Suriye İç Savaşına Giden Süreçte Türkiye ve İran'ın Politik Yaklaşımlarının Karşılaştırılması (original) (raw)
Related papers
Arap Baharı Sürecinde İran'ın Suriye Politikası
Arap baharı ile başlayan toplumsal ve siyasal değişim süreci Ortadoğu’da egemen olan siyasal rejimlerin kimi yerlerde devrilmesine, kimi yerlerde de sarsılmasına neden olmuştur. Bu sürecin tetiklediği halk isyanları kısa süre içerisinde Suriye’ye de yayılmış ve bu ülkede hakim olan Baas rejimini tehdit etmiştir. Fakat Baas rejimi değişim talebiyle ortaya çıkan isyana karşı şiddet kullanarak mücadele etmek yoluna gitmiş ve bu yolda en büyük siyasi desteği İran’dan almıştır. Yıllardır bölgede statükoya karşı çıkan ve bu nedenle “İslami uyanış” addettiği Arap baharını destekleyen İran yönetimi Suriye söz konusu olunca “statükonun” sürdürülmesinden yana tavır almıştır. İran’ın bu tavrı kimi çevrelerde mezhep ekseninde siyaset izlemesiyle izah edilmeye çalışılırken İran makamları tarafından İsrail’e ve ABD’ye karşı duran sözde direniş hattının müdafaası şeklinde savunulmuştur. Farklı ideolojik boyutlarına karşın gerek mezhepçi yaklaşım, gerekse direniş hattı söylemi İran’ın bazı jeopolitik kaygılarına işaret etmektedir. Arap baharının tetiklediği değişim süreci bölgenin jeopolitik yapısında köklü değişikliklere yol açmış, dolayısıyla bölgesel ve küresel aktörlerin Ortadoğu politikalarını yeniden değerlendirmelerine neden olmuştur. Bu değişim süreci bölgedeki tek müttefiki olan Suriye’ye gelene kadar İran jeopolitik çıkarlarına hizmet ederken Suriye’deki muhtemel bir değişim İran’ın jeopolitik çıkarlarını tehdit etmektedir. Bu nedenle İran, Arap baharı Suriye’ye geldiğinde farklı bir tavır almıştır. İran’ın bölgeye yönelik jeopolitik kaygıları ise ideolojik ve stratejik faktörler tarafından belirlenmektedir. İran’ın devrimci/ideolojik duruşu onun İsrail’i, ABD’yi ve bölgedeki Amerikan müttefiklerini “düşman” olarak görmesine neden olmaktadır. İran devriminden bu yana sözde düşmanları ile İran arasında ortaya çıkan gerginlikler ve çatışmalar, taraflar arasındaki karşılıklı husumet ilişkisine tarihsel bir boyut kazandırmıştır. Bu minval üzere son on yılda Ortadoğu’da İran ve müttefikleri ile Suudi Arabistan, Körfez ülkeleri, Mısır, Ürdün gibi İran karşıtları arasında kamplaşma ve soğuk savaş ortaya çıkmıştır. Böyle bir ortamda İran’ın savunma stratejisinde Suriye ve Hizbullah ile geliştirdiği ittifak ilişkisi önemli bir yer edinmiştir. İran’ın savunma stratejisinde kritik öneme haiz olan Suriye’de ortaya çıkan isyanın İran’ın dostu Esad yönetiminin devrilmesini talep etmesi ve bölgedeki karşıtlarının da isyancılara destek vermesi İran yönetiminin isyancılara karşı Esad’a destek vermesine neden olmuştur.
