ÖLÜM SOSYOLOJİSİ: GELENEKSEL VE MODERN TOPLUMDA ÖLÜMÜN TOPLUMSAL ANLAMLARI (original) (raw)

DEKOLONİZASYONDAN MODERNLEŞMEYE HAİTİ VE TÜRKİYE'DE SOSYOLOJİNİN DOĞUŞ SÜRECİNİN KARŞILAŞTIRILMASI

Sosyologos dergisi, 2019

Özet Bu makale modernite karşısında Türkiye ve Haiti sosyolojisinin doğuş sürecini Batı epistemesi ile kurdukları ilişkilerin kaynağı, nedeni ve sunulan perspektifler açısından incelemektedir. Haiti ve Türkiye modernite sürecine örtük olarak katılmışlardır. Türkiye teşvik eden olarak Haiti ise maruz kalan olarak katılmıştır. Moderniteye katılışın tarzı, iki ülkenin Batı epistemesi ile kurdukları ilişkiyi tayin eder. Somut olarak bu ilişkiyi sosyolojinin kurumsallaşma dinamiklerinde de izleyebiliriz. Bu çalışma bahsedilen ilişkiyi Türkiye'de sosyolojinin hızlı kurumsallaşmasını ve Haiti'nin moderniteyi eleştirmek adına sosyolojiyi reddederek etnolojiyi tercih etmesi bakımından incelemektedir. Türkiye' de sosyoloji moderniteyi getiren bir araçtır, Haiti'de ise sosyoloji daha doğrusu etnoloji moderniteye karşı kullanılan bir araçtır. Modernite karşıtı perspektif olarak Türkiye yine Batı'dan gelen postmodernite teorilerine başvurmaktadır Haiti ise postkolonyal teorileri redderek dekolonyal teorileri kullanmaktadır. Türkiye'nin moderniteye eleştirisi epistemik ilişkilerini yeniden tanımlamaktan ziyade reform yapma şeklindedir.. Haiti ise modernite-kolonyal episteme ilişkilerini dekolonize ederek akolonyal bir epistemeyi alternatif olarak sunmayı amaçlanmaktadır. Anahtar kelimeleri: Haiti, Türkiye, Modernite, Sosyoloji, Episteme, Dekolonyalite, Akolonyalite, Haiti Devrimi. Giriş Post-kolonyal olarak adlandırılan ülkelerin ve Orta Doğu ülkelerinin modernite ile kurdukları ilişkilerin ve bağlantıların akademik alanda dikkat çektiğini ve daha fazla tartışma yarattığını görebiliriz. Modernite ile bahsettiğimiz ilişkiler çeşitli alanlarda takip edilir. Bunlar: siyaset, ekonomi, kültür, değer ve bilim(épistémè) alanlarıdır. Bu makalede amacımız

AKIŞKAN MODERN KOŞULLARDA ÖLÜM KİMLİĞİ

2022

Ölüme yazgılı olduğunu bilerek yaşayan insanoğlu, düşünce tarihi boyunca bu yazgının anlamını sorgulamaya çalışmıştır. Ölüm kimi zaman ulaşılması gereken bir “hakikat”, kimi zaman da herhangi mistik anlam taşımayan bir “hiçlik” olarak düşünülmüştür. İlkel dönemlerde insanlar ölümü dışsal ve kötü güçlerin bir sonucu olarak görürken, Ortaçağ döneminde bu perspektif tümden değişmiş ve ölüm zorunlu, ancak doğal bir son olarak algılanmaya başlanmıştır. Ortaçağ’ın geleneksel yaşam biçiminin ölüm fotoğrafı, “yatakta ölüm” imgesinde hayat bulur. Ölüm bu anlayışta yaşam dinamiklerinin bizatihi içinde, doğal ve evcilleştirilmiş bir mevzu olarak kavranır. Öte yandan modern toplumsal koşullar, ölümün kendisine karşı yürütülen topyekûn bir savaş halini ifade eder. Mezarlıklar genellikle kentin dışında ve yaşam alanlarına uzak yerlerde konuşlandırılır. Modern zamanlarda ölüm vahşi, tiksindirici ve tatsız bir konu halini almıştır. Ölüm bu şekilde yaşamsal mekânların dışına çıkartılırken; diğer yandan da “salgın”, “hastalık” vb. çeşitli nedenlere bağlanarak tıbbi yöntemlerle baş edilebilir bir olguya dönüştürülür. Ayrıca modernlik, ölümün üstesinden gelebilmek için “ulus” adı verilen grup aidiyetliğine dayalı “yurttaş” temelli kolektif bir kimlik duygusuna başvurmuştur. Aşkın bir hedef olarak ortaya konulan söz konusu aidiyet, mensuplarından kendi bireysel benliklerini feda ederek ölümsüzlük tecrübesine ulaşabileceklerini vaat etmiştir. Nihayet akışkan (ya da geç) modern toplumda ise ölüm ve ölümsüzlük ilişkisi bu kez topyekûn yerinden edilmiştir. Artık yaşamın her anı, ölümsüz bir an ve yaşamdaki her tecrübe de bir ölümsüzlük deneyimidir. Ölümlülük, moda ve ün kavramları, hazlara dayalı yeni toplumsallığın birlikte anılan yeni anahtar sözcükleridir. Böylesi bir toplumda geride kalan yitimsiz hiçbir şey yoktur. Bu çalışmada, öncelikle Batı düşünce geleneğinde “ölüm” kavramının nasıl ele alındığına ilişkin genel bir betimleme yapılacaktır. Ardından da gönderimleri tarih boyunca sürekli değişen ölüm sorunsalı üzerinden toplumsal kimliklerin nasıl inşa edildiğine dair felsefi, tarihi ve politik gönderimleri olan bir değerlendirmeye girişilecektir.

