MODERNLİK, GELENEK VE DİN İLİŞKİSİ: BİR MODERNLEŞME KURAMI ELEŞTİRİSİ (original) (raw)

MODERNLEŞEN MEDENİYET VE DEĞİŞEN DİN ANLAYIŞI

IĞDIR INTERNATIONAL CONFERENCE ON MULTIDISCIPLINARY STUDIES, 2018

Modernliği tanımlamaya girişmek, sorunlu bir alana dalmaktır. Çünkü ne bir harekettir, ne de bir akımdır. Diğer taraftan, yalnızca tarihsel bir kesit belirli bir dönemi ve bu dönemde hâkim olan özellikleri betimlemek için kullanılan bir terim ya da nosyon da değildir. Öncelikle zaman ilişkin bir terimdir. Yine de içinde yaşanılan zamanı ya da daha doğru bir ifadeyle, günümüze ait bir dönemi kendisinden kalkarak tanımlama çabasında olan bir bilinç durumudur. Bu anlamıyla, tarihsel olanın karşıtı olarak değerlendirilebilir. Modernlik bilinci ilk kez insanın yapıp ettikleri arasında doğrudan mükemmelliğin arandığı estetik alanda ortaya çıkmıştır. 18.yüzyılın sonlarında Fransız Aydınlanması sırasında, klasik sanat ile ilgili tartışmalarda, kendilerine modernler diyen bir grubun ortaya çıkması “modern” bilincin ilk nüvesi olarak görülür. Yine de modern kelimesinin kökeni, beşinci yüzyıla kadar geri gider. Kelime, Latince “modernus” biçimiyle, artık resmen Hristiyan olduğu kabul edilmiş olan o dönemi, Romalı ve Pagan geçmişinden ayırmak için kullanılır. İçeriği sürekli değişse de eski alandan yeni alana geçildiğini, yeni olanın hâkim olduğunu belirtir. ( Demirhan, Modernlik, s: 11–12) Modern: Eski Türkçede “asri” ve “muasır” gibi iki ayrı kelime olarak kullanılan modern kelimesinin Batı dillerindeki karşılıkları arasında “modern”, Fransızcadaki “mondaine” ve İngilizcedeki “mundane” sayılabilir. Çeşitli anlamlar atfedilse de bu kavram yaygın olarak, şimdiki zamana ait ve uygun olan, yeni ve toplumlar arasında en fazla gelişmiş olanların temsil ettiği bilgi, teknik ve zihniyet düzeyini ifade etmek üzere kullanır. Bu kavram ile ilişkili ya da onun karşılığı olarak kullanılan asri, muasır, çağdaş, çağcıl, çağdaşlaşma, muasırlaşma, modern, modernite, modernleşme gibi kavramlar birbirinin yerine kullanılmaktadır. Ahmet Çiğdem, Hobermos’a dayanarak “modernite/modernlik ile modernizasyon/modernleşme arasında köklü bir farklılık görmektedir. Ona göre modernlik, bir projeye bir refleksiyona, modernleşme ise bu projeyi mümkün kılan kurumsal-yapısal evrime işaret eder bu anlamda batı dışı toplumlar modernleşirler, ancak modern olamazlar, sadece modernliğin kurumsal altyapısıyla eklemlenebilir. Öyle anlaşılıyor ki modernleşme batı dışı toplumların, Batılı toplumların gelişmişlik düzeylerine gelmek için gösterdikleri çabayı ifade etmekte ve batılılaşma ile eş anlamlı olarak kullanılmaktadır. Bu ideolojik kullanımının yanında, Modernleşmeyi “hem batılı ülkelerin geldikleri düzey, hem de, batılı olmayan ülkelerin gelişme çabaları” anlamında ele alıp tasvir edersek; Bazı sosyologlara göre modernleşme: —Kongar’a göre: modern toplum ileri düzeyde sanayileşmiş toplumdur.