DERRİDA ETİĞİNDE ÇELİŞKİ, AŞKINLIK VE ÖZNELLİK (original) (raw)
Related papers
HEKİM VE HEMŞİRELERDE STRES VE STRESLE BAŞA ÇIKMA YÖNTEMLERİ: DENİZLİ İLİ ÖRNEĞİ
HEKİM VE HEMŞİRELERDE STRES VE STRESLE BAŞA ÇIKMA YÖNTEMLERİ: DENİZLİ İLİ ÖRNEĞİ, 2017
Çalışmada Denizli ilinde çalışan hekim ve hemşirelerin örgütsel stres kaynaklarının neler olduğu, bu örgütsel stres kaynakları ve sonuçları ile başa çıkma yaklaşımları ve bu iki durumun bireylerin kişisel, demografik farklılıklarına ya da çalıştıkları örgütlerin özelliklerine göre değişiklik gösterip göstermediği belirlenmeye çalışılmıştır. Çalışma üç bölümden meydana gelmektedir. İlk bölümde; stres kavramı, bu kavramın temel özellikleri ve zaman içerisindeki değişimi hakkında literatür taraması yapılmıştır. İkinci bölümde; stres yönetimi kavramı, bu kavramın temel özellikleri ve zaman içerisindeki değişimi, bu kavramın bireysel ve örgütsel boyutları hakkında literatür taraması yapılmıştır. Çalışmanın son bölümünü ve uygulama kısmını oluşturan üçüncü bölümde ise; çalışmanın amacı, veri toplama yöntemleri, araştırmanın hipotezleri, bireysel ve örgütsel stres ve stres yönetimi ile ilgili bulgular ve analizler yer almaktadır. Araştırma katılımcılarına çalışma amaçları doğrultusunda bilgi toplamak amacıyla anket uygulaması yapılmıştır. Bu çalışmada, Balcı (1993) tarafından geliştirilen ve Karagül (2011) tarafından bir takım değişiklikler yapılarak son haline kavuşan "iş stresi ölçeği" ve "stresle başa çıkma yaklaşımları ölçeği" kullanılmıştır. Elde edilen sonuçlara göre çalışanların stres kaynakları ile ilgili görüşleri; mesleklerine, yaşlarına, mesleği isteyerek seçip seçmemelerine göre anlamlı bir farklılık göstermekte fakat cinsiyetlerine, medeni durumlarına, içerisinde bulundukları çalışma düzenine, meslekteki kıdemlerine ve çalıştıkları hastanenin bağlı bulunduğu kuruma göre anlamlı bir farklılık göstermemektedir. Çalışanların stres kaynaklarının olumsuz sonuçlarıyla başa çıkma yaklaşımları ile ilgili görüşleri ise; çalıştıkları hastanenin bağlı bulunduğu kuruma göre anlamlı bir farklılık göstermekte fakat cinsiyetlerine, mesleklerine, medeni durumlarına, yaşlarına, içerisinde bulundukları çalışma düzenine, mesleği isteyerek seçip seçmemelerine ve meslekteki kıdemlerine göre anlamlı bir farklılık göstermemektedir. //////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////// In this research; organizational stress factors, coping with organizational stress factors and the relation between this two condition for doctors and nurses which are working in Denizli city has been tried to explain. This research is seperated into three parts. In the first part; literature scanning about stress concept and principles of this concept. The second part; literature scanning about stress management concept and principles of this concept. The last part is about the purpose of this research; data collection methods, hypotheses of the research, outcomes and analysis about personal and organizational stress. In this research, a survey has been applied to the research sample and while analyzing the outcomes of this survey a work stress scale -created by Balcı (1993) and modified by Karagül (2011)- used. As a last resort of this research; stress factors for staff is depends on their job type, their age, if they choose their job willingly. It doesn't depends on their sex, their marital status, working shift which they work in it, seniority about the job and hospital's status -about hospial's institution, corporation type of hospital-. Ways of coping with negative stress factors depends on hospital's status -about hospial's institution, corporation type of hospital but it doesn't depends on their job type, their age, if they choose their job willingly, their sex, their marital status, working shift which they work in it, seniority about the job.
