BATI VE ARAP ŞİİR ELEŞTİRMENLERİNE GÖRE VAHDETU'L-KASİDE MESELESİ (original) (raw)
Related papers
uzumsu.com
Son zamanlarda bazı ahududu çeşitleri ile hazırlanmış ekstraktlar kanser tedavisinde olumlu sonuçlar vermeye başlamıştır. Bu sebeple bu çalışmada bazı ahududu çeşitlerinin antioksidant kapasitelerinin tayini ve antikanser özellikleri tartışılmıştır. Bristol, Jewel ve McBlack siyah ahududu çeşitleri ile Autumn Bliss, Titan ve Heritage kırmızı ahududu çeşitlerinin antioksidant kapasiteleri modifiye edilmiş TEAC yöntemi kullanılarak belirlendi. Bu yöntemde reaksiyon bafırının pH sı meyvelerin doğal asidik karekterine göre ayarlanarak ve reaksiyon süresi uzatılarak yapıldı. Türler içindeki çeşitler arasında fitokimyasal içerik ve antioksidant kapasitesi olarak fazla bir değişkenlik gözlenmez iken, siyah ahudutları kırmızılara oranla yaklaşık %80 daha fazla toplam fenolik ve yaklaşık 6 kat daha fazla antosiyanin içerdikleri tespit edildi. Siyah ahudutlarının antioksidant kapasiteleri kırmızılara oranla yaklaşık iki katı daha fazla bulunmuştur. Özellikle içerdikleri yüksek antosiyanin (2176-2417µg/g) ve toplam fenolik (2853-3102 µg GAE/g) miktarları siyah ahudutlarının kanser tedavisinde kullanılmasının belli başlı sebebi olarak düşünülebilir.
KAVÂİD-İ FIKHİYYE BAĞLAMINDA SUYÛTİ’NİN EL-EŞBÂH VE’N-NEZÂİR İSİMLİ ESER
Akademik Platform İslami Araştırmalar Dergisi, 2022
Fıkıh ilminin olgunlaşmasıyla birlikte fıkhî miras, farklı bakış açılarıyla incelenmeye başlamıştır. Buna bağlı olarak da kavâid, fürûk, eşbâh ve'n-nezâir, tahrîcü'l-fürû 'ale'l-usûl, nevâzil, vâkıat gibi konuları ele alış tarzı, amaç ve işlevleri hem muhtevâ yönünden hem de teknik açıdan birbirinden farklı yazım türleri ortaya çıkmış ve zamanla kavâid düşüncesini ele alan zengin bir literatür meydana gelmiştir. Ortaya çıkan bu alt edebî türler, fıkıh ilminin dinamik yapısına işaret etmekle beraber, hükümlere ulaşmada büyük bir kolaylık sağlayarak fıkıh ilminin ilkesel yönünü göstermesi açısından büyük bir önemi haiz olduğu söylenebilir. Fer'î meseleler arasındaki benzerlik ve farklılıkları konu edinen eşbâh ve'n-nezâir ilmi de bu yazım türlerinden biridir. Fıkıh ilmi açısından Şâfiî fakihlerin öncülüğünde ortaya çıktığı bilinen "el-Eşbâh ve'n-Nezâir" isimli çalışmalar, kavâid düşüncesine yeni bir boyut kazandırarak fıkıh ilminin gelişimine katkı sunmuştur. Kavâid düşüncesine kazandırılan bu boyutun sınırlarını göstermesi açısından Celâleddin es-Suyuti'nin (v. 849-911/1445-1505) kaleme aldığı el-Eşbâh ve'n-nezâir isimli eserinin incelenmesi, son derece önemlidir. Bu çalışmada fıkıh ilmi açısından el-Eşbâh ve'n-nezâir geleneği hakkında özet bilgilere yer verilip Suyuti'nin eseri teknik ve muhteva açısından incelenecektir. Ardından Suyuti'nin eserinin kavâid düşüncesinde edindiği konum hakkında değerlendirmelerde bulunulacaktır.
