BİR İSLÂM MEDENİYETİ ŞAİRİ OLARAK SA'DÎ-Yİ ŞÎRÂZÎ'NİN POETİKASI (original) (raw)
Related papers
SA'DÎ-İ ŞÎRÂZÎ'NİN GÜLİSTÂN İSİMLİ ESERİ'NİN TÜRKÇE TERCÜMELERİ
ÖZET Sa'dî-i Şîrâzî, İran Edebiyatı'nın en tanınmış ve önemli simalarından olup, haklı olarak dünya edebiyatında bir mevki kazanmıştır. Gülistân Sa'dî'nin en çok şöhret kazanmış olan ve ahlâkî hikâyelerden meydana gelen bir eseridir. Bu eser, yazılışından beri islâm âleminde münevver kitlelerin büyük bir çoğunluğu, bilhassa sünnî müslümanlar tarafından zevkle ve takdirle okunmuştur. XX. yüzyılın başlarına kadar muhtelif islâm ülkelerinin medreselerinde Fars dili ve edebiyatı öğrenimi için bir ders kitabı olarak da kullanılmış ve bu arada bir çok dile tercüme edilmiştir. Yüzyıllar boyunca taklit edilemeyen güzel bir üslûpla yazılan bu eserde bulunan hikâyeler arasına serpiştirilen şiir parçaları, gerek şiir sanatı gerekse dil ve kullanılan kelimeler ile mazmunlar bakımından kendine has bir özellik taşır. Eserde bulunan bir çok nâdir kelime, tabir ve mazmunlar ile zarif ve ince nükteler İranlı olmayanlar için olduğu kadar, bizzat İranlılar için de anlaşılması güç bir mahiyet arzeder. Bu güçlük tabi-atiyle İranlı olmayanlar için daha çoktur. Bundan dolayı eskiden beri Gü-listâna dair diğer dillerde olduğu gibi bir çok Türkçe tercüme ve şerhler yazılmıştır. Bu çalışmada önce Gülistân, daha sonra Türkçe tercümeleri; Türkçe, Arapça ve Farsça şerhleri; Farsça nazireleri ve Gülistân için yazılan Türkçe sözlükler hakkında bilgi verilmiştir.
ÂYÎNEZÂDE MUHAMMED ŞEMSEDDÎN-İ SİROZÎ'NİN "ŞERH-İ MANZÛME-İ RÜSÛHÎ" ADLI ESERİ
Divan Edebiyatı Araştırmaları Dergisi 19, 2017
Ö Z E T 17. yüzyıl müelliflerinden biri olan Âyînezâde Muham-med Şemseddin-i Sirozî (ö.1688-89) hakkında biyografik kaynaklarda yer alan bilgiler oldukça sınırlıdır. Osmanlı ulemâsından Halvetî tarikatına mensup bir zât olan müe-llifin çoğu şerh ve hâşiye türünde yazılmış beş mensur eseri vardır. Bu eserlerden biri Şerh-i Manzûme-i Rüsûhî'dir. Âyînezâde bu eserde Sofyalı Süleymân Rüsûhî (ö.?)'nin 13 beyitten meydana gelen "-ā nedir" redifli şiirini şerh etmiş-tir. Bazı tasavvufî sualleri ihtiva eden şiir için yazılan bu şerh, oldukça mufassal bir şerh görünümündedir. Eserin çeşitli kütüphanelerde kayıtlı beş nüshası tespit edilmiştir. Müellif beyitleri şerh ederken çeşitli tasavvufî, kelâmî, fıkhî konuların yanında tefsir ve hadis ilmiyle ilgili meselelere de değinmiş, eserini geniş bir ilmî zemine dayandırmıştır. Eserde "zâhir, bâtın, vahdet, kesret, âşık, ma'şûk, gönül, tevhid, tahkîkî îmân, taklîdî îmân , şirk, beden, ruh, nefis, kader, cüz'î ve küllî irâde, insanın diğer varlıklardan üstün oluşu ve emaneti yüklenmesi" gibi çeşitli konuların ele alın-dığı görülmektedir. Âyet ve hadis iktibaslarıyla da zengin-leştirilen şerh, orta nesir türünde yazılmış bir eser olarak değerlendirilebilir. Söz konusu özellikleriyle eser, şerh geleneği içinde dikkate değer bir konuma sahiptir. A B S T R A C T The information in the biographical sources about Muhammad Shamseddin-i Sirozî who is one of the 