LÜBNAN’DA SİYASİ BİR OTORİTE OLARAK HİZBULLAH VE SURİYELİ MÜLTECİLER (original) (raw)

LÜBNAN’DA SİVİL TOPLUM KÜLTÜRÜ VE KÜRT ÖRGÜTLENMELERİ

THE JOURNAL OF SOCIAL SCIENCES, 2019

Civil society culture in Lebanon has emerged through prominent urban families and alliances that ruling on complex relationships between family, corporation and monarch. A series of organizations created opportunities for them when the authority of the state was restricted or could not be properly integrated. There is a relationship between the constitutional system and civil society, which is similar in many Middle Eastern countries and is typical of Lebanon. Under the name of the NGO, it is shaped by a network of patronage built by powerful bureaucrats who are held together around the concept of kinship, tribe or regionalism. An example of these networks is the associations of Kurdish groups in Lebanon in terms of functioning and organization. In this article, it is aimed to reveal how civil society culture developed in modern Lebanon, Kurdish ethnic statuses, tribal and radical ties how did spread to the organization. Also the article aims to understand the regional and global cooperation of Kurdish in Lebanon through CSO.

LÜBNAN’DA HIZBULLAH’IN GÜÇLENEN POZISYONU VE İSRAIL’E OLASI YANSIMALARI

LÜBNAN’DA HIZBULLAH’IN GÜÇLENEN POZISYONU VE İSRAIL’E OLASI YANSIMALARI, 2021

Son dönemde Lübnan ekonomisindeki sorunlar derinleşmiş ve içinden çıkılmaz bir hâl almıştır. Öyle ki ordunun günlük faaliyetleri için gerekli bütçenin ve gıda ve elektrik başta olmak üzere halkın en temel ihtiyaçlarının karşılanması konusunda dahi büyük zorluklar yaşanmaktadır. Diğer yandan, ülkedeki soruna asıl çözüm bulması gereken siyasi karar alma mekanizmalarının tıkanmış olması sorunları derinleştirmektedir. Bu noktada Hizbullah’ın, Suriye iç savaşı sayesinde hem Lübnan’da ekonomik ve siyasi kapasitesini arttırması hem de askerî açıdan hassas güdümlü füzeler de dâhil olmak üzere stratejik mühimmat envanterini nitelik ve nicelik olarak geliştirmesi bölgesel güvenlik dengesini değiştirmiştir. Örgütün, yalnızca savunmada kalmayıp İsrail’e karşı ofansif planlar geliştirmesi ve bunların alenileşmesi, İsrail’in caydırıcılığının zayıfladığına işaret eden önemli bir ayrıntıdır. Dolayısıyla İsrail’in, Hizbullah’ın edindiği kapasiteye dair tehdit algısı giderek artmaktadır ve İsrail, İran ile olan mücadelesinde kuzeyinde giderek yükselen bu tehdide karşı yeni stratejiler geliştirmeye çalışmaktadır. Bu ortamda, İsrail’de siyasi istikrarın hâlen tam anlamıyla sağlanamamış olması ve yeni belirsizlikler, bölgesel gelişmelerin dikkatle takip edilmesini gerektirmektedir.

LÜBNAN'DA SİYASAL KÜLTÜRÜN OSMANLI KÖKENLERİ

Özet: Osmanlı Devleti, Tanzimat döneminde yürüttüğü kurumsal reform sürecinde Lübnan'a yönelik olarak etnik-dinsel/mezhepsel temsiliyet esasına dayalı nizamnameler yayınladı. Sömürgeci büyük güçlerin baskısı bu sürecin yol haritasını belirledi. Şöyle ki, bölge toplumunun seküler olarak yeniden tanımlanması büyük güçlerin etnodinsel/mezhepsel temsiliyet aracılığı ile yürüttükleri müdahale aygıtını da etkisizleştirebilirdi. Bu açıdan, toplum ulus esasına dayalı seküler bir birlik olarak değil, cemaat esasına dayalı dinsel bir birim olarak tanımlandı ve buna göre kurulan siyasal sistem, emperyalizmin denetimde, "dinsel paylaşım sisteminde" kendini varlığının meşruluğuna ideolojik kaynaklar buldu. Đncelememizde, bu sistemin temel ölçeklerini, etnikdinsel/mezhepsel öğelerini inceleyecek; bu bağlamda, Osmanlı ülkesi Lübnan havalisindeki idari düzenlemelerin bölünmüş bir toplumdaki ayrıştırıcılığını çözümlemeye çalışacağız. Đncelememizin veri tabanı 1850 ve 1864 tarihli "Lübnan Dağı Düzenlemeleri" olacaktır. Bu düzenlemeleri örnek vaka olarak seçmemizdeki maksat bölünmüş bir toplumdaki siyaset ve yönetim ilişkilerinin çözümlenmesi hususunda zengin bilgiler içermeleridir. Anahtar Sözcükler: Lübnan, Osmanlı, dinsel paylaşım sistemi, ortaklaşa siyasal sistemler, temsiliyet, kimlik, bölünmüş toplum, sekülerleşme, yurttaşlık.

LÜBNAN KRİZİNDE İRAN’IN ROLÜ: HİZBULLAH MODELİ

ORTADOĞU ANALİZ, 2021

Hizbullah Lübnan devletinin zayıflığına katkıda bulunan bir faktör olmakla birlikte, aynı zamanda Lübnan'daki zayıf siyasi sistemin bir ürünüdür. Mevcut statüko, güçlü bir merkezî hükûmetin yokluğunda on yıllar boyunca gelişen parçalanmanın bir mirasıdır.

