Osmanlı İlmiye Teşkilatından Bir Portre: Şeyhülislam Halil Efendi ve Terekesi (original) (raw)

Osmanlı İlmiye Teşkilatı

İlim ile uğraşan kişiler toplum nazarında daima saygı görmüşlerdir. İlmin ne kadar kıymetli ve değerli bir araç olduğu günümüzde çok daha net anlaşılmaktadır. Batı medeniyetinin ilim ve teknikte, Osmanlı ve Doğu medeniyetinin bir adım önüne geçmeye başladığı dönemler XVII. yy'e denk düşer. Rönesans ve reformun kaynağı olan aydınlanma felsefesinin etkisiyle değişik evrelerden geçen Batı medeniyeti, bugün pozitif ve sosyal bilimlerde bu sayede yüksek seviyededir.

İsmail Hakkı Bursevî Dergâhı Şeyhlerinden Hikmetî Mehmed Efendi ve Hanımı Sâlihâ Hâtûn’un Terekeleri

2015

Ismail Hakki Bursevi dergâhinin ucuncu seyhi olan Hikmeti Mehmed Efendi, soyundan gelenlerin de ayni tekkede seyhlik yapmasi sebebiyle dergâha ismini veren muhim bir sahsiyettir. Tereke kaydindan anlasildigina gore vefat ettigi sirada hanimi ve bir oglunu varis olarak birakan Hikmeti Mehmed Efendi, yasadigi donemin sartlarina gore zengin sayilabilecek nitelikte bir servete sahiptir. Onun mirasi icerisinde gundelik hayatta kullanilan esyayla birlikte cok miktarda kitap da yer almaktadir. Bu kitaplar arasinda tasavvufla ilgili olanlarin yaninda medreselerde okutulan ve daha ziyade muderrislerin terekelerinde bulunan eserler de bulunmaktadir. Hikmeti Mehmed Efendi’den dokuz yil once vefat eden hanimi Sâliha Hâtun’un terekesi de icerdigi esya, alacaklari ve vasiyetleri bakimindan dikkate deger niteliktedir. Terekeden vefati sirasinda cocugu olmadigi anlasilan Sâliha Hâtun’un mirasi kocasi Hikmeti Mehmed Efendi ile kardesi Mustafa Aga arasinda taksim edilmistir. Anahtar Kelimeler: Ismail...

Osmanlı İlmiye Teşkilatında Müderrislerin Merâtibi (1245/1829 Tarihli Tarîk Deft

Journal of Turkish Research Institute, 2019

Öz Osmanlı Devleti'nde ilmiye teşkilatının tedris görevi müderrisler aracılığı ile ifa edilmiştir. Devletin kuruluş aşamasından itibaren devlet teşkilatında yerini alan müderrisler, gerek ilmiye sınıfına dâhil olmada ve gerekse bu sınıf içerisinde yükselmede kendine has daha önceki İslam devletlerinde görülmeyen bir sistem takip etmişlerdir. Bu sistemde müderris atamaları Kadıasker ve Şeyhülislam tarafından gerçekleştirilmiştir. Şeyhülislam tarafından gerçekleştirilen atamalar on iki sınıfa ayrılarak tarîk defterlerine kaydedilmiştir. Tarîk defterleri ilmiye teşkilatına gerçekleştirilen üst düzey atamaları içermesi bakımından önem arz etmektedir. Bu çalışmada XIX. yüzyılın başında Şeyhülislamlık tarafından gerçekleştirilen on iki dereceye ait müderris atamaları konu edilmiştir. Defterlerdeki atamalar karşılaştırmalı olarak incelemeye tabi tutulmuştur. Defterlerden edinilen bilgiye göre ilmiye teşkilatına girmede ve üst düzey kadrolara ulaşmada bir ulemâ ailesine mensup olmanın önemli bir kolaylık sağladığı ancak bir dereceden diğerine yükselmek için gereken hizmet süresinde ulemâ ailesine mensup olmanın etkili olmadığı anlaşılmıştır.

