Ebu’l-Hasan el-Eş‘arî’de Bilgi Teorisi (original) (raw)

Adudüddîn el-Îcî'nin Bilgi Teorisi

Adudüddîn el-Îcî'nin Bilgi Teorisi, 2021

Öz Kelâm ilminin en önemli meselelerinin başında bilgi konusu gelmektedir. İslam inanç esaslarının bilinmesinde ve belirlenmesinde, iman edilmesi gerekli olan hususlarla ilgili delillendirme ve ispatlama çabalarında bilgi konusu kilit rol oynamaktadır. Her bir kelâm ekolünün sistem ve metodolojisi, o kelâm ekolünün bilgi anlayışı çerçevesinde şekillenmektedir. Kelâm ekollerinin kelâmî konulara yaklaşımı ve hüküm ortaya koymaları, doğru bilgiye ulaşma ve neyi bilgi olarak kabul edip, neyi kabul etmediklerine göre belirlenmektedir. Bu sebeple bilgi konusu, kelâm ilmine dâir yazılan eserlerde öncelikli yerini almaktadır. Bu durum, bilgi konusunun kelâm ilmindeki önemini ortaya koymaktadır. Bilgi konusunu detaylı olarak ele alan ve konuya açıklık getiren kelâmcılardan birisi de müteahhirûn dönemi Eş’arî kelâmcılarından Adudüddin el-Îcî’dir (öl. 756/1355). Îcî, Gazzâlî sonrası felsefî kelâmının önde gelen sîmâlarından kabul edilmektedir. Kitâbu'l-Mevâḳıf adlı eserini kendi kelâm metodolojisini oluşturmaya ayıran ve kelâmî konularda bir usûl belirleme gayreti içerisinde olan Îcî, söz konusu eserinin girişini bilgi konusuna ayırmıştır. Klasik Eş’arî geleneğin bilgi konusundaki bakiyesinden faydalanarak nihâî bir bilgi teorisi üretmeye çalışan Îcî, bilgi konusunda geçmişten gelen yanlışlıkları ve eksiklikleri de ortaya koyarak kendi teorisini oluşturmaya çalışmaktadır. Kelam ilminin bilgi ile başladığı söylenebilir. Ancak bilginin tanımı konusunda kelamcılar arasında bir konsensüsün bulunmadığı bilinmektedir. Mutezilî alimler bilginin îtikad olduğunu savunurken, Eşâri alimler bilginin sıfat olduğunu savunmakta, buna mukabil İslam filozofları ise bilginin zihni bir varlık olduğunu iddia etmektedirler. Îcî ise, bilginin bir sıfat olduğunu kabul etmektedir. Îcî’ye göre bilgi, bir mahalde bilenin bilinene taalluku / nispetidir. Yani bilgi, var olan ve bir şeye taalluk eden bir sıfattır. Bu sıfat, var olduğu yerde kendisini diğer bilgilerden ayırmaktadır. Bunu yaparken de bir sebep – sonuç ilişkisine bağlı olarak değil, âdete dayalı bir şekilde gerçekleştirmektedir. Îcî, kesin bilgiye ulaşmanın mümkün olduğunu savunmaktadır. Kesin bilgiye ulaşmak için kelamcılar arasında yapılan bilgi tasnifleri bilginin ne olduğunu anlamak bakımından yardımcı olacaktır. Kelamcılar, bilgiyi kadîm ve hâdis bilgi olarak ikiye ayırmışlar, kadim bilginin Allah’ın bilgisi, hâdis bilginin ise yaratılmışların bilgisi olduğunu ifade etmişlerdir. Îcî ise bilgi teorisini hâdis bilgi üzerinden oluşturmaktadır. Çünkü kadîm bilginin Allah’ın bilgisi olması nedeniyle onda bir zorunluluk ve kesb düşünülemez. Îcî’ye göre hâdis bilgi zaruri bilgi ve kesbî bilgi olarak iki kısma ayrılmaktadır. Zorunlu bilgi ile ilgili olarak geniş açıklamalar yapan Îcî, kesbî bilgi ile ilgili olarak detaylı açıklamaya girmez ve kesbî bilginin ancak nazar ile mümkün olduğunu ifade ederek eserinin büyük bölümünde zarurî bilginin mukabili olarak nazarî bilgiye yer vermektedir. Îcî, bilgi konusunda kendisinden evvel kelamcıların yapmış olduğu bu tasnife bağlı kalarak, son tahlilde ortaya koymuş olduğu bilgi tanımını zorunlu bilgi ve nazarî bilgiye tatbik etmiştir. Ona göre zorunlu bilgiler, insanın varlıksal / ontolojik yapısı gereği doğuştan getirdiği bilgilerdir, yani insanın sıfatlarıdır. Zorunlu bilgilerin elde edilmesi, insanın kudretinde değildir. Nazarî bilgiler ise, tamamen insanın kudretine bağlıdır. İnsanın bazı vasıtalara başvurarak delillendirme suretiyle elde ettiği bilgilerdir. Nazarî bilgiler, akıl yetisine sahip, aklî melekelerini kullanan insanların bir sıfatıdır. Bu çalışmada, Adudüddin el-Îcî’nin bilgi tarifi ile bu tarif çerçevesinde bilgi türleri ele alınacak ve onun bilgi teorisi detaylı olarak incelenecektir. Anahtar Kelimeler: Kelâm, Bilgi, Adudüddin el-Îcî, Kitâbu’l-Mevâḳıf, Zarûrî Bilgi, Nazarî Bilgi. Aḍud al-Dīn al-Ījī’s Theory of Knowledge Abstract Knowledge is one of the most important subjects of the science of Kalām. The issue of “knowledge” plays a key role in the