ÇEVİRİ ETKİNLİĞİ VE TÜRKÇENİN KULLANIMI (original) (raw)
Related papers
ARAPÇA-TÜRKÇE DİL ÇİFTİ ÖZELİNDE KARŞILAŞTIRMALI BİR İNCELEME: ÇEVİRİ VE MÜZİK
AKADEMİK HASSASİYETLER DERGİSİ, 2022
Kültürler toplumların ayrılmaz parçaları niteliğindedir. Çeviri ise bir topluluktan diğerine kültür alışverişi sağlayan başat bir rol görevi üstlenmiştir. Bu yönüyle çeviri, dilbilimin önemli bir alt başlığı olmasının yanında kültürler arasında mühim bir köprü vazifesi görmektedir. Müzik çevirileri ise toplumlararası sınırları kaldırarak kültürlerin birbirine katkı sağlamasına ve zenginleşmesine olanak tanımaktadır. Çünkü müzik, var olduğu kültürün müzikal kodlarını taşıyan evrensel bir olgu niteliğindedir. Pop, rock, jazz, opera, sanat ve halk müziği gibi müziğin bütün türlerini içerisinde barındıran müzik çevirileri, kültürlerin birbiriyle harmanlanmasını, kültürlerarası kodların aktarımı ile farklı estetik hazlar ve değerler yüklenmesini, nihayetinde farklı toplumlarda aynı estetik etkiyi hissettirme ereğini gütmektedir. Her ne kadar müzik çevirileri biçimsel ve anlamsal estetiğin yanı sıra melodik bir estetik arayış içerisinde olsalar da benzer melodi ve ifadelerle hedef kültürde estetik bir haz ve etki oluşturabilmektedirler. Bu anlayışla ele aldığımız çalışmamızda Türk-Arap müziğinin gelişim süreci ile etkileşimi hakkında bilgi verildikten sonra müzik çevirisi ve çevirmeninin genel özellikleri üzerinde durulmuştur. Müzik çevirisi alanında özellikle karşılaştırmalı incelemelerin az olması nedeniyle ele aldığımız bu çalışmanın çeviribilime katkı sağlayacağı düşünülerek çalışmamızın uygulamalı bölümünde Arapçaya "Belgharam" )بالغرام( adıyla çevrilen "Aramam sormam bir daha" adlı şarkının çevirisi karşılaştırmalı olarak incelenmiştir. İlgili şarkı rastgele seçilmiştir. Şarkının "yeniden söz oluşturma" stratejisiyle oluşturulduğu göz önünde bulundurularak inceleme, güfteler üzerinde sürdürülmüştür. Uyarlama süresince çevirmenin izlediği metotlara ve karşılaştığı sorunlara genel olarak yer verilmiş, değerlendirme sürecinde Peter Low'un müzik çevirilerinde belirlediği kriterler esas alınmıştır. Arapça-Türkçe özelinde yapılan müzik çevirilerin çoğunluğunda yeniden söz yazıldığı, anlamsal düzeyde eşdeğerlik sağlamak yerine şarkının temasına sadık kalındığı çalışmada elde edilen bulgular arasındadır.
TÜRK, HİNT VE ERMENİ KÜLTÜRLERİ VE EDEBİYATLARINDA ÇEVİRİ ÇALIŞMALARI VE TARİHİ
Bu çalışma Türk, Hint ve Ermeni kültürleri ve edebiyatlarındaki çeviri çalışmaları ve tarihi başlığıyla, ilgili toplumlara ait çeviri etkinliğinin tarihsel süreçte izlediği yol ve çeviri metinlerin türü, yapısı ve içerikleri hakkındaki bilgileri sunmak amacıyla yapılmıştır. Böylece çeviri çalışmaları tarihi hakkındaki alan yazına, ilgili kültürlerdeki çeviri faaliyetleri hakkındaki bilgiler aktarılmak istenmiştir. Zira ülkemizde yapılan çeviri kültürü tarihi hakkındaki çalışmalarda, Hint ve Ermeni toplumlarındaki çeviri faaliyetleriyle ilgili ayrıntılı bilgilere değinilmemiştir. Biz de bu sebeple öncelikle, kendi kültürümüzdeki durumu aktarıp sonrasında Hint ve Ermeni kültürlerindeki çeviri faaliyetlerine ve tarihine değinmeye çalışarak karşılaştırmalı bir araştırma yapmayı hedefledik.
