Modernleşme, Protestanlaşma ve Selefilik: Modern İslami Yorumlarda Metnin/Nassın Araçsallaştırılması [Modernization, Protestantization, and Salafism: Instrumentalization of Text/Nass in Modern Islamic Interpretations] (original) (raw)
Related papers
OSMANLI MODERNLEŞMESİNDE TOPLUMSAL DİNAMİKLERİN ANALİZİNDE SENED-İ İTTIFAK ÖRNEĞİ
Osmanlı'dan Cumhuriyete Modernleşme: İktisadi, Siyasi, Sosyal ve Kültürel Temalar Editör: Abidin Çevik, 2022
Osmanlı Devleti’nin belirgin özellikleri ve devlet ile halk arsındaki iletişim bağlamında “özgürlükler” kavramı makalenin ana konusudur. Osmanlı modernleşmesi ya da demokratik kurumların devletin yapısında yer alması 17. yy. dan itibaren tartışma konusu olması çağdaşı olan diğer devletlerde görülen akımlar ile karşılaştırmalı olarak ele alınacaktır. Süreç analizinde ihtiyaç duyulan veri olarak bir “elit” kesimin ortaya çıkması önemsenmektedir. Ayanların Osmanlı siyasetine dahil olma süreci toplumsal çatışmada devlet ile birey arasında pozisyon almaktadır. Devletin iç çatışmasında yerini alan yeni aktörler yerelde çıkarları bulunan ve bu nedenle padişahın yetkilerini kendine bir tehdit olarak gören bir sınıf olarak değerlendirilmektedir. Vergilendirme sisteminde yaşanan değişim, Ayanlar ve ortaya çıkan yeni elit kesimler için gücü elde etme konusunda oldukça önemlidir. Yerelde artan güçlerine rağmen, II. Mahmut ile ayanlar arasında akdedilen sözleşme oldukça zayıf önermeler ve talepler içeren bir örnektir bu nedenle batılı anlamda bir sözleşmenin varlığında söz etmek oldukça zordur.
Nazariyat , 2021
İlâhî metnin nasıl yorumlanacağı, özellikle de akıl-nakil çatışmasında bunlardan hangisinin önceleneceği konusunda belirli ölçütlerin olması gerektiğini söyleyen Râzî, bu bağlamda dilsel delâletin zannîliği teorisini geliştirir. Râzî’nin bu nazariyesine göre lafzî deliller; lügat bilgisinin, sarf ve nahiv kurallarının günümüze intikalinde yaşanması muhtemel olan hatalar ile mecaz, iştirâk ve nakil gibi farklı dil olasılıklarına maruz kalır. Dolayısıyla dinî metinler, karine olmadan kesin bilgi ifade etmez. Neo-klasik Selefî anlayışın öncü isimlerinden İbn Teymiyye ve İbn Kayyim el-Cevziyye, lafzî delillerin kesin bilgi değil, zan ifade ettiği görüşünü tâğût (put) olarak nitelendirip bu görüşü ötekileştirici bir üslupla tenkit eder. Bu makalede dilin zannîliği çerçevesinde üretilen dinî dışlayıcılık söylemi incelenip bu söylemin, Râzî’nin sözlerinin yanlış anlaşılmasından kaynaklandığına dikkat çekilecektir. Bu inceleme yapılırken ilk olarak dinî dışlayıcılıkla ne kastedildiği açıklanacak ve dilin zannîliği teorisinin düşünsel arka planını oluşturan sözel ve gerçek bağlama yer verilecektir. Ardından mezkur isimlerin, Râzî’nin dindarlığını sorgulama ameliyesine, sonunda ise Râzî’ye yöneltilen ithamların onu yanlış anlamaktan kaynaklandığına işaret edilecektir. Al-Rāzī stated that specific criteria should exist for interpreting religious texts, with one of the two in particular prioritizing the conflict of ʿaql [reason] and naql [revelation]. Accordingly, he developed the theory of the hypothetical nature of linguistic evidence. According to Rāzī’s theory, literary evidence have been exposed to possible errors from transferring al-nahw [lexicography, morphology, and grammar] rules to the present day; different linguistic possibilities such as figurative speech homonymy and transfer of meanings (naql al-lugha) are likely to have occurred in the process. Therefore, religious texts do not express certainty when qarīnas [contextual clues] are absent. Ibn Taymiyya and Ibn Qayyim al-Jawziyya, leading names in the neo-classical Salafī understanding, described the view that literal evidence does not express ʿilm [definitive knowledge] but rather expresses ẓann [speculative knowledge] as taghūt [an idol], criticizing it to have a marginalizing and exclusionary style. The present article will examine the discourse of religious exclusivism produced within the framework of the hypotheticality of language and will show that this discourse is caused by Ibn Taymiyya’s and Ibn Qayyim al-Jawziyya’s words being misunderstood. This study will first explain what is meant by religious exclusion and provide the intellectual background of the theory of the hypotheticality of language. Next, it will cover Ibn Taymiyya’s and Ibn Qayyim al-Jawziyya’s questioning of Rāzī’s religiosity, and finish with how the accusations against Rāzī had stemmed from a misunderstanding of his ideas
