İnsan Sapmasının Serüveni Leheb Suresinin Tefsiri (original) (raw)

Hamîduddîn el-Ferâhî ve Leheb Sûresi Tefsiri

2019

Hindistan'ın son dönem müfessirlerindendir. Ferâhî, kendine özgü geliştirdiği Kur'an'daki sure, âyet ve kelimelerin birbiriyle münasebetini de kapsayan, her surenin tek bir ana konusunun olduğu ve tüm âyetlerin bu anlam çerçevesinde anlaşılması gerektiğini savunan "nazm metodu"ndan hareketle "Niẓāmu'l-Kur'ân ve Te'vîlu'l-Furkān bi'l-Furkān" isimli Arapça bir tefsir yazmayı hedeflemiştir. Müellifin vefatı nedeniyle tamamlanamayan tefsir çalışmasında Leheb suresi yorumu, nazm metodunun en başarılı ve özgün üslupla uygulandığı bölümlerdendir. Müellif, Leheb suresini bazı yönleriyle geçmiş dönem müfessirlerinden farklı ele alır. Buna göre surede Ebu Leheb ve eşine değil, müminlere hitap edilmektedir. Surede Ebu Leheb ve eşine yönelik herhangi bir yerme, beddua yahut sövgü anlamı yoktur. Surenin ana konusu müminlere, baş düşmanlarının helakinin haber verilmesini içerir. Sure sanıldığının aksine hicrete yakın bir dönemde Mekke'de veya Bedir savaşından önce Medine'de nâzil olmuştur. Bu makalede Ferâhî'nin Leheb suresi yorumu klasik ve modern dönem müfessirlerin görüşleriyle mukayeseli ele alınmaya gayret edilecektir. Müellifin hayatı, eserleri ve Kur'an yorumunda nazm metoduna ilişkin özet bilgi verilerek, Ferâhî'nin Leheb suresi tefsirinde iddialarını desteklemek için sunduğu deliller ve ulaştığı sonuçlar değerlendirmeye tabi tutulacaktır. Makalede ayrıca surenin yorumlanmasında Ferâhî'ye özgü tespitlerin daha iyi anlaşılabilmesi maksadıyla Leheb suresi meallendirilmiştir.

Sünnet Perspektifinde İnsan Onuru tebliğ

Sünnet Perspektifinde İnsan Onuru, 2018

İnsan Allah’ın yeryüzünde kendine halife olarak seçtiği dağların ve yerlerin taşıyamadığı emaneti yüklediği yaratılmışların en üstünü olan bir varlıktır. Fakat insan için en önemli özellik yaratılıştan sahip olduğu onurunu ve tüm değerlerini koruyup koruyamadığıdır. Bu noktada da insan yalnız bırakılmamış Peygamberler ve kutsal kitaplarla fıtratını koruması için yardımcı olunmuştur. Bu çizginin son halkası olan İslam da insanı insan yapan değerler üzerinde hassasiyetle durmuş Hz. Peygamber (s.a.v) de bu değerleri bizzat sünnetiyle hayatında uygulayarak insanlığa ışık tutmuştur. İnsan onuru için Hz. Peygamber (s.a.v) sünnetinde ortaya koyduğu ilkeler; doğruluk, merhamet, cömertlik, sevgi, iffet, saygı gibi değerleri içine alır. Tüm bu değerleri kapsayan ve kendisi de ayrı bir değer olarak kabul edilebilecek olan kavram ise “onur”dur. O, insana insanlığı, hakkı, adaleti, şahsiyetli olmayı, onuru, insan onur ve şerefine uygun olarak yaşamayı yeniden öğretmiştir. Onun ebedî mesajı ile insanlık sadece saygıyı değil hem kendine hem de başkalarına saygılı davranmayı öğrenmiştir. Onu imanla takip edenler, onur kelimesinin sadece adını değil onur adına nasıl mücadele edileceğini ve nasıl onurlu yaşanılacağını da öğrenmişlerdir. Günümüz dünyasında da insanlık onuruyla bağdaşmayacak olaylara, cinayetlere, aşağılamalara, temel hak ve hürriyetleri zedeleyen uygulamalara hemen hemen her gün şahit olunmaktadır. Maalesef insan onurunun en çok çiğnenip ayaklar altına alındığı bölge ise İslam coğrafyasıdır. Biz bu coğrafyanın çocukları olarak Hz. Peygamber (s.a.v)’in sünnetinde insan onuruna verdiği değeri hem kendi onurumuza hem de diğer bireylerin onuruna sahip çıkabilme adına yeniden inceleyerek içselleştirme durumundayız. Biz bu çalışmada insan onurunun korunması adına Hz. Peygamber (s.a.v)’in sünnetinden örnekler sunarak sünnetin bu husustaki güncelliğine vurguda bulunacağız.

