İBNÜ'L HANEFİYYE (original) (raw)

MÜKEMMEL BİR ENDÜLÜS ŞAİRİ: İBNÜ'L-HADDÂD

Türkiye İlahiyat Araştırmaları Dergisi, 2022

Henüz hicri ilk yüzyılda Kuzey Afrika’nın tamamını fetheden Müslüman Araplar, Afrika ile yetinmemiş oradan İber Yarımadasına geçerek bugünkü İspanya topraklarının tamamına İslam’ı taşımışlardır. Yaklaşık sekiz asırlık Endülüs medeniyeti içerisinde pek çok alanda olduğu gibi edebiyat sahasında da Müslümanlar başarı göstermişler ve büyük şairler çıkarmışlardır. Bunlardan önemli bir isim olan İbnü'l-Haddâd (öl. 480/1087), edebi sanatları kullanmaya önem vermesi, Hristiyan bir rahibeye aşkını gazelleriyle dile getirmesi, Endülüslü olmasına rağmen Doğu Arap şairlerin yöntemini devam ettirmesi gibi pek çok açıdan dikkate değer bir şairdir. Bu çalışmada şairin divanı söz sanatları ve içerik bakımından incelenmiştir. Makalede daha ziyade kendisini mümtaz kılan yönleri ön plana çıkarılmış ve dikkat çeken yönleri incelenmiştir. Hristiyan bir rahibeye âşık olan fakat onunla evlenme imkânı bulamayan bir Müslüman şairin aşkını nasıl dile getirdiği özellikle irdelenmiştir. Söz sanatlarını kullanırken ne kadar tekellüften uzak olduğu üzerinde durulmuştur. Nesîbden methiyeye geçerken tehallus sanatında estetik kaygıları ne denli gözettiğine dair örnekler daha fazla ele alınmıştır.

İBN-İ HALDUN DÜŞÜNCESİNDE KENT

Özet Kentleşme olgusu, her ne kadar sanayileşme çerçevesinde ele alınan ve modernleşmenin fonksiyonlarından biri olarak değerlendiriliyorsa da, kent kavramının bütün toplumlara özgü niteliği ve bu bağlamda yaşanan tarihi pratik, konuyu bütün toplumlar açısından önemli hale getirmektedir. Bu önemin altı çizilmesi gereken bir yönünü ise, konuya yapılan farklı katkılar oluşturmaktadır. İbn-i Haldun " Mukaddime " adlı eserinde ilmi görüşlerine; sosyal, ekonomik ve siyasal olaylar ve bunlar arasındaki ilişkilere önemli ölçüde yer vermiştir. İbn-i Haldun Mukaddime'sinde, tarihi olayları neden-sonuç ilişkisi içinde incelemiş ve toplumlara dair bazı sonuçlar elde etmeye çalışmıştır İbn-i Haldun'un, kent kavramına özellikle uygarlıklar ve kent sosyolojisi bağlamında yaptığı katkılar, bugün de geçerliliğini koruyan önemli okumalar olarak ele alınabilir. The Urban in thought of Ibn Khaldun Abstract Notwithstanding the fact that urbanization has been evaluated to be a function of modernization and industrialization, the term 'urbanization' as a sui generis common attribute to different settings coupled with its historical praxis have become quintessential and important for most societies. One important dimension of this importance to be underlined is to realize different contributions to the theme. Ibn Khaldun has mentioned significantly at his named " Muqaddimah " scientific point of views; abaout social, political, economical, fiscal events and, to among the relations. Ibn Khaldun has examined historical events within the correspondence between cause and effect and has tried to get some deductions about communities. IbnIn particular Ibn Khaldun's contributions to the urban and civilizations' sociology as well as the concept 'urban' still remain important readings with a great deal of validity. Giriş Kent ve Kentleşme kavramları, demoğrafik olduğu kadar, ekonomik, sosyal, siyasal, idari ve teknolojik boyutları da içeren evrensel bir olgudur. Bu nitelikler aynı zamanda ekonomik dönüşüm sürecinde kent ve kentleşmenin yeri ve kesişme noktalarını da içermektedir. Bu bağlamda, yani ekonomik, sosyal, siyasal ve teknolojik etkenlerin kesiştiği noktada ortaya çıkan kentsel olgu ve kentleşme, bu özelliğiyle, bir bağımlı değişken niteliği kazanmaktadır. Öte yandan kent ve kentleşme, aynı zamanda, toplumun ekonomik, sosyal ve siyasal yapısını; insan tutum ve davranışlarını, teknolojik gelişmeleri vb. etkileyen bir süreçtir. Kentleşmenin, bu anlamda, bir bağımsız değişken olarak algılanıp, değerlendirilmesi; onun salt, kırdan kente yönelen bir nüfus hareketi olmadığını ortaya koymaktadır. Bu çerçevede kent ve kentleşme, sosyolojiden ekonomiye, siyasetten yönetime kadar birçok disiplinin ortak konusudur. Bu inter disipliner pozisyondan öte kent, her şeyden önce orada yaşayanların, kentlilerin asıl konusudur. Değer üretmek, kenti kurmak, düzenlemek, yenilemek asıl kentlilerin işidir. Bu durum ekonomik, sosyal, siyasal, idari ve kültürel bütün konularda katılım ve etkinlik açısından önem taşımaktadır.