Türkiye ve İran'ın Suriye Politikası
Türkiye, İran ve Suriye’nin sahip olduğu yakın dönemdeki ‘komşuluk’ ilişkileri ve bu ilişkilerin dönüşüm hızı eşine az rastlanır bir sürece işaret etmektedir. 2000’li yılların başından itibaren Türkiye’nin başta Ortadoğu olmak üzere çevre ülkelerle geliştirdiği ilişkiler bölgedeki statükoyu köklerine dek sarsan Arap ayaklanmalarına gelininceye kadar işlevsel bir temelde ilerlemekteydi. Aynı zaman diliminde İran’ın üzerindeki uluslararası baskıyı Türkiye ile geliştirmeye çalıştığı ilişkiler ağı ile kırmaya çalışması ve bölgedeki nüfuzunu genişletme arzusu Ortadoğu’nun iki önemli devletinin en azından asgari müşterekleri tanımlanmış bir işbirliği sürecinin başlarında olduğu izlenimi yaratmıştır. Ayaklanmaların ilk evresinde Türkiye ve İran’ın tercihlerinde ciddi farklılıklar göze çarpmasa da Suriye’de halk destekli reform taleplerinin/değişim arzusunun yerini silahlı mücadeleye bırakması, üçüncü aktörleri esnek yapılı ittifaklar geliştirme, uluslararası müttefikler bulma veya vekil aktörler üzerinden taraflarla hesaplaşma içerisine girme şeklinde sorun çözme yöntemleri geliştirmeye sevk etmiştir. Bu yeni ortamda Türkiye ve İran, Suriye’de kısa zamanda bloklaşmaya giden siyasi manevralar dolayısıyla karşı karşıya gelmiş ve uluslararası aktörlerin dahliyle belirleyiciliklerini kaybetmişlerdir. Diğer taraftan, Suriye’deki krizin insani boyutu gün geçtikçe ciddileşirken, Suriye’de taraflar arasındaki ayrılıklar da giderek keskinleşmektedir. Şüphesiz tarihi, kültürel, siyasi vb. birçok faktöre dayanan çatışma ortamı, böylesi bir çalışmanın kapsamını aşmaktadır. Söz konusu çalışma ile amaçlanan Türkiye ve İran dış politikasının yakın dönem karakteristiklerinin, Suriye meselesinde geliştirilen yaklaşımlar ve siyasi enstrümanlar üzerindeki etkilerinin incelenmesidir.
Türkiye ve İran'ın Arap Baharı'na yönelik politikaları üzerine bir değerlendirme
2019
2010 yılında Tunus'ta yönetime karşı tepki olarak başlayan ve kısa sürede Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerine yayılan ayaklanma dalgası, bölgesel aktörlerin dış politikalarını yeniden tanımlamalarını gerektirmiştir. Bu ayaklanma dalgası ve değişim talepleri Arap Baharı olarak adlandırılmıştır. Arap Baharı'nın ortaya koyduğu koşullar çerçevesinde bazı ülkelerde büyük çaplı gösteriler gerçekleşmiş; Tunus, Mısır gibi bazı ülkelerde gösteriler sonucu, Libya'da ise gösterilerle birlikte dış müdahale sonucu iktidarlar devrilmiştir. Suriye örneğinde olduğu gibi ise bazı yerlerde de yıllarca süren ve hala çözümsüzlüğünü koruyan iç savaşlar ortaya çıkarmıştır. Bölgenin başat gücü olmayı arzulayan ve yaşanan değişim ve dönüşüm sürecini dikkatle izleyen Türkiye ve İran, Arap Baharı'nın yaşandığı ülkeler için kimi zaman bir model ülke olarak gösterilmiştir. İki ülke de Arap Baharı'nın çıkarlarına uygun bir şekilde biçimlenmesini istemişlerdir. Etkin olmaya çalışan iki ülken...