17th century authors, is very limited. The author, who is one of the Ottoman savants and a member of the Halveti sect has five prose work written in the form of commentaries and apostil. One of these works is Şerh-i Manzûme-i Rüsûhî. In this work Âyînezâde commented the poem of Süleymân Rüsûhî which consists of 13 couplets and has the word "nedir" as rhyme. This commentary written for poem which has some mystical questions is very detailed. Five copies of the work have been identified in different libraries. The author referred to various topics related to mysticism, wisdom, fiqh, hadith, tafsir and based his work on a wide scientific basis. Various topics are discussed in the work like "external, internal, uniqueness, superabundance, lover, beloved, heart, monotheism, belief, syntheism, body, spirit, soul, fate and will, superiority of man to other beings and assuming the trust's responsibility." The commentary enriched by the quotations of verses and hadiths can be regarded as a work written in the middle prose type. The work has a remarkable position within the tradition of commentary.
ZİVER PAŞA-ZÂDE YUSUF BAHÂEDDİN’İN TORUNU İÇİN YAZDIĞI MENSUR BİR MERSİYE: SİNÛSÎ-İ ASGAR
Bu çalışmada Türk edebiyatında türüne ve konusuna çok fazla rastlanılmayan mensur bir mersiyenin tanıtımı yapılacaktır. Söz konusu Sünûsî-i Asgar adlı mensur mersiye, meşhur Ziver Paşa’nın oğlu Yusuf Bahâeddin tarafından küçük yaşta ölen torunu için yazılmıştır. Eser, torununun ölüm tarihi olan 1329/1914 yılında kaleme alınmış ve bir yıl sonra da Matbaa-i Osmaniye’de bastırılmıştır. 14 sayfalık bu eserin son kısmında, çaprazlama nazım şekliyle yazılmış yedi dörtlükten oluşan manzum bir mersiye de kayıtlıdır. Eserdeki ifadelerden anlaşıldığına göre; Sünûsî, Yusuf Bahâeddin’in kızının çocuğudur ve iki yahut üç yaşında iken ağır bir soğuk algınlığı neticesinde hastalanarak vefat etmiştir. Yusuf Bahâeddin’in sade, anlaşılır ve samimi bir dille çektiği ıztırabı dile getiren bu mensur mersiye, Âkif Paşa’nın torunu için yazdığı mersiyeden sonra yazılmış bu sahadaki ikinci mersiye olması yönüyle önemli bir metindir. Eserde Sünûsî’nin teyzesi kızı Betül ile birlikte çektirmiş olduğu bir fotoğrafının yer alması, eseri ilginç kılan bir diğer özelliktir. Makalemizde edebiyat tarihlerinde anılmayan bu eserin tanıtımı ve Arap harflerinden Latin alfabesine aktarımı yapılacaktır. Anahtar Kelimeler: Yusuf Bahâeddin, Sünûsî, Mersiye, Mensur, Divan
SADİ-Yİ ŞİRAZÎ’NİN AŞK VE SABIR KONULU TERCİİBENDİ
VI. ve VII. (XII-XIII.) yüzyılları arasında yaşamış olan Sa'dî-yi Şîrâzî, Fars edebiyatının en büyük şairlerindendir. 606/1209 yılında Şiraz'da dünyaya gelmiştir. Tam adı Ebû Muhammed Müşerrifüddîn (Şerefüddîn) Muslih'dir. Salgurlular döneminde doğan şairin gençlik yılları, Moğol istilası dönemine rastlamıştır. Şiirlerinde Sa'dî mahlasını kullanmıştır. Şairin hem Doğu hem de Batı edebiyatını büyük ölçüde etkileyen ve yankı uyandıran önemli eserleri vardır. Şair hem manzum hem de mensur yapıtlar yazmıştır. Dünyaca ünlü olan Gülistan ve Bostan kitapları kadar Külliyyât'ı da oldukça önemli bir eseridir. Şair, eserlerinin birçoğunu didaktik, ahlaki ve duygusal bir temele dayandırmıştır. Gerek kendi eserlerinden gerekse ondan bahseden kaynaklardan anlaşıldığı üzere Irak, Hicaz, Şam, Lübnan, Kuzey Afrika, Anadolu ve hatta Uzakdoğu'ya seyahat etmiş ve o topraklarda dönemin ileri gelenleriyle ve halkla görüşüp sohbet etmiştir. 