TAŞ ÇİNİ TEKNİĞİ VE BİR TURKUAZ UYGULAMASI
ÖZET Türk sanatları arasında çini uygulamaları önemli bir yer tutmaktadır. Bu çalışmanın amacı, Selçuklu taş çini alt yapısının uygulama tekniklerini aktarmak, turkuaz renginin oluşumu ve rengin tonları ile ilgili araştırmaları deneysel olarak test edip bulgulamaktır.
ÇEVİRİNİN DİLBİLİM VE YAZINBİLİM İLE İLİŞKİSİ
JOURNAL OF SOCIAL AND HUMANITIES SCIENCES RESEARCH, 2017
Tarihi kayıtlar yazının icadıyla başlasa da, farklı diller konuşan insan topluluklarının tarih öncesi dönemlerden beri etkileşim içerisinde olduğunu dolayısıyla çevirinin uygarlık tarihi kadar eski olduğunu öne sürmek mantık sınırları içerisindedir. Çeviri olgusu tarih boyunca farklı disiplinlerce sayısız biçimde ele alınmıştır. Çevirinin doğası gereği çeviri çalışmalarının zaten çokdisiplinli ve disiplinlerarası bir yapısının olması beklenir. Bir uğraş olarak tarihi oldukça gerilere dayanan çeviri, 70'li yılların sonundan itibaren bir bilim alanı olarak yeni bir paradigma haline gelmiştir. Ancak bir dil işlemi olmasından ötürü çeviribilimden önce var olan dil bilimlerinin de konusu olmuştur. Bu nedenden dolayı da çeviriyi araştırma nesnesi edinen çeviribilim bugün halen erken döneminde etkileri olan dilbilim ve yazınbilim gibi alanlarla etkileşim içerisindedir. Bu çalışma literatürü de göz önünde bulundurarak çeviri ve çeviriyi araştırma nesnesi edinen çeviribilimin, dilbilim ve yazınbilim ile ortak paydaları dil ve dilsel üretim üzerinden kurduğu ilişkileri incelemeyi hedeflemektedir. Bu amaçla kronolojik bir bakış açısı yerine söz konusu olgulara dair hiyerarşik bir bakış açısı benimsenerek bu araştırma alanlarının çeviriyle ilişkilerinde koşutlukları ve ayrışma alanları ortaya konulmaya çalışılmıştır. ABSTRACT Although it is a fact that historical records date back to the invention of writing it is not illogical to claim that human groups with different languages have been interacting since the prehistorical times and thus the act of translation is as old as civilization itself. The phenomenon of translation has been the topic for various disciplines throughout the history. Due to the nature of translation it is expected for translation studies to have a multidisciplinary and interdisciplinary structure. Translation is, as a work quite old yet only after 1970s it became a new paradigm as an area of research. However, translation as a linguistic activity had been a research interest for other linguistic sciences before translation studies emerged. Due to this history, even today the translation studies has a close relation with linguistics and literary studies. This paper aims to analyse the relations of translation studies and its main topic, translation with linguistics and literary studies on their common ground of language and linguistic activity. For this purpose, rather than a chronological perspective a hierarchical perspective is adopted to analyse the similarities and differences among these three research areas in terms of their relation to translation and each other.
TÜRK KOMEDİ FİLMLERİNDE TÜRKÇE'NİN KULLANIMI
KİTLE İLETİŞİMİNE BAKIŞ, 2018
Sosyal medyanın günlük yaşamın merkezine konumlandığı günümüzde komedi türüne olan ilgi de artmıştır. Bu durum Türkiye’deki yapımcıların gözünden kaçmamış ve özellikle 2010’dan sonraki film üretimleri ağırlıklı olarak komedi türünde yapılmıştır. Niteliği açısından ciddi tartışmalara konu olsa da bu filmler gişede büyük başarı elde etmektedir. 2012’den bugüne her yılın en çok izlenenler listesinde yer alan ilk 10 filmin yarıdan fazlasını komedi filmlerinden oluşturmaktadır. Çalışma Türkçe’nin komedi filmlerinde nasıl kullanıldığını ele almaktadır. Bu amaç için Türk Sineması’nın giderek yükselen bir grafik çizdiği 2012-2017 yılları arasında en çok izlenen komedi filmlerindeki Türkçe kullanımı incelenmiştir.