- —Wagner’e göre: modernleşme, insanlığın yeryüzünde kontrolü ele geçirmesidir. —Lerner; modernleşmenin bir batılılaşma olduğunu ve onun temelinde akılcı ve pozitivist bir ruhun benimsenmesinin yattığını söyler. —Eisendstad modernleşmenin iki genel niteliğinden bahseder. Toplumların sosyoekonomik değişmeleri. (Ekonomik, Siyasal, Kültürel Alanda ) Toplumsal örgütlenmenin yapısal değişmeleri. (Siyasal Örgütlenme, Ekonomik, Meslek Sistemleri Alanında ) —Levy göre; Batılı toplum ve batılı olmayan toplum ayrımı /genellemesi yanıltıcıdır ve her dönemde her toplum için geçerli olan bir modernleşme reçetesi yoktur. —Smelser’e göre; Modernleşmeye yol açan değişmeler şunlardır: 1-Teknolojik olarak basit ve geleneksel tekniklerden, bilimsel bilginin uygulanmasına doğru bir süreç. 2-Tarımda kendi kendine besleyen tarımdan, tarımsal maddelerin ticari amaçlarla üretilmesine geçiş 3-Sanayide insan ve hayvan gücünden makine gücüne geçiş. 4-Köyden kente doğru hareket. Modernleşmenin temel göstergelerinden biri: ilerlemedir. Modernleşmeden önceki toplumlar geleneklerin hâkimiyeti altında olup ve farklılaşmayı şüpheyle karşılarken; Modern toplumlarda gelenekler şüpheyle karşılanmamakta, farklılaşmalara teşvik edilmekte ve ilerleme düşüncenin temeline oturmaktadır. Bunun için değişime ihtiyaç vardır. Bu değişim, üretim tekniklerinden siyasal katılmanın yaygınlaşmasına kadar bütün bir toplumsal ilişkilerdeki değişimdir. Modernlik öncesi toplumlarda yaygın olan birincil (samimi) ilişkilerin yerini modern dönemde ikincil (resmi) ilişkiler almıştır. Bu gelişmeyi teşvik eden faktörlerden birincisi devlet kurumlarında bürokrasinin artması, ikincisi ise kentleşmedir. Köylüler, kentlerin kalabalıkları arsında kaybolmakla, kentte kendine yeni bir dünya kurmak ve geleneklerinden vazgeçmek arasında bir tercih tapmak zorundadır. İşte bu değişimin zorunluluğu modern toplumda bireyin belirsizlikler ve güvensizlikler içine hapsolmasına yol açmıştır. Modernleşmenin temel göstergelerinden ikincisi: Rasyonalitenin toplum yaşamına hâkim olmasıdır. Bu hâkimiyet; toplumsal yaşamın, eğitim, hukuk, siyaset, ekonomi, sağlık gibi temel kurumların, birbirinden bağımsız ve kendilerine has yasalara tabi olmaları ile görünür hale gelebilir. Modern öncesi toplumlarda dinler, sadece bütünleşmeyi sağlamakla kalmamış, aynı zamanda toplumun bütün temel kurumlarını da nüfuzu altında bulundurmuşlardır. Modernleşmeyle birlikte din, hem toplumun temel kurumları üzerindeki nüfuzunu kaybetmiş, hem de kendi özel fonksiyonlarıyla sınırlı bir hale gelmiştir. (Morris, Weber’e dayanarak, Modern toplumlarda dinin, diğer toplumsal kurumlar arasında bir kuruma indirgendiğini, dini düşünce ve kavramların sistematikleştiğini, yani rasyonelliğin arttığını, dinde ibadet ve törenlerle birlikte büyüsel öğelerin sürekli olarak azaldığını belirtir.) Yeryüzünde bir “dünya cenneti” kurmayı vaat eden Modernizm, bütün gezegeni