Laikliğin Halksallaşması ve Dine Modernizmin Ötesinde Bir Yaklaşım (original) (raw)
Related papers
Modernliğe Geçiş Sürecinde Bir Yüksek Din Öğretim Kurumu Olarak İlâhiyatın Neliğine Dair
2021
İslâm dinine ait bilginin sonraki nesillere aktarımına, Müslüman toplumunun daha ilk zamanlarından başlayan bilinçli bir çabası olmuştu. Kısa süre içinde kaynak metinler, bunların yorumuna dair yöntem ve bunları yorumlayan disiplinler oluştu. Uzun yüzyıllar boyunca İslâm dinini içeriklendiren temel disiplinlerin eğitim ve öğretimi, gelişkin bir medrese kurumu tarafından yapıldı. Bu kurumu işletenler ve İslâm dinine ait değerleri hayata aktaranlar ulemâ oldu. Ulemâ, ayrıca toplumsal yapıda da yönetim ile halk arasında anahtar bir konum işgal ediyordu. Modernliğin giderek egemen olduğu bir dünyada ise dinin sahip olduğu konum değişti ve onu öğrenmek, öğretmek ve uygulamakla yükümlü ulemâ da artık toplumsal yapı içinde görünmez oldu. Modernlik sürecindeki toplumsal değişime koşut olarak, din eğitim ve öğretimi iledini kurumlar, yeni duruma göre biçimlendi ve öncekinden farklı amaçlarla yetindi. Bu dönemde yüksek din öğretimiyle görevli ilâhiyat kurumunun içeriği de bu son duruma göre b...
Çağdaş İslam Düşüncesi̇ Ve Lai̇kli̇k: Ali̇ Abdurrâzik’A Göre Di̇n Ve Devlet
2020
Cagdas Islam dusuncesinin en temel problem alanlarindan biri din-devlet iliskisidir. Islam toplumlarinda bu iliski oldukca tartismali bir konudur. Bilindigi gibi gerek din gerek devlet saglikli bir toplumsal duzen ve toplumsal hayat icin son derece onemli iki sosyal kurumdur. Islam tarihinde Hz. Peygamberin vefatindan sonra ilk cikan ihtilaf ‘hilafet’ meselesidir, yani din ve devlet iliskisinin nasil ve hangi ilkeler cercevesinde kurulacagidir. Bu ihtilafin belli olcude hala devam ettigini soylemek mumkundur. Gunumuzde modern toplumlarinda din ve devlet iliskileri baglaminda uretilmis en kullanisli enstruman laiklik ilkesidir. 1923 yilinda Ataturk ve bir grup vatanperver silah arkadasinin onculugunde Musluman cogunluklu bir modern ulus devlet olarak kurulan Turkiye Cumhuriyeti anayasa, cumhuriyet, hukuk, insan haklari ilkelerinin yani sira laiklik ilkesini de benimsemistir. Bilindigi gibi, 20. yuzyilin ortalari itibariyle Islam dunyasinda siyasi bagimsizligini elde eden pek cok devl...
III. Cumhuriyet’te Din Kamu Hizmetinin Kaldırılması, Laiklik
Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 2017
Türkiye Cumhuriyeti'nde laikliğin Fransız laikliğinden örnek alınarak kurulduğu saptaması Kemalist, Atatürkçü, muhafazakar, siyasal İslamcı, liberal, sol liberal hemen her düşünsel ve siyasal çevrede bulunmaktadır. Fransız modelinin örnek olduğu kabulü ile laikliğin kurumsal/örgütsel varoluşu arasında çelişki bulunmaktadır. Fransa'nın örnek alındığını savunanlar, Devlet ile Kilisenin ayrılmış olduğu Fransa'nın laiklik modeline uymayan Diyanet İşleri Başkanlığı karşısında şaşırmakta, bu kurumu bir sapma olarak görmektedir. İmamlara maaş ödeyen bir devlet nasıl laik olabilir sorusu da benzer niteliktedir. Türkiye Cumhuriyeti kurulurken, henüz yirmi yıllık olan Fransız Devlet-Kilise ayrılığı modelinin ya da Devrim sırasındaki kısa ayrılığın örnek alındığı sanısındadırlar. Devrim öncesi laikleşme tarihi bir yana bırakılırsa günümüz Fransız laikliğinin Devrim, Kısa Ayrılık, Konkordato ve Ayrılık aşamalarından geçerek oluşmuştur. Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundaki laikleştirici önlemler ve laiklik ilkesinin anayasaya girişi incelenirken genellikle 1789 Devriminin örnek olduğu düşünülmektedir. Devrim Laikliği (1789), Konkordato Laikliği (1801-1905) ve Devlet-Kilise Ayrılığı Laikliği (1905'ten günümüze) laikliğin farklı aşamalarıdır. Türk Laikliği, Devrimin ya da 1905'in Ayrılık Laikliğini değil büyük oranda Konkordato (1801) Laikliğini örnek almıştır. 1801 yılında Napolyon ve Papa bir anlaşma imzalamış, Fransa'da bir din işleri bakanlığı kurulmuş, papazlar kamu görevlisi olmuş, kiliselerin ve din bürokrasisinin giderlerini karşılamak üzere bütçeye para konulmuş, devletçe tanınan dinler sistemine geçilmiş ve din bir kamu hizmeti olmuştur. 1905 yılında çıkarılan bir yasa ile Devlet ile Kilise ayrılmış, din kamu hizmeti özelleştirilmiş, din, örgütlü veya bireysel etkinlik niteliğiyle tapını kavramıyla ve serbestlik ilkesi çerçevesinde düzenlenmiştir. Türkiye Cumhuriyeti laikliğinin düzenleme biçimi, Konkordato laikliğine benzetilebilir, Diyanet Laikliği olarak adlandırılabilir. Diyanet Laikliğinin Ayrılık Laikliğine evrilmesinin tartışılabilmesi için Fransız laikliğinin yakından tanınması gerekmektedir.