knowledge and determination of the principles of Islamic faith and in the efforts to prove what is required to be believed. The systems and methodologies of each Kalām School are shaped within the framework of the knowledge understanding of that Kalām School. The approach of the Kalām schools to theological issues and their provision of judgments are determined by reaching the truth (haqīqah) knowledge, what they accept as knowledge and what they do not accept. For this reason, the subject of knowledge takes its primary place in the works written on the Kalām. This situation put forth the importance of knowledge in the Kalām. Aḍud al-Dīn al-Ījī (d. 756/1355), one of the predecessors (muta’akhkhirūn) Ash’arī theologians, is one of the Kalām scholar dealing with and clarifying the subject of knowledge. Al-Ījī is considered one of the leading figures of the post- Gazzālī Philosophical Kalām. Al-Ījī, who devoted his work Kitāb al-Mawāqif to creating his own Kalām methodology and striving to determine a method in theological (Kalām) issues, allocated the introduction of this work to the subject of knowledge. Al-Ījī, who tries to produce a ultimate theory of knowledge by taking advantage of the classical Ash’arī tradition on knowledge, tried to form his own theory by revealing past mistakes and deficiencies in knowledge. It can be said that the Kalām started with knowledge. However, it is known that there is no consensus among theologians about the definition of knowledge. While Mu’tazilî scholars argue that knowledge is a belief, Ash’arī scholars argue that knowledge is an adjective (sifat), whereas Islamic philosophers claim that knowledge is a intellectual entity. Al-Ījī accepts that knowledge is an adjective. According to Al-Ījī, knowledge is the relation/relative of the knowing to the known in a situation. In other words, knowledge is an adjective that exists and attaches itself to something. This adjective distinguishes itself from other information where it exists. In doing so, carried out in a manner based on tradition, not depending on a cause – effect relationship. Al-Ījī maintains that it is possible to obtain absolute knowledge. The classification of knowledge made by kalāmists in order to obtain absolute knowledge will help to understand what knowledge is. The kalāmists divided knowledge into eternal and hādith knowledge and stated that the eternal knowledge is the knowledge of Allah and the hādith knowledge is the knowledge of the created ones. On the other hand, al-Ījī constitutes his theory of knowledge based on hādith knowledge. Because the eternal knowledge is the knowledge of Allah, there is no necessity and acquirement. According to al-Ījī, “hādith knowledge” is divided into two parts as “darūrī / necessary knowledge” and “kasbī / acquired knowledge”. Al-Ījī, who makes extensive statements about necessary knowledge, does not enter detailed explanations about the acquired knowledge and expresses that the knowledge is only possible with the observing, and provides naẓarī (theoretical) knowledge in the majority of his work as a equivalent to “darūrī knowledge”. Adhering to this classification on knowledge made by the theologians before him, al-Ījī has applied the definition of knowledge -he put forward in the final analysis- to darūrī knowledge and naẓarī knowledge. According to him, due to the existential / ontological structure of human beings, darūrī knowledge is the knowledge brought from birth, that is, adjectives of human. Acquiring darūrī knowledge is not within the power of man. On the other hand, naẓarī knowledge depends entirely on the power of man. It is the knowledge that a person obtains through evidence by using some means. Naẓarī knowledge is an adjective of people having intellectual ability and using their intellectual faculties. In this paper, Aḍud al-Dīn al-Ījī’s description of knowledge and his approach to types of knowledge within the framework of this description will be discussed and his knowledge theory will be examined in detail. Keywords: Kalām, Knowledge, ʿAḍud al-Dīn al-Ījī, Kitāb al-Mawāqif, Ḍarūrī Knowledge, Naẓarī Knowledge.