İBNÜ'L-MUKAFFA VE İSLAMİ İLİMLERİN OLUŞUMUNDAKİ ROLÜ

Hicri ikinci yüzyılın başında (yaklaşık 102/724) yılında dünyaya gelmiş olan Ebu Muhammed Abdullah İbnü‟l-Mukaffa ed-Dadeveyh İran asıllı mütercim, edebiyatçı ve kâtip biri olarak tanınmaktadır. Bedevi kabilelerden fasih Arapça öğrenmiş olan İbnü‟l-Mukaffa, döneminin Arap, Fars, Hint, Yunan kültürleri hakkında derin malumat sahibidir. İbnü‟l-Mukaffa başta Basra olmak üzere çeşitli merkezlerde kâtiplik yapmış 142/759 tarihinde öldürülmesine yakın yıllarda Müslüman olmuştur. İbnü‟l-Mukaffa Emevilerden Abbasilere geçiş döneminde yazdığı telif ve tercüme eserlerinde Arap, Fars, Yunan ve Hint kültürlerini bir araya getirmiş, döneminin siyasi ve kültürel kazanımlarını Abbasilerin hizmetine sunmuştur. Kelile ve Dimne, Siyeru’l-müluk, Kitabu’l-âyin gibi İslam edebiyatını etkileyen çevirilerinin yanı sıra el-Edebü’l-kebir, el-Edebü’s-sağir, Risaletü’s-sahabe gibi telif eserleri bulunmaktadır. İbnü-l-Mukaffa‟ın eserleri, İslami ilimlerin oluşum aşamasında yazılmış olmasından dolayı, ilgili dönemi aydınlatmak açısından büyük önem taşımaktadır. Özellikle Risaletü’s-sahabe, dönemin ilim anlayışı, problemleri ve çözüm arayışları konularında önemli ipuçları vermektedir.

İBN KÂNİ‘ VE HADİS İLMİNDEKİ YERİ

DİN BİLİMLERİ AKADEMİK ARAŞTIRMA DERGİSİ, 2017

Hadisin altın çağı olarak isimlendirilen hicri III. ve IV. yüzyıllarda yaşamış olan İbn Kâni’ başta ed-Dârekutnî olmak üzere çok sayıda öğrenci yetiştirmiştir. Onun "Mu'cemu's-Sahabe" isimli eserinde aktardığı rivayetlerin birçoğu kendisinden sonra gelen alimler tarafından dikkate alınmış ve nakledilmiştir. Fakat sonraki dönem hadisçilerinin onun bu eserini ihmal etmiş olmaları ve kendisi hakkında akademik anlamda yeterli çalışmanın bulunmayışı bizi böylesi bir çalışmaya sevketmiştir. Bu çalışmada İbn Kâni’in hayatı, eserleri ve hadis ilmindeki yeri hakkında bilgi verilmiştir. Özellikle de kendisine yöneltilen cerhlerin tarafsız ve gerçekçi olup olmadığı ortaya konmaya çalışılmıştır.

İBN SÎNÂ 'YA GÖRE DUYGU

980-1037 yılları arasında yaşayan İbn Sînâ bilim, özellikle tıp ve felsefe alanındaki çalışmaları ile sadece Türk İslam düşüncesini değil Batı düşüncesini de şekillendirmiş büyük Türk düşünürüdür. Mantık, metafizik ve felsefe dışında tıp, filoloji, matematik, astronomi fizik gibi pek çok alanla ilgili eserleri bulunan İbn Sînâ özellikle metafizik alanındaki etkisi önemlidir. İnsanın asıl cevherinin ruhu olduğunu ve bedenden ayrıldıktan sonra da ruhun varlığını devam ettirdiğini savunan İbn Sînâ’nın duygular hakkındaki görüşleri insanın ruh beden birlikteliğinin psikoloji, ahlak, bilgi ve metafizik düzlemdeki yansımasına dayanmaktadır. Ona göre, ruh tinsel bir cevher olup bedenin organlarına dağılmış olarak bulunur. Organlarında bir şeyi duyumsadığında, öfkelendiğinde ya da heyecanlandığında ruh ile beden buluşur. Bu beraberlik Platon’dan beri etkili olan ruhun üçlü bölünümü görüşü ile bağlantılıdır. İbn Sînâ bu bölümlenmeyi nefs’e dayalı olarak yapar. Burada nefs maddi cismin sahip olduğu kuvvetler bütünü ve canlıların ortak prensibi olarak anlaşılır. İnsani nefsin temel ilkesi olan akıl, duyguların anlaşılmasında belirleyicidir. Duygulara yönelik incelemedeki yönlendirici kavram ise mutluluktur. İbn Sînâ, mutluluğu insan yaşamının amacı olarak gördüğünden bu amaca ulaşma yolunu çizmekte ve mutluluğun çözümlemesini yapmaktadır. İbn Sînâ’ya göre mutluluk ya da en üst haz iyilikten kaynaklanan bir durumdur. En iyi, en çok tercih edilen; en çok tercih edilen, en iyi olandır denilebilir. Mutluluğun mutlak boyutu ise duygusal yücelme ancak mistik çaba ile anlamlı hale gelebilir. Ama mutluluğa asıl katılım bu dünyadan sonraki hayatta gerçekleşecektir.

