EŞYAYA CAN VEREN ŞAİR SEDAT UMRAN’IN ŞİİRİNİ KURAN NESNELER (original) (raw)
Related papers
SÜTAD EDİRNE ŞEHABEDDİN PAŞA CAMİİ HAZİRESİ MEZAR TAŞLARI ( MURAT KARADEMİR İBRAHİM KUNT)
Öz "Edirne Şehabeddin Paşa Camii Haziresi Mezar Taşları" konulu bu çalışmada, hazirede yer alan Osmanlı Dönemine ait toplam 22 adet mezar taşı sanat tarihi açısından belgelenerek değerlendirilmiştir. Katalogda yer alan örneklerin tümü fotoğraflanarak belgelenmiştir. Mezar taşlarının kitabeleri okunmuş, başlık tipleri, formları ve bezeme özellikleri ele alınarak Türk mezar taşı sanatı içindeki yerleri belirlenmeye çalışılmıştır. Çalışmada her bir mezar taşı ayrı ayrı ele alınmış ve bu taşlar üzerinde genel bir değerlendirme yapılmıştır. Mezar taşlarından 18 tanesi toprak mezar taşı, 3 tanesi çerçeveli mezar taşı ve 1 tanesi de sandık (lahit) tipi mezar taşıdır. İncelemiş olduğumuz mezar taşlarının üzerinde tarih ibaresinin yer aldığı en eski tarihli örnek M. 1648 yılına, en geç tarihli örnek ise M. 1889 yılına aittir. Mezar taşlarında işleme türü olarak zemin oyma tekniği, süsleme kompozisyonu olarak ise selvi ağacı, asma ağacı, lale, gül, yapraklı çiçekler, kıvrık dallar, stilize palmet ve akantus yaprağı motiflerine yer verilmiştir. Osmanlı Mezar taşları estetik görünümlerinin yanı sıra meslekler, unvanlar ve inanışlarla ilgili önemli bilgiler vermektedir. Bu haziredeki mezar taşları sosyal, ekonomik ve kültürel açıdan mezar taşı yapma geleneğini devam ettiren daha çok sade örnekler olarak dikkat çekmektedir.
OSMANLI EDEBİYATINDA BİR EDEBÎ ELEŞTİRİ METNİ: ŞERH-İ CEDÎD Ü MUHTASAR-I MÜFÎD
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019), 2019
Edebiyatımızda Gülistan’ın tamamını veya sadece dibacesini konu alan birçok tercüme ve şerh yazılmıştır. Gülistan’ın dibacesine yapılan şerhlerin birincisi Lâmi’î Çelebi’ye, sonuncusu ise Safvet’e aittir. Şerh-i Cedîd ü Muhtasar-ı Müfîd adını taşıyan bu eser, 1200/1786’da yazılmaya başlanıp bir yılda tamamlanmıştır. Eserin giriş kısmında, Gülistan’ı şerh eden şârihlerden bahsedildikten sonra bunlar arasında en başarılısının Sûdî-i Bosnevî olduğu; ancak onun da iştikak yani kelime türetimi konusunda hatalar yaptığı belirtilmiştir. Safvet, eserini hazırlama sürecini detaylı bir şekilde açıklamıştır. Buna göre Safvet, Şerh-i Cedîd ü Muhtasar-ı Müfîd'i hocası Necib’in, Sûdî-i Bosnevî’nin şerhi üzerinde yaptığı düzeltmeler kaybolmasın diye kaleme almıştır; ancak bunu yaparken kendisi de epeyce ekleme ve düzeltmeler yapmıştır. Yani bu eser aslında Sûdî-i Bosnevî’nin Gülistan şerhinin dibace kısmına, Necib ve Safvet tarafından yapılan ekleme ve düzeltmeleri içeren bir eleştiridir. Safvet, bunları belirttikten sonra çalışmasını yeni bir eser olarak addedip ona Şerh-i Cedîd ü Muhtasar-ı Müfîd ismini vermiştir. Bilindiği üzere eski metinlere yönelik eleştiriler sayfa kenarlarına kaydedilen ve der-kenar tabir edilen notlar şeklinde dile getirilmektedir. Bildirimize konu olan Şerh-i Cedîd ü Muhtasar-ı Müfîd ise farklı olarak, bir metne yönelik eleştirileri içeren müstakil eser olması bakımından özgün bir mahiyet sergilemektedir. Bildiride Safvet’in, Sûdî’nin eseri üzerinde ne gibi tasarruflarda bulunduğu örnekleriyle irdelenecektir.