Suriye Krizinin Türkiye-İran İlişkilerine Etkileri
2020
Öz Türkiye'nin en uzun sınır hatlarından birisini oluşturduğu ülkeler arasında yer alan İran'la ilişkileri geçmişten günümüze dek tek yönlü ilerlememiştir. İki ülke arasında kimi zaman çok ciddi yakınlaşmalar görülmüşken, kimi zaman da neredeyse savaş boyutuna ulaşacak gerilimlere şahit olunmuştur. Her iki ülkenin mutabık olduğu konular olumlu ilişkilerin sürekliliğini beraberinde getirirken, stratejik yönden ayrışmalar ise politik çatışmaları tetiklemektedir. Çalışmada Türkiye'nin İran'la ilişkisi kronolojik bağlamda ele alınmakta, iki ülke arasındaki durumu etkileyen kırılma anları vurgulanmaktadır. Bunun yanında, Türkiye'nin 2000'li yılların başında komşularla sıfır sorun politikası çerçevesinde Suriye'yle yakınlaşmasının etkisi ve ardından Arap Baharı'nın patlak vermesiyle birlikte ilişkilerin ters düze olmasının üç ülke arasında oynadığı rol ele alınmaktadır. Çalışma, konuyla ilgili güncel literatürün taranması ve çeşitli kaynakların analiz edilip derlenmesi sonucunda ortaya konmuştur. Bu makalenin amacı; Türkiye-İran ilişkilerini genel çerçevede ortaya koymak ve Suriye'de yaşanan krizin iki ülke arasında nasıl bir sonuç doğurduğunu göstermektir. Bu bağlamda, Türkiye-İran ilişkileri genel olarak dile getirilmekte, ilişkilerdeki gerilim ve süreklilik ele alınmakta, Suriye Krizi'nin bölgeye yansıyan etkileri vurgulanmaktadır.
Marmara University Journal of Political Science, 2018
Uluslararası ilişkilerde devletler hedef ve çıkarları doğrultusunda farklı yöntemler kullanabilmekte, önceliklerine göre reel politik veya daha normatif yapıda enstrümanlar tercih edebilmektedir. Türkiye de özellikle 2000’lerden sonra dış politikada daha aktif olmayı hedeflemiş, amaçlarını gerçekleştirmedeki araçlarından birini de farklı coğrafyalarda yürüttüğü “arabuluculuk” faaliyetleri oluşturmuştur. Çatışma çözümlemede diplomasinin öncelenmesi ve devletler arası diyaloğun sürdürülmesini hedeflemesiyle daha çok normatif bir araç olarak değerlendirilebilen arabuluculuğun yanına, ulusal güvenliğe bir tehdidin oluştuğu durumlarda zorlayıcı ve sert güç araçlarının da sürecin bir tamamlayıcısı olarak eklendiği görülebilmektedir. Türkiye’nin dış politikası da bir yandan iç siyasi koşullarındaki değişimlerden, bir yandan da küresel siyasetteki gelişmelerden etkilenmiş, makale bu etkinin arabuluculuk girişimlerine de yansıdığını ortaya koymayı hedeflemiştir. Türkiye’nin arabuluculuğunun değişen doğası İran ve Suriye vakalarında gözlemlenebilmektedir.
Siyasi Coğrafyanın Stratejik İkliminde Şattülarap Sorunu: İran-Irak İlişkilerine Bir Derkenar
İran Politikasında Orta Doğu Sempozyumu, 2018
Yves Lacoste, jeostratejik bir disiplin alanı olarak coğrafyanın, “her şeyden önce savaş yapmaya yaradığını” öne sürer. (2014: 50) Bazı coğrafyalar, tarih boyunca, bu önermeyi doğrular nitelikte gelişim gösterir. Bunda, siyasal iktidarların toplumsal beklentiyi karşılama isteği kadar, tarihsel siyasi oluşumların uzun vadeli güvenlik arayışı daha güçlü delillere sahiptir. Çağdaş uluslar arası ilişkilerin bir disiplin olarak siyasal tarihte yerini aldığı zamandan beri birçok ülke veya devletin etnik, dini, ekonomik, güvenlik, sınır veya yaşam alanlarını içine alan komşu ülkelerle veya devletlerle (sorunları ovar olagelmiştir. Günümüzde Batı Sahra'nın Aidiyeti, Kuril Adaları, Guantanamo'nun İadesi, Falkland Adaları, Keşmir meselesi, Bir Tawil -Halaib, Kırım'ın statüsü, Senkaku Adalarının aidiyeti ve Ege adaları ve karasuları sorunu gibi yüz elliden fazla sınır anlaşmazlığı ulusal veya uluslararası sorun olarak gündemleri işgal etmektedir. Sınır komşuluğuna dayalı ihlal, tecavüz, hak veya üstünlük iddiası ile beslenen bu sorunların çözümünde de farklı seçeneklerin devreye girdiği görülür. İkili görüşmelerden sıcak çatışmaya, uluslararası örgütlerin hakemliğinden arabulucu girişimlere kadar birçok seçenek çözüm için kullanılmaktadır. Bu sorunları gündeme getiren iddia sahiplerinin tarihe, kültüre, coğrafyaya ve ulusal güvenliğe atıf yapan gerekçelerinin kimileri gülümseten, kimileri de gerçeklik payı taşıyan özelliklere sahiptir. Bu çalışmaya konu olan “Şattülarap Suyolu”, günümüzde İran ve Irak Devletlerinin başlıca sınır sorunlarından biridir. Uzun bir savaş sonrası, 1988'den beri, güncelliğini yitirmiş gibi görünen Şattülarap sorunu, hala bu iki ülkenin dış politika önceliklerinde yerini korumaktadır.