30 yıl süren yolculuğunun ardından Şiraz'a dönmüş ve burada (690/1291) vefat etmiştir. Bu çalışmada, Sa'dî Şîrâzî'nin hayatı ve edebî kişiliği hakkında kısaca bilgi verildikten sonra Külliyyât'ında yer alan âşık ve sabır konulu terciibendinin Farsça metni de yazılarak bent bent Türkçeye çevrilip edebi sanatlar ve dilbilgisi açısından incelenmiştir. Vezinde aynı, kafiyede farklı birkaç bentten oluşan terciibent, Fars şiirinde bir nazım türüdür. Bu terciibent, Saʻdî'nin Sa'd b. Ebi Bekr'in ölümü üzerine mersiye olarak söylediği terciibendin haricinde tek terciibent olarak bilinmekle birlikte aşk ve aşk uğruna çekilen sıkıntılara sabretmeyi konu edinmektedir. Çalışmaya konu olan terciibentte yer alan özel isimler ve bazı hususlar hakkında sonnot şeklinde gerekli açıklamalar yapılmıştır.
GİRİŞ Asırlar boyu Türk insanının edebî zevkini temsil etmiş bulunan Klâsik Türk şiirinin 18. yüzyıl sonu itibarıyla devrini tamamladığı ve klasik şiirin son başarılı temsilcisinin de Şeyh Gâlib olduğu iddiası, edebiyat tarihçileri ve araştırmacılarının üzerine ittifak ettikleri hususlardandır. Ancak Şeyh Gâlib sonrasında klasik şiir geleneğine bağlı çok sayıda şair ve bunların eserlerinin mevcudiyeti, aslında klasik şiir taraftarlarının uzun bir müddet özellikle de Tanzimat sonrasında edebiyat ve şiir alanında görülen yenilik çabalarına belli bir direncin bulunduğunu göstermektedir. Yeniliğe karşı böyle bir direncin olduğu tartışılabilir olsa da en azından söz konusu yeniliğin, geleneksel şiirin temel unsurlarına bağlı olarak yapılması yönünde bir iradenin oluştuğu aşikârdır. Bu bağlamda 18. yüzyıl sonrasında eser meydana getiren şairlerin birçoğu bazen klasik şiirin aruz, nazım şekli ve kafiye gibi biçimsel özelliklerinden bazen de işlenilen konu ve kullanılan dil malzemesi bağlamında tematik hususiyetlerinden istifade etmekten geri durmamışlardır. Diğer yüzyıllarda olduğu gibi 18. ve 19. yüzyıllarda da klasik şiirin temel taşlarından birisi tasavvuf olmuştur. Tasavvuf, şairler tarafından varoluşun mahiyeti ve hikmeti, dünyanın geçiciliği, gerçeklik olgusunun tanımlanması ve hakikat bilgisinin kavranması gibi birtakım fikrî ve felsefi hususların şiire yansıtılması noktasında bazen açık ve anlaşılır biçimde bazen de sembolik bir söylem etrafında kullanılmıştır. Bu noktada tasavvufu sanatsal anlamda şiire estetik ve güzellik kazandırma noktasında bir araç olarak kullanan şairler bulunduğu gibi tasavvuf ıstılahını şiire alarak hem estetik anlamda mükemmel bir sanat eseri yaratma hem de bir öğretiyi geniş kitlelere aktarma niyetinde sanatçıların var olduğu da görülmektedir. Bir grup şair için ise şiir sadece tasavvuf öğretisini aktarmada uygun ve etkili