İç Mekân Resimlerinde Yatak Teması Ve Çıplak Kadın Bedeniyle İlişkisi Kapsamında Mahremiyet Olgusu / The Phenomenon Of Privacy In Interior Paintings In The Context Of The Bed Theme And Its Relationship With The Naked Woman Body (original) (raw)
Related papers
İç Mekandaki̇ Yüzeyleri̇n Görsel Özelli̇kleri̇ Ve Işik Arasindaki̇ İli̇şki̇
2022
İç mekanı oluşturan tüm yüzeyler farklı işlevleri karşılamakta ve kullanıcıda çeşitli duygular ve algılar yaratmaktadır. Yüzeyler, kendisini oluşturan malzeme özelliklerine bağlı olarak bu ihtiyaçlara cevap vermektedir. Her malzemenin ise kendine özgü biçim, renk ve doku gibi görsel özellikleri vardır. Bu görsel özellikleri de görünür kılan ve algılanmasını sağlayan ışıktır. Işık mekandaki yüzeyleri etkilediği gibi, kendisi de temas ettiği yüzey ile şekillenmektedir. Kullanılan yüzeyler ve ışığın mekan içindeki birbiri ile interaktif davranışı, mekana farklı anlamlar kazandırmakta ve kullanıcıda çeşitli algılar oluşturmaktadır.
2019
Özet Kadınları sosyal yaşamın dışında bırakan geleneksel yapı Batılılaşmayla kırılırken kadınlar öne çıkarak değişimin simgesi haline gelmiştir. Resim sanatı da bu süreçte Batılı biçim ve teknikler doğrultusunda değişmekte, temsil ettikleri farklılaşmaktadır. Ya-şamı evinde geçen kadınlar, erken dönem Türk resminde de çoğunlukla kapalı mekânda temsil edilmişlerdir. Kadınların kamusal alandaki varlığı artarken, resim sanatında da kadın figürünün temsilinde bir değişimin olup olmadığı önemli bir sorunsaldır. Ça-lışmanın amacı, Türk resminde kadın imgesini vurgulamak ve toplumsal anlamda kamusallığın oluşumunda bu imgenin önemine dikkat çekmektir. Çalışmada, 20. yüzyılın ilk yıllarında Türk toplumunda kamusallaşma yönündeki değişim, Jürgen Habermas'ın kamusal alan tanımı doğrultusunda ele alınmış, erken Türk resminden seçilen, kadın figürünün kamusal alanda temsil edildiği resim örneklerinin incelenmesiyle eser analizi yöntemine başvurulmuştur. Araştırmanın sonucunda kamusal alanı temsil eden re-sim örneklerinin Batılılaşma ile değişen sokak yaşamını belgelemenin ötesinde olduğu, modern yaşamın simgesi olarak görülen kadın figürü ile amaçlanan modernleşmeye uygun sahnelerin yaratıldığı görülmüştür. Anahtar Sözcükler: Osmanlı Devleti, Batılılaşma, kamusal alan, Türk resmi, kadın imgesi The Importance of the Image of Women in Construction of the Public Sphere in Western Style Turkish Painting Abstract As the traditional structure marginalizing women has been broken with Westernization in late Ottoman Period, women have stepped forth to become symbols of change. Meanwhile, the art of painting has been changing along the lines of western forms and techniques, and its representations begin to differentiate. Spending most of her time in the household, the women in early era Turkish painting are often depicted indoors. However, while women's presence in the public sphere increase; it's an important question as to whether there are any changes in the representation of the female figure in the art of painting. The purpose of this work is to emphasize the image of women and to draw attention to its importance in construction of the public in a social sense. In this essay, the changing of Turkish public life in the first years of 20th century was being taken in accordance with Jürgen Habermas's theory of public sphere. The research is preferred to image analysis get through a view of the selected works which represent of women in public sphere. The research finds that the images representing the public sphere are beyond documenting the changing street life as a result of Westernization, also the image of women as the symbol of modern life is used to create modern scenes.