Tasavvuf ı İl mi ve Akademik Araştırma Dergisi, yıl: 9 [2008], sayı: 22, ss. 341-345. TEKKE VE DERVİŞLİK Prof. Dr. Klaus KREISER • Çeviren: Nurettin GEMİCİ 1925 yılında tekkelerin (Arapça teki yy e modem Türkçe okunuşu tekke ve yine zaviye ve buna benzer bir başka kelime hankah) Türkiye Cumhuriyeti'nde kanun kuvvetiyle yasaklanmasıyla tasavvufi tarikatlar (tarika, çoğul olarak turuk, tarru.k, tarikat) en azından görünüşte faaliyetlerine ara vermişlerdir. Bu yasaklamaya rağmen laikliği benimsemiş Türkiye, tasavvufi tarikatların Kültürel mirasını kabullenmiştir. Edebiyatla uğraşan ilim adamları Anadolu tekke edebiyahna ait şiiriere zihin yoruyorlar, Mevlevihaneler klasik Osmanlı sanat musikisinin merkezi olarak yeniden keşfediliyor, sanat tarihçileri ve etnograflar tarikatlardan miras kalan tekkelerin mimarisini ve oradaki elbise ve benzeri malzemelerin envanterini (dökümünü) araşhnyorlar. Günümüzde dervişlikle ilgili olan çalışmalar sosyal ve ekonomik bir gösterge olarak ön plana çıkmak-Bu çalışma Prof. Dr. Klaus Kreiser'in "Die Tekkeund das Derwischwesen", (Türkische Kunst und Kultur aus osmaniseher Zeit), Ed. Frankfurt El Sanatlan Müzesi, Recklinghausen: Bongers, ı985, 87-9ı) isimli makalesinin çevirisidir. Prof. Dr. Klaus Kreiser (ı945): Alman asıllı tarihçi, Türkolog ve doğu bilimci. Köln-Münih şehirlerinde yüksek öğrenimini tamamladıktan sonra Münih Ludwig MaximiHan Üniversitesi'nde doktora eğitimini meşhur doğubilimci ve Türkolog Prof. HansJoachim Kissling'in yanında tamamladı. Ayni Üniversite'de ı976 yılına kadar öğretim görevlisi olarak çalıştıktan sonra ı 976-ı 980 yıllan arasında İstanbul Alman Arkeoloji enstitüsünde görev aldı. ı980 yılın dan emekli olduğu 2004 yılına kadar Bamberg Otto-Friedrich Üniversitesi'nde bölüm baş kanlığı görevini yürüttü. Emeklilikten sonra bu sefer emekliliğinde yerleştiği yere en yakın şehir olan Bonn Ren Friedrich Wilhelm Üniversitesi'nde (Rheinische Friedrich-Wilhelms-UniversiUit) derslerine devam etmektedir. Yayımianmış kitaplan yanı sıra Osmanlı tarihi, Türkiye, tasavvuf, eğitim ve düşünce ve kültür tarihimizle ilgili önemli makaleleri vardır.
UÇUŞTA UYKUSUZLUK VE YORGUNLUK (FATIGUE
Bilindiği gibi hava yolu taşımacılığı sektöründe çalışanların en önemli sorunlarından biri de uykusuzluk ve buna bağlı olarak gelişen aşırı yorgunluktur (fatigue). Uyku insanın şarj halidir. Yetişkin bir insanın uyku ihtiyacı üzerine yapılan bilimsel çalışmaların ortaya çıkardığı sonuca göre, normal bir insanın, kesintisiz, derin ve REM uykusu şeklinde olmak üzere günde 7-9 saatlik bir uyku ihtiyacı olduğu bulunmaktadır. Uykusuzluk ya da az uykunun uçuş emniyetine direk etkisi olan aşırı yorgunluğa yol açtığı, aşırı yorgunluğun (fatigue) da son gelişmeler sayesinde ölçülebildiği ve aşırı yorgunluğun insan üzerinde etkisinin neredeyse belli miktarlarda tüketilen alkole eşdeğer olduğu bilinmektedir. Bu gerçeklere rağmen maalesef birçok uçucu aşırı yorgunluğun etkilerini tam olarak kavrayamadığı için farkına varmadan yorgun bir şekilde uçmaya devam ederek uçuş emniyetsizliğine sebebiyet vermektedir. Diğer bir ifadeyle uçuş emniyeti açısından aşırı yorgunluk ve uykusuzluğun aslında iniş safhasında yapılan " unstable approach " tan çok da farkı olmadığı değerlendirilmektedir. Uykunun uçuş emniyeti açısından önemini daha iyi kavrayabilmek için uyku fizyolojisini incelemek faydalı olacaktır.