Bir Osmanlı Şehri Olarak Filibe ve Filibe Mevlevîhanesi

Mütefekkir, 2014

İnsanlık tarihi çok büyük medeniyetlere şahitlik etmiştir. Tarih kitaplarının hayranlıkla bahsettiği bu medeniyetlerden birisi ve belkide en önemlisi İslam Medeniyeti'dir. İslam Medeniyeti farklı kültür ve coğrafyalar içerisinde çok önemli değerlerin taşınmasına ve yaşanmasına sebep olmuştur. İslam Medeniyeti'nin tarihe yansıdığı önemli bir kültür coğrafyası Osmanlı kültür coğrafyasıdır. İslam'ın insanlığa sunduğu değerlerin kendi kültür alanıyla birleşerek çok farklı algı, anlayış ve müesseselerin neşet ettiği Osmanlı kültürü bu medeniyetin önemli bir halkasını teşkil etmektedir. Osmanlı, Batı medeniyetlerinden ve milletlerinden farklı olarak insan merkezli olarak ürettiği hayır ve hizmet eserlerini kurmuş, geliştirmiş ve İslam Medeniyeti potasında insanlığa hediye etmiştir. Gittikleri her yerde insanların, hatta hayvanların dahi ihtiyaçlarını karşılayacak her türlü hizmeti sunmuşlardır. Benzeri bulunmayan tarihi eserler inşa etmek yine Osmanlı kültürel birikiminin medeniyet alanına kazandırdığı şeylerdir.

Osmanlı İlmiyesinde Bir Gelenek Huzur Dersleri

Recep Taha Engin, 2019

Huzur Dersi, Osmanlı İmparatorluğu padişahın huzurunda sadece Ramazan ayları boyunca Kur'an-ı Kerim'in tefsirinin yapıldığı derslere verilen addır. Bunun ile birlikte Huzur-ı Hummayım dersleri olarak da bilinmektedir. İslam geleneğinde önemli bir yeri olan ilmi tartışmaların içinde görmek mümkün olabilir. Dersler, Osmanlı İmparatorluğunun son 200 yılında ortaya çıkmış olsa da soru-cevap şekli, dersin kaynağı ve işleyişi ile son yüzyıl içinde kendine has bir gelenek oluşturduğu açıktır. Huzur dersinin yapılmış olduğu meclis, kendi içinde geliştirmiş olduğu düzeni ve adabı ile hiyerarşinin sadece söz söylemede yani soru-cevap vermeden bir bütünlük halinde tutması, gizlilik esasına bağlı kalarak fikri mütalaanın sadece meclis ortamında yapılmasının yolunu açmıştır. Huzur dersleri, ilmi gelenek içinde gizli bir kapı olarak kalmıştır. Yazmış olduğumuz makale içerisinde Huzur dersinin tanımı, tarihçesi, katılımcıları, ders kaynağı, ulusu, kuralları, meclis yapısı, çeşitleri, işleyişi ve adabı üzerinden bilgi sahibi olunması amacıyla yazılmıştır.