İnsan Nesne İli̇şki̇leri̇ni̇ Ömer Seyfetti̇n’İn Hi̇kâyeleri̇nden Okumak

Journal of Language and Literature Studies, 2021

Zihniyet değişimi, insan nesne ilişkilerindeki değişim üzerinden izlenebilir. Ahmet Güner Sayar'ın Lamartin'den aktardığı; "Bu ulus gerçekten hiçbir şey yaratmıyor, hiçbir şeyi yenilemiyor. Fakat hiçbir şeyi kırıp tahrip de etmiyor," ifadesi Türk'ün eşya ile ilişkisini özetler niteliktedir. Ömer Seyfettin, Ziya Gökalp, Yusuf Akçura gibi isimlerce ticarete mesafeli olduğu dile getirilen Türk insanının mesafesinin sebebi olarak nesneye bakışı gösterilir. Tanzimat ile başlayan değişim, II. Meşrutiyet itibariyle insan nesne ilişkilerinde farklı bir boyut kazanmıştır. Bu dönemde nesneye bakışta geleneğin belirlediği sınırların dışına çıkılmıştır. İdeologlar, hiçbir şeyi yenilemediği söylenen ulusu, her şeyi toptan yenilemek için yeni hayat idealiyle örgütlenmek istemişlerdir. Yenileşme idealine savaş koşulları da eklenince toplumsal hayatta pek çok şeyin kırılıp tahrip olması da kaçınılmaz olmuştur. Dolayısıyla II. Meşrutiyet sonrasına hem yenileşmenin hem tahribin bir arada yaşandığı bir değişim dönemi denebilir. Bu değişimi en iyi gözlemleyebildiğimiz metinlerin başında da Ömer Seyfettin'in hikâyeleri gelir. Bu bağlamda makalemizde Ömer Seyfettin hikâyelerinde insan nesne ilişkilerine bakışı ele alacağız.

Tercüme | Menâkıbu'l-İmâm eş-Şâfiî

Menakıbü’l İmam Eş-Şafiî Fazileti, Görüşleri ve Mezhebinin Müdafaası, 2021

Davud b. Ali el-İsfahâni İmam Şâfiî’den bir söz rivâyet edecek olsa şöyle derdi: “Bu söz; nükteleri ile insanların arasından yücelip delilleri ile onları alt eden, mertliği ile diğerlerinden temayüz edip dindarlığı ile onların hakkından gelen Muttalibî dostumuzun sözüdür. O ki; dininde muttakî, soyunda pak ve yüce, özünde kıymetlidir. Rabbinin kitabına sımsıkı sarılmış, Rasûlünün sünnetine baş koymuş, bidat ehlinin kalıntılarını silmiş, haberlerini yok etmiştir. Şanlarını öylesine silip süpürmüştür ki, şu âyette zikri geçen “Rüzgârların savurduğu çöpe” dönüşmüşlerdir.”

Sahabe Tefsirinde Luğavi Yönelim

2016

Sahabe Kur’an’i tefsir ederken son derece dikkatli davranmis; bu hususta cesitli yontemler kullanmistir. Bu yontemler genellikle ifade edildigi uzere Kur’an’in Kur’an’la, Kur’an’in sunnetle ve Kur’an’in Arap Dili ile tefsir edilmesidir. Re’y ile tefsir olarak nitelendirebilecegimiz bu son yontem sahabilerin tefsirde siklikla basvurduklari yontemlerden birisi olup gunumuze degin etkinligini korumaya devam etmistir. Kur’an ilimleri icerisinde yer alan mutesabihat, mubhemat Arap dilinin verileri kullanilarak izah edilmis; bu husus dilin tefsirde basat rol oynadigini gostermesi bakimindan ehemmiyet arz etmistir. Sahabiler cogunlukla Arap olmalari vesilesiyle her ne kadar ayni bilgi ve kultur birikimine sahip olmasalar da dilin selikasina, fesahat ve belagatina asinaliklari dolayisiyla Kur’an’i yorumlarken; dilin soz varligini, bunun yani sira soz sanatlarini dikkate almislardir. O gun bugunku anlamda soz sanatinin adi konulmamis olsa bile onlar bunun farkinda olan seckin insanlar olarak...