ÇEVİRİDE EŞDEĞERLİK: EĞRETİLEMELER
Ç.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 21, Sayı 1, 2012, Sayfa 75-82 Bu betimsel çalışmanın amacı, duygusal deneyimler ile bu deneyimlerin anlatımları arasında bir köprü görevi gören eğretilemeyi yazınsal çeviri bağlamında ele alıp, eğretileme aktarımlarını dilsel ve kültürel açıdan incelemektir. Bu amaçla, Nobel ödüllü İngiliz yazar Doris Lessing’in 1974 yılında yazdığı The Memoirs of a Survivor isimli eserden ve bu eserin 2010 yılında Hayatta Kalma Güncesi olarak Türkçeye kazandırılan çevirisinden bir bölümce seçilip, irdelenmiştir. Hikayenin dönüm noktası (climax) olduğunu varsaydığımız için seçtiğimiz bu bölümcede, kahramanımız Emily'nin, derinden bağlandığı, çok sevdiği arkadaşı June’un şehirden geçen bir çeteyle birlikte ansızın onu terk etmesiyle duyduğu derin üzüntü doruklardadır. İncelememiz sonucunda, Lessing'in, Emily'nin hissettiği bu büyük acıyı anlatmak için seçtiği eğretilemeler ile erek metindeki karşılıkları eşdeğerlikler açısından birlikte ele alındığında erek metin, sonuç olarak, kültürel açıdan eşdeğer bulunsa da, dilsel açıdan aynı duygusal etkinin erek dil okuyucusunda yaratılamadığını söyleyebiliriz.
DOKUZUNCU ASIRDA DIMAŞK, DİYARBEKİR VE ERMÎNİYYE’DE BİR EMİRLİK “ŞEYHOĞULLARI”
DOKUZUNCA ASIRDA DIMAŞK, DİYARBEKİR VE ERMÎNİYYE'DE BİR EMİRLİK "ŞEYHOĞULLARI" Öz Şeyhoğulları adlarını Arap Rebia Kabilesi'nin bir kolu olan Benû Şeybân'a mensup İsa b. eş-Şeyh es-Selîl'in babası eş-Şeyh'den almaktadırlar. Devletin kurucusu İsa b. eş-Şeyh'in adına ilk defa Abbâsî Halifesi Mütevekkil (232-247/847-861) döneminde Muhammed b. Buʿays'ın çıkardığı isyanı bastırmak için gönderilen ordu içerisinde rastlanmaktadır. Bu isyanın bastırılmasında gösterdiği faydalardan sonra Haricîler ile mücadele etmiş ve Bizans sınırına doğru ilerleyerek gazalarda bulunmuştur. Mu'tez'in (252-255/866-869) halifeliğe geçişi esnasında Dımaşk ve Filistin dolaylarında faaliyetlerini sürdüren İsa, biat etmediğinden üzerine gönderilen ordu karşısında tutunamayarak Mısır'a gitmek zorunda kalmıştır. Daha sonraları Diyarbekir ve Ermîniyye'ye tayin edilen İsa Diyarbekir'de bağımsız bir şekilde hareket etmeye başlamış ve Ermîniyye'deki ihtilaflardan da faydalanarak sınırlarını Van Gölü havzasına kadar genişletmiştir. İsa'nın 882 yılında vefat etmesinden sonra emîr olan oğlu Ahmed döneminde Taron (Muş) ele geçirilmiştir. Ahmed 898 yılında vefat edince halife Mutazıd (279-289/892-902) Amid ve Meyyâfârikîn'i Ahmed'in yerine geçen oğlu Muhammed'den alarak Şeyhoğullarına son vermiştir. Abstract The names of the Shaykhs are from al-Shaykh who is the father of İsa b. al-Shaykh al-Salil belonging to Banû Shaybān, a branch of the Arab Rebia tribe. The founder of the state İsa b. al-Shaykh the name of whom, for the first time was found in the army that had been sent to repress the rebellion emerged by Muhammad b. Buʿays in the period of Abbasid Caliph Mutawakkil (232-247 / 847-861). After successes in suppressing this rebellion, he struggled with the Kharijites and found himself in the battles towards to Byzantine border. İsa, who continued his activities around Damascus and Palestine during the transition to the caliphate of Mu'tazz (252-255 / 866-869), had to go to Egypt without being able to stand against the army sent to him because he did not ally the new caliph. İsa, who was later assigned to Diyar Bakr and Armenia, began to act independently in Diyar Bakr and benefiting from the conflicts in Armenia, he extended his borders to the Van Lake basin. After İsa died in 882, his son Ahmed became the Amir and in the period of whom Taron (Muş) was seized. When Ahmed passed away in 898, Caliph Mu'tazid (279-289 / 892-902) seized Amid and Mayyâfârīkîn from his son Muhammad, who replaced Ahmed, and ended the Shaykhs.