Türklük Bilimi Araştırmaları, 2017
ÖZ: II. Yeni şiiri; dili, tekniği ve içeriği açısından kendinden önceki dönemlere göre özgün yönelimler ortaya çıkarmış bir akımdır. Özellikle cümleden kelimeye doğru bir yönelimle dilin yapısını bozma, yeni yapılarla yeni çağrışımlar yaratma girişimi II. Yeni şiirinde sıklıkla gözlemlenen durumlardır. II. Yeni şairlerinin daha çok dili kullanma biçimi üzerinden kurduğu ortaklık; şiirde imge ironi, humor, alay gibi tekniklerin kullanımı üzerinden de gözlemlenebilir. II. Yeni şiirinin öncü şairlerinden Cemal Süreya, şiirde zekâyı ve ideolojiyi vurgulamak için ironi ve humoru farklı biçimleriyle yoğun bir şekilde kullanır. Erotizm, ölüm, ideoloji ve sosyal eleştiri bu tekniklerin bağdaştırıldığı içeriksel özelliklerdir. Cemal Süreya, yaşama bağlılığı, yaşam enerjisini, toplumcu hayat görüşünü, aşk ve tutku gibi kavramları ironi vasıtasıyla daha çarpıcı ve etkili bir biçimde şiirlerine taşır. Hem sözel (verbal) ironi hem de durum ironileri Cemal Süreya şiirlerinde gözlemlenebilir. Bu çalışmada Süreya'nın şiirlerinde kullandığı ironi ve humorun şiirin içeriği ile birlikte ortaya çıkardığı yapı açığa çıkarılmaya çalışılmıştır. Cemal Süreya'nın şiirlerinden örneklerle farklı ironi türleri açıklanmıştır. ABSTRACT: 2nd New Poetry is a movement which brought into unique trends compared to previous periods in terms of poetry language, technique and content. Specifically, disrupting the structure of the language by an orientation which is from sentence to word and attempt of creating new associations with new structures are frequently observed circumstances in 2nd New Poetry. Commonality of 2nd New Poets which is mostly formed by style of language usage can be observed through the usage of techniques such as image, irony, and humour in poetry. Cemal Süreya, one of the most prominent poets of 2nd New Poetry, uses the irony and humour intensely with their different forms to emphasize the intelligence and ideology in the poetry. Erotism, death, ideology and social criticism are contextual characteristics associated with these techniques. Cemal Süreya reflects concepts such as conduct of life, energy of life, socialist world-* Kilis 7 Aralık Üniversitesi, mhukum@kilis.edu.tr
Evvelemirde burada “Sünnet” tabiriyle neyi kasdettiğimizi ortaya koyalım: Bizim burada “Sünnet” tabiriyle kasdettiğimiz, Hz. Peygamber (s.a.v)’in, Din’in tebliği ve hayata aktarılması bağlamındaki söz ve fiilleridir. Konunun sağlıklı bir zeminde ele alınabilmesi için öncelikle Sünnet’in bağlayıcı olup olmadığının, doğrudan Kur’an’a dayanarak ortaya konması gerekmektedir. Ancak mesele bununla bitmemektedir. İkinci aşamada yapılması gereken, Sünnet’i bize nakleden unsurların tesbiti ve güvenilir olup olmadıklarının tayinidir. Üçüncü aşamada ise “Sünnet’i bağlayıcı bir din kaynağı olarak görmezsek bunun pratik sonuçları neler olur?” sorusunun cevabı gelmektedir.