İnsanlığın Şerefini Kurtarmak İçin

Evvela: Önce beş Antropolojik yanlışını teşhis edip düzelteceğiz; sonra onun beş ilmi mucizesini maddeler halinde kaleme alacağız. İşte varlık bir tanedir. Sonsuza yükselmek için diyalektik sürece girer, yazılım tarzında gül goncaları gibi iç içe dosyalar olarak açılıp sonsuz mana ve hikmetleri yaşar. Bizim evren olarak bu süreç 13,8 milyar yıl sürmüştür. Son 3,5 milyar yıldır biyolojik oluşumlar da bu süreci geçip yine iç içe dosyalar olarak varlık alemine geliyor. Ve son 150 bin yıldır, kültürlü insan denilen Homosapiens artık var. Bu süreçlerin hepsinde bilinç, matematik, yazılım, lezzet gibi argümanlar hep var olmuştur. Homosapiens yaklaşık yüz yirmi bin yıl, adeta diğer kardeş biyolojik türler gibi yavaşça gelişip yaşamıştır. Son 30-40 bin yılda dil, giyinme ve avcılık becerilerini geliştirmiştir. Farklı milletlere bölünmüştür. Ama komplike bir soyutlama tarzı olan evliliği, yaratan inancını ve dirilmeye inanmayı galiba son 12 bin yıldır beceriyor. Bu konuda elimizde Göbeklitepe’den daha eski bir veri yok. Bu dönemde Totem tarzında inanç var. Sonra sekiz bin yıl önce Sümerlerde artık gökte bir büyük Tanrı inancını görüyoruz. Bu evrensel inanç sayesinde matematik, mimari, şehircilik, mabet, ahlaki ilkeler ve yazılı dili ve kültürü görüyoruz. Bu dönemde artık din, felsefe, bilim, edebiyat ve halk hikayeleri tabletlere yazılıyordu. Ama hepsinin üslubu ve karakteri Mitolojik dil idi. İkinci Olarak: Bu gelişme sürecini tarih ve argüman olarak yaklaşık her millette eşit olarak görüyoruz. Bu süreç insan doğasının bir çiçeğidir. Etkileşim olmakla beraber hiçbir millet diğerinden o argümanları almış değildir. Fakat insanların çoğu ve akademisyenlerin bir kısmı burada beş yanlış yapıyor: A) Bu süreç, önce Sümerlerde başladı, sonra Mısır, Yunan ve Roma’ya geçti diye söylüyorlar. B) Din, felsefe, bilim, edebiyat ve halk hikayelerinden oluşan bu Mitolojik verileri sadece halk hikayeleri olarak okuyorlar. Az sonra bunların bazı numunelerini özellikle dini ve bilimsel olanlarını vereceğim. C) Bu tabletlerden oluşan literatür arketipal dil iken, maalesef onları sokak diliyle okuyorlar. Dolayısıyla insanlığın büyük bir mucizesi olan bu dil, beş paralık hikayeler seviyesine iniyor. D) Dinin melek ve ruh dediği o bilinçdışı model ve tipleri, dil yetersizliğinden Tanrılar diye çeviriyorlar. Çünkü gerek Tanrı ve gerek Ruh ve Melek, ortak noktaları soyutu bilme ve ölümsüz olmaktır. E) İnsanın iki algı mekanizması var. Üst korteks ve bilinçdışı. Diğer bir deyimle akıl ve kalp. Aklın kalbe oranı en iyi tahminle yüzde doksana yüzde ondur. İlk insanlar soyut algıda beyinleri (üst korteksleri) çok açılmadığı için algı mekanizmaları olan bilinçdışıları tam çalışıyordu. Herkes adeta bilimsel rüyalar görüyordu.

Sapiens: İnsan Türünün Kısa Bir Tarihi

Bu yazıda sizlere satış rekorları kıran bir tarih kitabından bahsetmek istiyorum. Kitap, 2011'de ibranice, 2014'te ingilizce yayımlandı ve şimdiye dek otuz civarında dile çevrildi. “Sapiens: İnsan Türünün Kısa Bir Tarihi” başlığı ile dilimize çevrilen kitapta insanlık tarihinin serüvenine 70 bin yıllık zaman sürecinden bakılmaya çalışılıyor. Öyle bir kitap ki Amerika Başkanı Obama halkına bu kitabı okumasını tavsiye ediyor. Öyle etkili bir kitap ki Facebook’un kurucusu Mark Zuckerberg sosyal medyada kitap hakkındaki düşüncelerini paylaşıyor. Öyle dolu bir kitap ki Amerikalı iş adamı Bill Gates bu kitabı mutlaka okunması gereken kitaplar arasında görüyor. Daha birçok övgü var kitaba…