cehenneme çevirmiş durumdadır. Bu durum kısmen Din ve Modernizm başlığında ele alınmıştır. Çünkü çelişki bu ikisi arasındadır. Modernizm, temelde “dini” olanın tersyüz edilmesi veya eski bilgelerin deyimiyle “Şeytan’ın Allah’ı taklit” etmesidir. Genelde Din’in ve özelde İslam Dini’nin Modernizm’e verecek esaslı bir cevabı var. Modern dünyaya eleştirel bir zihin perspektifinden bakmak her zaman mümkün olmuyor. Bunu deneyenler ya “bilinçten yoksun gelenekçilik” ya da “kör radikalizm”le suçlanıyorlar. Kurumsal ve akademik seviyelerden bakanlar da irfan ve hikmet boyutundan yoksundurlar. Zamanın ruhunu şekillendiren modernite insan merkezli bir dünya görüşüdür. (Bulaç, Din ve Modernizm, s: 7, 8, 9 ) Genel eğilim bütün dünyanın Batılı refah toplumlarına erişmesi yönündedir ki, bu ise bütün insan ırkını kendi ölümüne susamış olduğunun açık göstergesidir. Kuşkusuz bütün ülkeler, Batılı toplumlar kadar tüketemezler; buna ne dünyanın tabii ve maddi kaynakları yeter, ne de ekonomik yapısı dayanabilir. (Bulaç, Din ve Modernizm, s: 14 ) Modernite türedi bir felsefedir; çünkü insanlığın kadim geçmişi göz önüne alındığında, sadece Modernizm içinde doğru, meşru ve iyi gibi ahlaki ve yüksek hukuki idealler, ilk defa yerlerini salt yaralı olana bırakmıştır. Modern kavrayışa göre eğer bir şey yarar sağlıyorsa, daha çok yarar elde etmek ve bu yöndeki çabaları yoğunlaştırmak ister. ( Bulaç, Din ve Modernizm, s: 17) İslam girdiği her yere damgasını vurdu ama insanları kendi özgün, tarihsel, yöresel kimliklerinden yoksun bırakmadı. Modern batı uygarlığı ise kültürel, ulusal ve yöresel mozaiği parçalıyor, dünyanın en ücra köşesinde yaşayan küçük kabileleri bile kendi eritici kazanı içinde yok ediyor. Ve girdiği her yere kendi çelişki ve bunalımlarını da beraberinde taşıyor. Artık ne Asya ve Afrika, ne Amerika’dan söz edilebilir; her yer Batı’dır. (Bulaç, Din ve Modernizm, s: 21 2.Dünya savaşından sonra bir fikir haline gelen Modernizm tek tip insan tek tip toplum oluşturmayı hedefler. ( Bulaç, Din ve Modernizm, s: 39) Modernizme açık bazı alt kültür grupları: Marjinaller – Ateistler – Feministler - Eşcinseller - Hoşnutsuz ve Köksüz Zümreler - Lümpen Takımı vb. birçok grubu burada sıralayabiliriz. Sonuç olarak bütün bunlardan dolayı İslam sahici bir kurtuluştur denilebilir. Yani Dünya hayatını tutku ile sevmek ( Hubbu hayati’d-Dünya ) olan modernizm değildir. Bunun yerine Hakiki Felah olan ed-Din’dir şeklinde söylememiz daha uygun olur. ( Bulaç, Din ve Modernizm, s: 252 ) KAYNAKÇA Ahmet Demirhan, Modernlik, İnsan Yay., İstanbul, 2004. Kadir Canatan, Bir Değişim Süreci Olarak Modernleşme, İstanbul Yay., İstanbul, 1995. Ali Bulaç, Din ve Modernizm, Çıra Yay., İstanbul, 2012. Ali Şeriati, Medeniyet ve Modernizm, Birleşik Yay. , İstanbul, 1993. Hans Van Der Loo- Williem Van Reijen, Modernleşmenin Paradoksları; Hans Van Der Loo- Williem Van Reijen, İnsan Yay., İstanbul, 2003.