ÇEVRE KORUMA HASSASİYETİ VE DİNDARLIK (DENİZLİ ÖRNEĞİ)
2024
Bu araştırmanın temel amacı dini tutum, çevreye karşı yönelim ve çevreci davranışlar arasındaki ilişkinin incelenmesidir. Çalışmada nicel ve nitel paradigmaların beraber kullanıldığı karma yöntem kullanılmıştır. Karma yöntem modellerinden tamamlayıcılık deseni belirlenmiştir. Araştırmanın nicel kısmı tesadüfi örnekleme; nitel kısmı amaçsal örnekleme modeline göre hazırlanmıştır. Bu kapsamda nicel yöntem için dini tutum ölçeği, çevreye karşı yönelim ve çevreci davranışlar ölçeği; nitel yöntem için ise yarı-yapılandırılmış mülakat tekniği ile bulgular elde edilmiştir. Araştırmanın nicel örneklemi, %66,4’ü kadın (n=484), %33,6’sı (n=245) erkek olmak üzere toplam 729 kişiden oluşmaktadır. Araştırmanın nitel çalışma grubu ise %41,7’si kadın (n=5), %58,3’ü erkek (n=7) olmak üzere toplam 12 kişiden oluşmaktadır. Araştırmada elde edilen bulgulara göre dini tutum ölçeği ile çevreyi emanet görme, sahip olma ve israftan kaçınma arasında pozitif yönlü istatiksel olarak anlamlı ilişkiler bulunmuştur. Dini tutum boyutu ile aktif çevre arasında anlamlı bir ilişki olmadığı görülmüştür. Algılanan sosyo-ekonomik düzey ile çevreye karşı yönelim ve çevreci davranışların alt boyutları arasında anlamlı bir farklılaşma tespit edilememiştir. Cinsiyete göre çevreye karşı yönelimin emanet görme alt boyutunda kadınların erkeklere kıyasla daha yüksek olduğu görülmüştür. Cinsiyete göre sahip olma, aktif çevre ve israftan kaçınma alt boyutları arasında anlamlı derecede farklılaşma görülmemiştir. Medeni durum ile emanet görme yönelimi arasında anlamlı bir farklılaşma olmadığı; bekârların evlilere göre dünyaya sahip olma yönelimlerinin daha fazla ve anlamlılık düzeyinde olduğu; evlilerin aktif çevre ve israftan kaçınma davranışlarının bekârlara göre daha yüksek olduğu tespit edilmiştir. Yaş değişkeninde emanet görme hariç sahip olma, aktif çevre ve israftan kaçınma alt boyutlarında anlamlı farklılaşmalar olduğu bulgulanmıştır. Çevre hassasiyeti, dindarlıkla ilişkilendirildiğinde, kitabî manada dindar olan ve dindarlık bilinciyle yaşayan kişilerin daha belirgin bir şekilde dikkat ettikleri görülmektedir. Bu kişiler, çevreyle olan etkileşimlerinde daha bilinçli ve duyarlı davranma eğilimindedirler. Ancak, halk dindarlığına sahip olan bireylerde, çevre bilincinin yüksek olmadığı gözlemlenmektedir. Bu durum, dindarlık kavramının farklı yorumları veya yaşantıları arasındaki çeşitlilikten kaynaklanabilir. Geleneksel dindarlık anlayışına sahip olan bireyler, genellikle çevre konularında daha az duyarlılık sergileyebilmektedir. Sonuç itibariyle, çevre hassasiyeti ile dindarlık arasındaki ilişki, dindarlık düzeyine ve bilincine bağlı olarak değişiklik gösterebilmektedir. Bu bağlamda, çevre bilincinin geliştirilmesinde ve yaygınlaştırılmasında dindarlıkla ilişkili farklı yaklaşımların ve yaşantıların dikkate alınması önemli görülmektedir.