Adudüddîn el-Îcî'nin Bilgi Teorisi / Aḍud al-Dīn al-Ījī’s Theory of Knowledge

Eskiyeni Dergisi, 2021

Knowledge is one of the most important subjects of the science of Kalām. The issue of “knowledge” plays a key role in the knowledge and determination of the principles of Islamic faith and in the efforts to prove what is required to be believed. The systems and methodologies of each Kalām School are shaped within the framework of the knowledge understanding of that Kalām School. The approach of the Kalām schools to theological issues and their provision of judgments are determined by reaching the truth (haqīqah) knowledge, what they accept as knowledge and what they do not accept. For this reason, the subject of knowledge takes its primary place in the works written on the Kalām. This situation put forth the importance of knowledge in the Kalām. Aḍud al-Dīn al-Ījī (d. 756/1355), one of the predecessors (muta’akhkhirūn) Ash’arī theolo-gians, is one of the Kalām scholar dealing with and clarifying the subject of knowledge. Al-Ījī is considered one of the leading figures of the post- Gazzālī Philosophical Kalām. Al-Ījī, who devoted his work Kitāb al-Mawāqif to creating his own Kalām methodology and striv-ing to determine a method in theological (Kalām) issues, allocated the introduction of this work to the subject of knowledge. Al-Ījī, who tries to produce a ultimate theory of knowledge by taking advantage of the classical Ash’arī tradition on knowledge, tried to form his own theory by revealing past mistakes and deficiencies in knowledge. It can be said that the Kalām started with knowledge. However, it is known that there is no consensus among theologians about the definition of knowledge. While Mu’tazilî schol-ars argue that knowledge is a belief, Ash’arī scholars argue that knowledge is an adjective (sifat), whereas Islamic philosophers claim that knowledge is a intellectual entity. Al-Ījī accepts that knowledge is an adjective. According to Al-Ījī, knowledge is the rela-tion/relative of the knowing to the known in a situation. In other words, knowledge is an adjective that exists and attaches itself to something. This adjective distinguishes itself from other information where it exists. In doing so, carried out in a manner based on tradition, not depending on a cause – effect relationship. Al-Ījī maintains that it is possible to obtain absolute knowledge. The classification of knowledge made by kalāmists in order to obtain absolute knowledge will help to under-stand what knowledge is. The kalāmists divided knowledge into eternal and hādith knowledge and stated that the eternal knowledge is the knowledge of Allah and the hādith knowledge is the knowledge of the created ones. On the other hand, al-Ījī consti-tutes his theory of knowledge based on hādith knowledge. Because the eternal knowledge is the knowledge of Allah, there is no necessity and acquirement. According to al-Ījī, “hādith knowledge” is divided into two parts as “darūrī/necessary knowledge” and “kasbī/acquired knowledge”. Al-Ījī, who makes extensive statements about necessary knowledge, does not enter detailed explanations about the acquired knowledge and ex-presses that the knowledge is only possible with the observing, and provides naẓarī (theo-retical) knowledge in the majority of his work as a equivalent to “darūrī knowledge”. Adhering to this classification on knowledge made by the theologians before him, al-Ījī has applied the definition of knowledge -he put forward in the final analysis- to darūrī knowledge and naẓarī knowledge. According to him, due to the existential/ontological structure of human beings, darūrī knowledge is the knowledge brought from birth, that is, adjectives of human. Acquiring darūrī knowledge is not within the power of man. On the other hand, naẓarī knowledge depends entirely on the power of man. It is the knowledge that a person obtains through evidence by using some means. Naẓarī knowledge is an adjective of people having intellectual ability and using their intellectual faculties. In this paper, Aḍud al-Dīn al-Ījī’s description of knowledge and his approach to types of knowledge within the framework of this description will be discussed and his knowledge theory will be examined in detail.