Selefiyye'nin Nass ve Metot Ekseninde Din Anlayışı ve Sonuçları
2010
The this article is focused on dealing with and scrutinizing bases of religious understanding of Fundamentalism (Salafiyya) movement in early period of Islam. Although Salafiyya doctors have used analogy and individual opinion in the legal (fiqhi) issues, haven?t tolarated refering to reasoning and interpretation in the topics of creed. They have much had sensitive against the distinctions of idea in the topics of creed. Titely, they have been engaged to literal meanings of texts. Direction to the nature is neglected in the fundamentalistic discourse. Thus, they have limited area of the using of mind. This has caused static history and torpid comprehension of religion in the Islamic thought.
NÂBÎ’NİN MÜNŞEÂT’I: İNCELEME-METİN / NABI'S MUNSHAAT ANALYSING TEXT
NÂBÎ’NİN MÜNŞEÂT’I: İNCELEME-METİN / NABI'S MUNSHAAT ANALYSING TEXT, 2014
Nabi’s Munshaat: Analysing-Text This study is composed of two hundred and forty two texts, mostly letters, belonging to Nabi, who is known as the poet-writer of 17th century classical Turkish literature, and the literary studies about these texts. In addition to these texts, one hundred more texts that are alleged to be Nabi’s have been found out. One hundred and fifty-five manuscripts of Munshaat have been detected. Some of these manuscripts have been obtained and analyzed in person. The manuscripts have been classified and defined, twenty-three manuscripts out of fifty-four ones have been benefited from, and six copies in essence have been used in comparative text. Tables have been drawn on manuscripts and fifty-four manuscripts used have been classified here. This study is made up of an introductory part, two chapters, a conclusion and an Index for Proper Nouns. The introductory part includes data about Nabi and insha. The first chapter dwells on the structure and content of Munshaat and it has been analysed in literary terms. The comparative text of Munshaat takes place in the second chapter. The findings that we have come up with throughout the study are presented in Conclusion part. An Index of Proper Nouns have been attached to the end, including the names of people, places and works. Key Words: Nabi, Munshaat, insha, letter, prose. ÖZET Nâbî’nin Münşeât’ı: İnceleme-Metin Bu çalışma, Klâsik Türk Edebiyatının XVII. yüzyıl şair-yazarı Nâbî’ye ait, çoğu mektuplardan oluşan iki yüz kırk iki metin ve bu metinlerle ilgili yapılmış edebî incelemeden oluşmaktadır. Bu metinlere ek olarak Nâbî’ye ait olduğu kesin olmayan yaklaşık yüz (100) metin daha tespit edilmiştir. Münşeât’ın yüz elli beş nüshasının olduğu görülmüştür. Bu nüshaların bir kısmı bizzat elde edilerek incelenmiştir. Nüsha tasnifi ve tavsifi yapılmış, elli dört nüshadan yirmi üçünden faydalanılmış, karşılaştırmalı metinde esas olarak altı (6) nüsha kullanılmıştır. Nüshalarla ilgili tablolar oluşturulmuş ve bu tablolara, incelenmiş olan elli dört nüshanın çeşitli bilgileri işlenmiştir. Bu çalışma; Giriş, iki bölüm, Sonuç ve Özel Adlar Dizininden oluşmaktadır. Girişte Nâbî ve inşâ ile ilgili bilgilere yer verilmiştir. Birinci bölümde Münşeât’ın şekil ve muhtevası üzerinde durulmuş ve eserin edebî incelemesi yapılmıştır. İkinci bölümde Münşeât’ın karşılaştırmalı metnine yer verilmiştir. Yapılan çalışmadan elde edilen bulgulara, Sonuç bölümünde değinilmiştir. Çalışmanın sonuna kişi, yer ve eser adlarını içeren Özel Adlar Dizini eklenmiştir. Anahtar Sözcükler: Nâbî, Münşeât, inşâ, mektup, nesir.