2020
Öz Bilim ve din ilişkisi açısından en netameli konuların başında evrim ve yaratma fikri üzerindeki tartışmalar yer almaktadır. Bilimsel kanıtların ve ilahi metinlerin insanın kökeni ile ilgili söylemlerinin paradoksal bir durumu içerip içermediğini ortaya koymak büyük bir önem arz etmektedir. Evrim teorisinin Tanrı'ya atıf yapmadan insanın orijini hakkındaki fikirlerinin, dinin öngördüğü yaratma anlayışına uygunluğu bir problem olarak karşımıza çıkmaktadır. Zira ilahi dinlerin ana unsuru her türlü yaratmanın başında tek ve eşsiz bir Tanrı fikrine gönderme yapmalarıdır. Bu itibarla amacımız insanın tarih sahnesine çıkışı ile ilgili söylemlerin evrimsel bir mantık içerisinde algılanması halinde konunun ateizm ile eşleştirilemeyeceğini ortaya koymaktır. Ayrıca Kur'an'da yer alan yaratma ifadelerinin bir süreç içerip içermediğini incelemek ve buradaki mantıksal örgünün evrimdeki aşamalılık ile ilgisini kurmaktır. Bu nedenle betimsel nitelikli bu çalışmada doküman taraması yapılarak içerikler değerlendirilecektir. Evrimin Darwin'in ortaya koyduğu görüşlerden sonra yıllar içerisinde biyolojik, psikolojik ve toplumsal evrim teorilerinin geliştiğini belirtmek durumundayız. Bu itibarla makalenin sınırları Darwin'in fikirleri ve yaratılış ile ilgili yaklaşımların karşılaştırmalı tahlilini içerecektir. Çalışmanın sınırları da göz önünde 1 Bu makale, 22-24 Kasım 2019 tarihleri arasında 3. Uluslararası Zeugma Bilimsel Araştırmalar Kongresinde sunulan ve özeti basılan "Yaratma Mı? Evrim Mi? İnsanın Yaratılışı Problemi" adlı tebliğin içeriği geliştirilerek ve kısmen değiştirilerek üretilmiş halidir.
DERRİDA VE DWORKİN ARASINDAKİ İLİŞKİ: YAPIBOZUM VE YARGIÇ HERKÜL*
amacı Derrida'nın yapıbozumsal stratejisinin, transformasyona uğramış bir Herkül aracılığıyla deneyimlendiğini ve bir Herkül metaforunu önvarsaydığını göstermektir. Yapıbozumsal strateji çifte/ikili bir yükümlülük/buyruk olarak okunabilir; Batı metafizik düşünce mirasını yapıbozuma tâbi tutarken zorunlu olarak bu mirasla ve bu mirasın anlam ışığıyla kaynaşır. Bir bakıma, yapıbozumsal strateji, bir yanıyla Batı metafiziğini temsil eden metinlere eleştirel bir şekilde yaklaşan ve bu metinlerdeki dile getirilmemiş açmazları ifşa eden, diğer yandan da eleştirdiği Batı logosentrizminin/metafiziğinin dilini kullanan ikili bir hareketle gerçekleşir. Bu çifte yükümlülük, Herkül metaforunun, belirli bir açıdan, Dworkin'in Hukuk İmparatorluğu'nda da aynı yapıbozumsal stratejiyi yerine getirdiğine ilişkin geçerli bir argüman sağlar. Dworkin, hukukun Herkül yargıç tarafından hukuksal bütünlük dikkate alınarak yorumlanması gerektiğini belirtir. Şayet dava, uygulanacak yerleşik hiçbir kuralın olmadığı zor dava ise o zaman Herkül, ahlâkî ilke ya da politika üreterek karar vermelidir. Hukuku yorumlamadaki bu strateji, bir boyutuyla Herkül'ün, Batı logosentrizminde 'öteki'nin mutlak tekilliğine yer açan bir * Makalenin dilinin ve anlamının berraklaşması hususunda yardımlarını ve tavsiyelerini esirgemeyen Fırat Mollaer'e ve Doç. Dr. Herdem Belen'e teşekkür ederim. * * Kocaeli Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi Anabilim Dalı Araştırma Görevlisi (rabia.saglam@kocaeli.edu.tr). Derrida ve Dworkin Arasındaki İlişki… AUHFD, 61 (1) 2012:275-320 276 yapıbozumcu gibi davranmasına olanak sağlar. Sonuç olarak, yapıbozum için Derrida'nın dönüşüme uğramış bir Herkül metaforuna ihtiyaç duyduğunu söylemek yerinde olacaktır. Ayrıca Dworkin için yorumun, Hukuk İmparatorluğu'nda bir yarı-yapıbozumcu Herkül eliyle yapıldığı söylenebilir. Anahtar Sözcükler: Yapıbozum, Herkül, hukuksal yorum, çifte yükümlülük/buyruk,