Çağdaş Sanatta Kadınlık İmgelerinin Kişisel Bellekle İlişkisi
İlişkisi" isimli eser metnim, kişisel tarihimi yansıtan imgeleri anlamlandırdığım ve yeniden kurguladığım çalışmalarımla paralel gelişen bir süreci imlemektedir. Kadınların sanatta kişisel olanın arayışlarının bende yarattığı etkiyle, "Vahşi Kadın Arketipi Ve Heykel" isimli yüksek lisans tezimde araştırdığım, kadına dair arkaik birikimlerimizi yansıtan formlardan ziyade, kişisel belleğime dair imgelerin kadınlık imgeleriyle olan ilişkisi çalışmamın temel meselesi hâline gelmiştir. Diğer yandan, kişisel ve toplumsal anlamda değişen kadınlık imgeleri, bir kadın heykeltıraş olarak içinde yaşadığım toplumla birlikte, eril dilden tamamen sıyrıldığım kendi serüvenimin nüvelerini bulmamın başlangıç noktalarıdır. Bu konuyu seçme ve tamamlama sürecinde desteği ve dostluğu ile bana cesaret veren danışmanım Prof. Neslihan Pala, Dr. Öğr. Üyesi Ömer Emre Yavuz ve Doç. Dr. Seda Yavuz'a; eser metnimi bitirme sürecinde yardımlarını esirgemeyen sevgili dostum Arş. Gör.
Mimar-ist, 2013
This article argues the transforming potential and the shifting expression of intimacy through discussing it from the transfiguring perception of domestic space. Focusing on both the notions of exposure and intimacy, the essential question is addressed via bridging the notions through a Deleuzian concept of becoming woman, while undermining the ideology of being the other. Besides, questions of ‘in what extends the architectural design is generated for the user’, or ‘in what extends it becomes the projection of the architect’ also rise as the supplementary queries of the discussion. After a brief introduction about Farnsworth House, the discussion begins by highlighting the notions of intimacy and interiority, whilst mentioning their relation with modernist paradigm. Consequently the next section debates the processes of becoming the other and the notion of becoming-woman by briefly interacting with gender and space issues, and the impact of re-domestication policies of the epoch. The paper would be concluded with a final stress on the transitive character of the design ideology in terms of creating the Farnsworth house as the body of diverse interactions. Mies van der Rohe'nin Amerika'da inşa edilen müstakil konut projesi olan Farnsworth Evi'ne odaklanan bu metin, bir taraftan evin dönemi içerisindeki kuramsal ve mimari anlamdaki eleştirel duruşunu art-yap›salcı paradigmalar çerçevesinde tartışmaya açmayı hedeflerken; diğer taraftan da, mahremiyet olgusu ve mekân etkileşimi ile, 1950'lerin kadını yeniden-evcileştirme politikaları çerçevesinde, modernist konut konseptinin öne ç›kan rolünü de elefltir-meyi amaçlar. Gerek bekâr ev sahibesi Dr. Farnsworth'un sosyoekonomik konumu açısından, gerekse bir hafta sonu evi olmas› ve kullanıcı olarak da bir aile bütününe hizmet etmediği için, mekânsal ihtiyaçlar ba¤lam›nda daha kapsamlı bir ihtiyaç program›n›n geliştirilmediği ve tüm bu sebepler neticesinde geleneksel anlamda bir 'yuva'ya da dönüflemeyen Farnsworth Evi (Ekici, 2000), söz konusu bu gerek-çelerin uzantısında, döneminin oldukça ayk›r› örneklerinden biri olarak kabul edilmektedir. Bu çerçevede, belirtilen özelliklerinin de etkisiyle, Farnsworth Evi, modern konut olgusunun geliflimi sürecinde Deleuzyen anlamda minor bir unsur, bir az›nl›k olarak de¤erlendirile-bilir. fiüphesiz, Farnsworth Evi ayn› zamanda Mies van der Rohe'nin tasar›mlar›nda önemli bir yer tutan, çözülen kabuk, eriyen çeper ve serbest hacim gibi dönemi için avant-garde olarak da değerlendirebileceğimiz mekânsal de-neylerinin nihai aflamalar›n›n gerçekleştirildiği, şeffaflığın yapının tüm dış yüzeyinde egemen oldu¤u, dolay›s›yla iç ve dış ilişkilerinde, son derece etkili bir bütünleşmenin sağlandığı, eşsiz bir iç-dış