GELENEK VE MODERNİZM BAĞLAMINDA İSLAM

Sakarya Universitesi Ilahiyat Fakultesi Dergisi, 2013

19.yy Avrupa aydınlanmasının bütün dünyada düşünce ve yaşam alanlarını etkilemesine modernizm adı verilmektedir. Modernizmin en temel özelliği bilimde akılcılığı, yaşamda ise din dışılığı (profan)esas almasıdır. Bu yaşam ve düşünce tarzının getirileri ilk olarak gelenek dediğimiz eski yaşam ve inanış şekillerini eleştiriye açtı. Bir süre kendini savunan geleneksel değerler birer birer yenilgi bayrağını çekince modernizmin başta kutsal algısına dayalı dini düşünceyi ve gelenekleri kaldırıp yerine kendi değerlerini yerleştireceği öngörülmeye başlandı. Ancak modernlik bütün çabalarına rağmen "kutsal"ı öldürmeyi başaramayınca geleneklerin birçoğu evrilerek yeni hayata uyum sağladı. Değişime doğal olarak bir süre direnen İslam de medeniyeti modernizmin zorlayıcı tutumundan daha fazla müstağni kalamadı ve yeni dünya da kendine özgü yeni değerler üretme yoluna gitti. Modernleşmeyi Avrupalılaşmaktan ayırarak bir yandan özgün değerlerini korumak isterken diğer yandan çağa ayak uydurmanın yolarını aramaya başladı. İslam medeniyetinin "eski" ile "yeni"yi nasıl örtüştüreceğinin yollarını aradığı bu süreçte henüz yolun sonuna ulaştığı ve sonuçlar üzerinde fikir birliği sağlandığı söylenemez.

DİN FELSEFESİ ÇERÇEVESİNDE İSLAM VE MODERN İSLAM DÜŞÜNCESİ

AL-FARABİ I. INTERNATİONAL CONGRESSKONGRESİ ON SOCİAL SCİENCES, 2017

İslâmî öğretinin özünü tevhit oluşturur. Tevhit, küllî bir yapıyı arz eden, Kur’ân ilmidir. Bu tevhit ya da Kur’ân ilmi, makuldür, yani hiçbir akıldışılığı barındırmaz. Gaybî hususlar vardır, ama bunlar akıldışı olmayıp, akıl üstü yani metafizik âlemle ilgilidir. İslâmî öğreti, değişim içinde sürekliliği vurgular, bu ikisi arasındaki dengeyi kurar, daimî değerlerin olmaması, kaosa ve anarşiye götürür. Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışıyla, Batılı sömürgeci güçler daha serbest bir sömürücü faaliyet içine girmişler, sömürdükleri Müslüman ülkelerdeki hâkimiyetlerini güçlendirmek ve uzun süreli kılmak için, modernleşme adı altında, kendi kültürlerini ve dünya görüşlerini bu toplumlara benimsetecek şeyler yapmışlardır. Batılılar, selefimizin mirasını almış, seküler bir kalıba dökerek, bağlamından koparmışlardır. Bilginin İslamileştirilmesinde öngörülen programa göre, ilk önce, hedefler tespit edilmelidir. Batı, Rönesans’la başlayan, Aydınlanma ile devam eden ve modern çağda kemale eren bir eğilimi izlemiştir. Batılı insanın Hıristiyanlığa sırt çevirmesinde, Hıristiyanlığın inanç esaslarının genel itibariyle saçma oluşunun rolü vardır büyük ihtimalle. Batıda var olan hâkimiyet arzusu, Platon’un dediği gibi, dibi delik bir fıçı gibidir. Bu nedenledir ki; burjuva sınıfı, her şeyi dünyaya hâkim olmaya yönelik arzusunun hizmetine soktu. O dönem bazı düşünürleri hala, hayatın yasasını, savaş olarak görüyorlar. Bu, onların halen Darwin’in etkisinde olduklarını gösteriyor. Öte yandan Wallerstein, modern dünya sisteminin kökeninin 16. yüzyılda olduğunu söylüyor. Bunu böyle kabul edersek, demek ki o zamandan bu zamana liberal zihniyet iktidardadır diyebiliriz. Yani; bu zihniyet yerini İslâmî güce bıraksa, yani dünya sistemi İslâmî bir sistem olsa, iktidar koltuğunda oturan liberal ideolojinin yerine İslâm dini geçse, dünya şimdiki sorunlarının çoğundan kurtulacaktır. Allah-insan-doğa arasındaki dengeyi Kur’ân ışığında çıkartılan küllî bir plân ile yapmak gerekmektedir. Yani yüce Allah’ın insanla, insanın diğer insanlarla ve tabiatla olan ilişkilerini yeni metodolojiyle geliştirmek ve bu hususu özümsemek gerekmektedir. Tevhit ile kastedilen, yukarda yazdığı gibi, Kur’ân ilmidir, yani hikmettir. Hikmetin, hevasını ilâh edinenlere verilmeyeceği açıktır. Ancak Allah’a tümüyle ve samimiyetle teslim olan ve hikmeti talep eden birine, hikmet verilir sanıyorum. Daha önce Batı’da, Pavlusçu Hıristiyanlık yorumunu hâkim kılma şeklindeki operasyonla benzer olan, İslâm coğrafyasında Ilımlı İslâm’ı hâkim kılma operasyonu, ortaya çıkaracağı beklenmedik sonuçlarla, bu operasyonu yapanların elinde patlayabilir. Zira, ahiret şüpheli olsa bile, iman etmek kişiyi dünyada istediği hiçbir şeyden mahrum bırakmadığından ve kişiye ekstra bir yük de yüklemediğinden, ayrıca var olabilecek cenneti kazandıracağından, iman etmek yararlıdır.