Modernlesmenin Tefsirde Iki Komplikasyonu Kur ancılık Mealcilik ve Tarihselcilik
Modernleşmenin Tefsirde Iki Komplikasyonu: Kur ancılık/Meâlcilik ve Tarihselcilik, 2021
Yaklaşık olarak XVII. yüzyılda Avrupa’da ortaya çıkan modernite; Aydınlanma ile birlikte, Batı’nın askerî, ekonomik ve kültürel hâkimiyetine ve siyasî yayılmacılığına paralel olarak tüm dünyayı etkisi altına alan değerler sistemi olarak tanımlanmaktadır. Bilindiği gibi; akılcılık, pozitif bilim, hümanizm, demokrasi, bireycilik ve sekülerizm bu sistem içinde en önde gelen değerlerdir. Batı’nın siyasî, askerî, ekonomik ve kültürel hegemonyası altında tarihinin en büyük krizini yaşayan İslâm dünyası, Avrupa’dan gelen ve yabancısı olduğu bu büyük tehdide karşı çeşitli psikolojik reaksiyonlar göstermiştir. Bu tavırlar genel olarak, apolojik/savunmacı ve adaptasyoncu olmak üzere iki temel kategoride değerlendirilebilir. Bu yazıda; adaptasyoncu, diğer bir deyişle İslâm dünyasının yaşadığı bunalıma Batı’yı taklit ederek ve onun değerler sistemine uyum sağlayarak çözüm bulmaya çalışan modernleşmeci İslâm entelektüelleri ve bu düşüncenin Kur’an yorumunda yol açtığı komplikasyonlar olarak Kur’ancılık ve tarihselcilik yaklaşımları ele alınacaktır. Bu makalede, söz konusu iki yaklaşımın, İslam dünyasının içinde bulunduğu krize çözüm olarak sunulan modernite değerleriyle uzlaşı anlayışının doğurduğu menfi sonuçlardan olduğu örnekleriyle gösterilmeye çalışılacaktır. Emerging in Europe during the 17th century, modernity is defined as a system of values that influenced the whole World along with the military, economic and cultural dominance and political expansion of the West. Emphasis on the positive sciences, rationalism, humanism, democracy, individualism and secularism are the foremost values in this system. Under the political, military, economic and cultural hegemony of the West, the Islamic world, which has experienced the biggest crisis in its history yet, has shown various psychological reactions against this great and unfamiliar challenge from Europe. It is possible to analyze these reactions in two general categories: defensive and adaptive. In this text we focus on the Pro-modernity intellectuals of the Islamic World who try to find a solution to this crisis by imitating and adapting the Western culture and its system of values. We then procced to analyze the complications arising from what can be seen as projections and implementations of these ideas in the field of Quranic interpretation: Qur’anism and Historicism. Of these two, Quranism, although accepts the actual value of the Quran, it interprets the verses within the framework of modern standards. On the other hand, Historicism argues that modern people have been subjected to the message of the Quran rather than its speech, so the Qur’an has no real value, especially in judgment.
Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi (SAUIFD)
Prof. Dr. Muhammed İffet Şarkavî, Çağdaş Dinî Düşünce (Modern Dönem Tefsir Akımlarının Analitik İncelenmesi) adlı çalışmasında “çağdaş sorunlar karşısında dinî düşüncenin vereceği cevaplar neler olabilir?” sorusuna cevap aramaktadır. Eserin temel gayesi genelde tüm müslümanların bu sorunlara çözüm üretebilmek için sergiledikleri felsefî, kelâmî, hukukî gayretleri incelemek; özelde ise çağın problemleri karşısında müslüman müfessirlerin konumunu ortaya koymaktır diyebiliriz. Müellif müfessirlerin özellikle on dokuzuncu ve yirminci yüzyıllarda yoğunlaşan sömürgecilik faaliyetlerinin İslam coğrafyasında sebep olduğu siyasî, ekonomik, kültürel bunalımlara çözüm sadedinde ortaya koydukları fikir akımlarıyla ilk dönem İslamî kaynaklarında geçen düşünce esasları arasında çok önemli ortak noktalar bulunduğu kabulünden hareket etmektedir.
MODERNLEŞEN MEDENİYET VE DEĞİŞEN DİN ANLAYIŞI
IĞDIR INTERNATIONAL CONFERENCE ON MULTIDISCIPLINARY STUDIES, 2018
Modernliği tanımlamaya girişmek, sorunlu bir alana dalmaktır. Çünkü ne bir harekettir, ne de bir akımdır. Diğer taraftan, yalnızca tarihsel bir kesit belirli bir dönemi ve bu dönemde hâkim olan özellikleri betimlemek için kullanılan bir terim ya da nosyon da değildir. Öncelikle zaman ilişkin bir terimdir. Yine de içinde yaşanılan zamanı ya da daha doğru bir ifadeyle, günümüze ait bir dönemi kendisinden kalkarak tanımlama çabasında olan bir bilinç durumudur. Bu anlamıyla, tarihsel olanın karşıtı olarak değerlendirilebilir. Modernlik bilinci ilk kez insanın yapıp ettikleri arasında doğrudan mükemmelliğin arandığı estetik alanda ortaya çıkmıştır. 18.yüzyılın sonlarında Fransız Aydınlanması sırasında, klasik sanat ile ilgili tartışmalarda, kendilerine modernler diyen bir grubun ortaya çıkması “modern” bilincin ilk nüvesi olarak görülür. Yine de modern kelimesinin kökeni, beşinci yüzyıla kadar geri gider. Kelime, Latince “modernus” biçimiyle, artık resmen Hristiyan olduğu kabul edilmiş olan o dönemi, Romalı ve Pagan geçmişinden ayırmak için kullanılır. İçeriği sürekli değişse de eski alandan yeni alana geçildiğini, yeni olanın hâkim olduğunu belirtir. ( Demirhan, Modernlik, s: 11–12) Modern: Eski Türkçede “asri” ve “muasır” gibi iki ayrı kelime olarak kullanılan modern kelimesinin Batı dillerindeki karşılıkları arasında “modern”, Fransızcadaki “mondaine” ve İngilizcedeki “mundane” sayılabilir. Çeşitli anlamlar atfedilse de bu kavram yaygın olarak, şimdiki zamana ait ve uygun olan, yeni ve toplumlar arasında en fazla gelişmiş olanların temsil ettiği bilgi, teknik ve zihniyet düzeyini ifade etmek üzere kullanır. Bu kavram ile ilişkili ya da onun karşılığı olarak kullanılan asri, muasır, çağdaş, çağcıl, çağdaşlaşma, muasırlaşma, modern, modernite, modernleşme gibi kavramlar birbirinin yerine kullanılmaktadır. Ahmet Çiğdem, Hobermos’a dayanarak “modernite/modernlik ile modernizasyon/modernleşme arasında köklü bir farklılık görmektedir. Ona göre modernlik, bir projeye bir refleksiyona, modernleşme ise bu projeyi mümkün kılan kurumsal-yapısal evrime işaret eder bu anlamda batı dışı toplumlar modernleşirler, ancak modern