ŞÂRİHLERİN MÜTEŞÂBİH RİVAYETLERE YAKLAŞIMI -İBNÜ'L-MÜLAKKIN ÖRNEĞİ

Özet Kur'ân'da ve bazı hadis rivayetlerinde müteşâbih veya haberî diye de isimlendirilen vech, yed, istivâ, kadem, ityân, sâk vb. sıfatlar işlenmiştir. Farklı âlimler ve değişik mezhepler, içinde bulundukları sosyal, siyasi, itikâdi vb. şartlar içerisinde sözkonusu sıfatlar hakkında bazı yaklaşımlar sergilemişlerdir. Bu yaklaşımlar kimi zaman muhalif düşüncede olanları etkileyen, bazen de onlardan etkilenen bir mahiyet arzetmiştir. Onlardan kimi bu sıfatları yorumlamaksızın kabul etmiş ya da manalarını Allah'a havale edip O'ndan başkasının bunların manalarına vakıf olamayacaklarını benimsemiş, diğer bazı kişi veya mezhepler de teşbîh ifade eden bu sıfatları yorumlayarak te'vîl yoluna gitmişlerdir. Biz de bu makalemizde Buhârî'nin el-Câmiü's-Sahîh'i üzerine yazdığı etTavdîh li-Şerhi'l-Câmii's-Sahîh adlı eseri çerçevesinde İbnü'l Mülakkın'ın konuya yaklaşımını tespit etmeye çalışacağız. Abstract In the Quran and hadith narratives, there appear attributes such as vach, yad, istiwa, kadam, ityân, sâk, ru'yah which are named as allegorical (mutashabih) or informative (khabari). The approaches of scholars and sects to these attributes differ according to their social, political, theological etc. situations. These approaches also interact with each other. Some accept these attributes without any interpretation or refer their meanings to Allah andbelieve that only Allah acquaints with them, while the other scholars and sects interpret them, using the method of ta'wil. In this paper, we will endeavor to determine the approach of Ibnu'l-Mulakkın to this topic in the framework of his commentary work 'Et-Tavdîh li-şerhi'l-Câmii's-Sahîh' on Bukhari's 'el-Câmiü's-Sahîh'.

TÜRKİYE’DEKİ SURİYELİ MÜLTECİ GRUPLARA YÖNELİK ŞİDDET

TİHEK AKADEMİK DERGİSİ / ŞIDDETIN ÖNLENMESI ÖZEL SAYISI , 2020

Savaşlar ve çatışmalar doğrudan ve dolaylı olarak şiddetin açığa çıktığı kitlesel olaylardır. Savaş ve çatışmalardan kaynaklı şiddetten kaçışın sonucu olarak gelişen zorunlu göçler, insanları ülkelerinden koparıp ulus aşırı ilticaya zorlar. Yerinden edilmişlikle gerçekleşen göç süreçleri ve varış noktaları da mülteciler açısından farklı yoğunlukta şiddet riskleri taşır. 2011 yılında Suriye’de başlayan çatışmalar, Türkiye’ye günümüz itibariyle 3.6 milyon mültecinin gelmesine neden olmuştur. Mülteci kitlesi içerisinde kadınlar, yaşlılar, yetim ve öksüzler, refakatsiz çocuklar gibi birçok kırılgan grup bulunmakta ve bu hassas gruplar çeşitli problemlerle karşılaşmaktadır. Barınma, sağlık, eğitim, istihdam gibi çoğu problemin yanı sıra mültecilere yönelik şiddet de önemli bir olgu olarak dikkat çekmektedir. Türkiye’deki Suriyeli mülteci gruplara yönelik şiddet birçok açıdan ele alınabilir. Fiziki şiddet, ekonomik şiddet, kültürel şiddet, cinsel şiddet bunlardan bir kısmıdır. Bu çalışmada genel olarak mülteci grupların maruz kaldığı şiddet ele alınırken daha özel olarak mülteci kadınların yaşadığı şiddet çeşitli veri setleri üzerinden tartışılmaktadır. Mültecilere yönelik algılar, ev sahibi toplumun sosyokültürel değerleri ve insan hakları bilinci şiddetin yoğunluğunu ve yaygınlığını önemli ölçüde etkilemektedir. Türkiye’ye yerleşen mülteciler de söz konusu yapı içerisinde çeşitli düzeyde şiddete maruz kalmakta ve aynı zamanda şiddetin taşıyıcılığını da yapmaktadır. Mülteciler, sosyal bir grup olarak kırılgan/hassas gruplar içinde yer alırken mülteci kitlesi içindeki kadınlar ise çifte dezavantajlılığı en yoğun yaşayan cinsiyet grubudur. Mülteci kadınlara yönelik şiddet, ev sahibi toplumun yanı sıra mülteci gruplarca da yapılmaktadır. Aile hayatı, toplumsal hayat, çalışma ve eğitim hayatı gibi alanlarda kadınlar kültürel şiddetten cinsel ve ekonomik şiddete kadar birçok şiddet türüne maruz kalmaktadır. Sonuç olarak şiddetin azaltılması ve insan hakları bilincinin oluşması için mülteci gruplar ve ev sahibi topluma yönelik çok katmanlı eğitim ve sosyal uyum faaliyetlerinin yapılması zorunludur.