ŞİVEET ULAAN MEZAR KÜLLİYESİNDEKİ KUZULU KOYUN HEYKELİ VE MANAS DESTANI
Öz: Türk dünyasının bin senelik destan geleneğini, tarihini ve kültürünü barındıran Manas Destanı, Kırgızların, Eski Türk boylarının kültür olgularını, arkeolojik buluntularını araştırmada bir kaynak olabilmektedir. Bunun yanında Eski Türk arkeolojik buluntuları içerisinde bugüne kadar taşıdığı sembolik anlamı bilinmeyen, görevi tespit edilemeyen bulguların sayısı az değildir. Öyle arkeolojik bulguların birisi Moğolistan'da bulunan Şiveet Ulaan mezar külliyesindeki kuzulu koyun heykelidir. Söz konusu heykel çalışmalarda daha çok koç / koyun heykelleri kapsamında ele alınarak koyun / koç kültü içerisinde açıklanmıştır. Biz de bu makalemizde söz konusu heykeli Manas Destanı'nda, kırk çoronun Manas'a gelip birleşmeleri anlatılırken geçen 'koy kazına kozuluu (kuzulu koyun hazinedir)' tabirinin aracılığıyla açıklamaya çalıştık. Anahtar Sözcükler: Manas Destanı, Şiveet Ulaan mezar külliyesi, kuzulu koyun heykeli, maiyet, bolluk. The Sculpture of The Lambed Sheep in The Shiveet Ulaan Burial Mausoleum and Manas Epic Abstract: Manas Epic that contains a thousand-year epic tradition, history, culture and world view of the Turkic world in itself can serve as a source for investigating cultural phenomena and archaeological findings of Kyrgyz people as well as the Old Turkic tribes. Among the archeological findings are those whose function and symbolic meaning have not been determined yet. One such archaeological finding is the sculpture of the lambed sheep in the Shiveet Ulaan burial mausoleum in Mongolia. In this article, we tried to explain this statue through the phrase of 'koy kazına kozuluu (lambed sheep is a treasure)', which was used when narrating the journey of forty heroes who came together in Manas in the Epic. Giriş Hem hacmi hem de içeriğinin zenginliği açısından dünyanın en büyük destanlarından birisi sayılan Manas Destanı sadece Kırgızların değil, Eski Türk boylarının da kültürünü, inancını, dünya görüşünü, tarihini ve toplum düzenini yansıtan bir destandır 1. Çünkü Kırgızlar, VII-IX. asırlar arasında kullandığı Köktürk yazısını unuttuğu ve Türk dünyasına daha sonra kazandırılan Arap yazısını belirli nedenlerle (yarı göçebe hayat tarzı sürmesi, önemli kültür ve siyasi merkezlerden uzak kalması vb.) yaygın olarak kullanmadığı için kültürünü, dünya görüşünü, tarihini, önemli tarihî olaylar hakkındaki görüşlerini sözlü edebiyat ürünlerinde,
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ NADİR ESERLER KOLEKSİYONU’NDAN BİR ŞİİR MECMÛASI: EŞʿÂR-I ʿÂŞIKÂNE
Osmanlı şiirinin "kırkambarı" olarak adlandırılan ve her biri birbirinden kıymetli şiir mecmûaları klasik dönem Osmanlı şiirinin kara kaplı defterler içerisinde gizlenmiş hazineleri niteliğindedir. Mecmûalar; istifleri, derkenarları, yaşamın içerisinden muhtelif konulara dair küçük notlar alınmış yaprakları ile ilk bakışta çoğunlukla dağınık, karışık ve içlerinden çıkılması zor olan görünümleri ile dikkat çekseler de kültürel belleğin "hazinelerin viranelerde saklı olduğu" inancını mitik dönemlerden günümüze kadar canlı tutması mecmûaların söz konusu kadim gelenekteki değerine bir kez daha atıf yapar. Günümüzdeki şiir antolojilerinin klasik dönemdeki karşılığı olan şiir mecmûaları kimi zaman divan tertibine ömrü yetmemiş olan şairlerin şiirlerinin, kimi zaman şairlerin kendi
0