olamazlar, sadece modernliğin kurumsal altyapısıyla eklemlenebilir. Öyle anlaşılıyor ki modernleşme batı dışı toplumların, Batılı toplumların gelişmişlik düzeylerine gelmek için gösterdikleri çabayı ifade etmekte ve batılılaşma ile eş anlamlı olarak kullanılmaktadır. Bu ideolojik kullanımının yanında, Modernleşmeyi “hem batılı ülkelerin geldikleri düzey, hem de, batılı olmayan ülkelerin gelişme çabaları” anlamında ele alıp tasvir edersek; Bazı sosyologlara göre modernleşme: —Kongar’a göre: modern toplum ileri düzeyde sanayileşmiş toplumdur.- —Wagner’e göre: modernleşme, insanlığın yeryüzünde kontrolü ele geçirmesidir. —Lerner; modernleşmenin bir batılılaşma olduğunu ve onun temelinde akılcı ve pozitivist bir ruhun benimsenmesinin yattığını söyler. —Eisendstad modernleşmenin iki genel niteliğinden bahseder. Toplumların sosyoekonomik değişmeleri. (Ekonomik, Siyasal, Kültürel Alanda ) Toplumsal örgütlenmenin yapısal değişmeleri. (Siyasal Örgütlenme, Ekonomik, Meslek Sistemleri Alanında ) —Levy göre; Batılı toplum ve batılı olmayan toplum ayrımı /genellemesi yanıltıcıdır ve her dönemde her toplum için geçerli olan bir modernleşme reçetesi yoktur. —Smelser’e göre; Modernleşmeye yol açan değişmeler şunlardır: 1-Teknolojik olarak basit ve geleneksel tekniklerden, bilimsel bilginin uygulanmasına doğru bir süreç. 2-Tarımda kendi kendine besleyen tarımdan, tarımsal maddelerin ticari amaçlarla üretilmesine geçiş 3-Sanayide insan ve hayvan gücünden makine gücüne geçiş. 4-Köyden kente doğru hareket. Modernleşmenin temel göstergelerinden biri: ilerlemedir. Modernleşmeden önceki toplumlar geleneklerin hâkimiyeti altında olup ve farklılaşmayı şüpheyle karşılarken; Modern toplumlarda gelenekler şüpheyle karşılanmamakta, farklılaşmalara teşvik edilmekte ve ilerleme düşüncenin temeline oturmaktadır. Bunun için değişime ihtiyaç vardır. Bu değişim, üretim tekniklerinden siyasal katılmanın yaygınlaşmasına kadar bütün bir toplumsal ilişkilerdeki değişimdir. Modernlik öncesi toplumlarda yaygın olan birincil (samimi) ilişkilerin yerini modern dönemde ikincil (resmi) ilişkiler almıştır. Bu gelişmeyi teşvik eden faktörlerden birincisi devlet kurumlarında bürokrasinin artması, ikincisi ise kentleşmedir. Köylüler, kentlerin kalabalıkları arsında kaybolmakla, kentte kendine yeni bir dünya kurmak ve geleneklerinden vazgeçmek arasında bir tercih tapmak zorundadır. İşte bu değişimin zorunluluğu modern toplumda bireyin belirsizlikler ve güvensizlikler içine hapsolmasına yol açmıştır. Modernleşmenin temel göstergelerinden ikincisi: Rasyonalitenin toplum yaşamına hâkim olmasıdır. Bu hâkimiyet; toplumsal yaşamın, eğitim, hukuk, siyaset, ekonomi, sağlık gibi temel kurumların, birbirinden bağımsız ve kendilerine has yasalara tabi olmaları ile görünür hale gelebilir. Modern öncesi toplumlarda dinler, sadece bütünleşmeyi sağlamakla kalmamış, aynı zamanda toplumun bütün temel kurumlarını da nüfuzu altında bulundurmuşlardır. Modernleşmeyle birlikte din, hem toplumun temel kurumları üzerindeki nüfuzunu kaybetmiş, hem de kendi özel fonksiyonlarıyla sınırlı bir hale gelmiştir. (Morris, Weber’e dayanarak, Modern toplumlarda dinin, diğer toplumsal kurumlar arasında