkısı büyük ölçüde azaldı. Ekonomik ve sosyal yapıdaki çok önemli dönüşümleri zorlayan bu gelişmelerin mekansal yapıdaki etkisi de çok önemli oldu.

Sömürgecilikten Yeni Sömürgeciliğe Küresel Rekabette Sahraaltı Afrika

Siyasî tarih, geçmişten bugüne uluslararası siyasette ve dünya tarihinde yaşanan değişimleri gözler önüne sererken bugünün dünyasının bazı alanlarda geçmişten çok da farklı olmadığını, öz itibariyle aynı kavramların, politikaların ve düşüncelerin yeni araçlar ve yeni metotlarla günümüze uyarlandığını anlamamıza yardımcı olmaktadır. Afrika ve Afrika tarihi de yüzyıllar boyunca kıta dışından gelen istilacı güçlerin, iktisadî ve sömürge faaliyetlerine maruz kalmıştır. 15. yüzyıldan itibaren çeşitli formlarda Afrika'ya yönelen sömürge girişimleri, ana tema olarak kıtanın sahip olduğu kaynakların çevreden merkeze aktarılmasıyla alakalıydı. Kıtanın sahip olduğu kaynak çeşitliliğini sadece yer altından çıkarılan değerli madenlere ve fosil yakıtlara bağlamak, Afrika'nın sömürülme geçmişini anlamakta yetersiz kalacağı gibi olayı sadece iktisadî ve endüstriyel bir ihtivaya sokar. Hâlbuki ilk dönem sömürülme faaliyetinin temel hedefi bizatihi insandır ve bu hedefe binâen yapılan köle ticaretidir.

PROLETERYADAN PREKARYAYA: YENİ BİR KÜRESEL SINIF

Öz Petrol krizi, kapitalist sistemde Keynesyen refah devleti ve fordist üretim sisteminin sonunu hazırlarken neoliberal düzen ve post fordizm ile düzen yeniden biçimlenmiştir. Bu süreçte devletin fonksiyonları daraltılmış, serbest piyasa ulaşabileceği en yüksek düzeyine erişmiştir. Post fordist üretim sistemi ile bilgi temelli ve teknolojiye dayalı üretim esas olurken emek süreçlerinin evrimi ivme kazanmıştır. Bu yeni birikim rejiminde emek piyasası deregüle edilmiş, sendikaların ağırlığı zayıflatılmış, güvencesiz ve esnek bir istihdam sürecine geçilmiştir. Bu yeni emek süreci proleter sınıfın yerini yeni küresel bir prekarya sınıfının alacağı şeklinde yorumlanmıştır. Bu çalışmada neoliberal düzende emek süreçleri ve prekaryanın rolü üzerine tartışmalar yapılacaktır.

SURIYE KRIZINDE YENİ SAFHA İDLIB

2011’den bu yana devam etmekte olan ve yakın tarihte yaşanan en kanlı çatışmalardan birisi olan Suriye krizinde Esed rejiminin askeri kazanımlarının ardından İdlib bölgesi muhaliflerin son kalesi konumuna gelmiş durumdadır. İdlib’i yeniden kontrol etmek istediğini açık bir şekilde ifade eden Esed rejiminin şehre saldırma kararının Rusya ve İran’ın onayı ve desteği olmadan gerçekleşmeyeceği söylenebilir. Özellikle Rusya’nın artan nüfuzu İdlib gibi önemli bir meselede Esed rejiminin tek başına karar alma imkanını sınırlamaktadır. Diğer yandan yedi yıldır devam eden çatışma ve “yıpratma savaşı”ndan dolayı Esed rejiminin askeri gücü gittikçe aşınmış ve insan kaynakları tükenmiştir. Oldukça sınırlı bir mobilize güce sahip olan, hem insan kaynağı hem de askeri teçhizat açısından zayıf duruma düşen Esed rejiminin muhaliflerin son kalesi haline gelmiş, on binlerce savaşçının olduğu İdlib bölgesine yapacağı hamlenin kolay olmayacağı aşikardır. Bu hususlar dikkate alındığında Esed rejiminin İdlib’e saldırma kararının ancak Rusya’nın onayı ve kapsamlı desteği halinde gerçekleşebileceği anlaşılmaktadır. Ancak bu durum Esed rejiminin kendi imkanlarıyla Kuzey Hama ve Kuzeybatı Lazkiye’de sınırlı harekatlar düzenleyemeyeceği anlamına gelmeyecektir. Türkiye, Rusya ile yürüttüğü müzakereler neticesinde Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekatları örneğinde olduğu gibi sahadaki varlığını ve etkinliğini artırarak Suriyeli muhaliflerin yanı sıra siviller için de bir yaşam alanı oluşturmuştur. Astana süreci ve çatışmasızlık anlaşmasının neticesinde İdlib bölgesinde on iki farklı gözlem noktası tesis eden Türkiye İdlib üzerinde Ruslarla yürüteceği müzakerelerle ve sahada muhalefeti birleştirecek ve radikal unsurları elimine edecek adımlarla yaklaşık 3 milyon sivilin yaşadığı bölgeyi büyük bir insani krizden kurtarabilir.