Ebü'l-Hasan el-Eş'arî'nin Kelâm Sisteminde Bir Bilgi Kaynağı Olarak Cedel

2012

In this article, the ?jadal? (dialectic ) which its foundation dates back to the Grecian philosophy what had meant before Ash?ari and how to be understood in his system has been comparatively explained . In the meantime, the concepts of nazar and muarada in Ash?ari?s dialectical system have been mentioned and also the common points and differences of these concepts have been discussed. Finally, the contribution of Ash?ari?s to the science of jadal has been considered.

İbn Sînâ Felsefesi’nde Bilginin Kategorisi Problemi

İbn Sînâ bilgiyi, "bilinen şeyin bilen nezdinde meydana gelmesi" (er-Râzi, 1970, s. 216) şeklinde tanımlamaktadır. Bu tanımdan hareketle İbn Sînâ epistemolojisinde bilginin mahiyetine yönelik bir araştırma, iki temel yönü içermektedir. Bilgi araştırması bir yandan bilgiyi elde eden öznenin varlık tarzına; diğer yandan da bilinen suretlere yani bilinen şeylerin nitelik ve hususiyetlerine yoğunlaşmak durumundadır. Bu bağlamda İbn Sînâ'ya göre bilen özne metafizik bir cevherdir ve ancak kendisine benzer özelliklere sahip bir sureti idrak edebilir. Dolayısıyla, İbn Sînâ felsefesinde bilen özne ve bilinen suret arasında karşılıklı bir gerektirme ilişkisi vardır. Birden çok bilinene nispet edilip tümel bir şekilde bilinen suret, Öz: İbn Sînâ, Kategoriler kitabında bilginin dâhil olduğu yüksek cinsleri, izafet ve nitelik olarak belirlemektedir. Bununla birlikte, araz olup olmadığı tartışmalı olan bazı kategorileri, Metafizik kitabında tekrar ele alarak araz olduklarının ispatını yapmaktadır. Bu bağlamda, bilginin araz oluşuna dair itirazları, felsefesinin en temel kavramsallaştırmalarından olan varlık-mahiyet ayrımı üzerinden aşmaya ve bilginin araz oluşunu ispatlamaya çalışan filozof, bilginin nefiste bulunmak bakımından araz olduğunu söylemektedir. Fakat İbn Sînâ'nın bu görüşü, çeşitli eserlerinde farklı imaları barındıracak şekilde ele aldığı bilgi tanımları tarafından kuşkulu hale gelmektedir. İbn Sînâ, kimi yerde bilgiyi maddi özelliklerinden soyutlanmış bir hakikatin kişide meydana gelmesi (husûl) şeklinde tanımlarken, kimi yerde ise, aklın bilgisine konu olan bilinen ile (makul) ile bilen öznenin (âkil) tek bir şey haline gelmesi olarak tanımlamaktadır. Bu tanımlardan ilkine göre, bilgi nefiste bulunan bir araz durumundayken, diğer tanımda bulunduğu yer ile aynı şey haline gelen bilginin araz olması mümkün görünmemektedir. Diğer taraftan, tarihsel olarak bilginin araz oluşuna dair problem, İbn Sînâ öncesinde onun yaptığı gibi müstakil olarak ele alınmamaktadır. Fakat problemin takibi, Yeni-Eflâtuncu şârihlerin genel olarak Aristoteles felsefesinin çıkmazlarına yönelik tartışmalarının konuyla ilgili imalarından yapılmaya çalışılmaktadır. Bu bakımdan, konu İbn Sînâ'nın kendisine intikal eden felsefi mirasın problemlerini, kendi felsefesinde nasıl aşmaya çalıştığını göstermesi bakımından önem arz etmektedir.