İlmi Etüdler Derneği, 2018
Kutsal Roma İmparatoru VI. Henrich ile Papa VII. Gregor arasında büyük bir mücadele yaşanmıştı. İmparatorlukla kilise arasında yaşanan bu mücadele Avrupa’da din ve devletin birbiriyle olan ilişkisinin sorgulanmasına neden olmuştu. Papa VII. Gregor’un “çifte kılıçlar” teorisinde görülebileceği üzere mücadele kilisenin galibiyeti ile sonuçlanmıştır. Kilise ve devlet arasında yaşanan mücadele de Salisburyli John, kilisenin üstünlüğünü dile getirirken kendisinden sonra gelen Dante ise kilise ve devletin birbirinden mutlak anlamda bağımsız olduğunu ifade etmiştir. Ockhamlı William, Dante’nin belirttiği şekilde kilise ve devletin iki ayrık kurum olamayacaklarını ve iki kurumun da sahip olduğu meşruiyetin denk olduğunu söylemiştir. Padovalı Marsilius ise devlet içinde devlet olamayacağına göre kilisenin devlete yani prense tabi olması gerektiğini vurgulamıştır. Yukarıda hülasa olarak dile getirilen Orta çağ Avrupa siyaset kuramcılarının kilise ve devlet arasındaki mücadele ile ilgili nazariyeleri göz önünde bulundurulduğunda devletin kilise üzerinde hâkimiyet kurması gerektiğine dair fikirlerin giderek yayılmaya başladığı fark edilmektedir. 1648 yılında imzalanan Westfalya Antlaşması ile birlikte kendi egemenliğine sahip modern devletler ortaya çıkmıştır. Böylece belli bir millete dayanan modern devlet 1789 Fransız İhtilâli ile birlikte ulus devlet olarak tecessüm etmiştir. Bu anlamda tarihsel sürece bakıldığında kilise ile devlet arasındaki mücadele doğal olarak Avrupa’da laiklik kavramının ortaya çıkmasına ve benimsenmesine neden olmuştur. Lakin İslam ülkelerine bakıldığında İslam inancının enfüsi yapısının böyle bir çatışmaya izin vermemesi nedeni ile laikliğin benimsenebileceği bir ortamın tezahür etmediği fark edilmektedir. Türkiye’de 1937 yılında anayasaya dâhil edilen laikliğin, anayasada bir tanımının olmaması nedeni ile yürütme erkini elinde bulunduranlar ve laik rejiminin muhafızı olarak kendini gören üst düzey askeri yöneticiler laiklik kavramına keyfî anlamlar yüklemişlerdir. “Laik devlet niteliğinin ve Atatürk devrimciliğinin korunması prensiplerine” aykırı olduğu gerekçesiyle üç partisi kapatılan Millî Görüş Harekâtı bu keyfi uygulamalardan en çok etkilenen harekât olmuştur. Bu bildiride Laiklik kavramının tarihsel sürecine ve Türkiye’de kavramın nasıl anlaşıldığına değinildikten sonra Necmettin Erbakan’ın laiklik kavramına bakışı değerlendirilecektir.
Cumhuriyet, Demiryolu ve Laiklik: Bir “Modernite” Metaforu
Çok partili döneme geçişle demiryolu önemini yitirdi. Demiryolu o denli devletle özdeşleştirilmişti ki kara yollarına öncelik verilmesi sanki Tek-Parti döneminin devletçiliğinin ölüm fermanıydı. Bundan böyle Türkiye’de yerli kömürün yerini ithal petrol alıyordu. Demiryolu geçmişle, dünün rejimiyle özdeşleştirildi; hantal, çağdışı görüldü. “Modernite” bayrağı karayolunun eline geçti. Demiryolları kendi haline bırakıldı. Demokrasi rüzgarı demiryollarının kaderini devletin imgesiyle bütünlemişti. Devlet-toplum ikilemi sanki demiryolu-karayolu ikilemine dönüştü. Demiryolu gericilikti; karayolu ileriyi simgeler oldu. Zafer Toprak, “Cumhuriyet, Demiryolu ve Laiklik – Bir ‘Modernite’ Metaforu, “Toplumsal Tarih, sayı 168, Aralık 2007, s. 26-31.