GÜNEY AFRİKA'YI ULUSLARARASI HİYERARŞİDE KONUMLANDIRMAK: YENİ YÜKSELEN ORTA ÖLÇEKLİ GÜÇ

ULUSLARARASI AFRO-AVRASYA ARAŞTIRMALARI DERGİSİ , 2019

Soğuk savaşın galibi olarak uluslararası düzende ABD hegemonyası ile tek kutupluluğun oluşması ve tarih boyunca ötekileştirilmiş, uluslararası sistemde dışarıda bırakılmış üçüncü dünya ülkelerinin bu düzende kendilerinde yer arayışı 2008 krizi ile hız kazanarak güç dengesinin gidişatını tekrar sorgulatmıştır. 2008 krizi aynı zamanda uluslararası ekonomik yönetişimin sadece lider sanayi ülkeleri ile devam edemediğini yeni pazarlara, yükselen ekonomiler ile işbirliğine ihtiyaç duyulduğunu tüm yıkıcı etkisi ile açıkça gözler önüne sermiştir. Tek kutuplu dünya düzeni değişirken küresel yönetişimde ortaya çıkan yeni aktörlerin yarattığı uluslararası hiyerarşi BRICS ile daha da belirginlik kazanmaktadır. 2000’li yıllardan itibaren yükselen güçler olarak karşımıza çıkan BRICS ülkeleri bugün küresel yönetişimde büyük oranda söz sahibi olmaktayken, BRICS yapılanması içinde Güney Afrika’nın ‘yükselen güç’ kimliği ile uyuşmadığı iddia edilmektedir. Bu iddiaların temel sebebi ise Güney Afrika’nın, uluslararası ekonomik ve siyasi entegrasyon anlamında diğer BRIC ülkeleri ile arasında belirgin farklılıklar bulunuyor olmasıdır. Bu farklıları anlayabilmek için öncelikle ‘yükselen güç’ ve ‘orta ölçekli güç’ kimliklerinin tanımlamasını iyi anlamlandırmak gerekir. Güney Afrika’nın 2013 yılı itibari ile BRIC’lere katılmış olması Güney Afrika ve dolayısıyla bahsi geçen iki önemli kavram üzerine düşünülmesini literatürde zorunlu hale getirmektedir. Bu çalışmanın amacı da literatürdeki ‘yükselen güç’ ve ‘orta ölçekli güç’ kavramlarının anlamsal kargaşasını açıklayabilmek adına kavramların yapısal ve davranışsal gerekliliklerini analiz ederek Güney Afrika’nın BRICS yapılanmasındaki kimliğini ortaya koyabilmektir

AFRİKA’DA İNGİLİZ SÖMÜRGECİLİĞİ VE SÖMÜRGE SONRASI DÖNEMDE İLİŞKİLER

AFRİKA’DA İNGİLİZ SÖMÜRGECİLİĞİ VE SÖMÜRGE SONRASI DÖNEMDE İLİŞKİLER, 2022

Afrika’nın siyasi, ekonomik ve sosyo-kültürel hayatında önemli değişikliklere neden olan Avrupa sömürgeciliği, etkisi itibariyle uzun soluklu olmuş ve sömürge sonrası dönemi de etkilemiştir. Afrikalı devletler siyasi bağımsızlıklarını elde etmelerinden sonra yeni bir düzen kurmakta zorlanmış, ekonomik ve kültürel bağımsızlıklarını elde edememişlerdir. Sömürgecilik sürecindeki uygulamaların bir sonucu olarak Afrika ülkeleri, sömürge sonrası dönemde; az gelişmişlik, yoksulluk, çatışma, sınır problemleri, darbe ve iç savaş gibi sorunlarla karşılaşmışlardır. Afrika’da siyasi, ekonomik ve toplumsal alanda yaşanan sorunlar, yeni kurulan devletlerin bütünlüğünü sağlayamamalarına ve istikrarsız bir ortamın ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bağımsızlık sonrası dönemde Afrika ülkelerindeki istikrarsız ortamın varlığı, Avrupalı devletlerin eski sömürgeleri üzerinde nüfuzlarını devam ettirmelerine zemin hazırlamıştır. Avrupalı sömürgeci güçler; arabulucu, donor, ticari ortak gibi birçok sıfatla özellikle eski sömürgeleriyle ilişkilerini devam ettirmişlerdir. Afrika’daki sömürgeci güçlerden birisi olan İngiltere’nin de eski sömürgeleri üzerindeki nüfuzu, bağımsızlık sonrası dönemde de devam etmiştir. “Sayın Mustafa Ateş’i literatüre katkı sağlayacağını düşündüğüm kitap çalışmasından dolayı kutluyorum. Eser iyi araştırılmış, politikaların arka planı vurucu aktarılmış bir görüntü çiziyor. Bu başarılı çalışma yazarına daha teşekküllü Afrika çalışmalarını da ödev veriyor.” Doç. Dr. İsmail Ermağan Dünya Siyasetinde Afrika Kitap Serisi Baş Editörü