TÜRK HALK ANLATILARINDA ÖLÜM RUHU MOTİFİ

In this study, the motif of the “spirit of death”, understood to be the force which causes death, has been located and analyzed as it appears in Turkish epics, tales, legends, stories and panegyrics.

UYGUR TÜRKLERİNDE ÖLÜM İLE İLGİLİ İNANIŞ VE ADETLER

ÖZET Bilindiği gibi, ölüm insanın fiziki dünyadan metafizik dünyaya geçişini sağlayan bir olgudur. İnsan öldükten sonra metafizik dünyada ruh/ervah olarak yaşamaya devam eder. Ölenin öbür dünyaya rahat geçmesi ve orada huzurlu yaşaması için örf ve adetlere, dini kurallara uygun bir şekilde uğurlanması ve defnedilmesi gerekmektedir. Ölümle ilgili örf adetlerin tespiti ve sistematiğinin incelenmesi bu bağlamda büyük önem arz eder. Türklerdeki ölüm, ölü ve ruhla ilgili uygulama, inanç ve adetlerin geçmişini Çin kaynaklarından ve Orkun Yazıtlarından takip edebilmekteyiz. Eski Türklerde ölüm ruhun bedeni terk etmesiyle meydana gelir. Ruh, ölüm anında kuş olarak uçup gider. Ölü yuğ/cenaze töreniyle defnedilir. Yoğçı / sığıtçılar yas tutarlar. Ölen için yuğ/ölü aşı verilir. Bu temel şema bugün de pek fazla değişmiş değildir. Ancak farklı din ve kültürlerin etkisiyle bazı biçimsel değişiklikler söz konusu olmuştur. Uygurlar, geçmişten günümüze en çok din değiştirmiş Türk boylarından birisidir. Dolayısıyla Uygur Türklerinin kültürü çok katmanlı senkretik bir özelliğe sahiptir. Bu özellik Uygur Türklerinin ölüm olgusu etrafında oluşan örf ve adetlerinde de açıkça görülmektedir. Bu örf ve adetler, genelde diğer Türk boyları arasındaki örf ve adetlerle benzerlik göstermekle birlikte, özelde kendine has bazı hususiyetlere de sahiptir. Ölenin ardından yüksek sesle ağlanması, beyaz kuşak ve beyaz başörtüsünün yas işareti olarak kullanılması, mezar başında çırağ ve ateş yakılması, mezara koç boynuzu, dağ keçisi boynuzu, at kafası konulması, çaput bağlanması, mezarın beşik biçiminde yapılması, "üç nezir", "yette nezir", "kırkı nezir", "yıl nezir" adları altında ölü aşı/yemeği verilmesi, yağ koklatılması, ölen için Kur'an okunup dua edilmesi gibi hususlarda bu genel ve özel durumu gözlemlemek mümkündür. Bu makale, Uygur Türklerindeki ölüm, ölü, ruh/ervahla ilgili oluşan inanış ve adetlerin genel ve özel durumları hakkındadır.

Ölüm Olgusu Ve Ölümün Sosyoloji̇k Etki̇leri̇

2019

Din yapisi icinde de insan hayatinda yerini bulan olum kavrami ilahi olarak adlandirilan dinler icin bir yok olus veya son degil, yeni bir hayata acilan bir gecis evresi mahiyetindedir. Bu baglamda Islam dini incelendiginde de gerek bu dinin kutsal kitabi olan Kur’an – i Kerim’de ve gerekse Hz. Muhammed’in sozlerinde olumun varliginin ve farkli bir aleme acilan bir kapi oldugunun sikca islendigini gormek mumkundur. Insan ve toplum yapisi acisindan her donemde varligi kabul edilen olumun, icerik itibariyle olumsuz bir durum olarak karsilansa da, toplumsal anlamda birlik, butunluk saglama gibi islevleri de oldugu gorulmektedir. Ozellikle olen kisinin ardindan yapilan uygulamalarda gorulen bu durum normal veya normal disi olumlerde de ortaya cikmakta ve toplumsal dayanismanin saglandigi bir yapi kazanmaktadir.