sürekliliği anlayışına iflaret eder. Dolayısıyla Farnsworth Evi, temsil ettiği bu farkl›laflan ve tikel konumundan hareketle ve bir bak›ma da dönemi içerisinde gelişen ötekileşen konumu sebebiyle bu makalede konu edilmektedir. Bu bağlamda, söz konusu bu elefltirel me-tin dahilinde, Farnsworth Evi'nin öteki olma süreçlerinin Deleuzyen bir bakış açısıyla, öteki-oluş, kadın-oluş kavramlarıyla etkileşerek tartışılması amaçlanmaktadır. Bu anlamda metin tanımlayıcı (deskriptif) ve eleştirel (kritik ve yer yer spekülatif) bir kurguda strüktüre edilmiş, yöntem olarak Farnsworth Evi, mimari özellik-leri ve döneminin sosyopolitik söylemi içerisindeki duruşuyla tanımlanmıştır. Buradan hareketle, konut kavramı üzerinden mahremiyet ve özel alan olgularının, gerek elefltirel bir yaklaşımla, gerekse daha sonraki dönemlerde geliflen art-yapısalcı düşüncenin ürettiği birtakım kavramlarla spekülatif olarak tart›fl›lmas› ve ortaya konacak böylesi bir heterojen münazara ile, Farnsworth Evi örneği üzerinden öteki-oluşlar›n mekânsal olarak mimarl›k söyleminde karşılık bulmasına vurgu yapılacaktır. Bu kapsamda, Farnsworth Evi'yle ilgili açıklayıcı bir girşln ardından, 19. yüzy›ldan başlayarak 20. yüzy›l ortalar›na kadar gelen zaman diliminde, kad›n›n toplumsal yap›da de¤iflen varlığına ve konumuna bağlı olarak, evcil ortamının dönüşümü k›saca tan›mlanacakt›r. Ardından tartışmanın kavramsal çerçevesi, yine bu bölümde oluflturulacak, kadın-oluş ve öteki-oluş kavramlar›na da yine bu bölümde değinilecektir. Tartışma Farnsworth Evi'nin 'öteki-oluş' haline tekrar de¤inilerek sonlandırılacaktır. Farnsworth Evi Bilindi¤i gibi, tasar›m ve uygulamas› Mies van der Rohe tarafından 1945-51 y›llar› aras›nda gerçeklefltirilen Farnsworth Evi, 42 yaşındaki bekâr ama başarılı nefrolojist Dr. Edith Farnsworth için, bir hafta sonu evi olarak tasarlanmıştır (Schulze, 1985) (Resim 1). Söz konusu bu mimarl›k hizmeti için Bayan Farnsworth'a Mo-MA taraf›ndan Le Corbusier, Frank Lloyd Wright ve Mies van der Rohe'nin tavsiye edildi-¤i, ama ayn› flehirde yaflad›klar› gerekçesiyle Bayan Farnsworth'un hafta sonu evini tasarlamas› için Mies van der Rohe'yi tercih etti¤i aktar›l›r (Schulze, 1985). Ev, Chicago'nun kentsel yerleflim alan›n›n d›fl›nda, Fox Nehri'nin do¤al ortam›nda Plano-Illinois yak›nlar›nda konumland›r›lm›flt›r (Lo-han, 1976: 4). Döfleme ve tavan düzlemlerinin 28 mimar•ist 2013/2
Öz Yetişkinlerde mahremiyet algısına kaynaklık eden unsurları anlamayı amaçladığımız bu çalışma nitel araştırma yöntemlerinden görüşme yoluyla gerçekleştirilmiştir. Fenomenolojik desenin kullanıldığı araştırmada amaçlı örnekleme yoluyla belirlediğimiz 12 yetişkinden elde edilen veriler betimsel olarak analiz edilmiştir. Yetişkinlerde mahremiyet algısı ve mahremiyet algısının kaynağı çalışmanın iki ana temasını oluşturmaktadır. Yetişkinler mahremiyet kavramını kişiye ve aileye özel durum, gizlilik, yasaklılık, dokunulmazlık, izinsiz müdahil olunmaması gereken alan ve korunması gereken şeyler olarak tanımlamıştır. Bir durumu mahrem kılan sebepler dini hükümler ve toplumsal yargılar olarak kendini göstermektedir. Bedenin dokunulmazlığı, cinsellik, karşı cinsle ilişki, ergenlik, evlilik ve aile hayatı, düşünce ve dini inanç mahrem kabul edilen konulardır. Yetişkinlerin mahrem davranışlardan kaçınma sebepleri içsel ve dışsal sebepler olarak temalandırılmıştır. İçsel sebepler özel hayata duyulan saygı, zarar verme/görme korkusu ve kişisel hükümler olarak, dışsal sebepler ise haramdan kaçınma, toplumsal uyum ve anne babaya itaat şeklinde belirlenmiştir. Araştırma sonucunda yetişkinlerdeki mahremiyet algısına kaynaklık eden unsurların kişisel kanaat, aile, toplum ve din olduğu ortaya çıkmıştır. Anahtar Kelimeler: Din Eğitimi, Mahremiyet, Yetişkinlik, Mahremiyet Algısı, Mahrem Davranış.
