İSTEM.12.2008_ABBÂSÎ COĞRAFYASINDA BİR NESEB ÂLİMİ: ZÜBEYRÎ (236/851) VE KİTÂBU NESEBİ KUREYŞ’İNE GÖRE NESEB BİLİMİ USUL, MUHTEVA VE İFADE ŞEKİLLERİ - Azerbaijan in the First Century of the Abbasid Period (132-232/750-847) - Yrd.Doç.Dr. Gülgûn UYAR - (S.127-152) (original) (raw)
Related papers
İslâmi fetihlerin sonucu olarak Arab orduları tarafından ele geçirilen Azerbaycan toprakları, Emevîlerîn Abbâsîlerle yer değişmesinden sonra buranın yönetimide otomatik olarak el değiştirmiştir. Hakimiyyete geçmeden önce bölge insanları ile sıkı alakada olan ve onların da yardımları ile idareyi ele geçiren Abbâsîler, zamanla verdikleri sözlerini tutmamış ve hatta onlara ikinci sınıf muamelesi yapmaya başlamışlardır. Bu da özellikle Emevîler devrinden başlayan fikirsel öfkenin Abbâsîler zamanında itiraz ve isyan haline dönüşmesine neden olmuştur. Abbâsî yönetiminin idarî, siyasî, iktisadî, sosyal ve vergi sahalarında yaptığı yanlışlar ise bu isyanları daha da güçlü ve etkili hale getirmiştir. Azerbaijan, captured by the Arabian army as a result of Islamic conquests, was governed by the Umayyads and then the Abbasids. Before coming to power the Abbasids were in a very close connection with people and sometimes people supported the Abbasids to come sovereignty. Later, the Abbasids broke their words after coming to sovereignty and sometimes treated them as a second class people. This was a reason of revolt and objection which was a result of anger began at the time of the Umayyads. Misapplications of the Abbasids in the fields of administration, politics, economy, social life and taxation have strenghthened these revolts and made them more influential.
Kâhir-Billâh, Muktedir ile başlayan ve 334 (945) yılında Büveyhîler’in Bağdat’ı işgaline kadar devam eden gerileme ve çöküş döneminin ikinci halifesidir. İki kez halife tayin edilen Kâhir-Billâh’ın ilk halifeliği sadece iki gün sürmüş, ikinci iktidar dönemi yaklaşık bir buçuk yıl devam etmiştir. Ancak kısa sayılabilecek bu dönemde, Abbâsî Devleti açısından birçok olumsuz hadise meydana gelmiştir. Kâhir- Billâh, zamanının büyük bir kısmını kendisini iktidara taşıyan Mûnis el- Muzaffer ve adamlarını bertaraf etmeye ayırdığından, onun döneminde ülke adeta kendi kaderine terk edilmiştir. Bundan çok kısa bir süre sonra Bağdat’ı işgal edecek olan Büveyhîler bu dönemde ortaya çıkmış ve Fars bölgesini Abbâsîler’in elinden almışlardır. Yine, ciddi iç karışıklıkların yaşandığı Mısır’da İhşidîler (323- 358/935-969) hâkimiyetinin temelleri bu dönemde atılmış, Malatya’nın Bizans Devleti tarafından ele geçirilmesi de bu dönemde gerçekleşmiştir. Bu çalışmada Kâhir-Billâh’ın söz konusu gerileme ve çöküş dönemindeki konumu ve rolünün tespit edilmesi hedeflenmektedir. Qahir-Billah is the second caliph of the period of decline and fall which began with Muqtadir’s time and lasted until the Buwayhids’ occupation of Baghdad in 334 (945). He ascended to the throne two times, the first one lasted only for 2 days and the second one continued for approximately 1.5 years. However, there have taken place plenty of unfavourable incidents in this short time for the Abbasid State. In his time, the realm has been almost doomed, because he has spent most of his time to eliminate Mu’nis al-Muzaffar and Mu’nis’ group who enthroned him. The Buwayhids who would occupy Baghdad in few decades emerged at that time and captured Persian region from the Abbasids. Moreover, the foundations of Ikhshidi state in Egypt where many internal political turbulences occured, were established and Malatya was also captured by the Byzantium state in this period. This article aims to establish the position and role of Qahir-Billah in this period of decline and fall.