GELENEKTEN MODERNİTEYE: İSLAM KENTLERİNİN DÖNÜŞÜMÜ

GELENEKTEN MODERNİTEYE: İSLAM KENTLERİNİN DÖNÜŞÜMÜ

Kent yapıları incelendiğinde, İslam kentlerinin cami ve cemaat merkezli bir mekan tasavvuru içerdiğini görürüz. Buhara’dan Basra’ya, Kufe’den Bağdat’a ve diğer İslami kent yapılarına bakıldığında cami merkezli bir toplumsal bütünleşme dikkat çekmektedir. Kentin tüm ana yolları camiye veya cami etrafında yapılaşan ticaret merkezlerine veya ilim meclislerine çıkmaktadır. İslam inancı gereği inanan insanlara “ölümden sonraki yaşamın varlığının her an akılda olması ve ahiret gününde hesaba çekileceğini bilerek, hayat nizamını buna göre düzenlemesi” için mezarlıklar da şehir merkezine yakın yerlere yapılmaktadır. Mahalle ve cemaat bilinci, Batıdaki kent modellerinden farklı olarak organik insan ilişkilerinin sürdürülebilir olması için önemli bir yere sahiptir. Bu yapının aksine, küresel kentler ise; ekonomi politiğini dış pazara yönelik oluşturan, küresel ekonomik pazardaki ticari faaliyetlerin merkezi konumunda bulunan ve yine bu pazardaki gerek ithalat gerekse ihracat alanındaki tüm ticari eylemleri yönlendiren ve kontrol eden, özellikle teknolojik olarak yeni ortaya çıkan ticari ürün ve hizmetlerin fuar gibi organizasyonlar aracılığıyla takdiminin yapıldığı, genellikle dikey yapılaşma eğilimi göstermesi dolayısıyla devasa gökdelenlerin ve ticaret merkezlerinin yer aldığı, nüfusunun oldukça yoğun fakat toplumsal bağın son derece zayıf olduğu mekanlardır. 20. YY ile birlikte siyasetten ekonomiye, toplumsal dinamiklerden kültürel değerlere, mekan algısından zaman mefhumuna kadar bir çok alanda yaşanan değişim ve dönüşümden kentlerin yapısı da etkilenmiştir. Literatürde “zaman-mekan sıkışması” olarak nitelendirilen bu süreç karşısında İslam kentlerinin yapısal ve sosyolojik değişimleri de göze çarpmaktadır. Kentler, özellikle ekonomik alanda diğer kentlerle yarışabilmek için, kendine münhasır kültür ve medeniyet yapı taşlarından vazgeçerek, geleneksel şehir ve şehirleşme metotlarını konjonktüre uyarlamak durumunda kalmıştır. İslam coğrafyasında yer alan ülkeler de 1400 yıl boyunca üzerine inşa edilen İslami kent modelini küresel kent modeli ile harmanlayarak “Küresel İslam Kenti” modeli kurmaya çalışmışlardır. Bu çalışmada İslam kenti kavram ve özellikleri ile küresel kent kavram ve özellikleri açıklanarak, iki kavramın sentez edilmesiyle ulaşılan “Küresel İslam Kenti” kavramı incelenmiştir.