Abdurrahman el-Ayderûsî XVIII. yüzyılın en önemli mutasavvıflarındandır. Yemen kökenli bir tarikat olan "Ayderusiyye" tarikatının kendi dönemindeki şeyhi olan Ayderûsî, İslam tasavvuf düşüncesinin kurucu isimlerinin etkisinde kalmış ve vahdet-i vücûd meselesine dair eserler yazmıştır. Bu eserlerin en önemlilerinden biri de Letâifu'lcûd fî mes'eleti vahdeti'l-vücûd adlı çalışmasıdır. Bu eserinde müellif, vahdet-i vücûd doktrininin önemli ve kritik bahislerini ele almış ve bu konulardaki yaklaşımını ortaya koymuştur. Ayderûsî görüşlerini ortaya koyarken İbnu'l-Arabî, Konevî, Molla Câmî, Aynu'l-Kudât el-Hemedânî ve İbrahim el-Kûranî gibi sûfî düşünürlerin etkisinde kalmıştır. Ayrıca bu eseri ile Ayderûsî, tasavvuf ve Eş'arî kelâm yorumunun çelişmediğini ispat etmeye yönelmiştir. Abstract 'Abd Al-Rahmān Al-Aiderūsī was one of the most important sūfī thinkers of the XVI-IIth century. Aiderūsī who was a shaikh of the Aiderūsiiyya order which was originated in Yemen in his period, was influenced by founders of sūfī thought and wrote works on the unity of existence. One of the most important of these works is Latāif al-jūd fi mas'ala al-wahdat al-wujūd. The author in his work, focused on contentious and subtle issues of the unity of existence and revealed his opinion on these issues. He was influenced by such sūfī thinkers as Ibn Al-Arabī, Qunawī, Mullāh 'Abd Al-Rahmān Al-Jāmī, 'Ayn Al-Qudāt Al-Hamadānī and Ibrahīm al-Kūrānī. He also presented an example through this treatise that there is not any contradiction between sûfî thought and the Ash'arî reading of Islamic theology.
Özet Masaldan Şiire ve Hikâyeye: Cahit Sıtkı’nın Abbas Hikâyesini Metinselaşkınlık İlişkileri Kuramı’na Göre Anlamlandırma Şair kimliği ağır basan Cahit Sıtkı Tarancı (1910- 1956), bazı şiirleriyle paralellik gösteren hikâyeler de yazmıştır. Bu çalışmada Cahit Sıtkı Tarancı’nın “Abbas” adını taşıyan hikâyesi, Gerard Genette’in metinlerarası ilişkileri açıklamak için önerdiği Metinselaşkınlık İlişkileri Kuramı’na göre çözümlenmiştir. Genette, kuramında metinlerarasılık (intertextuality) ana-metinsellik (hypertextuality), yan-metinsellik (paratextuality), üst-metinsellik (architextuality) ve yorumsal üst-metinsellik (metatextuality) olmak üzere beş metinselaşkınlık (transtextuality) ilişkisinden söz etmiştir. Çalışmada, Tarancı’nın Abbas hikâyesi metinlerarası ilişkiler bakımından bu beş metinselaşkınlık ilişkisi çerçevesinde yeniden anlamlandırılmıştır. Hikâye metni “Ana metin/ hypertext”; şiir ile çocukken dinlenilmiş olan masal metni, “alt metin/ hypotext” kabul edilmiştir. Yan-metinsellikte yazarın eserine seçtiği başlık vasıtasıyla ilişki kurduğu diğer metinler tespit edilmiş, üst-metinsellikte eserin ait olduğu yazınsal tür belirtilmiş, yorumsal üst-metinsellikte yazarın başka metinlerinde Abbas hikâyesi ve alt metinleri hakkında yaptığı değerlendirmeler üzerinde durulmuştur. Şair, kolektif bilinçdışının ürünü olan masal metinlerine gönderimde bulunarak ve kendi oluşturduğu eserler arasında güçlü bir iletişim ağı yapılandırarak hem eserlerinin kalıcı olmasını ve geniş halk kitleleri tarafından benimsenmesini sağlamış hem de yaşadığı derin aşk acısına art zamanlı gelişim çizgisinde geçmiş, hâl ve geleceğe ait bütün insanlığı ortak kılmıştır. Çalışmada, sanatçıların, kalıcı eserler bırakabilmek için metinlerarası ilişkiler vasıtasıyla kendilerinden öncekiler ile kendilerinden sonrakiler arasında farklı bir duyuş tarzı oluşturarak yeni bir köprü/ eşik oluşturmak istediği sonucuna ulaşılmıştır. Anahtar Kelimeler: Cahit Sıtkı Tarancı, Abbas, Şiir, Hikâye, Metinselaşkınlık İlişkileri Kuramı. Abstract From Folk Tale To Poem And Short Story: An Attempt Of Remeaning Cahit Sıtkı’s Abbas Short Story With The Transtextual Relations Theory Known as a strong poet, Cahit Sıtkı Tarancı (1910- 1956) also wrote short stories which were parallel with his poems. In this study, Cahit Sıtkı Tarancı’s short story Abbas has been analysed in accordance with “The Transtextual Relations Theory” put forward by Gérard Genette in order to reveal intertextual relations in literary texts. In his theory, Genette has regarded intertextuality as one of the five transtextuality relations including hypertextuality, paratextuality, architextuality and metatextuality. In the study, Tarancı’s Abbas short story is regarded as the hypertext; his Abbas poem and a folk tale -which was listened by Tarancı from his grandmother when he was a child- as the hypotext. The work has been analysed in terms of not only the hypertextuality relation but also other transtextual relations. In paratextuality, other texts that the author interrelates by means of the title he’s chosen for his work have been determined; in architextuality the literary form of the work has been stated and in metatextuality the evaluations of the author that he made about Abbas short story and its hypotexts in other texts, have been stressed. Establishing transtextual relations between folk tales and his own works of art, Tarancı provided endlessness to his creatures and share his heartbreak of love with all the people. The result of the study is that the artists who want to be a bridge between successors and predecessors of them, establish intertextual relations for creating endless work of arts. Keywords: Cahit Sıtkı Tarancı, Abbas, Poem, Short Story, The Transtextual Relations Theory.