MUHÂSİBÎ’NİN KİTÂBU FEHMİ’L-KUR’ÂN VE ME‘ÂNÎHİ ADLI ESERİNDE KUR’ÂN TASAVVURU VE NESİH TARTIŞMALARI
Yüksek Lisans Tezi , 2024
Araştırmada Hâris el-Muhâsibî’nin (öl. 243/857) hayatı ve Fehmu’l-Kur’ân adlı eserinde ağırlıklı olarak ele aldığı nesih konusu incelenerek müellifin hem Kur’ân’a hem de nesih olgusuna bakışı gözlemlenmiştir. Muhâsibî'nin, Fehmu’l-Kur’ân adlı eserinde neshi on beş çeşide ayırması dikkatimizi çektiğinden bunlar arasında ne gibi farklar ve benzerlikler bulunduğu, Kur’ân’ı anlamaya nasıl bir bakış kazandırdığı problem edilmiştir. Çalışmada metnin içerik analizi yapılırken, yazıda birçok tutarsızlık fark edilmiştir. Buna rağmen Muhâsibî’nin nesih konusuna tebdîl, beyân, ref‘, izâle, nakil, tahsis ve istisna açısından çok geniş bir perspektif kazandırdığı tespit edilmiştir. Ayrıca Muhâsibî'nin, haberlerde neshin caiz olmadığı ve Allah kelâmının değişmezliği görüşünü ısrarla vurguladığı ancak eser boyunca sistemli bir şekilde bu görüşlerin ilerlemediği de tespit edilmiştir.
NĀBÎ’NİN “HAZRET-İ MUHYİ'D-DÎN'ÜN” REDİFLİ KASİDESİNDE İBNÜ’L-ARABÎ ve ESERLERİNE BAKIŞ AÇISI
Kalemâne, 2022
Çalışmanın konusu Nâbî’nin duygu ve düşünce dünyasında Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin konumunu ve değerini tespit etmektir. Bu tespit çalışması, sadece Nâbî Dîvânı’nda İbnü’l-Arabî hakkında yazılmış kaside ile sınırlı tutulmuştur. Makalenin kapsamı kaside ile sınırlı olmakla birlikte kasidenin haricinde Nâbi’ye ait bazı kaynaklara da müracaat edilmiştir. Yöntem olarak klasik metin şerhi geleneğinde yer alan, müellif, dönemin dil ve ima özellikleri, konu edilen kişinin kendi düşünce ve duygu dünyası, ima ve işaretlerin bağlamı dikkate alınmıştır. Okur merkezli denebilecek yorumdan kaçınılmış, mezkûr iki kişinin de düşünce bütünlüğü gözden kaçırılmamaya çalışılmıştır. Aynı kaside üzerine yapılan çalışmalar incelenmiş; tespit edilen çalışmaların kapsam, yöntem ve inceleme konusundaki eksikleri dikkate alarak özgün bir inceleme yapılmaya çalışılmıştır. Kasidenin dil içi çevirisi yapılmış ve her bir beyit kendi içinde şerh edilmiştir. Çalışma sonucunda Osmanlı duygu ve düşünce dünyasının önemli bir figürü olan Nâbî’nin nezdinde İbnü’l-Arabî’nin yeri tespit edilmiş ve Nâbî’deki yansımaları ortaya konmaya çalışılmıştır. Anahtar Kelimeler: Klasik Osmanlı Şiiri, Tasavvuf, Nâbi, İbnü’l-Arabî
Araştırma Makalesi / Klasik İslâm Tarihi Kaynaklarında Nübüvvet Mührü
ATEBE Dinî Araştırmalar Dergisi, 2021
Nübüvvet mührü; (hâtemü’n-nübüvve) siyer, şemâil, hasâis, delâil türü İslâm Tarihi kaynaklarında yer almış, kimilerince Peygamberimizin nübüvvetinin tasdikinde delil sayılmıştır. Nübüvvet mührü bir alamet olarak Ehl-i kitap mensuplarının kaynaklarında da yer almıştır. Ehl-i kitaba göre, son peygamberin nübüvvet alameti omzu üzerinde, kürek kemikleri arasındadır. Ancak bu alametin mahiyetine dair herhangi başka bir rivayet mevcut değildir. Ehl-i kitap üzerinden aktarılan rivayetlerin nübüvvet mührüne mucizevî bir anlam yüklediğini görmek mümkündür. Rivayetler muvacehesinde Ehl-i kitap mensuplarından bazıları son Peygamberde bu alameti araştırmış ve bu vesile ile İslâm’la tanışmıştır. Nübüvvet mührüne dair rivayetler hadis kaynaklarımızda da yer almıştır. Bu rivayetlerin bir kısmı peygamberlik öncesi döneme, bir kısmı ise nübüvvet sonrası döneme aittir. Rivayetlerin nübüvvet sonrasına dair olanlarında, Peygamberimizin çevresinde bulunan ashabınca nübüvvet mührünün bizzat görüldüğü yönünde ifadelere de rastlanmaktadır. İslâm tarihi kaynaklarından İbn Saʿd, İbn İshak ve Taberî gibi müellifler nübüvvet mührü rivayetlerine yer vermişlerdir. Nübüvvet mührüne dair rivayetleri kaynaklarımızda; Peygamberimizin