-6 7-16 DİN-MODERNİTE İLİŞKİSİ: UYUM VEYA ZITLIK(ÇEVİRİ) 33-42 43-48

The drum is not only a symbol of existence, independence and sovereignty but also is the main instrument of Turkish military music teams and Shamans. Additionally the drum is the indispensable instrument of entertainments with shawn. It has taken aprt in many ceremonies from weddings to funerals.

BULGARİSTAN’DA GAYRİ-SÜNNİ EĞİLİMLİ (ALEVİ-BEKTAŞİ EĞİLİMLİ) DİNİ-MİSTİK GELENEĞİNİN YERLEŞMESİNE İLİŞKİN TOPONİMİK VE ONOMASTİK BİR BAKIŞ

2. ULUSLARARASI HACI BEKTAŞ VELİ HOŞGÖRÜ VE BARIŞ SEMPOZYUMU 08-10 EKİM 2015 Sempozyum Bildirileri, 2016

Balkanlar’ın ve Bulgaristan’ın Osmanlı hâkimiyetin altına girmesi söz konusu topraklara Gayri-Sünni (özellikle Alevi-Bektaşi dini olguyu temsil eden veya yakın olan) göçebe, yarıgöçebe ve yerleşik hayata da alışmış türkmen toplulukların ve Rum Abdallar geleneğine mensup dervişlerinin yerleşmesini sonucu getirmektedir. Aynı zamanda buraya Osmanlı-Safevi devletleri rekabeti sonucu Safevilere yakın olan ve Kızılbaş gibi tanımlanan topluluklar sürgün edilmektedir. Bu zikredilen toprakların yerleşme ağının gelişiminde büyük rol oynamaktadır ve bu kişiler ve gruplar tarafından birçok köylerin kurulmasında ve tarımla ve hayvancılıkla meşgul olmasında zemin sağlar. Bu süreç Bulgaristan’ın toponimisinde çok açık görülmektedir. Birçok köylerin isimleri Rum Abdalların ve ailevi dini önderlerin tarafından taşınan sıfatlardan gelmektedir – abdal, baba, dede, divane, halife, pir, şeyh, ışık, âşık ve saire. Bu köylerin çoğu Dobruca bölgesindedir, aynı zamanda Deliorman, Gerlovo, Trakya’da da vardır. Aynı zamanda başka yerel adları da söz konusu gelenekle ilişki gösterir. Anahtar Kelimeler: Bulgaristan, Dobruca, Rum Abdallar, Cemaatler, Baba, Dede, Abdal, Köy, Tekke, Alevi-Bektaşi, Kızılbaş