Ebu’l-Hasan el-Eş‘arî’de Nedensellik Karşıtlığı: Âdet Nazariyesi

Marife Dini Araştırmalar Dergisi, 2019

Kelâm ilminde nedensellik, sebep ile sonuç arasındaki ilişkiyi konu edinmektedir. İster tabiattaki hadiselerle bağlantılı olsun, isterse Allah-âlem ilişkisiyle bağlantılı olsun neden ile sonuç arasındaki ilişkinin zorunlu bir ilişki olup olmadığı hususu nedensellik meselesi bağlamında tartışılmaktadır. Tabiatçı düşünürlere göre her bir nesnede bir tabiat vardır ve âlemdeki tüm olaylar bu tabiatlar doğrultusunda gerçekleşmektedir. Âdet nazariyesinde ise, tabiatta cereyan eden tüm olaylardaki neden-sonuç ilişkisinde bir zorunluluğun olmadığı, sadece alışkanlıklarımız neticesinde bir ilişkinin olduğu kanısına varıldığı ifade edilmektedir. Bu çalışmada tabiattaki hadiselerin hem kendi aralarında hem de Allah Teâlâ ile olan ilişkilerinde bir zorunluluk arz edip etmediği konusu Ebu'l-Hasan el-Eş'arî'nin görüşleri bağlamında ele alınmaktadır. Eş'arî, tabiatta meydana gelen hadiselerin belli bir tabiat doğrultusundan ya da nesnelerin i'timâdlarından mütevellid olarak gerçekleştiği fikrini nedenselliği çağrıştırdığı gerekçesiyle eleştirmektedir. Ona göre tabiatta gerçekleşen tüm olaylar Allah'ın aracısız bir şekilde iradî olarak doğrudan yaratmasıyla meydana gelmektedir. Belli sebepler neticesinde belli sonuçların gerçekleşmesi zorunlu değildir, bilakis sonuçların bu şekilde gerçekleştiğine dair yaklaşım insanın alışkanlıklarından kaynaklanmaktadır. Eş'arî ve takipçisi kelâmcılar tabiattaki hadiselerde bir belirsizlik ya da düzensizliğin varlığına karşı çıktıkları gibi, sebebin sonucunu doğurduğu şeklindeki nedensellik görüşüne de karşı çıkmaktadırlar.

Gazzâlî’nin İlâhî Bilgi Konusunda İbn Sînâ Eleştirisi

SRA, 2021

Çalışmamız Ebû Hâmid el-Gazzâlî’nin (ö. 505/1111) Tehâfütü’l-felâsife adlı eserinin on üçüncü meselesi merkezinde Allah’ın bilgisinin mahiyeti konusunu tartışacaktır. Gazzâlî bu meselede genel olarak Müslüman Meşşâî filozofları, özelde ise Ebû Alî Hüseyin İbn Sînâ’yı (ö. 428/1037) dinden çıkmakla itham etmiştir. Bu bağlamda Tehâfüt’ün ikinci tekfir ithamını barındıran bu mesele; ‘filozofların zamanın şimdi, geçmiş ve gelecek şeklinde taksim edilmesiyle tezahür eden tikelleri Allah’ın bilmediğine dair görüşlerinin çürütülmesi’ başlığını taşımaktadır. Gazzâlî bu meselede, filozoflara karşı gelmenin üç safhasından bahseder: Öncelikle filozofların ne söylediklerini aktaran Gazzâlî, ikinci olarak onların iddialarını yorumlar. Son olarak da onların söylediklerini çürütme iddiasında bulunur. Yani Gazzâlî filozofları eleştirirken onların öncüllerinden yola çıkmakta, fakat sonuç itibariyle sadece kendi argümanlarını ciddiye almaktadır. Meseleyi aktarırken filozofların söylemini bir şarta bağlamıştır. Onun iddiasını şarta bağlaması, aslında anlatmak istediğini kendi belirlediği çerçevede yorumlayacağının göstergesidir.