bir kuruma indirgendiğini, dini düşünce ve kavramların sistematikleştiğini, yani rasyonelliğin arttığını, dinde ibadet ve törenlerle birlikte büyüsel öğelerin sürekli olarak azaldığını belirtir.) Yeryüzünde bir “dünya cenneti” kurmayı vaat eden Modernizm, bütün gezegeni cehenneme çevirmiş durumdadır. Bu durum kısmen Din ve Modernizm başlığında ele alınmıştır. Çünkü çelişki bu ikisi arasındadır. Modernizm, temelde “dini” olanın tersyüz edilmesi veya eski bilgelerin deyimiyle “Şeytan’ın Allah’ı taklit” etmesidir. Genelde Din’in ve özelde İslam Dini’nin Modernizm’e verecek esaslı bir cevabı var. Modern dünyaya eleştirel bir zihin perspektifinden bakmak her zaman mümkün olmuyor. Bunu deneyenler ya “bilinçten yoksun gelenekçilik” ya da “kör radikalizm”le suçlanıyorlar. Kurumsal ve akademik seviyelerden bakanlar da irfan ve hikmet boyutundan yoksundurlar. Zamanın ruhunu şekillendiren modernite insan merkezli bir dünya görüşüdür. (Bulaç, Din ve Modernizm, s: 7, 8, 9 ) Genel eğilim bütün dünyanın Batılı refah toplumlarına erişmesi yönündedir ki, bu ise bütün insan ırkını kendi ölümüne susamış olduğunun açık göstergesidir. Kuşkusuz bütün ülkeler, Batılı toplumlar kadar tüketemezler; buna ne dünyanın tabii ve maddi kaynakları yeter, ne de ekonomik yapısı dayanabilir. (Bulaç, Din ve Modernizm, s: 14 ) Modernite türedi bir felsefedir; çünkü insanlığın kadim geçmişi göz önüne alındığında, sadece Modernizm içinde doğru, meşru ve iyi gibi ahlaki ve yüksek hukuki idealler, ilk defa yerlerini salt yaralı olana bırakmıştır. Modern kavrayışa göre eğer bir şey yarar sağlıyorsa, daha çok yarar elde etmek ve bu yöndeki çabaları yoğunlaştırmak ister. ( Bulaç, Din ve Modernizm, s: 17) İslam girdiği her yere damgasını vurdu ama insanları kendi özgün, tarihsel, yöresel kimliklerinden yoksun bırakmadı. Modern batı uygarlığı ise kültürel, ulusal ve yöresel mozaiği parçalıyor, dünyanın en ücra köşesinde yaşayan küçük kabileleri bile kendi eritici kazanı içinde yok ediyor. Ve girdiği her yere kendi çelişki ve bunalımlarını da beraberinde taşıyor. Artık ne Asya ve Afrika, ne Amerika’dan söz edilebilir; her yer Batı’dır. (Bulaç, Din ve Modernizm, s: 21 2.Dünya savaşından sonra bir fikir haline gelen Modernizm tek tip insan tek tip toplum oluşturmayı hedefler. ( Bulaç, Din ve Modernizm, s: 39) Modernizme açık bazı alt kültür grupları: Marjinaller – Ateistler – Feministler - Eşcinseller - Hoşnutsuz ve Köksüz Zümreler - Lümpen Takımı vb. birçok grubu burada sıralayabiliriz. Sonuç olarak bütün bunlardan dolayı İslam sahici bir kurtuluştur denilebilir. Yani Dünya hayatını tutku ile sevmek ( Hubbu hayati’d-Dünya ) olan modernizm değildir. Bunun yerine Hakiki Felah olan ed-Din’dir şeklinde söylememiz daha uygun olur. ( Bulaç, Din ve Modernizm, s: 252 ) KAYNAKÇA Ahmet Demirhan, Modernlik, İnsan Yay., İstanbul, 2004. Kadir Canatan, Bir Değişim Süreci Olarak Modernleşme, İstanbul Yay., İstanbul, 1995. Ali Bulaç, Din ve Modernizm, Çıra Yay., İstanbul, 2012. Ali Şeriati, Medeniyet ve Modernizm, Birleşik Yay. , İstanbul, 1993. Hans Van Der Loo- Williem Van Reijen, Modernleşmenin Paradoksları; Hans Van Der Loo- Williem Van Reijen, İnsan Yay., İstanbul, 2003.