SEYF B.MUHAMMED YAKUB EL HEREVİ'NİN TARİHNAME-İ HERAT ADLI ESERİN MUHTEVASINA DAİR BİR DEGERLENDİRME

Bulunduğu konum itibariyle Güneybatı Asya'da önemli bir noktada yer alan Afganistan siyasi, ekonomik, askeri ve göç yolları üzerinde yer alması ile tarihin her döneminde dikkatleri üzerine çeken bir coğrafya olmuş ve pek çok hâkimiyet tarafından kontrol altına alınmıştır. Afganistan coğrafyasının doğu-batı ve kuzeygüney ekseninde bağlantısını sağlayarak, insanlık tarihi kadar kadim bir geçmişe sahip olan Herîrûd Vadisi üzerinde kurulan Herât şehri ise bu coğrafyanın kaderinin şekillendiği bir nokta olmuştur. Pek çok hâkimiyetin kurularak kendi medeniyetlerinden izler bıraktığı Herât şehrine dair pek çok müellif buraya dair eserler meydana getirirken bu şehrin tarihine ışık tutan ana kaynaklardan biri de Seyf b. Muhammed b. Yakup el-Herevî tarafından kaleme alınan Târîhnâme-i Herât'tır. Toplamda sekiz yüz yirmi sekiz sayfadan oluşan bu eser Gulam Rıza Tebatebayi Mecid tarafından tashih edilmiş, İntişârât-i Esâtîr tarafından da h.1383 tarihinde birinci, h.1385'te de ikinci baskısı yapılmıştır. Farsça kaleme alınan ve Herât tarihinin en eski kaynaklarından olan Târîhnâme-i Herât bu şehrin tarihinin bilinmeyen yönleri ile birlikte bölgede vuku bulan siyasi, sosyal ve kültürel hususlarına da ışık tutmaktadır. Eserin muhtevasına dair değerlendirmenin yapıldığında bu çalışma bir nevi kitabın da tanıtımı hükmündedir. Bu bağlamda yüz otuz sekiz zikr şeklinde belirtilen bölümlerdeki konu başlıkları ve olay silsileleri Farsçadan tercüme edilerek ayrı ayrı izah edilmiştir.

Sadreddin-i Konevî’nin Talebesi Müeyyedü’d-Dîn-i Cendî’nin “Nefhatü’r-Rûh ve Tuhfetü’l-Fütûh”unda İnsan | Sefer Solmaz

bu sayısında, anılan bu coğrafî mekâna ruh veren kıymetlerimizin en önemlilerinden Sadreddin-i Konevî'ye misafir oluyor. Geleneğimiz, Konevi nisbesini bir isim gibi algılamış olduğundan, yapılan her bir "Konevî" atfı, akla hemen onu getirmiştir. Konevî'nin yaşamış olduğu döneme gelinceye kadar Konya siyâsî, sosyal, ilmî, fikrî ve sâir birçok yönden çok değerli ilim ve fikir insanları yetiştirmişti. İslâm dünyasının kalbinin attığı mühim merkezlerden birisiydi. Fakat bu kutlu belde hicrî 7., milâdî 13. asırda çok yönlü bunalım ve sarsıntının da odağında yer almış, Moğol ve Haçlılar gibi dış, Babaîler gibi iç sıkıntıların tesiri kendisini bütün gücüyle hissettirmişti. Böylesi bir kriz çağında, İslâm dünyasının muhtelif bölgelerinden gelen adanmış dimağların burada karar kılıp ve yine burada ilim, sanat ve düşünce üretmeleri, halka ümit aşılamaları bir tesadüf olmasa gerektir. Muhyiddin İbnü'l-Arabî, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Hacı Bektâş-ı Velî, Ahî Evran ve Yunus Emre gibi her biri kendi alanında kurucu bir kimliğe sahip şahıslar yaşadıkları asırda sadece yerel ve bölgesel değil, evrensel bir dil geliştirdiler. Kadim pek çok disiplinin imkânlarından istifade edilerek, onların mezcinden oluşan bu yeni düşünce ekolünün temsilcilerine "Muhakkık" veya "Ehl-i Tahkik" denilmiş, ortaya koydukları düşünce sistemi de "Tasavvuf Metafiziği" olarak adlandırılmıştır. Muhyiddin-i Arabî'nin bir talebesi ve takipçisi olarak Sadreddin-i Konevî, üstâdının görüşlerini sadece sistematik bir hâle getirmekle kalmamış, aynı zamanda daha üst bir dil ve bakış açısıyla onları yeni bir forma büründürmüştür. O yüzden İbnü'l-Arabî "En Büyük Kurucu" (Şeyh-i Ekber) sayılırken "Konevî" de "Büyük Kurucu" (Şeyh-i Kebîr) kabul edilmiştir. Sadreddin-i Konevî, çağdaşı Mevlânâ ve Hacı Bektâş-ı Velî ile yakınlık kurmuş; Hacı Bektaş'tan, yetiştirdiği bir talebesini Konya'ya göndermesini istemişti. İslâm tarihinin yetiştirdiği abide şahsiyetlerden birisi olan Sadreddin-i Konevî'nin eserlerinin en azından önemli bir kısmı dilimize kazandırıldı, düşünce dünyası hakkında önemli çalışmalar yapıldı. Bununla birlikte, bizzat kaleme aldığı, okuduğu ve okuttuğu kitapları dergâhının kütüphanesine vakfetmesine, zaman içerisinde muhtelif ilave ve çıkarımların