bir vasıta olarak tasavvur edilmiş ve bunun neticesinde ortaya konulan şiirler sanat ve estetik bağlamında değeri tartışılabilecek sadece muhtevası itibarıyla belli bir değeri haiz eserler olarak günümüze ulaşmıştır. Çalışmaya konu olan Hâfız Sa'dî'in " Dîvân-ı Gülzâr " adlı eseri de tasavvuf öğretisinin aktarılması için telif edilen, bu bağlamda da şiir formunun tercih edildiği öğretici nitelikte bir eser olarak nitelendirilebilir. Hakkında bilgi veren kaynaklardan ve Dîvân'da yer alan şiirlerinden anlaşıldığı üzere Nakşibendî tarikatının Hâlidî koluna bağlı olan Hâfız Sa'dî, şiirlerinin tamamında İslam'ın mistik tarafını ifade eden tasavvufa ait meseleler ve özellikle Muhyidddîn İbn Arabî tarafından sistemleştirilen " vahdet-i vücûd " öğretisi çerçevesinde, İslam dininde varlık ve varoluş sırları ile ilgili temel prensipleri ele almıştır. Dîvân içerisindeki tüm şiirlerin ortak özelliği, belli bir sanatsal ve estetik kaygı gözetilmeksizin tamamen İslam dini ve tasavvuf ile ilgili inanç ve öğretilerin aktarımında bir vasıta fonksiyonuyla didaktik bir mahiyet arz etmeleridir. Ancak şiirlerin gerek ele alınan hususlar gerekse bu hususların aktarılmasında kullanılan dil malzemesi bağlamında muhatap aldığı okur kitlesinin, avam tabir edilen sıradan
ALİ ŞİR NEVÂYÎ’NİN ESERLERİNDE SÜR- FİİLİ VE SÜR- FİİLİNİN SEMANTİK BOYUTU ÜZERİNE BİR İNCELEME
Türk Lehçe Araştırmaları Dergisi, 2023
Sözcüklerin tarih boyunca semantik açıdan çeşitli değişikliklere uğradıkları görülmektedir. Sözcüklerdeki bu değişikliklerin tespit edilmesi dilin tarihî dönemlerdeki gelişiminin ortaya çıkarılması açısından oldukça önemlidir. Bu çalışmada Ali Şir Nevâyî’nin eserlerinde de görülen sür- fiilinin “sürmek, kovmak, uzaklaştırmak, göndermek; asker sürmek, sevk etmek; önüne katıp sürmek, götürmek; sevk etmek (hayvanlar için); mesh etmek; hüküm sürmek, devam ettirmek; ömür sürmek, zaman geçirmek; beddua etmek, lanetlemek; yüzdürmek; kendine doğru çekmek; çift sürmek, tarla sürmek; dokundurmak, değdirmek; yönlendirmek; bir maddeyi bir yüzey üzerine ince bir tabaka olarak yaymak; konuşmak, söylemek” vb. temel anlamlarının yanı sıra “yazı yazmak” anlamı üzerine durulmuştur. Bu çerçevede öncelikli olarak Eski Türkçeden itibaren Türk dilinin tarihî dönemlerinde varlığını sürdüren sür- fiilinin, geçtiği eserler tespit edilmiş, eserlerden alınan örneklere yer verilerek fiilin geçtiği satır ve varak numaraları belirtilmiştir. Daha sonra ise metin bağlamı göz önünde bulundurularak fiilin eserlerdeki anlamlarına yer verilmiş ve bu anlamlara göre fiil sınıflandırılmaya tabi tutulmuştur. Buradan hareketle Ali Şir Nevâyî’nin eserlerinde tespit edilen sür- fiilinin “yazı yazmak” anlamının Türk dilinin tarihî dönemlerinde kullanılıp kullanılmadığı tespit edilmeye çalışılmıştır. Bunların yanı sıra Ali Şir Nevâyî’nin eserlerinden hareketle sür- fiilinin Türk dilinin tarihî dönemlerinde hangi anlamlarda kullanıldığı tespit edilirken sözcüğün Eski Türkçeden itibaren Türk dilinin tarihî dönemlerindeki tarihsel yolculuğuna ışık tutulmaya çalışılmıştır.