KÜRESEL POLİTİKALARDA AFRİKA, REKABET VE İŞ BİRLİĞİ

KÜRESEL POLİTİKALARDA AFRİKA, REKABET VE İŞ BİRLİĞİ, 2024

Afrika kıtası, uluslararası sistemde giderek artan bir öneme sahip olmaktadır. Tarihi, kültürel çeşitliliği ve zengin doğal kaynakları ile Afrika, küresel siyasetin, ekonominin ve kültürel etkileşimlerin merkezi haline gelmiştir. Günümüzde, küresel güçlerin stratejik çıkarları, ekonomik kalkınma çabaları ve sürdürülebilirlik hedefleri, Afrika’nın uluslararası sistemdeki rolünü yeniden tanımlamaktadır. Tarih boyunca sömürgecilik ve bağımsızlık mücadeleleriyle şekillenen Afrika, 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bağımsız devletlerin ortaya çıkışıyla yeni bir döneme girmiştir. Bu dönem, Afrika'nın kendi kaderini tayin etme ve küresel siyasette aktif bir rol üstlenme çabalarını beraberinde getirmiştir. Soğuk Savaş sonrası dönemde, Afrika ülkeleri, ekonomik kalkınma ve siyasi istikrarı sağlama yönünde önemli adımlar atmış, bu süreçte uluslararası iş birliği ve entegrasyonun önemi artmıştır. Afrika’nın uluslararası sistemdeki önemi pek çok farklı faktöre dayanmaktadır. Kıtanın sahip olduğu geniş doğal kaynaklar, özellikle enerji ve maden rezervleri, küresel ekonominin devamlılığı için kritik önemdedir. Ayrıca, Afrika'nın tarım potansiyeli ve biyolojik çeşitliliği, dünya gıda güvenliği ve çevresel sürdürülebilirlik açısından büyük bir değer taşımaktadır. Bunun yanı sıra, genç ve hızla büyüyen nüfusu, Afrika'yı geleceğin önemli ekonomik merkezlerinden biri haline getirmektedir. Afrika’nın stratejik önemi, küresel güçlerin kıtaya olan ilgisini artırmış ve çeşitli diplomatik, ekonomik ve askeri ilişkilerin gelişmesine yol açmıştır. Çin'in büyük ölçekli altyapı yatırımları ve ticaret anlaşmaları, ABD'nin güvenlik iş birlikleri ve kalkınma projeleri, Avrupa Birliği'nin ortaklık girişimleri ve diğer bölgesel güçlerin artan ilgisi, Afrika’nın uluslararası sistemdeki konumunu pekiştirmektedir. Aynı zamanda, Afrika Birliği ve bölgesel ekonomik topluluklar gibi yerel organizasyonlar, kıtanın kendi içindeki entegrasyon ve iş birliğini artırarak uluslararası arenada daha güçlü bir aktör olmasını sağlamaktadır. Bu kitap, Afrika'nın uluslararası sistemdeki önemini farklı perspektiflerden ele alarak kıtanın geçmişten günümüze nasıl bir değişim geçirdiğini ve gelecekte nasıl bir rol oynayacağını incelemeyi amaçlamaktadır. Afrika'nın küresel siyasetteki, ekonomideki ve kültürel etkileşimlerdeki artan rolü, uluslararası toplum için önemli fırsatlar ve meydan okumalar sunmaktadır. Bu bağlamda, Afrika’nın uluslararası sistemdeki önemini anlamak, gelecekteki küresel dinamikleri ve güç dengelerini anlamak için kritik bir öneme sahiptir.