Osmanlı'da İlm-i Tefsir

Osmanlı Tefsir Geleneğinde İstiârenin Etki Alanı -Âlûsî Tefsiri Örneği-, 2019

Kur’ân’ın anlamına ulaşmada en temel araçlardan dilbilimin bir alt dalı olan belagat ilmi, Cürcânî ile birlikte ivme kazanmış ve tefsir kaynaklarında etkin bir şekilde ele alınmaya başlanmıştır. Cürcânî’nin nazarî olarak ortaya koyduğu belagati tefsirinde kullanan Zemahşerî, Osmanlı tefsir geleneğinin temel dayanağı olmuştur. Osmanlı dönemindeki tefsirler, Zemahşerî’nin belâğî açıdan ortaya koyduğu tefsiri, daha anlaşılır hale getirme çabasıyla birlikte yer yer tenkit ve farklı bakış açıları sundukları görülmektedir. Osmanlı döneminin son temsilcilerinden sayılan Âlûsî de bu süreci tahlil ederek âdeta geçmişteki birikimi özet halinde sunmaktadır. Dahası sadece özetlemekle kalmamış, tenkit süzgecinden geçirerek kendi bakış açısını ortaya koyarak belagat-tefsir ilişkisine katkı sağlamıştır. Belagat ilminin çok geniş olması nedeniyle bu çalışmada belagatın beyan bölümünün alt konularından olan istiârenin, Kur’ân tefsirindeki etki alanı Âlûsî çevresinde ele alınarak Osmanlı tefsir geleneğindeki yeri tespit edilmeye çalışılacaktır. Bu çalışma ayrıca Osmanlı tefsir tartışmalarında istiâre anlayışının farklılıklarına ışık tutacaktır. Bu çalışmada Âlûsî tefsiri temel kaynak olmakla birlikte Âlûsî’nin istiâre konusunda beslendiği kaynaklarla da karşılaştırmasının yapılması kaçınılmaz olacaktır. Ayrıca istiâre örneği çerçevesinde Cürcânî ve Zemahşerî ile başlayan Sekkâkî, Kazvinî, Bâbertî ile devam eden Seyyid Şerif Cürcânî, Taftazânî gibi âlimlerin elinde birçok ilimlerle bağlantılı bir şekilde derinleştirilen, İsferâyînî, Ebussuûd, Mahmud Antâkî ve Muhammed ed-Desûkî gibi âlimlerle gelişmesini sürdüren belagat ilminin Âlûsî’deki değişiminin izleri de söz konusu âlimlerin çalışmalarıyla mukayese edilmek suretiyle ortaya konulmaya çalışılacaktır. Bu çalışma sonucunda Osmanlı Tefsir geleneğinde istiâre teorisinin tefsire uyarlanmasında farklı bakış açılarına sahne olduğu görülmüştür. Zemahşerî muhatap ve siyak bağlamını esas alarak istiâre tespitinde bulunurken, bazen Mu‘tezile mezhebinin görüşlerini de dikkate aldığı görülmektedir. Râzî, Cürcânî ve Taftazânî gibi âlimler ise benimsedikleri farklı yaklaşımlarla âyetlerde istiâre belirlemesine gitmişlerdir. Âlûsî ise genellikle Taftazânî’nin çizgisini takip etmekle birlikte bazen selefî eğilim etkisiyle istiâre uygulamasından kaçınarak hakikî anlamdan yana tercihte bulunmuştur.

Melami Şeyhlerinin İstanbul'da Postnişin Olduğu Tekkeler ve Günümüzdeki Durumları

İstanbul tekkelerinde faaliyet gösteren şeyhlerin bir kısmının icazet sahibi oldukları tarikatın yanında melâmet neşvesini de taşıdıkları da gözlenmektedir. Hacı Bayramı Velî’nin halifesi Bıçakçı Ömer Dede silsilesinden gelen bazı Melâmî şeyhleri, ilk olarak Kanunî Sultan Süleyman döneminde İstanbul tekkelerinde postnişin olarak vazife üstlenmişlerdir. Melâmîlerin devlet otoritesiyle yaşadıkları sıkıntılar kendi kimliklerini gizlemelerine ve başka tarikat şeyhlerinden icazet alarak tekkelerde vazife üstlenmelerine sebep olmuştur. Tahminen İstanbul’daki 19 tekkede Melâmî şeyhlerinin postnişin olduğu anlaşılmaktayken bunlardan dördünde Seyyid Muhammed Nûru’l Arabî silsilesine mensup şeyhler bulunmuştur.

Ulama Sultan-ı Tekelü ve Osmanlı Devleti’ne İlticası

VAKANÜVİS - ULUSLARARASI TARİH ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Safevi Devleti'nin kuruluşunda Anadolu'da bulunan Kızılbaş Türkmen aşiretlerin önemli bir rolü bulunmaktadır. Şah İsmail'in zuhuruyla birlikte bu aşiretlerin İran'a yöneldiklerini ve Safevilerin insan gücüne önemli katkıda bulunduklarını görmekteyiz. Ulama Sultan da diğer Kızılbaşlar gibi Safevilerin hizmetine girmek için İran'a gitmiştir. Şah İsmail'in ölümünden sonra ortaya çıkan iktidar çekişmesinden dolayı ihtilaf içerisine girdiği Şah Tahmasb'a karşı Osmanlı Devleti'nin saflarına geçmiştir. Osmanlı Devleti'nde önemli görevler üstlenen Ulama Sultan'ın İran üzerine açılan Irakeyn Seferi'nde etkili olduğunu görmekteyiz. Ulama Sultan'ın kabile taassubu ile hareket ederek rakip devlete sığınması Safevilerin merkezileşme çabalarını anlamak açısından da önemli bilgiler vermektedir.