NECÂTÎ BEY’İN ŞİİRLERİNDE TÜRK KAVRAMININ KULLANIMI
3. Anadolu Uluslararası Sosyal Bilimler Kongresi, 2019
Günümüzde geniş bir coğrafyada yaşayan, kendine has dili, kültürü ve tarihi olan bir ırkın karşılığı olan Türk, tarihsel süreçte değişik anlamlar kazanmış ve farklı milletler tarafından bu sözcüğe anlamlar yüklenmiştir. İlk olarak Çin kaynaklarında “Tou-kiou” şeklinde yer alır. Çinliler, Türklerin yaşadığı coğrafyayı miğfere benzettiğinden Türk sözcüğünü, miğfer anlamıyla kullanmışlar. Bu sözcük, Türklerin ilk yazılı ürünü olan Göktürk Yazıtları’nda ise birçok milletin dilindeki “güç, kuvvet, töre” anlamıyla yer almıştır. Türklerin İslam dairesine girmeleriyle beraber Türk gulamlar, Arap ve Fars şiirinde bir güzellik unsuru olarak yer almıştır. Dönemin şairleri, bu gulamların güzelliğini, güzelliklerinin kendi üzerlerinde bıraktığı tesiri çeşitli hayal unsurlarıyla beraber kullanma yoluna gitmiştir. Ancak Türk gulamların güzelliğine yapılan övgülerde onların savaşçı, yağmacı, acımasız, kan dökücü yönüne de vurgu yapılmıştır. Türk sevgili tipi Osmanlı dönemi şiirlerinde de yaygın olarak kullanılmakla beraber, Osmanlı toplumunda Fatih’le beraber değişen idari ve siyasi çevre, devletin imparatorluğa ulaşması ve içine çok sayıda milletin dâhil olmasıyla Türk sözcüğü, şairler tarafından hem sevgili ve onun bazı vasıflarını anlatma sembolüyken hem de aşağılanmış, hor görülmüş bir milletin karşılığı olarak olumlu ve olumsuz anlamlara gelecek şekilde kullanılmıştır. Türk sözcüğünü, hem olumlu hem de olumsuz anlamlara gelecek şekilde kullanan şairlerden biri de 15. yüzyılın önemli şairlerinde Necâtî’dir. Bu çalışmada Türk sözcüğünün anlamı, Arap, Fars ve Türk şiirindeki kullanımı ele alındıktan sonra bu sözcüğün Necâtî’nin şiirlerinde kullanımı ve içerdiği anlamlar üzerinde durulacaktır.
TÜRKÇÜ DÜŞÜNCE SİSTEMİNDE; ÇEVRE, DOĞA VE YEŞİLİN ÖNEMİ:
TÜRKÇÜ DÜŞÜNCE SİSTEMİNDE; ÇEVRE, DOĞA VE YEŞİLİN ÖNEMİ: Türkler doğayla daima iç içe yaşamış, doğayı, çevreyi, eko sistemi ve canlı çeşitliliğini, korunması gereken bir değer olarak görmüştür. Eski Türk İnanç sisteminde ağaç hayatı sembolize etmekteydi ve dallarının Tanrı katına eriştiğine inanılırdı. Bu sebeple Türkler sıklıkla sanat eserlerinde hayat ağacını motif olarak kullanmış, Türk Mitolojisinde Türkler ağaca hayat ve kutsiyet atfetmiştir. Bu sebeple olmalıdır ki; Fatih Sultan Mehmed'e atfedilen: "Ormanlarımdan bir yaş dal kesenin, Başını keserim…" buyruğunun "Yaş kesen baş keser" Türk Atasözünden esinlenerek doğanın, yeşil ve çevrenin korunması amacıyla uygulandığı ağaç kesmenin insan hayatına kastetmekle eş değer görüldüğü tarafımızdan değerlendirilmektedir. Türkler tarih sahnesine çıktığı çağlardan itibaren doğa ile iç içe yaşamış daima doğaya ve çevreye saygı göstermiş, doğa ve çevrenin kirletilmesini Tanrıya ve Töreye karşı çirkin bir davranış olarak görmüştür. Nitekim Cengizhan Töresinin 4. Maddesi akarsuyun kirletilmesini yasakladığı gibi kirletenlerin cezasını ölüm cezası olarak belirlemiştir. Uygur Türklerinin Göç Destanında Kutsal