Aylaklığın Cinsiyeti ve Fotoğraf - Gender of Flanerie and Photography
19. yüzyıl pasajlarının aylak gezeri flanör, Charles Baudelaire'e atıfla Walter Benjamin'in analiz ettiği bir karakterdir. Bohem, yalnız, gizemli, pasajları evi gibi gören... Birçok sıfat kullanılabilir flanör için ancak bu kavram zaman içerisinde sınırlarının ötesinde bir düşünce biçimine karşılık gelmiştir. Öte yandan flanör olarak döneminde adlandırılanların ve daha sonrasında da 'bakmak' eyleminin erkeğe atfedilmesi nedeniyle, bu kavramdaki toplumsal cinsiyet bazı kuramcılar tarafından sorunlu görülmüştür. Daha sonra bu terime karşılık 'flanöz' terimi de kullanılmaya başlanmıştır. Bu çalışmada aylaklığın 'bakış' olan ilişkisi üzerinden flanörün cinsiyeti sorunsallaştırılacak ve 20. yüzyılın flanör olarak adlandırılabilecek kadın fotoğrafçıları üzerinden örneklendirilecektir. Flaneur, the idle wanderer of 19th century passages is a character analyzed by Walter Benjamin referred to Charles Baudelaire. Bohemian, lonely, mysterious, one who lives in passages like home.... Many adjectives can be used for flaneur but this term turned to a way of thinking beyond its limits. On the other hand, those who were named as flaneurs at that time were men. It was because having a 'gaze' in that period was attributed to men as well. Therefore flaneur term was seen problematic according to some theorists. They prefered the term 'flaneuse'. It is aimed to problematise the gender of flanerie in that paper and also the relation with 'gaze' and 'photography'.
Dil ve Edebiyat Araştırmaları/Journal of Language and Literature Studies, 2024
Birçok toplumda olduğu gibi, Japon toplumunda da tabu olarak görülen bekâret, II. Dünya Savaşı sonrası Japonya'sında kadının sosyal statüsünün değişmesiyle birlikte önemini kaybetmeye başlamıştır. Kadın ve bekâret konuları Nobel ödüllü Japon yazar Kawabata Yasunari'nin eserlerinde de çokça görülmektedir. Kawabata, eserlerinde kadınların görsel tasvirlerini büyük titizlikle yapmakta, kadınların toplum içi rollerini vurgulamakta ve aynı zamanda bekâret temasını da sıkça işlemektedir. Bu eserlerden birisi de Uykuda Sevilen Kızlar (『眠れる美女』-Nemureru Bijo) eseridir. Bu eser, II. Dünya Savaşı sonrasında yayınlanan ve bakire kızlar ile birlikte uyuyan, yaşlı Eguchi'yi konu almaktadır. Bu çalışmada, Kawabata'nın savaş sonrası eseri Uykuda Sevilen Kızlar ele alınmış olup, bakire kızlarla birlikte uyuyan Eguchi karakterinin "bekâret" üzerine düşünceleri, bu düşüncelerdeki değişim, Todorov'un nitelemeleri ve değişimi ön plana çıkaran yapısal anlatı çözümleme yöntemi ile ortaya konulmuştur. Böylece Japon toplumundaki savaş sonrası toplumsal bir tabu olan "bekâret" olgusuna yönelik fikir değişimi ile Kawabata'nın eseri arasındaki paralellik ortaya konulmuş, Japon toplumundaki bir algı değişimine tanıklık edilmiştir.
Medeniyet Sanat Dergisi, 2021
[TR] İnsanoğlu varoluşundan itibaren kendi yaşamına ait öğeleri bir yüzey üzerine aktarma ihtiyacı hissetmiştir. Bu öğeler kimi zaman çevresine değer katma amacıyla kimi zaman ise yok olmaya karşı ölümsüzleşme arzusuyla yapılmıştır. Bireyin ayırt edici en temel özelliklerini yansıtan portreler ise bir ölümsüzleştirme pratiği ve ifade biçimi olarak sanat alanındaki varlığını uzunca bir süredir devam ettirmektedir. Portreler fiziksel olarak ayırt edici özellikleri sunmasının yanı sıra, ele alınan kişiye ilişkin misyonu taşıyıcı bir rol de üstlenmektedir. Her ne kadar kavram olarak ele alınan kişinin kimliğini yansıtan bir tür olarak kabul edilse de çağın değişen ihtiyaçlarına, üslupsal eğilimlere ya da bakış açılarına göre bağlamı sürekli bir biçimde değişime uğramaktadır. Özellikle değişen dünya koşulları ve buna koşut olarak yaratılan yeni plastik değerlerle geleneksel yaklaşımlardan uzaklaşan portrelerin kimliği yansıtan misyonunun yerini anlık dışavurumların aldığı görülmektedir. Portreler, biçim-içerik yönünden geçirdiği evrim neticesinde, yapılış anına ilişkin saptanan verilerin taşıyıcısı durumundan, sanatçının bakış açısının ön plana çıktığı, yalnızca plastik bir düzenleme ya da ele alınan model üzerinden mesaj ileten bir aygıta dönüşmektedir. Portrelerin dışavurumcu yaklaşım ile kimliğinden soyutlanma sürecini ele alan bu makale, portre sanatının ilk örneklerden başlayarak, süreç içerisinde geçirdiği biçimsel değişimleri ve kimliğe ilişkin sorunları örnek çalışmalarla analiz ederek, günümüz portrelerindeki deforme etme eğilimini nedenleriyle birlikte ortaya koymayı amaçlamaktadır. [EN] Since