“Bir Bilgi Edinme Teorisi Olarak İttisal Kavramının Tahlili İbn Bâcce’nin -İttisal el-Akl Risalesi Merkezli Bir İnceleme”, İslâmî Araştırmalar, 31/3, ss. 661-74 (2020

İslami Araştırmalar, 2020

Bilginin ne olduğu ve nasıl elde edildiği pek çok filozofun üzerinde durduğu önemli bir konudur. Felsefe varlık, bilgi ve değer üzerine rasyonel ve sistematik bir fikir üretmek demek ise bu sorun felsefenin önemli bir bölümünü işgal etmektedir. Meşşâî geleneğin Endülüs’teki önemli temsilcilerinden İbn Bâcce; “İttisalu’l-Akli bi’l-İnsan” adlı eserinde insanın yetkinleşme sürecinin birtakım bilgisel ve ahlaki kazanımları elde etmek suretiyle olduğuna dayanan bir teori ortaya atmıştır. İbn Bâcce’nin insanın biyolojik ve ruhi yapısını ortaya koymaktaki maksadı, onun nihai gayesini belirlemek ve ona nasıl ulaşabileceğini göstermektir. Çalışmamız İbn Bâcce’nin bahsettiğimiz eseri merkezinde diğer eserleri ve bu konuda yapılan çalışmalar dikkate alınarak hazırlanmıştır. İbn Bâcce’nin ittisal teorisini incelerken bazı kavramları daha net ifade edebilmek adına İbn Rüşd ve İbn Sinâ’nın konu ile ilgili çalışmalarını da ele almak gerekmektedir. Bu çalışmada; ittisal teorisi bağlamında Endülüs düşüncesine Aristoteles etkisi ve Müslüman filozofların özgün katkıları da gösterilmeye çalışılmıştır. Makalede aşağıdaki sorulara cevap aranmaktadır. Birtakım bilgisel ve ahlaki erdemlerle yetkinleşmek suretiyle aşkın (müteâl) bilgi kapısı insana açılabilir mi? İnsan herhangi bir dış yardım almadan kendi potansiyelini kullanmak suretiyle bilgi edinme noktasında ilahi yardıma erişebilir mi? İnsan aklı ile Faal Aklın ittisalinin mahiyeti nedir? Bu süreç sonunda elde edilen bilgiler genel geçer midir? Bireysel bir nitelik mi arz etmektedir? Soruları ile birlikte; İbn Bâcce’nin terminolojisinde, sufi, arif ve filozof kavramları ele alınarak, bunların bilgi edinme yöntemleri ve derecelerine göre insanlardaki yansımaları “İttisalu’l-Akli bi’l-İnsan” adlı risalesi merkezinde müzakereye açılacaktır.

Atebetü'l- Hakâyık'ın Tanıklığında Bilgi Metaforları

Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi/Journal of World Turkic Researchers, 2016

Bu çalışmada Hakaniye Türkçesi döneminin dinî-didaktik eseri Atebetü'l Hakâyık'ta Edib Ahmed'in yazdıklarından hareketle bilgi kavramı ele alınacaktır. Bu kavramların nasıl metaforlaştığı anlambilim yöntemleriyle açıklanacaktır.

Eş’ariyye’nin Kurucusu Ebü’l-Hasan el-Eş’arî

2012

Bu makalede Es‘ariligin kurucusu Ebu’l-Hasan el-Es‘ari’nin hayati ve onun dusuncelerine sekil veren hocalari ele alinmaktadir. Ayrica Es‘ari’nin ogrencilerinin, kendisinin goruslerinin yayilmasina olan esasli katkilarinin yani sira, onun eserleri hakkinda da bilgi verilmektedir. Son olarak da Es‘ari’nin, Mu‘tezile icerisinde baslayip Kullâbiyye’ye mensup olmasiyla devam eden ve akabinde adina nispetle “Es‘ariyye” adini alacak olan mezhebin kurulmasiyla tamamlanacak olan tarihi surec icerisindeki basarisi ve izledigi yontemin bilinmeyen yonleri aydinlatilmaya calisilmaktadir