Dağın Çinlilere verilerek onların Kutsal Dağı tahrip ederek eko sisteme nasıl zarar verdikleri Tanrının gazabına uğrayarak bölgenin nasıl bir doğa felaketine uğrayıp Göçe neden olduğu anlatılmaktadır. Konu ile ilgili Bir Kam/Şaman öğreti şöyle der. Doğada hiçbir şey kendisi için yaşamaz.. Nehirler kendi suyunu içemez.. Ağaçlar kendi meyvelerini yiyemez.. Güneş kendisi için ısıtmaz.. Ay kendisi için parlamaz.. Çiçekler kendileri için kokmaz. Toprak kendisi için doğurmaz.. Rüzgar kendisi için esmez.. Bulutlar kendi yağmurlarından ıslanmaz..” Doğanın anayasasında ilk madde şudur.. Herşey birbiri için yaşar.. Birbiri için yaşamak, doğanın kanunudur. Gök Tanrıcılık'ta ve İslam inancında en önemli ibadetlerden birisi ağaç dikmektir.Eskiden anadoluda her mezarın başına bir ağaç dikilir. Ağaca konan kuşların sevabının ölen şahsın sevap hanesine yazıldığına inanılırdı. Bolu Komando Tugayının girişinde binlerce ağaç vardı ve her ağaç bir şehit adına dikilmişti.Halen bu gelenek hatıra ormanı kültürü ile ülkemizde yaşatılmaktadır. Ağaç dikmek ile ilgili Türk Atasözlerimizde de ağacın önemi ziyadesiyle vurgulanmaktadır: Yaş kesen, baş keser Bir ağaç kesersen on ağaç dik Yeşili sev doğayı koru Ağaç yaprağıyla gürler (güzeldir) Ağaç yeşert meyve getirsin, çocuk büyüt ekmek getirsin Ulu ağacın gürültüsü dal ile, mutlu evin yakışığı döl ile TÜRK ATASÖZÜ Birini kesersen onunu ek Birini kessan onni ek ÖZBEKİSTAN TÜRK ATASÖZÜ Fatih Sultan Mehmedin şu Fermanın da Çevre duyarlılığnı görmekteyiz: Ben ki İstanbul Fatihi abd-ı aciz Fatih Sultan Mehmet, bizatihi alın terimle kazanmış olduğum akçelerimle satun aldığım İstanbulun Taşlık mevkiinde kâin ve malûlul-hudut olan 136 bap dükkânımı aşağıdaki şartlar muvacehesinde vakfı sahih eylerim. Şöyle ki: Bu gayr-i menkulâtımdan elde olunacak nemalarla İstanbulun her sokağına ikişer kişi tayin eyledim. Bunlar ki, ellerindeki bir kap içerisinde kireç tozu ve kömür külü olduğu halde günün belirli saatlerinde bu sokakları gezeler. Bu sokaklara tükürenlerin, tükrükleri üzerine bu tozu dökeler ki, yevmiye 20şer akçe alsunlar; ayrıca 10 cerrah, 10 tabip ve 3 de yara sarıcı tayin ve nasp eyledim. Bunlar ki, ayın belli günlerinde İstanbula çıkalar bilâistisna her kapuyu vuralar ve o evde hasta olup olmadığını soralar; var ise şifası, ya da mümkün ise şıfayâb olalar. Değilse kendilerinden hiç bir karşılık beklemeksizin Darülacezeye kaldırılarak orada salâh buldurulalar. Maazalllah herhangi bir gıda maddesi buhranı da vâkı olabilir. Böyle bir hal karşısında bırakmış olduğum 100 silâh, ehli erbaba verile. Bunlar ki hayvanat-ı vahşiyenin yumurtada veya yavruda olmadığı sıralarda balkanlara çıkıp avlanalar ki, zinhar hastalarımızı gıdasız bırakmayalar. Ayrıca külliyemde bina ve inşa eylediğim imarethanede şehit ve şühedânın harimleri ve Medine-i İstanbul fukarası yemek yiyeler. Ancak yemek yemeye veya almaya bizâtihi kendûleri gelmeyûp yemekleri güneşin loş bir karanlığında ve kimse görmeden kapalı kaplar içerisinde evlerine götürüle. Fatihin vasiyetnamesi dikkatle