DİN VE DEVLET İLİŞKİLERİNDE ÜRDÜN ÖRNEĞİ

Ürdün Krallığı’nın diğer Ortadoğu ülkelerine nazaran dinî gruplarla göreceli olarak ilginç bir iliş- kisinin olduğunu söylemek mümkündür. Haşimi Krallığı ve dinî gruplar arasındaki münasebetler her zaman daha sakin bir hüviyete sahip olmuş ve birçok Ortadoğu ülkesinde müzmin bir sorun haline dönüşen çatışmacı ilişki, Ürdün yönetimi ve dinî gruplar arasında pek görülmemiştir. Din ve devlet ilişkileri bağlamında Ürdün’de göze çarpan en önemli hareket Müslüman Kardeşler (İhvan) hareketidir. Özellikle bir zamanlar İhvan’la Ürdün’ün iyi olan ilişkilerinin son dö- nemlerde neden kötüleşmeye yüz tuttuğunu ise incelemek gerekmektedir. İhvan’ın yanında bazı Selefi gruplar da Ürdün’deki devlet-din ilişkileri bağlamında bahsedilmesi ve ele alınması gereken önemli topluluklardandır. Ürdün’deki gruplardan birçok açıdan ayrılan Selefiler, şüphesiz ülkedeki faal durumlarıyla da incelenmesi zaruri olan gruplardandır.

GELENEK ve MODERNİTE İLİŞKİSİ BAĞLAMINDA REŞAT NURİ GÜNTEKİN TİYATROSU

International Journal of Humanities and Education, 2022

Gelenek ve modernite, içinde bulunulan dönemi adlandırmak için üretilen sosyal ve zamansal belirlenimler olarak görülebilir. Geleneğin geçmişi, modernitenin de geçiş dönemini işaret etmesi, bunlar arasında kesin ve keskin sınırlar olduğunu göstermez; aksine her iki kavram çoğu zaman iç içe yaşar. Toplumsal ve bireysel yaşamın hemen her alanında yer bulan gelenek, sonraki hareketler tarafından kendilerine yer edinme düşüncesiyle eleştiriye tabi tutulur ve geleneğin bu şekilde aşınarak yittiği düşünülür. Modernite, geleneksel olanın yerini aldığında, bu sefer kendisi sabitleşmeye ve kendi kurallarını koyarak varlığını sabit kılmaya çalışır. Dolayısıyla zamansal belirlenimler olan gelenek ve modernite paradoksal şekilde ilerlemesini sürdürür. Reşat Nuri Güntekin (1889-1956), edebiyatın birçok dalında ürün vermiş bir yazar ve çeşitli devlet kademelerinde görev yapmış bir bürokrat olarak güçlü bir gözlemle zaman zaman geleneksel olanla modern ögeler arasındaki paradoksu işlemiştir. Gerek yaşadığı dönemin sosyal ve siyasal olayları gerekse bireysel dönüşümler, onun metinlerinde kartezyenik bir şekilde işlenir. Cumhuriyet’in ilk dönemlerinden İkinci Dünya Savaşı’na kadar olan sınıfsal ve siyasal değişimler, sanatçının eserlerinde önemli bir yer tutar. Güntekin, öğretmen ve müfettiş olarak Anadolu’nun farklı yerlerinde görev yaparak Anadolu coğrafyasının değişimine, bürokratlık döneminde de politik ve sosyolojik değişimlere şahit olmuş, bu gözlemlerini edebiyat dairesinde genişleterek ve derinleştirerek metinlerini kaleme almıştır. Son dönemde romanlarından uyarlanan dizilerin etkisiyle geniş halk kitlelerinin gündemine girmiş olan yazarın tiyatro metinleri de diğer pek çok tahkiyeli eserinde görüldüğü gibi gelenek ve modernitenin katastrofik bir hâl alan kartezyenik ilişkisini konu almaktadır. Bu çalışmada söz konusu süreç, Balıkesir Muhasebecisi özelinde ekonomik, Tanrı Dağı Ziyafeti özelinde politik ve Bir Köy Öğretmeni özelinde de eğitim boyutuyla incelenecektir.