doğum hadisesi bölümünde, şakk-ı sadr hadisesi bağlamında, Bedü’l-vahy bâbında, İsrâ ve mi‘râc olaylarında Cebrâil ile ilişkilendirilerek ve Peygamberimizin vefatı başlığı altında Esmâ binti Umeys hadisi vasıtası ile bulmamız mümkün olmuştur. Nübüvvet mührünün özelliklerine dair rivayetlerde dikkat çeken husus Peygamberimizin sırtında iki kürek kemiği arasında irice bir et beninin olduğu vurgusudur. Rivayetlerdeki müşterek nokta burasıdır. Nübüvvet mührünün mahiyeti, ne zaman vurulduğu, neye benzediği konuları da kaynaklarımızda farklı rivayetler doğrultusunda yorumlanmış ve değerlendirilmiştir. Bu bağlamda nübüvvet mührü, İslâm tarihi meseleleri içinde varlığı ve gerçekliği bakımından tartışmalı bir mesele olarak incelenmeyi hak etmektedir. Öte yandan Peygamberimizin ağzından, sırtındaki bu ben hakkında olağanüstülüğüne dair açık ifadeler bugüne ulaşmamıştır. Bu konuya dair sahih rivayetler ise sadece nübüvvet mührünün çeşitli tasvirlerini bize aktarmaktadır. Bu tasvirler, görenlerin algısına dayandığı için farklılık arz etse de aşağı yukarı tevhid edilebilecek bir tarif bugün için elimizde mevcuttur. Bu mührü normal bir ben gibi görenlerin yanında mucizevî özellikler atfedenler de vardır. İslâm tarihi içerisinde farklı kabullere ve görüşlere açık bir şekilde değerlendirilmiş olan nübüvvet mührünü, Peygamberimiz hakkında diğer insanlardan farklı mümeyyiz/ayırt edici bir vasıf olarak ele almak; nübüvvet alameti şeklinde ancak fiziksel olarak tabiî bir tarzda kabul etmek gerekir. Kitap ehlinin bu konudaki bekleyişi, gerek hadis gerekse siyer kaynaklarındaki nübüvvet mührü ifadeleri bizi bu noktaya sevk etmiştir.
KÂMİL EL-GAZZÎ'NİN "NEHRÜ'Z-ZEHEB FÎ TARİHİ'L HALEB" İSİMLİ ESERİNDE AYINTÂB KAZASI VE NÜFUSU
Gaziantep Üniversitesi Ayıntab Araştırmaları Dergisi, 2022
Özet 16. Yüzyılın ilk çeyreğinde Osmanlı Devleti sınırlarına dâhil edilen ve Osmanlı belgelerinde Ayıntâb olarak anılan şehir, tarih boyunca zengin bir kültürel yapıya sahip olmuş, Türk-İslâm mimarisinin önemli örneklerinden birini oluşturmuştur. Ayıntâb, farklı devirlerde savaşlar, göçler, salgın hastalıklar gibi halkı önemli derecede etkileyecek problemler yaşamışsa da bölgenin önemli bir yerleşim merkezi olarak varlığını sürdürmüştür. Tarihi süreç içerisinde Ayıntâb'ı ziyaret eden birçok seyyah, gezgin, devlet adamı gibi kişiler şehir hakkında sahip olduğu mimarisi, üretim zenginliği, bereketli toprağı gibi özelliklerinden bahsederken; bir kısmı da şehrin genel yapısı, mevcut idari-askerisosyal durumu, şehrin problemleri gibi konulara değinmiştir.
Urfalı Yusuf Nâbî'nin, yaygın görüş ve inanışa göre, devlet adamı Râmî Mehmet Paşa ile hacca (1678) giderken, Ravza-i Mutahhara'ya yaklaştıkları sırada uyuyakalan Paşa'yı uyarmak, nereye gittiğinin farkında olması ve bî-edebâne davranışlardan sakınması gerektiğini hatırlatmak maksadıyla, 5 beyitten oluşan gazel tarzında yazdığı NaǾt-i Şerîf'i ile, onun her beytine dört mısra ilâve ederek bir tesdîs oluşturan Tâhiru'l-Mevlevî'nin Tesdîs-i NaǾt-i Şerîf-i Nâbî başlığını taşıyan tesdîs'in şerh ve tahlili yapılmıştır. Makâlenin sonunda ise, Nâbî'nin " terk-i edeb.." terkibinden hareketle, önemli olduğunu düşündüğümüz edeb'le ilgili bilgi ve örnekler verilmiştir. This study is about “Na’t-ı Sharif” that has been written by poet Nabi while he was going to hajj together Baltacı Mehmet Pasha and “Tasdis” that has been written by Tahir al-Mawlawi in addition to this Na’t-ı Sharif. Both Na’t-ı Sharifs were elaborated, information about their literary and technique features was given and both of them were explained and analyzed. So, both Na’t-ı Sharifs were introduced to the environment of science an literature.