incelendiğinde, Buna göre: İstanbulun her sokağına ikişer kişinin tayin edilmesi, Bu görevlilerin sokakların sağlık açısından temizliğini temin etmeleri ve bunun karşılığında ücretlerini almaları, Ayrıca 10 cerrah, 10 tabip ve 3 de yara sarıcının tayin edilerek, ayın belli günlerinde İstanbulu baştan aşağıya tarayarak (bilâistisna her kapuyu vuralar) o evde hasta olup olmadığını sorup, varsa tedavileri ve şifaya kavuşturulmaları için gerekenin yapılması istenmektedir. Konuyla ilgili diğer bir belge ise Kanunî Sultan Süleymanın (1520-1566) devrine ait bir Nişan-ı Hümayundur. Edirnenin mahalleleri, sokakları ve çarşılarının temiz tutulmasıyla ilgili bu Nişan-ı Hümayuna bakıldığında: Bütün ev, dükkân ve bunların çevrelerinin kirletilmemesi; kirletildiği takdirde derhal temizlenmesi/temizlettirilmesi, Görevlilerin çarşı ve mahalleleri kirletenleri tespit etmesi ve atıklarını bizzat kendilerine temizlettirmesi. Bunun için de öncelikle kirliliğin meydana geldiği yere yakın olan işyeri ve evlerden işe başlanarak soruşturmanın sağlıklı bir şekilde yapılması, Kervansaraylardaki atıkların uzak ve boş mekanlara [hâlî] naklettirilmesi, Hamamlara ait yolların temiz tutulması, Mezarlıkların korunması, etraflarının çevrilerek; at, köpek, kedi vb. hayvanların mezarlık içerisine girmesinin önlenmesi, Arabacıların öküzlerini halkı rahatsız edecek şekilde ev ve avlulara yakın yerlere bağlamamaları; öküzlerin gübresini alıp şehir dışındaki uygun yerlere nakletmelerinin sağlanması, Evlerde yıkanan sabunlu çamaşır sularının rast gele yollara dökülmemesi, dökenlerin engellenmesi, At, koyun vb. hayvan leşlerinin rast gele ve gelişigüzel atılmasının önlenmesi. Bu yasağa uymamada ısrar edenlerin teşhir edilerek cezalandırılmaları, Sayılan bu yasakların uygulanmasında kimsenin engel olmaması; kadıve subaşının konuyu ısrarla takip etmeleri. Bu ve benzeri belgelerde zamanın idarecilerinin halkın ruh ve beden sağlığının korunması ve toplumun ortak olarak kullandığı mekânların temiz tutulması, şehrin estetik görünümünü bozacak herhangi bir çarpıklık ve çirkinliğe yer verilmemesi için tedbirler aldıkları ve bunların uygulanması konusunda titizlik gösterdikleri görülmektedir. (Osmanlı Toplumunda ÇevrAnlayışı Türkler, H.C. Güzel-K. Çiçek, Ankara: Yeni Turkiye Yayınları, c.. 10, 598-610) Türkçüler bu tarihi ve kültürel çevre ve doğa bilincinden hareketle. Çevrecidir, doğacıdır, yeşilcidir.Doğayı, çevreyi, doğal hayatı, eko sistemi ve canlılığı korunması gereken Tanrı'nın emaneti olarak görür. Günümüzün sığ milliyetçilik anlayışı gibi sadece "Irmağının akışına ölürüm" türküsü söyleyerek milliyetçi bir çevreci olunacağına inanmaz. Irmaklar yatağından kurutuluyor ve kirletiliyorsa, doğa, çevre ve yeşil alanlar yok ediliyorsa Türk yurdunun yeraltı ve yerüstü doğal kaynaklarını korumak için mücadele edilemiyorsa hangi milliyetçilik ve Türkçülükten söz edeceğiz. Bizim Türkçülük anlayışımız çevrecidir, doğal hayatı, tüm canlıları, eko sistemi ve yeşili korur ve savunur.Mimari, estetik ve sanat anlayışımız bunun üzerine kuruludur.