TÜRKİYE VE İRAN'IN ARAP BAHARI'NA YÖNELİK POLİTİKALARI ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME
2010 yılında Tunus'ta yönetime karşı tepki olarak başlayan ve kısa sürede Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerine yayılan ayaklanma dalgası, bölgesel aktörlerin dış politikalarını yeniden tanımlamalarını gerektirmiştir. Bu ayaklanma dalgası ve değişim talepleri Arap Baharı olarak adlandırılmıştır. Arap Baharı'nın ortaya koyduğu koşullar çerçevesinde bazı ülkelerde büyük çaplı gösteriler gerçekleşmiş; Tunus, Mısır gibi bazı ülkelerde gösteriler sonucu, Libya'da ise gösterilerle birlikte dış müdahale sonucu iktidarlar devrilmiştir. Suriye örneğinde olduğu gibi ise bazı yerlerde de yıllarca süren ve hala çözümsüzlüğünü koruyan iç savaşlar ortaya çıkarmıştır. Bölgenin başat gücü olmayı arzulayan ve yaşanan değişim ve dönüşüm sürecini dikkatle izleyen Türkiye ve İran, Arap Baharı'nın yaşandığı ülkeler için kimi zaman bir model ülke olarak gösterilmiştir. İki ülke de Arap Baharı'nın çıkarlarına uygun bir şekilde biçimlenmesini istemişlerdir. Etkin olmaya çalışan iki ülkenin karşılıklı ilişkilerinde ulusal ve uluslararası çıkar çakışmalarından dolayı kimi zaman gerilimler de gözlenmiştir. Bu çerçevede çalışma, Arap Baharı ve gelişim sürecine dair bilgiler verdikten sonra Türkiye ve İran'ın Arap Baharı'na yaklaşımı ve beklentileri, Arap Baharı'ndan etkilenen ülkelere ve birbirlerine yönelik politikalarını ele almayı amaçlamaktadır.
İran Perspektifinden PKK: Yaklaşım ve Ortak Mücadele İmkânı
İran Perspektifinden PKK: Yaklaşım ve Ortak Mücadele İmkânı, 2021
• Türkiye, uzun yıllar boyunca mücadele ettiği PKK terör örgütünü, ülke içinde hareketsiz duruma getirirken tamamlayıcı gereklilik olan bölgesel iş birliği ihtiyacı da yoğun biçimde hissedilmeye başlanmıştır. • PKK’nın, Türkiye’nin harekâtları sonucunda Irak sahasına ve İran-Irak sınır hattına sıkışması, uzun yıllar boyunca periyodik olarak gündeme gelen İran-Türkiye iş birliği beklentisini bir kez daha ortaya çıkarmıştır. • İran ve PKK arasında kurulan ilişkinin genel karakteri, söz konusu bölgesel denklem ve bu denklemde İran ve PKK’nın aldığı konum doğrultusunda şekillenmiştir. • Türkiye-İran-PKK denklemi incelendiğinde ciddi bir yaklaşım ve algı farklılığı kendisini göstermektedir. • İran’ın PKK’ya ilişkin algı ve yaklaşımı, Türkiye ve İran arasında PKK’ya karşı bir iş birliği imkânının düşük potansiyelini de ortaya koymaktadır.