Neml Suresinin Süleyman’ı; kuş lisanı bilir; kuşlar ve cinlerden ordu kurar; dişi bir karıncanın [nemletun] konuşmasını işitir; Hüdhüd adlı kuşu Seba Melikesine mektup götürmesi için elçi tayin eder; cinlerden birini Melike’nin koltuğunu getirmesi için görevlendirir; Melike’yi sarayıma gir diye davet eder O’da sarayın ihtişamından Müslüman olur vb. Suresinin mevcut çeviri ve tefsirleri sihir, büyü ve fabl ile doludur. Bunlar, aslında ilk müfessirlerin okumalardır. Süleyman kıssalarının Tevrat’ın Süleyman kıssaları ile birlikte okunmasında ise; Kuran metinlerinin bu tür bir sihir, büyü ve fabl içermediği görülmüştür. Bu okumalarımızda: Süleyman’ın kuş lisanı bilmediği, kuşlar hakkında konuştuğu; hakiki kuşlardan ve cinlerden bir ordusunun olmadığı; Kuşlar [et-Tayr] ve Cinler [el-Cinni] tanımlarının çevre halklarının kötü lakapları olduğu; Neml sözcüğünün karınca değil ‘Liman’ anlamında olduğu; Karınca Vadisi denilen yerin Liman Vadisi olduğu; Nemletun’un karınca değil Limanlı bir kadın olduğu; Hüdhüd’ün bir kuş olmadığı, hikâyesi Tevrat’ta geçen Edom prensi Hadad olduğu; Seba Melikesinin koltuğunu uçarak getiren bir cin olmadığı, Samirilerden bir din adamı olduğu; Melikeye yapılan ‘saraya gir’ davetinin ‘dinime gir’ anlamında olduğuna dair birçok bulgu tespit edilmiştir. Bir noktada, mevcut Kuran çeviri, meal ve tefsirlerinin çarpıtma denilecek oranda hatalı yorum ve anlamalar üzerine bina edildiği sonucuna varılmıştır.
Lügatta nesh/nesih; izale etmek, gidermek, ortadan kaldırmak, nakletmek, kopyasını çıkarmak, beyan etmek gibi manalara gelmektedir. İbn Manzûr (ö.1311) nesh'i şöyle tarif etmiştir: "Nesh, bir şeyi ibdal edip onun yerine başkasını ikame etmek demektir. Tenzilde "Ma nensah ... " ayeti bu manayadır. İkinci ayete Nasih, birincisine ise mansuh denir." (İbn Manzûr, Lisanu'l-Arab, 'n-s-h' mad., 3/61) İsfahani (ö ̴ 1010) ise şöyle tanımlıyor: Nesh, silmek, bozmak, iptal etmek, değiştirmek, kopyasını çıkarmak demektir. Bir şeyi kendisinden sonra gelen bir şeyle bertaraf etmektir. "Neshu'l-Kitab" yani Kitabın Neshi ise; 1-Bir hükmü, kendisinden sonra gelen bir hükümle yürürlükten kaldırmak demektir. 2-Kitabın Neshi, bir kitabın olduğu gibi kopyasını çıkarmak, bir nüshasını daha yazmaktır. Bu durumda birinci nüshayı bertaraf etmek gerekmez. Aksine onun bir benzerini bir başka yerde var etmektir. (Ragıb el-İsfahani, el-Müfredat, s. 1050, nsh maddesi) lstılahta ise nesh, bir nassın hükmünü daha sonra gelen bir nass ile kaldırmaktır. İkinci bir tarife göre, "şer'i bir hükmün başka bir şer'i delil ile kaldırılmasıdır." Daha yaygın ifadesiyle: "önce gelmiş olan bir ayetin hükmünün, ondan sonra gelen başka bir ayetin hükmü ile değiştirilmesi veya tamamen yürürlükten kaldırılmasıdır." Bu tariflerin üçü de Kur'an'da veya Sünnetteki bir hükmün yürürlükten kaldırılmasından söz etmektedirler. (Seyyîd Şerîf Hanefî Cürcânî, et-Taʿrifât, 1, 67; Gazali, el-Mustasfa, 97) Şatıbî ise (ö. 1388) neshin; "tahsîs, takyîd ve beyânı kapsadığını ve nesihten asıl muradın sonradan getirilen her şey اخيرا( به جيء )ما demek olduğunu" ifade etmektedir. (Şâtıbî, el-Muvafakat, III/100) Şatıbî'nin bu geniş tanımlamasından hareket edilebilseydi, neshin (Kur'an'daki bazı hükümlerin ilgası, ayetler arası çelişki vb gibi) meydana getirdiği pek çok olumsuzluğun önüne geçilebilirdi, ancak maalesef nesh teorisinin paradigmalarında bu yaklaşım etkili olamamıştır.