its existence, humankind has felt the requirement to transfer the symbolic elements of their life onto material surfaces. These symbolic elements were sometimes made to add value to its environment and sometimes with the desire to become immortal against extinction. Portraits, which reflect the most basic distinctive characteristics of the individual, have been continuing their existence in the art for a long time as an immortalization practice and a form of expression. In addition to presenting physically distinctive features, portraits also play a role in conveying the person's mission being addressed. Although it is accepted as a genre that reflects the person's identity as a concept, its context is constantly changing according to the changing needs of the time, stylistic trends, or point of view. In particular, with the changing world conditions and the new plastic art values created in parallel with this, it is seen that instant expressions replace the mission of portraits reflecting an identity that diverges from traditional approaches. Portraits, as a result of the evolution they have gone through in terms of form and content, transform from the state of transmitting the determined data regarding the moment of their making to a device that conveys a message through only a plastic arrangement or the model under consideration, in which the artist's point of view comes to the forefront. This article discusses the process of isolation from the identity of portraits with an expressive approach, aims to reveal the deforming tendency in today's portraits, starting with the first examples, by analyzing the formal changes and identity-related problems in the process.
Geç Dönem Osmanlı Resim Sanatında Kadın İmgesinin Temsili
19. yüzyılda Osmanlı’da kadının toplum içindeki yeri, Tanzimat Dönemi ile başlayan modernleşme çabalarıyla birlikte tartışılmaya başlanmıştır. Batılılaşma döneminde, Osmanlı’nın erkek egemen aydın sınıfı tarafından modernleşme hareketi içinde kadına bir takım görevler biçilmiştir. Ancak devletin ve dönemin aydınlarının kadın meselesine yaklaşımı ıslahatçı olduğu kadar muhafazakâr da olan, ikili ve çelişkili bir tutum niteliği taşımaktadır. Bu zihniyetle kadınların haklarından çok görevleri üzerinde durulmuş ve toplumsal hayata katılımları sınırlandırılmıştır. 19. yüzyılda Batı etkisinde gelişen Osmanlı resim sanatında, sanatçılar kadın figürlerine resimlerinde yer vermişler ve dönemin kadına bakış açısını önemli ölçüde yansıtmışlardır. Meşrutiyet’le birlikte özellikle üst sınıfa mensup kentli kadınların hayatında belirginleşmeye başlayan değişimler, bu kadınların yeni yaşam tarzı, Avrupai giyim kuşam tercihleri ve kamusal alanla ilişkileri, Osmanlı sanatçılarının resimlerinden izlenebilmektedir. Dönemin sanat merkezi olarak tanımlanan Paris kentinin kültür sanat ortamıyla doğrudan ya da dolaylı olarak iletişim ve etkileşim halinde olan bu sanatçılar, resimlerindeki kadın imgelerini, Fransız İzlenimcileri’nin konu repertuarlarında bulunan kadınlık mekânlarına yerleştirmişlerdir.
Çağdaş Türk Resmi̇nde İç Mekân
The Journal of Academic Social Sciences, 2019
With the developing and changing social structure and understanding of art in contemporary Turkish painting, the spaces in which paintings are studied have changed. There have been different periods in human history that have resulted from sociological, psychological, economic, cultural, scientific and technological changes. Throughout history, artists have perceived the space according to the art concept of the period and have reflected it in their paintings. In this article on 'interior space in contemporary Turkish painting', the process of historical change of the concept of interior space in the art of painting and the collection of the results in a source by analyzing the works of the artists who include the interior space in their works were found important in terms of contributing to the historical literature of painting. In this research, literature, albums, museums, catalogs and books were used and appropriate texts and sample pictures were determined. The interior paintings of the ten painters considered in Turkish painting after 1950 show modern and village house interior works in general..In some artists, paintings are integrated with the interiors of restaurants, entertainment venues and workshops. Generally, interior paintings are made with classical perspective. In almost all works, Expressive and Reflective theory is seen.