BATI'NIN GÖZÜNDE TÜRKLER: SEYYAH VE ARAŞTIRMACILARIN İZDÜŞÜMLERİ
İslami Araştırmalar Dergisi, 2024
Batılı seyyah ve araştırmacılar, Türklerin ilk defa Avrupa ile tanışmasını sağlayan önemli figürlerdir. Orta Çağ'dan itibaren Türklerin yaşadığı toprakları ziyaret eden bu kişiler, gördükleri ve yaşadıklarını kendi kültürleri ve önyargılarıyla birlikte yorumlayarak Batı dünyasında Türk imajının oluşmasında etkili olmuşlardır. Batılı seyyah ve araştırmacılarda Türk imajı, genellikle Orta Çağ'da Avrupa'da yaygın olan Türk korkusu ve düşmanlığı ile şekillenmiştir. Bu dönemde Türkler, barbar, gaddar ve acımasız bir millet olarak tasvir edilmiştir. 16. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu'nun Avrupa'da genişlemesi ile birlikte bu korku ve düşmanlık daha da artmıştır. Batı’da olumsuz Türk imajı, Türklerin Anadolu’yu yurt edinmesi ve Balkanlar ve Avrupa içlerine kadar ilerlemesiyle daha da artmıştır. Arap, Sarazen, Müslüman gibi kelimeler Türklerle eş tutulmuş, seyyahların eserlerinde "barbarlar" olarak nitelendirilerek vahşi, zalim, kaba ve akılsız doğulular anlamında kullanılmıştır. Bu nitelendirme neticesinde de vahşi, zalim, gaddar gibi sıfatlarla anılmış, kimi zamanda akılsız Doğulu olarak da anıldığı olmuştur. İber Yarımadası'nda Türk adı, tehlikeyle eş anlamlı olarak kullanılmıştır. Türklerin Akdeniz’deki fetihlerinin her geçen gün artarak büyümesi ve burasının bir nevi Türklere ait bir iç denize dönüşebileceği fikri bu kaygıyı daha da arttırmıştır. “Mo. fos en la costa (Dikkat! Mağripliler karaya çıktı!)” tabiri o zamanlarda Türk ile Mağripli milletler arasında fark görmeyen İspanya halkının zihin dünyasında Türkün yarattığı psikolojik etkinin anlaşılması açısından önemlidir.
VÂHİDÎ'NİN KISSA-İ SEYYİD CÜNEYD VE REŞÎDE-İ ARAB VE SERGÜZEŞT- İ ÎŞÂN TERCÜMESİ ÜZERİNE
Manzum eserler kadar ön planda olmasa bile edebî zevke hitap eden oldukça değerli mensur eserlerin de kaleme alındığı bilinmektedir. Mensur ve manzum olarak kaleme alınan hikâyeler, kültür taşıyıcısı olarak meddahlar vesilesiyle nesilden nesile anlatıla gelmiştir. İnsanda edebî zevk uyandıran hikâyeler vasıtasıyla okura/dinleyicilere İslâmî kaideler ve İslâm ahlakı, tarih, vatan ve insan sevgisi, gelenek ve görenek anlatılmış ve hikâyeler okurun/dinleyicinin yaşam boyunca ders alacağı bir nasihat kitabı olarak zihinlerde yer edinmiştir. Bunlardan biri 16. yüzyılda Vâhidî/Abdülvâhid Çelebi tarafından Farsçadan Türkçeye tercüme edilmiş Kıssa-i Seyyid Cüneyd ve Reşîde-i Arab adlı mensur bir aşk hikâyesidir. Tarihî şahsiyetlerin de kurgunun içine dâhil edildiği hikâye, İslamiyet'ten sonra geniş bir coğrafyada geçmektedir. Söz konusu çalışmada bu eserin nüshaları, dil ve üslûp özellikleri, eserin sebeb-i te'lîfi ve muhtevası ele alınarak eser günümüz bilim dünyasına tanıtılmaya çalışılacaktır.