Öz Din, insana kurtuluşa erme ve korkudan emin olma yolunu göstermektedir. Öte yandan yol gösterici bir rehber ile kurtuluşa erileceği düşüncesi insanlarda zor zamanlarda ve sıkıntılı durumlarda bir beklentinin oluşmasına sebep olmuştur. Âhir zamanda gelmesi beklenen kurtarıcı inancı, yalnız İslam düşüncesinde değil, diğer dinlerde ve inançlarda özellikle Yahudilik ve Hıristiyanlıkta da önemli bir yer tutmaktadır. Mehdi konusundaki haberlerin kaynağının Müslüman olmuş bazı Yahudi ve Hristiyanlar olduğu söylenmişse de Şîîler için bir inanç konusu olmaya ve diğer Müslümanlar arasında da tüm canlılığıyla durmaya devam ettiği görülmektedir. Şîa ile Sünnî tasavvufun yanı sıra selefî görüşü benimseyen çevreler de Mehdi inancına sahip çıkarak rivayetlerde bulunduğu şekliyle Mehdilik konusunu benimsemiş, ancak teorik çerçevesi üzerinde fazla durmamış felsefi yorumlara pek girmemişlerdir. Mehdi hakkında vârid olan hadisleri derleyen birçok müstakil risale kaleme alındığı gibi hadis mecmuaları içinde de bu rivayetlerin bir kısmı nakledile gelmiştir. Muteber hadis kaynaklarında bu rivayetler oldukça sınırlı sayıda yer almaktadır. Bütün bunlar arasında Ebû Dâvûd'un Sünen'inde Kitâbu'l-Mehdî başlığı ile müstakil bir bölüm açılmış olması konuya verilen önem açısından ehemmiyetlidir. Hadislerin anlaşılması noktasında önem arz eden şerhlerde bu konunun nasıl ele alındığının tespit edilmesi faydalı görülmektedir. Bu bağlamda Azîmâbâdî'nin, Avnu'l-Ma'bûd adlı şerhinde, Ebu Davud'un Sünen'inin Kitâbu'l-Mehdî bölümü çerçevesinde konuya yaklaşımının tespiti neticesinde değerlendirmeler yapılacaktır. Abstract Religion shows the way to human beings to be saved and to be sure of fear. On the other hand, a demonstrative guide leads to the emergence of an expectation in times of trouble and distress in thoughtful people who will be saved. The 'expected rescuer' belief holds an important place not only in Islamic thought but also in other religions and beliefs, especially in Judaism and Christianity. Although the source of the news on the subject of Mahdi is said to be some
ŞAİRİN SAKLI BAHÇESİNİN ŞİİRE YANSIMALARI: POETİK VE ESTETİK AÇIDAN KLASİK TÜRK ŞİİRİNDE HAYAL
Öz Şair; duygu, düşünce ve arzularını hayal gücünün yardımıyla dönüştürerek sanatsal ve estetik bir kalıpta sunan kişidir. Başta teşbih ve mecaz olmak üzere edebî sanatları kullanarak iç ve dış âlemden aldıklarını sanatsal boyutta tekrar inşa eder. Bu süreçte şairin duygu, düşünce ve tasarılarına yön veren hayal gücüdür. Klasik Türk şiirinde hayal, şiirin başlangıcı ve şairin beslendiği önemli bir kaynaktır. Zira şairler hakkında değerlendirmelerde bulunan tezkire yazarları hayali güzel söz ve şiiri netice veren bir değer olarak görürler. Tezkirelerde kullanılan dile bakarak hayal gücünün güzeli tarif eden, güzeli arayan estetik değerlendirmeler için bir ölçüt olduğunu söylemek mümkündür. Klasik Türk şiirini kendi sistemi içerisinde değerlendirmek, şairlerin hayal kavramına bakışları ve hayal gücüne yönelik değerlendirmelerini dikkate almamızı gerektirir. Bu bağlamda, klasik Türk şiirinde hayal kavramının çeşitli teşbih ve mecazlarla kullanıldığı görülür. Hayalin hazine, gül bahçesi, deniz ve sultan gibi kavramlarla ilişkilendirildiği bu teşbihlerde şairin hayale atfettiği değer ya da işlevi bulmak mümkündür. Şairlerin çeşitli benzetme ve mecazlar çerçevesinde şiirdeki yerine işaret ettikleri hayal, klasik Türk şiirinde poetik ve estetik bir