BİR MÜFESSİR OLARAK İBNÜ’L-CEZERÎ

Sema ÇELEM-Zakir Aras, 2018

Büyük İslam âlimi İbnü’l-Cezerî kıraat ve hadis alanında pek çok eser vermiştir. Onun Kur’an ilimlerindeki yetkinliği tefsirde de kendini göstermiş, ancak bu alanda Kifâyetu’l-Elme‘ī Fî Âyeti Yâ Erdu’b-Leī‘ adlı risalesinden başka bir eser kaleme almamıştır. İbnü’l-Cezerî bu çalışmasında Hûd 11/44. ayeti esas alarak Kur’an’ın icazını öne çıkaran değerlendirmelerde bulunmuş, konuyla bağlantılı diğer ayetlerle birlikte Nuh kıssasını incelemiştir. Tebliğ adı geçen risale üzerinden İbnü’l-Cezerî’nin tefsir ilmindeki yöntemini ortaya çıkaran veriler sunmaktadır.

İBN HALDUN'DA COĞRAFİ DETERMİNİZM

Öz Ortaçağ İslam dünyasının yetiştirdiği büyük düşünürlerinden biri olan İbn Haldun, 1332'de Tunus şehrinde doğdu. Hayatı boyunca birçok önemli görevde bulunan düşünür; vezirlik, kâtiplik, şeyhlik ve kadılık gibi vazifeler yaptı. Ömrünün büyük bir kısmını Mağrip, Endülüs ve Mısır'da geçirmiş, bu süre zarfında Kuzey Afrika'nın büyük bir bölümüne seyahatler yapmıştır. Hayatının son yirmi dört yılını geçirdiği Kahire'de 1406 yılında vefat etmiştir. Birçok Ortaçağ âlimi gibi İbn Haldun da farklı ilimlerle meşgul olmuş; coğrafya, tarih, ekonomi, felsefe, sosyoloji, edebiyat ve siyaset gibi alanlarda çeşitli görüşler ortaya koymuştur. Bu çalışmada İbn Haldun'un beşeri coğrafya ekseninde coğrafi determinizm ile ilgili görüşleri ele alınmaya çalışılmıştır. Bu bağlamda, İbn Haldun'un Kitâb'ül-İber adlı umumi tarihe dair eserine giriş mahiyetinde yazdığı ve çoğu zaman müstakil bir eser olarak telakki edilen Mukaddime adlı eseri coğrafi bakış açısı ile incelenmiştir. Çalışmada, ulusal ve uluslararası arası kaynaklardan faydalanılarak coğrafi determinizm akımının kısa bir tarihçesi verilerek genel bir kavramsal çerçeve oluşturulmaya çalışılmıştır. Daha sonra İbn Haldun'un coğrafi determinizmle ilgili görüşleri kendisinden asırlar sonra ortaya çıkan modern coğrafyadaki determinist görüşler ile mukayese edilmeye çalışılmıştır. Bu çalışma ile birlikte 19. yüzyılın sonlarında doğru akademik coğrafya çalışmalarında bir hayli yaygın olan coğrafi determinizm fikrinin, esas itibariyle 14. yüzyılda İbn Haldun tarafından ele alındığı anlaşılmıştır. Abstract Ibn Khaldun, who is one of the world's great thinkers raised by Medieval Islam, was born in Tunis in 1332. The great thinker has made many important tasks through his life such as; vizier, clerk, sheikh and judge. He spent most of his life in Maghreb, Andalusia, Egypt and during this period, he travelled a large part of North Africa. In 1406 he died in Cairo where he spent the last twenty-four years of his life. Like many Medieval scholars, Ibn Khaldun has interested in different sciences and he has revealed various opinions in such as; geography, history, economics, philosophy, sociology, literature and politics. In this study, the geographical determinism views of Ibn Khaldun have been discussed within the scope of human geography. In this context Ibn Khaldun's Muqaddimah, which is an introduction to Kitâb'ul Iber (general history) and usually considered as an independent study, has been analyzed by geographical perspective. A brief history of the geographical determinism has been tried to fit a general conceptual framework by benefiting from national and international sources. Ibn Khaldun's ideas about geographical determinism has been tried to compare with the determinist views in modern geography that emerged hundreds of years after him. The study found out that, Ibn Khaldun already discussed the principles of geographical determinism in 14 th century, which was quite common in academic geography in 19 th century.