değere sahiptir. Abstract Poet is the one who offers his feelings, thoughts and desires in an artistic and aesthetic mold by converting them with the help of imagination. He rebuilds the materials received from internal and external world in artistic dimension by using literary arts especially including similes and metaphors. In this process, the power of imagination shapes the poet's feelings, thoughts and designs. In classical Turkish poetry the imagination is the beginning of the poem and an important source that the poet is fostered. Because the authors of tezkires who had assessments about the poets see the imagination as a value that results the good word and poetry. Looking at the language used in tezkires it can be said that the imagination is a criterion for aesthetic considerations that defines and seeks the beauty. Evaluating the classical Turkish poetry in its system requires us to take into account the assessments and the concept of view of the poets over the imagination. In this context, the concept of imagination is seen in classical Turkish poetry used with a variety of similes and metaphors. In these similes which the imagination is associated with the concepts like treasue, rose garden, sea and sultan it is possible to find the value and the function of imagination that the poet attributed to. The imagination that the poets pointed out its place in poetry under various similes and metaphors has a poetic and aesthetic value in classical Turkish poetry. Giriş İnsana yeni umutlar, yeni heyecanlar veren hayal gücü insan için önemli olduğu gibi sanat açısından da ayrı bir öneme sahiptir. Zira hayal, sanatın ortaya çıkması ve ilerlemesinde itici güçtür. Sanatçı; iç ve dış âlemde duygu, idrak ve hissini derinleştiren; bulduklarını dönüştürerek ses, renk, kelime gibi çeşitli estetik kalıplarda ifade eden kişidir. İç ve dış âlemin yeniden inşa edilip farklı bir gerçeklikle sunulduğu sanat eseri, sıra dışı özellikler gösteren olağanüstü bir hayal gücüne dayanır. Sanatsal gerçekliğin şekillenmesi, sanat eserinin ortaya çıkması büyük ölçüde hayal gücünün imkânlarına bağlıdır. 1 " Hayal " , sözlükte " insanın kafasında tasarlayıp canlandırdığı şey. " (Devellioğlu, 1997: 346), " Bir şeyin gerçeği zannedilen veya gerçeğine benzeyen, benzetilen görüntüsü " (Durusoy, 1998: 1) diye tanımlanır. " Tahayyül " , hayal etme eylemi; " mütehayyile " ise hayal gücü anlamında kullanılan terimlerdir. Klasik Türk şiirinde Arapça bir sözcük olan " hayal " in çoğulu " hayâlât " ve aynı kökten gelen " muhayyel " ve " tahayyül " sözcükleri hayal ile birlikte sıklıkla geçer. Hayal, kimi zaman gerçek dışı, asılsız iş anlamlarını ifade eder. Ahmet Paşa'nın " Hayâl-i bâtıla bakma basîret ehli isen " (Ahmet Paşa Divanı, 1992: 111) dizesi ile Nâilî'nin " Düşdük cünûn-ı aşk ile vehm ü hayâle biz " (Nâilî Divanı, 1990: 138) mısraı hayal kavramının " kuruntu, asılsız iş " anlamlarıyla kullanımına birer örnektir. * Yrd. Doç. Dr., Bartın Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü. 1 Esrar, imkân ve imkânsızlık sınırlarını kaldırmasıyla insanın önünde yeni bir buut oluşturur. Bazı sanatçıların esrara olan düşkünlükleri, esrarın gerçek âlemden kaçışla birlikte insanı hayalin uçsuz bucaksız âlemlerinde gezdirmesine bağlanabilir. Hatta şiir, müzik, dans, tiyatro gibi sanat dallarının ilk icracılarından olduğu kabul edilen şamanlardan bazılarının esrime deneyimi için esrar kullandıkları bilinmektedir.